203

Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin. İki günde acele edene de günah yoktur, geriye kalana da günah yoktur; (bu) takvâlı davranan kimseler içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak O'nun huzurunda haşrolunursunuz.

Bu âyetin:

"Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin" bölümüne dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

1- Sayılı Günlerden Kasıt:

Kûfeliler der ki: "Ma'dûdât: Sayılı ...ler" sonundaki "elif" ile "te," çoğulun asgarî miktarı (üç) içindir. Basralılar ise az için de kullanılır, daha fazlası için de kullanılır, demişlerdir. Bunun delili yüce Allah'ın:

"Ve onlar yüksek köşklerde emniyet içindedirler" (Sebe, 34/37) âyetidir. "Ğurufât (yüksek köşkler)" bilindiği gibi pek çoktur.

Bu âyet-i kerimede sözü geçen "sayılı günler"in Minâ'da kalınan günler olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu günler aynı zamanda Teşrik günleri diye de bilinir. Bu üç isim (yani: Sayılı günler, Teşrik günleri ve Mina günleri) bu üç gün hakkında kullanılır.

Aynı zamanda bunlar cemreleri taşlama günleridir. Bu günler hacının, kurban bayramı birinci gününden sonra iki gününde Mina'dan acele edip ayrıldığı üç gün hakkında kullanılır. Bunu bilmek gerekir.

es-Sa'lebî der ki: İbrahim dedi ki: Sayılı günler (Zülhicce'nin) on günüdür. Belli günler; "eyyamun malumat" ise Nahr (kurban kesme) günleridir.

Mekkî ve el-Mehdevî de böylece sayılı günlerin (Zülhicce'nin) on günü olduğunu nakletmişlerdir.

Ancak Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr ve başkalarının nakletiği üzere sözünü ettiğimiz icma dolayısıyla bu, sahih değildir.

İbn Atiyye de der ki: Bu ifade ya müstensihlerin tashifi (yanlış yazması) dolayısıyladır veya bununla kurban kesme gününden sonraki on günü kastetmiş olması mümkün olabilir; ancak bu da uzak bir ihtimaldir.

2- Sayılı Günler ile Ma'lûm Günler:

Şanı yüce Allah, kullarına sayılı günlerde kendisini anmalarını emretmektedir. Bunlar Kurban bayramı birinci gününden sonraki üç gündür. Kurban bayramının birinci günü onlardan değildir. Çünkü insanlar nefr günü olan kurban bayramının ikinci gününde herhangi bir kimsenin nefredemeyeceği (Mina'dan ayrılamayacağı) üzerinde icma etmiştir. Eğer kurban bayramı birinci günü sayılı günlerden olsaydı, dileyen kişi nefr günü acele edip oradan ayrılabilmeli idi. Çünkü böylelikle sayılı günlerden iki gün almış olurdu.

Dârakutnî, Tirmizî ve başkaları Abdurrahman b. Ya'mer ed-Deylî'den şunu rivâyet etmektedir: Necidlilerden bir grup Arafe'de bulunduğu sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelerek ona bazı hususlara dair sorular sordular. Onun da bir münadîye emretmesi üzerine şöyle nida etti: "Hac Arafe'ye (vakfesine) yetişmektir. Her kim tan yerinin ağarmasından önce cem' gecesi (Müzdelife'ye gidilen gece Arafe'ye) yetişirse (vaktinde hacca) yetişmiş olur. Minâ günleri üç gündür. Her kim iki günde acele ederse onun için günah yoktur. Her kim de geri kalırsa onun için de günah yoktur." Dârakutnî, II, 240-241; Tirmizî, Hacc 57; Ebû Dâvûd, Hacc 68; Nesâî, Menâsik 211; İbn Mâce, Menâsik 57; Dârimi, Menâsik 54.

Yani hacılardan her kim Mina günlerinin ikisinde acele ederse kurban bayramı birinci günü ile birlikte Mina'da üç gün kalmış olur. Ve attığı taşların toplamı kırkdokuz olur. Üçüncü gününün taşlarını atmak da, ondan sakıt olur. Üçüncü günün sonundan önce Mina'dan ayrılmayan bir kimse ise, kurban bayramı birinci günü dolayısıyla (yani onunla birlikte) Mina'da dört gün kalmış olur ve ileride açıklanacağı üzere taş atma sayısı da tamam olur.

Mina günlerinin üç gün olduğunun -az önce zikrettiklerimizle birlikte- bir diğer delili de el-Arcî'nin şu beyitidir:

"Ancak Minâ'nın üç günü kavuşabiliriz

Nihayet nefr (Mina'dan ayrılmak), bizi birbirimizden ayırır."

Taş atma günleri sayılı günlerdir. Kurban kesme günleri ise ma'lum günlerdir. Nafi'in İbn Ömer'den rivâyetine göre Sayılı günler ile ma'lum günlerin toplamı dört gün eder. Bunlar kurban bayramının birinci günü ile (Yevmu'n-nahr) ondan sonraki üç gündür. Nahr günü sadece ma'lum gündür, sayılı günlerden değildir. Ondan sonraki iki gün ise hem ma'lum hem de sayılı (ma'dud) günlerdendir. Dördüncü gün ise ma'dud (sayılı) gündür, fakat ma'lum gün değildir. Mâlik ve başkalarının görüşü de budur.

Bunun böyle olmasının sebebi şudur: Birinci gün yüce Allah'ın:

"Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin" âyetinde sözü geçen Mina'ya has günlerden değildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Mina günleri üç gündür" âyetinde tayin ettiği günlerden de değildir. O halde bu birinci gün "Ma'lum" günlerden olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği davarlar üzerine Allah'ın ismini ma'lum günlerde ansınlar.." (el-Hacc, 22/28) Burada bundan Nahr gününün (kurban bayramı birinci gününün) kastedildiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Kurban kesme, aynı zamanda edhâ günü diye de adlandırılan birinci, ikinci ve üçüncü günlerde gerçekleşiyordu. İlim adamlarının icmaı ile dördüncü günde kurban kesme Sözkonusu değildir. Buna göre yüce Allah'ın:

"Malum günler" âyetinde dördüncü gün kastedilmemektedir. Çünkü o günde kurban kesilmez. Ancak bu gün taş atılan günlerdendir. Taş atılması dolayısıyla sayılı günlerden, fakat kurban kesilmediği için de ma'lum olmayan günlerden olur.

İbnu'l-Arabî der ki: Bu konuda hakikat şudur: Nahr günü taş atma sebebiyle ma'dud (sayılı), kurban kesmek sebebiyle de "ma'lum" gündür. Ancak ilim adamlarımıza göre bu, yüce Allah'ın:

"Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin" âyetinde kastedilmemektedir.

Ebû Hanîfe ve Şâfiî der ki: Malum (belirli) günler Zülhiccenin birinci gününden itibaren ilk on günüdür. Sonuncusu Nahr (Kurban bayramının birinci) günüdür. Bu hususta onlardan farklı görüş nakledilmemiştir. Her ikisi de bu görüşü İbn Abbâs'tan rivâyet etmektedirler.

