214Yoksa siz, sizden önce geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve sarsıldılar ki hatta Peygamber kendisine îman edenlerle birlikte: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bilin ki muhakkak Allah'ın yardımı yakındır. "Yoksa siz, sizden önce geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?" Öyle mi zannettiniz? Katâde, Süddî ve müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyet-i kerîme müslümanlara oldukça zorluk, sıkıntı, sıcak, soğuk, geçim darlığı ve türlü sıkıntılar gelip çattığı ve durumun yüce Allah'ın: "Ve kalpler gırtlaklara kadar varmıştı" (el-Ahzab, 33/10) âyetinde belirttiği duruma gelindiği zaman, Hendek gazvesi hakkında nazil olmuştur. Bunun Uhud Savaşı hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Bu âyetin bir benzeri de Âl-i İmrân Sûresi'ndedir: "Yoksa siz, Allah içinizden cihâd edenlerle, sabredenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?" (Âl-i İmrân, 3/142) Bir kesim de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme yurtlarını ve mallarını müşriklerin ellerinde bırakan, Allah'ın rızasını tercih edip hicret eden, -diğer taraftan yahudiler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a düşmanlıklarını açıkça ortaya koyup bazı zenginler de münafıklığı içten içe gizlemeleri üzerine- muhacirlere teselli olmak üzere nazil olmuştur. İşte yüce Allah onların kalplerini hoş tutmak üzere: "Yoksa siz... sandınız?" âyetini inzal buyurdu. Burada âyetin anlamı şudur: Yani sizler sizden öncekilerin mihnete düştükleri gibi imtihan olunmadan ve onlar sabrettikleri gibi siz de sabretmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Anlamın şöyle olması da mümkündür: Sizlere de sizden öncekilere isabet eden belânın, musibetlerin bir benzeri gelip çatmadan önce cennete girivereceğinizi mi sandınız? Vehb b. Münebbih dedi ki: Mekke ile Taif arasında yetmiş tane ölü peygamber bulundu. Bunların ölümlerinin sebebi açlık ve benzeri idi. Bu âyet-i kerimenin bir diğer benzeri de şu âyet-i kerimedir: "Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar îman ettik demeleriyle ve imtihan olunmadan bırakılıverileceklerini mi sandılar? Yemin olsun onlardan önce geçenleri Biz imtihan etmişizdir." (el-Ankebut, 29/1-3) Nitekim ileride de gelecektir. Bu buyruklarla yüce Allah onları sabretmeye çağırdı ve bu sabra karşılık da onlara zafer vadinde bulunarak: "Bilin ki muhakkak Allah'ın yardımı yakındır" diye buyurdu. Zelzele (sarsıntı): Aşın derecede sarsmak demektir. Şahıslarda ve durumlarda sözkonusu olur. Mesela, Allah yeri sarstı, denildiği gibi yer de hareket edip sallandığı zaman: Yer sarsıldı (tezelzelet), denilir. Âyet-i kerimede geçen: "Sarsıldılar" âyetinin anlamı korkutuldular ve yerlerinden oynatıldılar, demektir. Zelzâl, (zelzele)den isimdir, zelazil ise çoğul olarak zorluk ve sıkıntılar demektir. ez-Zeccâc der ki: Zelzele aslında birşeyin yerinden kayması anlamına gelen "zelle"den türemektedir. Buna göre "onu zelzeleye uğrattım" dediğin zaman onu, yerinden kaydırmayı tekrarladım, anlamına gelir. Sîbeveyh'in görüşüne göre ise "zelzele" fiili asıl itibariyle "dahrece (yuvarladı)" fiili gibi rubai (yani asıldan dört harfli) bir fiildir. Nâfi' Hatta... derlerdi" âyetini "Lâm" harfini ötreli olarak diğerleri ise üstün olarak okumuşlardır. Sîbeveyh'in: kelimesiyle ilgili görüşüne göre; ondan sonra gelen (muzari) fiilin mansub olması iki açıdan, merfu olması da iki açıdandır. Eğer yürüme ve girmenin her ikisi de bitmiş ise; " Şehre girinceye kadar yürüdüm," denilir. Yani oraya girene kadar yürüdüm ve yürümenin son noktası orasıdır. Bu âyet-i kerimeyi bu şekilde mansub olarak okuyanın kıraati buna göredir. Âyetin dışındaki konuşma ve ifadelerde nasbin diğer şeklinde ise "oraya girmek üzere girdim" anlamında aynı ifade kullanılır. Merfu olarak okunmasına dair iki şekle gelince " yani yürüdüm ve ardından oraya girdim" demek olup her ikisi de olup bitmiş bir hali ifade eder. Yani ben önceden yürümüştüm, ardından da oraya girdim, demek olur. Burada