217Sana haram aya, onda Savaşmaya dair soru soruyorlar. De ki: "Onda Savaşmak büyük bir iştir. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek, Mescidi Haram'dan alıkoymak ve ahalisini oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir. Fitne öldürmeden daha büyüktür. Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle Savaşmalarını sürdürürler. Artık içinizden her kim dininden irtidat eder de kâfir olarak ölürse işte onların dünyada da âhirette de amelleri boşa çıkar. Onlar ateşliktirler, onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Bu âyetlere dair açıklamalarımızı oniki başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Sana... soruyorlar" âyetine dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/215. âyet 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Cerir b. Abdulhamid ve Muhammed b. Fudayl, Atâ b. es-Said'den, o Saîd b. Cübeyr'den o da İbn Abbâs'tan rivâyetle dedi ki: Ben Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından daha hayırlı bir topluluk görmedim. Onlar hepsi de Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan onüç tane mesele dışında ona soru sormadılar. (Bunlar): "Sana ay hali hakkında soru soruyorlar.." (el-Bakara, 2/222); "Sana haram aya... dair soru soruyorlar" (el-Bakara, 2/217); "Sanayetimler hakkında soru soruyorlar" (el-Bakara, 2/220) Onlar ancak kendilerine faydalı olan şeylere dair soru soruyorlardı. Dârimî, Mukaddime 18. İbn Abdi’l-Berr der ki: Hadîs-i şerîfte on üç meseleden ancak üç mesele yer almaktadır. Ebû'l-Yesar Cündüb b. Abdillah'tan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), dokuz on kişilik bir grup gönderdi, başlarına da Ebû Ubeyde b. el-Haris veya Ubeyde b. el-Haris'i komutan tayin etti. Ayrılmak isteyince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan ayrılacağı için ağlamaya başladı. Bunun üzerine Abdullah b. Cahş'ı (komutan olarak) gönderdi. Ona bir mektup yazdı ve: Şu şu yere ulaşıncaya kadar mektubu okumamasını emretti ve şöyle dedi: "Arkadaşlarından seninle gelmek üzere kimseyi zorlama. Belirttiği yere ulaşınca mektubu okudu ve istircâda bulunarak: "Allah'ın ve Rasûlünün âyetini dinleyip itaat ediyorum" dedi. Onlardan iki kişi geri döndü, diğerleri kaldılar. Bunlar İbnu’l-Hadramî ile karşılaştılar, onu öldürdüler. O günün Receb'ten olduğunu bilmiyorlardı. Müşrikler: Siz haram ayda insan öldürdünüz, dediler. Bunun üzerine şanı yüce Allah: "Sana haram aya .... dair soru soruyorlar" âyetini indirdi. Beyhakî, Sünen, IX, 20-21. Bir diğer rivâyete göre ise bu âyetin nüzul sebebi şudur: Kilaboğullarından iki adam Amr b. Umeyye ed-Damrî ile karşılaştılar. O bunların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanından geldiklerini bilmiyordu. Amr b. Umeyye bu iki kişiyi de öldürünce Kureyşliler şöyle dediler: O, bunları haram ayda öldürdü. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Bu âyetin Abdullah b. Cahş seriyesi hakkında nazil olduğuna dair görüşler daha çok ve daha yaygındır. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu dokuz veya sekiz kişiyle birlikte Bedir Savaşından iki ay önce Cumadelahir ayında, bir diğer görüşe göre Receb ayında göndermişti. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) "ed-Durer" adlı eserinde- der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kürz b. Cabir'i takipten -ki bu birinci Bedir çıkışı diye bilinir- dönünce Cumadelahire ayının geri kalan günlerini ve Recep ayı süresince Medine'de kaldı. Recep ayı süresince Abdullah b. Cahş b. Riâb el-Esedî'yi, beraberinde muhacirlerden sekiz kişiyle birlikte gönderdi. Bu kişiler Ebû Huzeyfe b. Utbe, Ukkâşe b. Mihsan, Utbe b. Ğazvan, Fihrli Süheyl b. Beyda, Sa'd b. Ebi Vakkas, Âmir b. Rabia, Temimli Vâkıd b. Abdullah, Leysli Halid b. Bukeyr idiler. Abdullah b. Cahş'a bir mektup yazdı ve ona: İki gün süre ile yol almadıkça o mektubu açıp bakmamasını emretti. İki gün yol aldıktan sonra o mektubu açıp okuyacak ve o mektupta kendisine emredileni yapmak üzere yoluna gidecekti. Beraberindeki arkadaşlarından kimseyi de beraber gelmek üzere zorlamayacaktı. Abdullah onların komutanı idi. Abdullah b. Cahş (radıyallahü anh) emrolunduğu şeyi yaptı. Mektubu açıp okuyunca onda şu ifadelerin yer aldığını gördü: "Benim bu mektubumu görür görmez sen hemen Mekke ile Taif arasında Nahle denilen yerde konaklayıncaya kadar yola koyul. Orada Kureyş'i gözetle ve onların haberlerine dair bize bilgi topla!" Abdullah mektubu okuyunca: Dinledim ve itaat ettim, dedi ve daha sonra arkadaşlarına durumu bildirdi. Onlardan kimseyi zorlamayacağını ve kendisine itaat edenlerle birlikte belirtilen istikamete gideceğini, hiçbir kimse itaat etmeyecek olursa tek başına yoluna devam edeceğini belirtti. "O bakımdan kim şehadeti arzuluyor ise haydi benimle gelsin. Kim de ölümden hoşlanmıyor ise geri dönsün," dedi. Beraberindekiler şu cevabı verdiler: "Senin sevip arzuladığını hepimiz sever ve arzularız. Aramızdan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âyetine dinleyip itaat etmeyecek hiçbir kimse yoktur" deyip onunla birlikte yola koyuldular, o da Hicaz yoluna koyuldu. Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Ğazvan'ın sıra ile bindikleri bir develeri kaçmıştı. Onu aramak üzere geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ise diğer arkadaşları ile birlikte Nahle denilen yerde konaklayıncaya kadar gösterilen istikamete doğru yol aldılar. O sırada yanlarından kuru üzüm ve ticaret malları taşıyan Kureyş'e ait bir kervan geçti. Bu kervan ile birlikte Amr b. el-Hadramî -Hadramî'nin ismi Abdullah b. Abbad olup Sadeflidir. Sadef ise Hadremevt'lilerden bir koldur- ile Osman b. Abdullah b. el-Muğire ile onun kardeşi Nevfel b. Abdullah b. el-Muğire -ikisi de Mahzumludur- ile Muğireoğullarının azadlısı el-Hakem b. Keysan da vardı. Müslümanlar kendi aralarında danışarak şöyle dediler: Bizler Haram aylardan Receb ayının son günündeyiz. Onlarla Savaşacak olursak Haram ayın saygınlığını çiğnemiş oluruz. Eğer bu gece onları bırakacak, ilişmeyecek olursak bu sefer Harem bölgesine girerler. Daha sonra onlarla çarpışmak üzere görüş birliğine vardılar. Temimli Vakid b. Abdullah, Amr b. el-Hadramî'ye bir ok attı ve onu öldürdü. Osman b. Abdullah ile el-Hakem b. Keysan'ı da esir aldılar, Nevfel b. Abdullah ise kaçıp kurtuldu. Daha sonra iki esir ve kervan ile birlikte (Medine'ye) geldiler. Abdullah b. Cahş onlara: Aldığınız ganimetin beşte birini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ayırınız dedi, onlar da bunu yaptılar. Bu, İslâm tarihindeki ilk beştebirdir. Daha sonra yüce Allah'ın: "Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri şüphesiz Allah'ın ve Rasûlü'nün...dür." (el-Enfal, 8/41) âyeti nazil oldu. Böylece Allah ve Rasûlü, Abdullah b. Cahş'ın bu uygulamasını benimsedi, onu beğendi, Kıyâmet gününe kadar ümmet tarafından uygulanacak bir hüküm olarak tesbit etti. İslâm tarihinde alınan ilk ganimet odur. İlk kumandan da Abdullah b. Cahş'tır. Amr b. el-Hadramî de ilk Savaş maktulüdür. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) haram ayda İbnu'l-Hadramînin öldürülmesini tepkiyle karşılamıştı. Bu durum ise ötekilerini oldukça üzmüş ve etkilemişti. Bunun üzerine şanı yüce Allah: "Sana haram aya, onda Savaşmaya dair soru soruyorlar" âyetini sonuna kadar indirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) esir alınan iki kişiyi fidye karşılığında salıvermeyi kabul etti. Osman b. Abdullah ise Mekke'de kâfir olarak öldü. el-Hakem b. Keysan ise İslâm'a girdi ve Bi'r-i Maûne'de şehid düşünceye kadar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kaldı. (Develeri kaçmış bulunan) Sa'd ve Utbe ise Medine'ye salimen geri döndüler. Bir diğer görüşe göre Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe'nin develerini aramak üzere koyulmaları Abdullah b. Cahş'tan alınan bir izin üzere olmuş idi. Amr b. el-Hadramî ve arkadaşları ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabını görünce ondan korktular. Abdullah b. Cahş: Bunlar sizden korktular, haydi herhangi birinizin başını traş edin ve bu kişi onların karşısına çıksın, dedi. Onu başı traş olmuş olarak gördüklerinde güvenlik duyarlar ve bunlar umre yapan kimselerdir, onlardan size zarar gelmez, derler. Diğer taraftan da onlarla Savaşmak konusunda kendi aralarında danıştılar... Yahudiler Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in aleyhine olayı yorumlayarak kendi isimlerini de hayra yorumlayarak şöyle dediler: Vâkid (ateş yakan demektir)'in anlamı Savaş ateşinin tutuşacağı, Amr Savaşın uzun süre devam edeceği, el-Hadramî ise Savaşın hazır (yakın) olacağı anlamına gelir. Mekkeliler de esirlerini kurtarmak amacıyla fidye gönderdi iseler de (Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-) şöyle buyurdu: "Sa'd ve Utbe geri dönünceye kadar onları fidye karşılığında bırakmayız. Şayet geri dönmeyecek olurlarsa bu iki esiri onlara karşılık öldüreceğiz." Sa'd ile Utbe geri dönünce Hazret-i Peygamber onların fidyesini kabul etti. el-Hakem İslâm'a girdi ve Bi'r-i Maûne'de şehid olarak öldürülünceye kadar Medine'de kaldı. Osman ise Mekke'ye geri döndü ve orada kâfir olarak öldü. Nevfel ise Ahzab günü müslümanların yanına Hendeği aşıp geçmek üzere atının karnını topuklayarak aşmak istemiş, ancak atı ile birlikte hendeğin içine düşmüş, birlikte parçalanmışlardı. Allah onu kahretsin. Müşrikler para mukabili onun leşini almak istediler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Alınız onu, onun leşi de pis ve murdardır, buna karşılık alınacak diyeti de pis ve murdardır." İşte yüce Allah'ın: "Sana haram aya, onda Savaşmaya dair soru soruyorlar" âyetinin nüzul sebebi budur. İbn İshak ise Amr b. el-Hadramî'nin öldürülüşünün -az önce geçtiği üzere- Receb'in son günü olduğunu zikretmektedir. Taberî'nin es-Süddî ve başkalarından yaptığı rivâyete göre bu Cumadelahire'nin son günü olduğunu zikretmektedir. Ancak birincisi daha meşhurdur. İbn Abbâs'tan bu olayın Receb'in ilk gecesi olduğuna dair rivâyet de varid olmuştur. Bu rivâyete göre müslümanlar henüz o geceyi Cumadelahire'den kabul ediyorlarmış. İbn Atiyye der ki: es-Sahib b. Abbad, el-Esediye diye bilinen risalesinde belirttiğine göre Abdullah b. Cahş, mü’minlerden bir topluluğa emir olarak tayin edildiğinden dolayı, o zaman dahi "mü’minlerin emin" diye adlandırılmış idi. 2- Âyet-i Kerîme Neshedilmiş midir? İlim adamları bu âyet-i kerimenin neshedilmesi hususunda farklı görüşlere sahiptir. Cumhûr nesholunduğunu ve Haram aylarda müşriklerle Savaşın mubah olduğunu belirtmektedirler. Ancak bunu hangi âyetin neshettiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. ez-Zührî der ki: Bu âyet-i kerimeyi: "Müşriklerle topluca Savaşınız" (et-Tevbe, 9/36) âyeti neshetmiştir. Bir görüşe göre ise; bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Haram ayda Sakiflilere gaza yapması ve Ebû Âmir'i Ebû Mûsâ el-Eş'arînin amcasıdır. Bk. İbnu’l-Esir, Usdu'l-Ğâbe, V, 186 vd. yine haram ayda Evtaslılar üzerine gazaya göndermesi olayı neshetmiştir. Bir başka görüşe göre ise bunu nesneden Zülkade ayında Savaşmak üzere yapılan Rıdvan bey'atidir. Ancak bu zayıf bir görüştür. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Osman'ın Mekke'de öldürüldüğü ve onların Hazret-i Peygamber'le Savaşmakta kararlı oldukları haberini alınca, müslümanlar ile müşriklere karşı savunma yapmak üzere bey'atte bulundu, yoksa onlara karşı kendisi Savaşmak, üzere bey'ati almadı. Beyhakî el-Hadramî'nin kıssasının akabinde Muhammed b. İshak'tan bir başka yoldan gelen rivâyette Urve b. ez-Zübeyr'den şunu zikretmektedir: Şanı yüce Allah: "Sana haram aya, onda Savaşmaya dair soru soruyorlar" âyetini indirdi. Devamla der ki: Böylece yüce Allah, Kitabında Haram ayda Savaşın önceden olduğu gibi haram olduğunu haber vermektedir. Bununla birlikte onların mü’minlere yapmayı helal gördükleri işler bu işten daha büyüktür. Onlar mü’minleri hapsedip işkencelere uğratıp onları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına hicret etmekten engelleyip alıkoymak suretiyle Allah'ın yolundan alıkoymaları, Allah'ı inkâr etmeleri, müslümanları hac ve umrede Mescid-i Haram'dan ve orada namaz kılmaktan alıkoyup engellemeleri, Mescid-i Haram halkını -ki onlar orada sakin olan müslümanlardır- oradan çıkartmaları, müslümanları dinlerinden çevirmek için fitneye maruz bırakmalan, bu Haram ayda Savaşmaktan daha büyüktür. Bize ulaştığına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İbn el-Hadramî'nin diyetini mirasçılarına vermiş ve Haram ayı önceden nasıl saygılı biliyor ise öylece hürmetine riâyet etmiştir. Ve bu, yüce Allah: "Allah ve Rasûlü tarafından kesin bir uzaklaşma.." (et-Tevbe, 9/1) âyetini indirinceye kadar böylece sürmüştür. Beyhâkî, Sünen, IX, 9, 21 (özetle). Atâ: Âyet-i kerîme muhkemdir. Yine Haram aylarda Savaşmak câiz değildir, der ve buna dair yemin edermiş. Çünkü ondan sonra varid olan âyet-i kerimeler, bütün zamanlar hakkında umumîdir. Bu ise özel (has)tır. Umumî olan ise has olanı ittifakla neshetmez. Ebû Zübeyr'in rivâyetine göre ise Hazret-i Cabir şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine karşı Savaşılmadıkça Haram ayda asla Savaşmazdı. Yüce Allah'ın "Onda Savaşmaya dair" âyeti Sîbeveyh'e göre bedel-i istimaldir. Çünkü sorulan soru hem aya, hem de Savaşa dairdir. Yani kâfirler ayın saygınlığını çiğneyip geçmek dolayısıyla hayretle sana soru soruyorlar. Onların Haram aya dair soru sormaları o aydaki Savaş dolayısıyladır. ez-Zeccâc der ki: Anlamı şudur: Onlar haram ayda Savaşmaya dair sana soru soruyorlar. el-Kutebî de der ki: Onlar sana haram ayda Savaşa dair soru soruyorlar, o câiz midir diye? Burada "Savaş," "ay"dan bedel yapılmıştır. Sîbeveyh (görüşünü açıklamak üzere) şu beyiti kaydeder: "Kays'ın ölümü tek bir kişinin ölümü değildi, Fakat o bir kavmin yapısı idi, yıkıldı." İkrime âyet-i kerimede geçen kelimelerini (iki yerde de) Elif siz olarak Öldürme" şeklinde okumuştur. Âyetin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir. Sana hem Haram aya dair hem de o ayda Savaşmaya dair soru soruyorlar. İbn Mes'ûd da böyle okumuştur. O takdirde "kital" kelimesinin