Tahâvî ise Ebû Yûsuf tan ma'lum günlerin Nahr (kurban kesme) günleri olduğunu rivâyet etmektedir. Ebû Yûsuf der ki: Bu, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali'den rivâyet edilmiştir. Benim benimsediğim görüş de budur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Belirli günlerde (ma'lum günlerde) Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği davarlar üzerinde Allah'ın ismini zikretsinler.." (el-Hacc, 22/28) diye buyurmaktadır. el-Kerhî'nin, Muhammed b. el-Hasen'den naklettiğine göre ma'lum günler kurban bayramının birinci günü ile ondan sonraki iki günüdür. el-Kiyâ et-Taberî de der ki: Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşüne göre ma'lum günler ile sayılı günler arasında fark yoktur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de sözü geçen sayılı günler ihtilafsız olarak Teşrik günleridir. Sayılı günlerin (Zülhicce'nin) on gününü kapsamadığı hususunda da hiçbir kimsenin şüphesi yoktur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İki günde acele edene de günah yoktur.." diye buyurmaktadır. On günde ise üçüncüsünü dışarıda bırakarak ilk iki güne taalluk eden herhangi bir hüküm sözkonusu değildir. İbn Abbâs'tan ise ma'lum günlerin Zülhicce'nin on günü olduğu, ma'dud günlerin ise Teşrik günleri olduğu rivâyet edilmiştir. Bu, Cumhûrun da görüşüdür.

Derim ki: İbn Zeyd de şöyle demektedir: Ma'lum günler Zülhicce'nin ilk on günü ve Teşrik günleridir. Ancak bu -açıkladığımız sebepler dolayısıyla- uzak bir ihtimaldir. Âyetin zahiri de bu görüşe karşıdır. Yüce Allah'ın sayılı günler ile malum günlerde Allah'ın zikredilmesini emretmesi, onun bu görüşünün hilâfına delâlet etmektedir. O bakımdan onunla uğraşmanın bir anlamı yoktur.

3- Allah'ı Anma Emrinin Muhatabı:

Burada Allah'ı anmak üzere muhatap alınanların hacılar olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Hacılara cemreleri taşlarken tekbir getirmeleri, ma'lum günlerde kendilerine rızık olarak verilen davarları keserken ve namazların sonlarında.-telbiyesiz olarak- zikirde bulunmaları için hitabedilmiştir.

Acaba hacı olmayanlar bu hitabın kapsamına girer mi girmez mi? Çeşitli bölgelerdeki fukahânın ve ashab-ı kiram ile tabiinden meşhur olanların kabul ettikleri görüşe göre tekbir getirmek, herkesten istenmiştir. Özellikle de namaz vakitlerinde, her bir namaz sona erdiğinde ister tek başına namaz kılsın ister cemaatle namaz kılsın, bu konuda selefe uyarak bu günlerde açıktan tekbir getirir, el-Muhtasar'da. şöyle denilmektedir: Namazların sonunda kadınlar tekbir getirmezler. Ancak birinci görüş daha meşhurdur. Çünkü kadın da erkek gibi ihramın hükümlerini yerine getirmekle mükelleftir. Bunu (Mâlik) el-Müdevvene'de söylemiştir.

4- Namazın Akabinde Tekbir Getirmeyi Unutursa:

Namazın akabinde tekbir getirmeyi unutan bir kimse eğer oraya yakın ise tekbir getirir, şayet uzaklaşmış ise birşey yapması gerekmez. Bu görüş İbnu'l-Hallâb'a aittir. el-Muhtasar'da ise Mâlik şöyle demektedir: Meclisinde kaldığı sürece tekbir getirir. Şayet meclisinden kalkıp giderse birşey yapması gerekmez. el-Müdevvene'de Mâlik'in görüşü olarak şöyle nakledilmektedir: İmâm tekbir getirmeyi unutacak olur ise eğer yakın ise oturur ve tekbir getirir. Şayet uzaklaşmış ise birşey yapması gerekmez. Kendisi tekbir getirmeksizin gittiği halde, cemaat oldukları yerde oturuyor iseler onlar tekbir getirirler.

5- Tekbir Getirmenin Başlangıcı ve Sona Ermesi:

İlim adamları tekbirin başlama ve bitme süresi hakkında farklı görüşlere sahiptir. Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib ve İbn Abbâs der ki: Arafe günü sabah namazından itibaren tekbir getirmeye başlar, Teşrik günlerinin son günü ikindi namazına kadar devam eder.

İbn Mes'ûd ve Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Arafe gününün sabahından itibaren tekbire başlar, Nahr günü (Kurban bayramının birinci günü) ikindi namazına kadar devam eder. Ancak iki arkadaşı (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ona muhalefet ederek birinci görüş olan Ömer, Ali ve İbn Abbâs (r. anhum)'ın görüşünü kabul etmişlerdir.

Böylelikle Teşrikin başlama vaktinde ittifak edilmekle birlikte sona ereceği vakit hakkında görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Mâlik ise şöyle der: Kurban bayramı birinci günü öğle namazından Teşrik günlerinin sonuncusunun sabah namazına kadar devam eder. Şâfiî de bu görüştedir. Bu ise İbn Ömer'in ve yine İbn Abbâs'ın da görüşüdür.

Zeyd b. Sabit ise şöyle demektedir: Kurban bayramı birinci gününün öğle namazından itibaren tekbir getirmeye başlar, Teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder.

İbnu'l-Arabî der ki: Arafe günü tekbire başlar ve Kurban bayramı birinci günü ikindi namazında tekbir getirmeyi keser, diyen kimse âyetin zahirinin dışına çıkmış olur. Çünkü yüce Allah:

"Sayılı günlerde.." diye buyurmaktadır ki, bunlar üç gündür. Bu görüşü kabul edenler ise iki günde tekbir getirir, demektedirler. Böylelikle herhangi bir delil olmaksızın âyetin zahirini terketmiş oldular. Arafe günü ile Teşrik günleri tekbir getirir, diyenler hakkında da şöyle demektedir: Yüce Allah:

"Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüz zaman.." (el-Bakara, 2/198) diye buyurmaktadır. Buna göre "Arafat'ın sözkonusu edilmesi, "günler"den söz edilmesinin kapsamına girmektedir. Eğer: Arafe günü akşam namazından itibaren tekbir getirir, deselerdi bu görüş doğru olurdu. Çünkü İfada o vakitten itibaren yapılır. Bundan öncesinde tekbir getirmeye gelince; lâfzın zahiri bunu gerektirmemektedir. Ayrıca bu görüşü kabul eden kimselerin, bu tekbirin sekizinci günü Mina'ya gelip durduğu andan itibaren tekbir getirmesini de kabul etmeleri gerekirdi.