fiili harfini takdir ederek amel etmez, çünkü ondan sonra gelen ifade bir cümledir. el-Ferazdak'ın dediği gibi: "Hayret edilecek birşeydir bu. Küleyb dahi bana sövüyor." en-Nehhâs der ki: Buna göre âyet-i kerimenin (ilgili kelimelerinin) merfu olarak okunması, mana bakımından daha açık ve daha sahihtir. Yani, öyle sarsıntıya uğratıldılar ki Rasûl dahi diyordu ki...: Yani onun dahi durumu bu idi. Çünkü anlatılanlar sarsıntıya uğratılmakla alakalı olup onunla ilişkisiz şeyler değildir. Ancak nihaî durumu ifade etmek üzere ilgili kelimeleri nasbetmekte böyle bir anlam yoktur. Bu âyet-i kerimede sözü geçen "peygamberden kasıt Mukâtil 'in görüşüne göre Şa'yâ (İşaya) peygamberdir ki bunun diğer ismi Elyesa'dır. el-Kelbî de der ki: Bu ümmetine peygamber olarak gönderilmiş ve bu konuda oldukça sıkıntılar çekmiş her rasûl hakkında sözkonusu olmuştur. O rasûlün kendisi dahi: Allah'ın yardımı ne zaman diyecek hale gelmişti. ed-Dahhâk'tan rivâyet edildiğine göre şöyle demiş: Bundan kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisidir. Âyet-i kerimenin nüzulü de buna delalet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Âyetin dışında ile ilgili ikinci şekilde ise: Yürüdüm, şimdi de giriyorum, anlamında olup yürümek buna göre olup bitmiştir, girme işi de şu anda olmaktadır. Sibevyeh'in naklettiğine göre: " Hastalandı, o kadar ki onun iyileşeceğini ummuyorlar." Yani şu anda o kendisinden umut kesilmiş durumdadır. Yürüdüm, nihayet engellenmeksizin oraya giriyorum, ifadesi de buna benzemektedir. Mücâhid, el-A'rec, İbn Muhaysın ve Şeybe ref ile, el-Hasen, Ebû Ca'fer, İbn Ebi İshak, Şibl ve başkaları da nasb ile okumuştur. Mekkî der ki: Tercih edilen de budur. Çünkü kurra topluluğu bu şekilde okumaktadırlar. el-A'meş ise: " Ve sarsıldılar ve peygamber de diyordu ki..." şeklinde yerine "vav" harfini okumaktadır. İbn Mes'ûd'un mushafında ise şöyledir: " Ve onlar sarsıldılar sonra yine sarsıldılar ve.... diyordu ki." Müfessirlerin çoğunluğu âyetin sonuna kadar olan bölümün peygamberin ve mü’minlerin söyledikleri sözdür. Yani onlar o noktaya kadar geldiler ki, sonunda Allah'ın yardımının geciktiği zehabına kapıldılar. Yüce Allah da onlara: "Bilin ki Allah'ın yardımı yakındır" diye buyurdu. Bu, Peygamberin, şüphe ve tereddüt kastıyla değil de; Allah'tan yardımın daha çabuk gelmesini istemek üzere söylediği sözler cümlesinden olabilir. er-Rasûl, bir cins isimdir. Bazdan da ifadede takdim ve te'hir vardır, demektedir. İfadenin takdiri şöyledir: Hatta îman edenler: Allah'ın yardımı ne zaman dediler, rasûl de: Bilin ki muhakkak Allah'ın yardımı yakındır, diye cevap verdi. Yüksek mevkii dolayısıyla rasûl, rütbe itibariyle takdim edildi, ardından ise mü’minlerin sözü takdim edildi. Buna sebep ise onların söyledikleri sözün zaman itibariyle önceden olmasıdır. İbn Atiyye der ki: Bu bir tehakkümdür, sözü haklı herhangi bir gerekçe olmaksızın anlamından başka bir şekilde yorumlamaktır. "Bilin ki muhakkak Allah'ın yardımı yakındır" âyetinin yüce Allah tarafından onların söyledikleri sözün tamamlanıp bitmesinden sonra yeni bir cümle olarak verilen bir haber olma ihtimali de vardır. "Allah'ın yardımı ne zaman?" âyeti, Sîbeveyh'in görüşüne göre mübteda olduğu için merfudur. Ebû'l-Abbas'ın görüşüne göre ise bir fiil ile merfu olmuştur. Yani Allah'ın yardımı ne zaman vukua gelecektir? demektir. "Karib: Yakın" kelimesi, "inne: Muhakkak" edatının haberidir. en-Nehhâs der ki: Kur'ân'ın dışında (yakın kelimesi) mansub gelebilir. "Yakın: Karib" kelimesini bu anlamıyla Araplar çoğul da yapmazlar, tesniyesini de yapmazlar, dişisini de söylemezler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah'ın rahmeti ihsan edenlere pek yakındır." (el-A'raf, 7/56) Şair de şöyle demektedir: "Akşamı etti mi vay onun haline! Ne Haşim'in annesi yakındır ne de Yeşkür kızı Besbâse." "Filan kişi bana yakındır (karib)" anlamındaki ifadelerde ise tesniyesi de çoğulu da yapılabilir ve o vakit çoğul şekli "karîbûne, akribâu ve kurabâu" gelebilir. |
﴾ 214 ﴿