6- Tekbir Hangi Lâfızlarla Yapılır:

Tekbir getirirken kullanılacak lâfızlar hakkında görüş ayrılıkları vardır. Mâlikî mezhebinde meşhur olan görüşe göre her namazın akabinde üç tane tekbir getirilir. Bunu Ziyad b. Ziyad, Mâlik'ten rivâyet etmiştir. (Mâlikî) mezhebinde şöyle bir rivâyet de vardır: Üç tekbir getirdikten sonra şöyle denilir: "La ilahe illellah vellahu ekber ve lillahi'l hamd." el-Muhtasar'dz. Mâlik'ten şöyle dediği nakledilmektedir: "Allahu ekber, Allahu ekber lâ ilahe illellahu vellahu ekber, Allahu ekber ve lillahi'l hamd."

Âyetin: "İki günde acele edene de günah yoktur, geriye kalana da günah yoktur" bölümüne dair açıklamalarımızı yirmibir başlık halinde sunacağız:

1- Acele Edenin Durumu:

Yüce Allah'ın:

"İki günde acele edene de günah yoktur" âyetinde sözü geçen acele etmek her durumda, ancak gündüzün sonunda sözkonusu olabilir. Üçüncü gün de böyledir. Çünkü bu günlerde taş atmak sözkonusudur ve taş atmanın zamanı da zeval sonrasıdır.

İlim adamları icma ile, kurban bayramı birinci günü Akabe cemresinden başkasına taş atılmayacağını kabul etmişlerdir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurban bayramı birinci günü diğer cemrelere taş atmış değildir. Buna taş atma zamanı ise güneşin doğuşundan itibaren başlar, zevale kadar devam eder.

Cemrelerin taş atma zamanının Teşrik günlerinde zevalden sonrasından itibaren güneşin batışına kadar olduğunu da icma ile kabul ederler. Ancak tan yerinin ağrmasından önce ya da tan yerinin ağarmasından sonra fakat güneşin doğuşundan önce Akabe cemresine taş atan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Mâlik, Ebû Hanîfe, Ahmed ve İshak, güneşin doğuşundan önce fakat tan yeri ağardıktan sonra Akabe cemresine taş atmak caizdir, demişlerdir. Mâlik der ki: Tan yeri ağarmadan önce Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın herhangi bir kimseye taş atmaya dair müsaade ettiğine dair bir rivâyet bize kadar ulaşmış değildir. Tan yeri ağarmadan önce oraya (Akabe cemresine) taş atmak câiz değildir. Tan yeri ağarmadan önce taş atarsa, bu taş atmasını iade eder.

Ebû Hanîfe ve arkadaşları da bu şekilde bu vakitte Akabe cemresine taş atmak câiz değildir, demişlerdir. Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

Bununla birlikte bir grup tan yeri ağarmadan önce taş atmaya müsaade etmişlerdir. Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esma'nın geceleyin taş attığı ve şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Biz bu şekilde taş atmayı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde yapıyor idik. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmektedir. Ebû Dâvûd, Menâsik 65; Buhârî, Hacc 98; Müslim, Hacc 297; Muvatta’', Hacc 172.

Bu görüş ayrıca Atâ, İbn Ebi Muleyke ve İkrime b. Halid'den de rivâyet edilmiştir. Taş atma gece yarısından sonra olması şartıyla, Şâfiî de bu görüştedir. Bir grup ilim adamı da güneş doğmadıkça taş atmaz, demişlerdir. Bu görüş Mücâhid, Nehaî ve es-Sevrî'ye aittir. Ebû Sevr ise şöyle demektedir: Güneşin doğuşundan önce Akabe cemresine taş attığı taktirde, eğer güneşin doğup doğmadığı hususunda ihtilaf ederlerse bu yeterli olmaz. Hatta bu hususta icma etseler dahi olmaz. Şayet bu hususta bir sünnet varsa yeterli olur.

Ebû Ömer der ki: es-Sevrî ve ona uyanların görüşünün delili Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın güneş doğduktan sonra cemreye taş atıp: "Menasikinizi benden öğreniniz'" diye buyurmasıdır. Müslim, Hacc 310; Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Nesâî, Menâsik 220; Müsned, III, 318, 366.

İbnu'l-Münzir de der ki: Sünnet, ancak güneş doğduktan sonra taş atmaktır. Tan yeri ağarmadan önce taş atmak ise yeterli değildir. Taş attığı takdirde iade eder. Çünkü böyle bir iş yapan kimse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti için tayin ettiğine muhalefet eder. Akabe cemresine tan yeri ağardıktan sonra fakat güneş doğmadan önce taş atana gelince; o kimsenin taş atmasını iade etmesi gerekmez. Çünkü bunun yeterli olmadığını söyleyen bir kimse olduğunu bilmiyorum.

2- Tan Yeri Ağarmadan Önce Cemreye Taş Atmak:

Ma'mer rivâyetle dedi ki: Bana Hişam b. Urve babasından haber vererek dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ummu Seleme'ye kurban bayramı birinci günü Mekke'de sabahı etmesini emretti. O gün Hazret-i Pegyamber'in yaninda kalacağı gündü.

Ebû Ömer İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu hadisin Hişam'dan farklı farklı rivâyetleri gelmiştir. Bir grup Hişam'dan, o da babasından Ma'mer'in rivâyet ettiği gibi mürsel olarak rivâyet ettiği halde, başkaları Hişam'dan o babasından o da Hazret-i Âişe (r. anha)'dan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Umm Seleme'ye böyle emir verdiğini belirterek hadisin senedinde bir kopukluk olmaksızın rivâyet etmişlerdir. Başka bir kesim de bunu Hişam'dan, o babasından, o Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'ten, Zeyneb de Umm Seleme'den yine senedinde kopukluk olmaksızın rivâyet etmiştir ki bu ravilerin hepsi sika ravilerdir. Bu Hadîs-i şerîf Umm Seleme'nin Mina'da cemreyi tan yerinin ağarmasından önce taşladığına delalet etmektedir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurban bayramı birinci günü sabahını Mekke'de etmesini emretmiştir. Bu ise ancak onun tan yeri ağarmadan önce geceleyin Mina'da cemreyi taşlaması halinde olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XIII, 55 vd.

Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivâyet ederek şöyle demektedir: Bize Harun b. Abdullah anlatarak dedi ki: Bize İbn Ebi Fudeyk, ed-Dahhak b. Osman'dan anlattı. Dahhak, Hişam b. Urve'den, o babasından, o Âişe (r. anha)'dan rivâyetle Hazret-i Âişe dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kurban bayramı gecesi Umm Seleme'yi gönderdi. Tan yeri ağarmadan önce cemreye taş attı, sonra oradan gidip ifada tavafını yaptı. Bugün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Umm Seleme'nin yanında olacağı gün idi. Ebû Dâvûd, Menâsik 65.

Bu hadis sabit olduğu takdirde geceleyin taş atmak bu işi yapan için caizdir. Ancak tercih edilen görüş güneşin doğuşundan itibaren zevale kadar olan vakittir. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki:

Akabe cemresine taş atmak hususunda tercih edilen vaktin güneşin doğduğundan itibaren zevale kadar olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Yine kurban bayramı birinci günü güneşin batışından önce Akabe cemresine taş atanın bu taş atmasının yeterli geleceği ve başka herhangi bir sorumluluğunun olmadığı üzerinde de icma etmişlerdir. Ancak Mâlik şöyle demektedir: Akşama kadar Akabe cemresine taş atmayı terkeden bir kimsenin Harem bölgesi dışından getirteceği bir kan akıtması (kurban kesmesini) müstehab görüyorum. Diğer taraftan güneş batana kadar Akabe cemresine taş atmayıp geceleyin ya da ertesi günü taş atanın durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Mâlik der ki: Böyle birisinin bir kan akıtması (kurban kesmesi) gerekir. Buna da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Akabe cemresine taş atmak için bir vakit tesbit etmiş olduğunu delil gösterir ki, bu da kurban bayramının birinci günüdür. Güneş battıktan sonra Akabe cemresine taş atan kimse vakti çıktıktan sonra taş atmış olur. Hacda vaktinden sonra birşey yapan kimsenin ise bir kan akıtması (kurban kesmesi) gerekir.

Şâfiî ise şöyle demektedir: Bir kan akıtması gerekmez. Bu aynı zamanda Ebû Yûsuf ile Muhammed'in görüşüdür. Ebû Sevr de bu görüştedir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e birisi şöyle sormuş: Ey Allah'ın Rasûlü, akşamı ettikten sonra cemreye taş attım. Hazret-i Peygamber: "Bir vebal yoktur" diye cevap vermiştir. İbn Mâce, Menâsik 74.

Mâlik der ki: Akşam oluncaya kadar cemrelere taş atmayı unutan bir kimse gece ya da gündüz ne zaman hatırlarsa o vakit taş atsın. Tıpkı hatırladığı vakit namaz kılmak durumunda olduğu gibi. Ancak yalnız vaktini geçirdiği taşlan atar. Eğer geçirdiği tek bir cemre ise ona taş atar. Sonra da ondan sonra atılma sırası olan cemrelere taş atar. Çünkü cemrelere taş atmakta sıraya uymak vaciptir. O bakımdan birinci cemrenin taşlarını tamamlamadan önce bir başka cemreye taş atmaya başlaması -tıpkı namazların rek'atlerinde olduğu gibi- câiz değildir. Mâlikî mezhebinde meşhur olan görüş budur.

Zayıf bir görüş olarak da şöyle denilmiştir: Cemrelere taş atmanın sıhhati için sıraya riâyet etmek vacip değildir. Aksine eğer bütün atmalar eda vaktinde gerçekleşmiş ise böylesi de yeterlidir.

3- Taş Atma Günleri Geçerse:

Taş atma günleri geçecek olursa, taş atma sözkonusu olmaz. Eğer Mekke'de iken fakat Sader tavafını yaptıktan sonra veya Mekke'den ayrıldıktan sonra hatırlayacak olursa, bir hediye kurbanı kesmesi gerekir. İster bütün cemreleri taşlamayı terketmiş olsun, ister tek bir cemreyi isterse de bir cemrenin bir taşı. Mina günleri çıkana kadar bu durumda devam ettiği takdirde bir kurban kesmesi gerekir.

Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Şayet bütün cemreleri taşlamayı terkedecek olursa bir kurban kesmesi gerekir. Tek bir cemreyi terkettiği takdirde her bir cemreden terkettiği bir taş karşılığında bir yoksula yarım sa' yedirir. Tâ ki bu yedireceği miktarın bedeli bir kurban bedeline ulaşıncaya kadar. O takdirde dilediği kadarını (daha az olmamak şartıyla) yedirir. Bundan Akabe cemresi müstesnadır. O takdirde bir kurban kesmesi gerekir.

el-Evzaî der ki: Bir tek taşı terkettiği takdirde sadaka verir. es-Sevrî ise der ki: Bir, iki ve üç taş yerine yemek yedirir. Dört ve daha fazlasını terkettiği takdirde bir kurban kesmesi gerekir.

el-Leys der ki: Tek bir taşta dahi bir kurban kesmesi gerekir, ki Şâfiî'nin iki görüşünden birisi böyledir. Meşhur olan diğer görüş ise: Tek bir taş dolayısıyla bir mud buğday verir, iki taşta iki mud, üç taşta ise bir kurban keser.

4- Kurban Bayramı Dördüncü Günü Güneş Batana Dek Taş Atamayan:

Teşrîk günlerinin sonuncusunda güneş batıncaya kadar cemrelere bazı taşlan atamayan bir kimsenin bunları atabilmesinin bütün fukahâya göre bir yolu yoktur. Sözkonusu bu gün ise kurban bayramının dördüncü, Teşrik günlerinin ise üçüncü günüdür. Ancak böyle bir kimse az önce açıkladığımız gibi ya kurban keser veya yoksullara yemek yedirir.

5- Teşrik Geceleri Minâ'dan Başka Bir Yerde Geceyi Geçirmek:

Teşrik gecelerini Mekke veya bir başka yerde, Mina'nın dışında geçirmek câiz değildir. Bu, bütün fukahâya göre böyledir. Çobanlar ile Abbasoğullarından gelip hacılara su vermekle görevli olanlar müstesnadır.

Mâlik der ki: Çobanların ve sikaye (hacıların su ihtiyacını karşılama) görevlilerinin dışında Mina gecelerinden herhangi bir geceyi Mina'nın dışında geçiren bir kimsenin kurban kesmesi gerekir.

Buhârî'nin İbn Ömer'den rivâyetine göre Hazret-i Abbas Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sikaye ile görevli olması dolayısıyla Mina gecelerini Mekke'de geçirmek için izin istedi. Hazret-i Peygamber de bu izni ona verdi. Buhârî, Hacc 75,133; Müslim, Hacc 346; Ebû Dâvûd, Menâsik 74; İbn Mâce, Menâsik 80; Dârimî, Menâsik 91; Müsned, II, 19, 22, 28, 88.

İbn Abdi’l-Ber der ki: Hazret-i Abbas, sikaye işlerine nezaret ediyor ve onun İşlerini ifa ediyordu. Hac günleri boyunca hacılara sikaye dolayısıyla su dağıtıyordu. İşte bundan dolayı Minâ'dan başka bir yerde geceyi geçirmesi için ona ruhsat verilmiştir. Tıpkı develeri otlatmak ve Minâ'dan uzak meralara doğru çıkmak zorunda kalan ve develeri otlatma ihtiyacı bulunan deve çobanlarına ruhsat verildiği gibi.

Mina'ya bu ismin veriliş sebebi orada akıtılan kanlardan dolayıdır. İbn Abbâs der ki: Mina'ya bu ismin veriliş sebebi Hazret-i Cebrâîl'in Hazret-i Âdem'e: Temenni et, demesi üzerine Hazret-i Âdem'in: cenneti temenni ediyorum, demesidir. Bundan dolayı buraya "(temenni etmek anlamına): Mina' denilmiştir.

Yine İbn Abbâs der ki: Oraya Cem' adının veriliş sebebi ise Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva'nın orada bir araya gelmesi (içtima etmesi)dir. Cem' aynı zamanda Müzdelife demektir. Meş'ar-ı Haramda odur. Nitekim önceden buna dair açıklamalar (el-Bakara, 2/198. âyet 11. başlık) geçmiş bulunmaktadır.

6- Hacıların Geceyi Mina'da Geçirmeleri Haccın Şeâirindendir:

Başka yerde gecelemeleri için kendilerine ruhsat verilenler dışında hacıların Mina gecelerinde Mina'da geceyi geçirmelerinin haccın şeâirinden ve menasikinden olduğu hususu üzerinde fukahâ icmâ etmişlerdir.

Kıyas (nazar) menasikten herhangi birisini iskat eden herkes için bir kurban kesmesini gerektirir. Bu, haccın sair menasikine kıyasen böyledir. Muvatta’''da şöyle denilmektedir: Mâlik, Nafi'den, o İbn Ömer'den dedi ki: Ömer dedi ki: Mina gecelerinde herhangi bir hacı sakın Akabe'nin ötesinde geceyi geçirmesin. Muvatta’', Hacc 209.

Hazret-i Ömer'in, herhangi bir kimsenin ötesinde geçirmeyi yasakladığı Akabe ise, insanların kurban bayramı birinci günü Mekke tarafında taşladıkları cemrenin kendisidir. İbn Nâfi' bunu Mâlik'ten el-Mebsut'ta rivâyet etmekte ve şöyle demektedir: Mâlik dedi ki: Mina geceleri Akabe'nin ötesinde geceyi geçirenin fidye ödemesi gerekir. Çünkü o Mina gecelerinde Mina'dan başka bir yerde geceyi geçirmiştir. Halbuki Mina gecelerinde geceyi Mina'da geçirmek hacda şeriatın öngördüğü bir ameldir. O bakımdan tıpkı Müzdelife'de geceyi geçirmekte olduğu gibi, terki dolayısıyla kurban gerekir. Burada Mâlik’e göre fidyenin anlamı ise, hediye kurbanıdır. Mâlik der ki: Bu, Harem'in dışından Harem bölgesine getirilen hediye kurbanıdır.

7- Mina Dışında Geceyi Geçirmeleri Hususunda İzin Verilenlerin Taş Atmaları:

Mâlik, Abdullah b. Ebibekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o babasından rivâyet ettiğine göre Ebû'l-Beddah b. Âsım b. Adiyy'in (babasından rivâyetle) kendisine haber verdiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), deve çobanlarına Mina'dan başka yerde geceyi geçirip kurban bayramının birinci günü taş attıktan sonra, ertesi günü ve daha sonraki gün, iki günlük taş atmalarına ve daha sonra da Nefr günü taş atmalarına ruhsat vermiştir. Muvatta’', Hacc 218; Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Tirmizî, Hacc 108; Nesâî, Hacc 225; İbn Mâce, Menâsik 67. Diğer kaynaklar için bk. el-lstizkâf, XIII, 216, dipnot 1.

Ebû Ömer der ki: Mâlik'in bu husustaki görüşü bu hadisin gereğine uygun değildir. O şöyle derdi: Bunlar kurban bayramı birinci günü taş atarlar -yani Akabe cemresine taş atarlar.- Daha sonraki gün yine taş atarlar. Teşrik günlerinin ikincisi olan ertesi günü acele etmek isteyen kimsenin ya da acele etmesi câiz olanın acele edip nefrettiği (Mina'dan ayrıldığı) günde, birisi o günün diğeri ise bir önceki günün olmak üzere iki günlük taş atarlar. Çünkü onlar üzerlerindeki taş atmanın kazasını yaparlar. Herhangi bir kimse ise birşey üzerine vacip olmadıkça onu kaza etmez. İşte Mâlik'in Muvatta’''ında bu hadise dair getirdiği yorumun manası budur.

Başkası ise şöyle demektedir: Mâlik'in kaydettiği bu hadisteki ifadelere göre bunların herhangi birisinde bir mahzur yoktur. Çünkü bütün bu günler taş atmak günleridir. Ancak Mâlik'e göre çobanların taş atmayı öne almaları câiz değildir. Çünkü çoban olmayanların Teşrik günlerinde zevalden önce herhangi bir cemreye taş atmaları câiz değildir. Zevalden önce taş atan onu iade eder. Kimse bunları öne almak hakkına sahip değildir. Onlara (yani çobanlara) ikinci günü üçüncü güne bırakmak için ruhsat verilmiştir. İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu mes'ele hakkında Mâlik'in söylediği bu sözler İbn Cüreyc'in rivâyetinde bulunmaktadır. Orada şöyle der: Bana Muhammed b. Ebi Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm, babasından haber verdiğine göre Ebû’l-Beddah b. Âsım b. Adiy ona haber verdi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çobanlara münavebe ile kurban bayramı birinci günü taş atıp daha sonra bir gün bir gece taş atmayı terkettikten sonra, bir sonraki gün taş atmaları için ruhsat vermiştir. Mezhebimize mensup ilim adamları derler ki: Acele eden kimse için üçüncü cemreye taş atmak da sakıt olur. İbn Ebi Zeminîn der ki: Acele etmek istediği vakit birinci Nefr günü (acele edenlerin Mina'dan ayrılabilecekleri gün) o cemreye taş atar. İbnu'l-Mevvâz der ki: İki günde acele eden bir kimse (günde) yirmibir taş atar. Her bir cemreye yedişer taş. Böylelikle onun atacağı taşların toplamı kırkdokuz tane olur. Çünkü kurban bayramının birinci günü Akabe cemresine de yedi taş atmış idi. İbnul-Münzir der ki: Üçüncü günü taş atması da sakıt olur.

8- Çobanlar Geceleyin Taş Atabilir mi?

Mâlik'in Yahya b. Said'den, onun Atâ b. Ebi Rebah'tan rivâyet ettiğine göre Yahya, Atâ'nın çobanlara önceki zamanlarda geceleyin taş atmalarına ruhsat verildiğini sözkonusu ederken işitmiş. el-Bacî der ki: "Önceki zaman ifadesinin mutlak olarak kullanılması, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dönemlerinde olmasını gerektirir. Çünkü bu şeriatın ilk zamanı odur. Buna göre bu rivâyet mürseldir. Ancak bununla Atâ'nın yetiştiği ilk dönemleri kastetmiş olması da muhtemeldir. O takdirde bu rivâyet mevkuf ve müsned bir rivâyet olur." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Derim ki: bu Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o dedesinden o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yoluyla gelen bu hadis müsneddir. Hadisi bu şekilde Dârakutnî ve başkaları rivâyet etmiştir. Amr b. Şuayb'dan, o babasından o da dedesinden rivâyete göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çobanlara geceleyin de, gündüzün de istedikleri saatte cemrelere taş atmaları için izin vermiştir. (Dârakutnî, II, 276) Biz bunu "el-Mektebes fi Şerhi Muvata-i Maliki'bni Enes" isimli eserimizde zikretmiş bulunuyoruz.

Çobanlara gece taş atmalarının mubah kılınmasının sebebi, onlar için daha münasip ve işleri olan deve otlatmaya daha ihtiyatlıca bir davranış olmasıdır. Çünkü gece develerin otlamadığı ve yayılmadığı bir zamandır. O bakımdan çobanlar da bu vakitte gelip taş atarlar.

İlim adamları güneş batıncaya kadar taş atamayan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Atâ der ki: Deve çobanları dışındakiler için geceleyin taş atmak sözkonusu değildir. Ticaretle uğraşanlar geceleyin taş atamazlar.

İbn Ömer'den ise şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Güneş batıncaya kadar taş atamayan kimse ertesi gün güneş doğuncaya kadar taş atmasın. Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

Mâlik der ki: Gündüzün taş atmayı terkettiği takdirde geceleyin taş atar. İbnu'l-Kasım yoluyla gelen rivâyete göre kurban kesmesi gerekir. Muvatta’''da ise kurban kesmesi gerektiğinden söz etmemektedir.

Şâfiî, Ebû Sevr, Yakub (Ebû Yûsuf) ve Muhammed der ki: Akşam oluncaya kadar taş atmayı unutan bir kimse (hatırladığı vakit) taş atar ve kurban kesmesi de gerekmez. Hasan-ı Basrî, geceleyin taş atmaya ruhsat verirdi. Ebû Hanîfe de der ki: Geceleyin taş atar ve herhangi bir sorumluluğu da yoktur. Şayet ertesi günü oluncaya kadar geceleyin de hatırına gelmeyecek olursa yine cemreye taş atması gerekir ve ayrıca bir kurban da kesmesi gerekir, es-Sevrî der ki: Unutarak veya kasten geceye kadar taş atmayı geciktirdiği takdirde bir kan akıtır.

Derim ki: Deve çobanları ya da sikaye görevlilerinden geceleyin taş atan kimsenin ilgili hadis dolayısıyla kurban kesmesi gerekmez. Şayet onların dışındaki kimselerden ise, kıyasa göre kan akıtmaları (kurban kesmeleri) gerekir. Ancak bunun kasten yapılması gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

9- Binek Üzerinde Cemrelere Taş Atmak:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kurban bayramı birinci günü devesi üzerinde Akabe cemresine taş attığı sabittir. Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Tirmizî, Hacc 63; Nesâî, Hacc 220, İbn Mâce, Menâsik 66. Mâlik ve başkaları Akabe cemresine taş atanın binekli olmasını müstehap görmüşlerdir. İbn Ömer, İbn ez-Zübeyr ve Salih ise Akabe cemresine piyade olarak taş atarlardı.

Her gün üç cemreye yirmibir taş atar. Attığı her bir taş ile birlikte tekbir getirir. Taş attığı vakit yüzü Ka'be'ye dönük olur. Cemreleri sıra ile ve aralarına fasıla koymaksızın taşlar. Onları ayrı ayrı taşlamaz ve sıralarını da altüst edip değiştirmez. Önce birinci cemreden başlar ve taşları eliyle koymaksızın yedi tane taş atar. Mâlik, Şâfiî, Ebû Sevr ve re'y ashabı da böyle demiştir. Eğer bu taşları fırlatarak bırakırsa re'y ashabına göre câiz olur. İbnu'l-Kasım der ki: Her iki şekilde de bu olmaz. Sahih olan görüş de budur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu taşlan atıyordu. Onlara göre bir defada iki veya daha fazla taş atamaz. Eğer bu şekilde yapacak olursa tek bir taş atmış sayılır.

Birinci cemrenin taşlarını atıp bitirdikten sonra önüne doğru geçer ve kolayına gelen bir dua yapmak üzere uzunca, durur. Daha sonra ikinci yani orta cemreye taş atar; bu cemreden sellerin aktığı vadinin iç tarafında kuzeye doğru gider. Orada da dua için uzunca durur. Bundan sonra ise Akabe cemresinin yerinde yine yedi taş atar. Bu taşları alt taraftan atar ve burada durmaz. Üst tarafından taşları atacak olsa bu da yeterlidir. Bütün bu taş atma sıralarında attığı her bir taş ile birlikte tekbir getirir.

Cemrelere taş atmak halinde sünnet olan zikir, sadece tekbir getirmektir. Başka herhangi bir zikri etmek sünnet değlidir. Bu cemreleri kurban bayramı birinci günü (Akabe) cemresinin hilafına piyade olarak taşlar. Bütün bunlar tevkifidir (Peygamber tarafından tesbit edilmiştir).

Nesâî ve Dârakutnî'nin ez-Zührî yoluyla merfu olarak rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescid tarafından -Mina Mescidi- olan cemreye taş attığı vakit oraya yedi tane taş atardı. Bir taş attığı her seferinde tekbir getirirdi. Sonra önüne geçer, kıbleye doğru ellerini kaldırarak dua eder ve burada uzunca dururdu. Daha sonra ikinci cemreye gelir buraya da yedi tane taş atar. Taş attığı her seferinde tekbir getirirdi. Sonra vadi tarafında sola doğru bükülerek kıbleye doğru ellerini kaldırarak durur, sonra da dua ederdi. Sonra Akabe yanındaki cemreye gelir, buraya da yedi tane taş atardı. Taş attığı her seferinde tekbir getirir, sonra da burada durmaksızın ayrılıp giderdi. ez-Zührî der ki: Ben Salim b. Abdullah'ı bunu babasından o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den naklederken dinledim dedi ki: İbn Ömer de bunu yapardı. Lâfız Dârakutnî'nindir. Dârakutnî, II, 275; Nesâî, Hacc 230.

10- Atılacak Taşların Niteliği:

Cemrelere atılacak taşların tahir olması, necis olmaması, daha önceden atılmış taşlardan olmaması gerekir. Eğer daha önceden atılmış taşları atarsa Mâlik'e göre bunlar câiz olmaz. İbnu'l-Kasım ondan rivâyetle şöyle demektedir: Eğer bu tek bir taşta sözkonusu olursa câiz olur. Bu olay İbnu'l-Kasım'ın başından geçmişti ve ona bu şekilde fetva vermişti.

11- Taşlar Nereden Alınır?

İlim adamları bu taşların Müzdelife'den alınmasını, Mescid çakıllarından alınmamasını müstehab görmüşlerdir. Eğer ihtiyacından fazla taş alır ve taş attıktan sonra fazlalıklar elinde kalırsa bunları rastgele atmaz, yerin altına gömer. Bunu Ahmed b. Hanbel ve başkaları söylemiştir.

12- Cemrelere Atılacak Taşları Yıkamaya Gerek Var mı?

Tavus'a hilafen Cumhûra göre yıkanmaz. Rivâyet olunduğuna göre eğer necis olan taşları yıkamaz veya daha önce atılmış taşları atacak olursa kötü bir iş yapmış olmakla birlikte bu caizdir. İbnu'l-Münzir der ki: Daha önce atılmış taşları atması mekruhtur. Fakat atarsa da câiz olur. Çünkü ben böyle bir iş yapana taşları atmasını tekrarlamasını vâcib gören kimseyi bilmiyorum. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen haberlerin herhangi birisinde taşları yıkadığını ya da yıkanmalarını emrettiğini bilmiyoruz. Biz Tavus'tan onun bu taşları yıkadığını rivâyet ettik.

13- Cemrelere Atmak İçin Kullanılamayanlar:

Yapışkan çamur ve taşın dışında herhangi bir şeyin cemrelere atılması yeterli olmaz. Bu Şâfiî, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Re'y ashabı ise kuru çamur caizdir, derler. Aynı şekilde yerden olup attığı her bir şey de caizdir. es-Sevrî der ki: Testi kırığı ve çamur atan kimse taş atmayı iade etmez. İbnu'l-Münzir der ki: Küçük çakıl taşları dışında taş atmak câiz değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Küçük çakıl taşları atmaya bakınız." Müslim, Hacc 268. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de küçük çakıl taşlarını atmıştır.

14- Taşların Büyüklüğü:

Taşların ne kadar olması gerektiği hususunda farklı görüşler vardır. Şâfiî der ki: Boyu ve eni itibariyle parmak uçlarından daha küçük olmalıdır. Ebû Sevr ve re'y ashabı der ki: (Baş parmak ile şehadet parmağı arasında) atılan küçük çakıl taşları gibi olmalıdır. İbn Ömer'den yaptığımız rivâyete göre o, cemreye koyun pisliği büyüklüğü kadar taşlar atardı. Mâlik'in: Bundan daha büyük olmasını daha çok severim, şeklindeki sözünün bir anlamı yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) parmak uçları arasında atılan küçük çakıl taşlan gibi taşların atılmasını sünnet kılmıştır. Çakıl taşı denilebilecek taşlarla atmak caizdir. Bununla birlikte sünnete uymak daha efdaldir. Bu açıklamalar İbnu'l-Münzir'e aittir.

Derim ki: Hidâyet bulan ve Peygamber'e uyan kimse için muhalefeti sahih olmayan görüş budur. Nesâî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Akabe (cemresine taş attığı) sabahı bineğinin üzerinde bana: Haydi, bana taş getir, dedi. Ben de ona parmak uçları arasında atılan küçük çakıl taşlan topladım. Onları eline bıraktığımda: "İşte bunlar gibi, dedi. Sakın dinde aşınya gitmeyiniz, sizden öncekileri dinde aşınlıktan başka birşey helâk etmemiştir." Nesâî, Hacc 217. Hazret-i Peygamber'in: "Sakın dinde aşırı gitmeyiniz" âyeti, büyük taşlar atmanın mekruh olduğuna ve bunun aşırılık olduğuna delalettir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

15- Cemrelere Taş Attıktan Sonra Elinde Taş Artan Ne Yapar?

Cemrelere taş attıktan sonra elinde bir taş artıp da hangisine ait olduğunu bilemeyen onu ilk cemreye atar, ondan sonra da orta ve son cemreye taş atar. Eğer aradan uzun zaman geçmiş ise hepsini yeniden atar.

16- Cemreler Aralıksız Olarak Taşlanmalıdır:

Mâlik, Şâfiî, Abdülmelik, Ebû Sevr ve re'y ashabı, sonra taşlanması gereken cemreyi öne alan kişi hakkında: Sırasıyla arka arkaya taşlamadığı takdirde bu yeterli olmaz, demişlerdir. Hasan, Atâ ve kimiler de yeterli olur, derler. Bu kimseler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Her kim herhangi bir hac ibadetini öbüründen öne alırsa bunda bir mahzur yoktur" Beyhakî, Sünen, V, 234, ayrıca bk. İbn Mâce, Menâsik 74; Dârimî, Menâsik, 65; Müsned, I, 216. hadisini delil gösterir ve şöyle derler: Bu üzerinde birtakım namazlar veya oruçlar bulunan ve kimisini ötekinden önce kaza eden bir kişiden daha ileri bir durumda görülemez. Ancak birinci görüş, ihtiyata daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

17- Hastanın Taş Atması ve Hasta Adına Taş Atmak:

(İlim adamları), hastanın taş atması ve onun adına taş atmak hakkında da farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik der ki: Taş atamayan hasta ya da küçük çocuğun yerine taş atılır. Hasta kimse, adına taş atacakların taş atacakları vakti tesbit etmeye çalışır ve her bir cemre için yedi defa tekbir getirir. Bununla birlikte bir hediye kurbanı kesmesi de gerekir. Hasta olan kişi taş atma günlerinde sağlığına kavuştuğu takdirde kendi adına taş atar. Bununla birlikte yine Mâlik'e göre bir kan (kurban) kesmesi gerekir.

el-Hasen, Şâfiî, Ahmed, İshak ve re'y ashabı, hasta adına taş atılır derler ama hediye kurbanından söz etmezler.

Taş atamayan küçüğün adına taş atılacağı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. İbn Ömer bunu yapıyordu.

18- Makbul Olan Taş Atma:

Dârakutnî'nin rivâyetine göre Ebû Said el-Hudrî şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü, dedik. Şu taş atılan cemreleri gördüğümüz her yıl (oradaki taşlarının) eksildiğini zannediyoruz. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Gerçek şu ki bunlardan kabul olunanlar kaldırılır. Böyle olmasaydı sen oradaki taşları dağlar gibi görürdün." Dârakutnî, II, 300.

19- Acele Etmek İsteyen:

İbnu'l-Münzir der ki: İlim ehli icma ile şunu belirtirler: Hacılardan Mekke'de ikamet etmeksizin Harem'in dışına beldesine doğru gitmek üzere birinci nefir gününde (teşrik günlerinin ikincisinde) Mina'dan kim ayrılmak isterse, bu kimse eğer kurban bayramı birinci gününden sonraki günde taşlarını akşamdan önce atabilmiş ise güneşin zevalinden sonra çıkabilir. Çünkü şanı yüce Allah:

"İki günde acele edene de günah yoktur, geriye kalana da günah yoktur" diye buyurmaktadır. Gündüz devam ettiği sürece ayrılmak isteyen ayrılabilir. Bizler Nehaî ile el-Hasen'den şöyle dediklerini rivâyet etmekteyiz: Teşrik günlerinin ikinci gününde Mina'da olduğu halde ikindi vaktine kadar kalan bir kimse ertesi günü olmadıkça Mina'dan ayrılamaz. İbnu'l-Münzir der ki: Bunu müstehab olarak söylemiş olmaları muhtemeldir. Bizim kabul ettiğimiz görüş ise Kitap ve Sünnet'in zahiri dolayısıyla birincisidir.

20- Mekke Halkından Olan Hacılar ile Diğerlerinin Birinci Nefirde Mina'dan Ayrılması:

İlim adamları birinci nefirde Mekke halkı Mina'dan ayrılırlar mı, ayrılmazlar mı, hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Biz Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmekteyiz: Bütün insanlardan birinci nefirde ayrılmak isteyenler (ayrılabilirler). Ancak Huzeymeoğulları müstesna, onlar ancak son nefirde ayrılabilirler.

Ahmed b. Hanbel de şöyle derdi: Birinci nefirde Mina'dan ayrılan kimsenin Mekke'de ikamet etmesi hoşuma gitmez. Şöyle de demektedir: Mekke halkı (hakkında hüküm) ise daha hafiftir. Ahmed ve İshak, Ömer b. el-Hattâb'ın: "Ancak Huzeymeoğulları dışında" sözünü bunlar, Harem ehlidirler, diye değerlendirmişlerdir.

İmâm Mâlik ise Mekkeliler hakkında şöyle dermiş: Mazereti bulunan bir kimsenin iki günde acele etmesi hakkıdır. Eğer hac işlerinde, içinde bulunduğu durumu kendisine daha bir hafifletmek kastını güderse o zaman bunu yapamaz. Buna göre o, beldesi uzak olan kimseler için acele etmenin mümkün olduğu görüşündedir.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Âyet geneldir. Ruhsat da bütün insanlaradır. İster Mekkeli olsunlar ister başka yerlerden. Mina'dan ayrılan kimse Mekke'de ister ikamet etmek istesin, ister ülkesine doğru gitmek istesin farketmez.

Atâ ise der ki: Bu bütün insanlar için umumîdir. İbnu'l-Münzir de der ki: Bu Şâfiî'nin görüşünü andırmaktadır. Bizim de kabul ettiğimiz görüş budur. İbn Abbâs, el-Hasen, İkrime, Mücâhid, Katâde ve en-Nehaî ise şöyle demektedirler: Her kim sayılı günlerin ikincisinde Mina'dan ayrılırsa bunda bir vebal yoktur. Üçüncü gününe kadar kalırsa bunda da bir vebal yoktur. Âyet, bunların hepsi de mubahtır, anlamındadır. Burada böyle bir ayırım gözetilerek açıklamanın yapılması, buna verilen ihtİmâm ve konuyu te'kid etmek dolayısıyladır. Çünkü Araplardan bazıları acele ile Mina'dan ayrılanları da aksini yapanları da yermekte idiler. Bu âyet-i kerîme bütün bu hallerde vebalin kaldırılmış olduğunu belirtmek üzere nazil olmuştur. Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve İbrahim en-Nahaî derler ki: Yani acele edene de mağfiret olunmuştur. Geri kalan kimseye de mağfiret olunmuştur, demektir. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini da delil gösterirler: "Her kim bu Beyti hacceder de orada kötü söz söylemez ve faşıklık etmezse, annesinin onu doğurduğu gün gibi günahlarından sıyrılır çıkar." Buhârî, Hacc 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hacc 438; Tirmizî, Hacc 2; Nesâî, Hacc 4; İbn Mâce, Menâsik 3; Dârimi, Menâsik 7; Müsned, II, 229, 248, 410, 484, 494.

Yüce Allah'ın:

"Ona da günah yoktur" âyeti genel bir nefydir ve mutlak bir ibradır. Yine Mücâhid der ki: Âyetin anlamı şudur: Acele etsin veya geriye kalsın gelecek seneye kadar onun için vebal yoktur. Bu görüş hakkında bir eser (ashab ve tabiîne kadar varan bir rivâyet) de senediyle birlikte zikredilmiştir.

Ebû'l-Âl-iyye ise âyet-i kerîme hakkında şöyle demektedir: Ömrünün geri kalan kısmında takva sahibi olan kimse için günah yoktur. Hacının günahları kesinlikle mağfiret olunur. Yani onun kazandığı bütün günahlar, eğer ömrünün geri kalan kısmında Allah'tan korkusunu ve takvasını sürdürebilirse yok olur gider.

Ebû Salih ve başkaları ise şöyle demektedir: Âyet-i kerimenin anlamı av hayvanını öldürmekten sakınan ve hacda kaçınması gereken şeylerden kaçınan kimse için vebal yoktur, şeklindedir. Yine (Ebû Salih) der ki: Haccında Allah'tan korkan, onu eksiksiz olarak mebrur bir hac olacak bir şekilde yerine getiren kimse için vebal yoktur, demektir.

21- Takva Sahibi Olanlar ve Mağfiret:

Yüce Allah'ın:

"İki günde acele edene de" âyeti mübtedâ, "günah yoktur" âyeti ise haberidir. Kur'ân-ı Kerîm dışındaki sözlerde "onlara günah yoktur" denilmesi de caizdir. Çünkü;

"...en kimse" çoğul anlamını ifade eder. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Onlardan sana kulak veren(ler) de vardır." (Yûnus, 10/42)

Yüce Allah'ın:

"Geriye kalana da günah yoktur" âyeti de aynı şekildedir.

"Takvalı davranan kimseler için" âyeti mağfirette mütealliktir. Mağfiret takvâlı hareket eden kimseler içindir, takdirindedir. Bu, İbn Mes'ûd ile Hazret-i Ali'nin tefsirine göredir.

Katâde ise şöyle demektedir: Bize nakledildiğine göre İbn Mes'ûd şöyle demiştir: Mağfiret hacdan döndükten sonra bütün masiyetlerden uzak bulunmak suretiyle takvâlı hareket eden kimseler için olmak üzere tesbit edilmiştir. el-Ahfeş der ki: İfadenin takdiri şudur: Bu, takva sahibi olan kimseler için böyledir. Kimisi de şöyle demiştir: Takvalı hareket eden kimse demek, ihramda ve Harem bölgesinde av hayvanını öldürmekten sakınan kimse demektir. Bu ifadenin takdirinin: Bu şekilde ayrılmanın mübahlığı takvâlı hareket eden kimse içindir, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama İbn Ömer'den rivâyet edilmiştir.

Esenlik, takvâlı hareket eden kimse içindir, şeklinde açıklandığı gibi; burada yüce Allah'ın:

"Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin" âyeti ile alakalıdır. Yani zikir takvâlı hareket eden kimseler içindir demektir, diye de açıklanmıştır.

Salim b. Abdullah "la"nın "Elifini hafif okuyarak aradaki hemzeyi de vaslederek: "(.............) şeklinde okumuştur. Arapların bu tür bir kullanımları vardır. Şair der ki:

"Eğer Savaşmayacak olursam sizler bana bir peçe giydiriniz."

Daha sonra yüce Allah, kendisinden korkmayı emretmekte, öldükten sonra dirilip O'nun huzurunda haşrolmayı, toplanmayı ve durmayı hatırlatmaktadır.

203 ﴿