iki esreli gelmesi "an" cer harfinin (hükmen) iki defa tekrarlanması dolayısıyla olur. Bu açıklamayı el-Kisaî yapmıştır. el-Ferrâ' ise der ki: Burada "Kıtal" kelimesinin iki esre ile okunması "an" harfi cerrinin menvi (söylenmeyip söylenmiş gibi kabul edilmesi) dolayısıyladır. Ebû Ubeyde de der ki: Bu civar (esreli bir kelimeye yakın olması) dolayısıyla mecrurdur. en-Nehhâs der ki: Ne yüce Allah'ın Kitabında ne de herhangi bir konuşmada civara dayanılarak herhangi bir kelimenin i'rab edilmesi câiz değildir. Civar bir yanlışlıktır. Civar oldukça istisnaî bir ifadede kullanılmıştır ki, bu da Arapların: " Bu bir kertenkelenin yıkık yuvasıdır," şeklindeki ifadelerinde görülür. (Fakat bu doğru manayı gözönünde bulundurmaksızın i'rabına göre tercüme edilecek olursa: Bu yıkık bir kertenkelenin yuvasıdır, şeklinde anlamsız bir ifade çıkar). Civarın yanlış olduğunun delili Arapların tesniye olarak: Bunlar bir kertenkelenin yıkık iki yuvasıdır" demeleridir. Bu (cerr-i civar) olsa olsa "ikvâ" İkvâ: Meselâ bir beyitin kafiye harfi merfû' iken, diğerinin mecrûr olması demektir, ikvâ bulunmayan kaside pek azdır. (Firuzâbâdî, Kâmûs) ayarında olur. Allah'ın Kitabından herhangi bir bölümü de bu şekilde açıklayıp yorumlamak câiz olamaz. Çünkü Kur'ân ancak en fasih ve en sahih bir dildedir. İbn Atiyye der ki: Ebû Ubeyde der ki: Burada "Kital" kelimesinin iki esre ile gelmesi civar dolayısıyladır. Ancak onun bu sözü hatadır. en-Nehhâs der ki: Burada "an"ı gizli kabul etmek câiz değildir. Burada doğru görüş "kital" kelimesinin bedel olduğudur. el-A'rec burayı "kıtal" kelimesini iki ötreli olarak okumuştur. en-Nehhâs der ki: Bu Arapça'da pek açık bir okuyuş olamaz. Bundaki anlam ise şöyle olur: Sana haram aya dair soru soruyorlar. Onda Savaşmak câiz midir diye. Buna göre: "Sana., soru soruyorlar" ifadesi istifhama delalet etmektedir. Nitekim İmru’l-Kays şöyle demektedir: "Ey arkadaşım, sen bir şimşek görüyor (mu)sun? Ben de sana onun parıltısını göstereyim; Şimşek ile parlamış yüksekteki bulutta, iki elin parlaması (evrilip çevrilmesi) gibi." Burada "görüyorsun" ifadesi istifham edatı olmaksızın elif hazfedilerek gelmiştir. Anlamı "sen bir şimşek görüyor musun?" şeklindedir. Çünkü "ey arkadaşım" anlamına gelen kelimesinin başındaki hemze nida harfi olsa dahi, soru edatına delalet etmektedir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Sen kabilenin kaldığı yerden erken mi gideceksin, yoksa akşam mı?" Burada "yoksa" anlamına gelen in soru edatına delâleti dolayısıyla soru edatı olan "hemze" hazfedilmiştir. 4- Haram Ayda Savaş Büyük Bir îştir: Yüce Allah'ın: "De ki: Onda Savaş yapmak büyük bir iştir" âyeti mübteda ve haberdir. Bu, reddedilen, kabul edilmemesi gereken bir iştir demektir. Çünkü Haram ayda Savaşmanın haram kılınması, müslümanlar tarafından Savaşın başlatıldığı o dönemde sabit bir hüküm idi. Âyet-i kerimede yer alan "eş-Şehr: Ay" kelimesi cins isimdir. Yüce Allah, Haram ayı Araplar için bellerini doğrulttukları bir dönem kılmıştır. Bu aylarda kan dökmezlerdi. Yine Haram aylarda baskın ve talan da yapmazlardı. Sözkonusu bu aylar ise Recep, Zülkade, Zülhicce ve Muharrem aylarıydı. Bu ayların (son) üçü ardı ardına geliyordu, bir tanesi (Receb) ise tek idi. Buna dair daha geniş açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Maide Sûresi'nde (2. âyet 3-başlıkta; ayrıca Tevbe Sûresi 5. âyet 1. başlıkta da) gelecektir. 5- Haram Aylarda Savaştan Daha Büyük Olan Suçlar: "Allah yolundan alıkoymak" mübteda, "O'nu inkâr etmek" ona atıftır; "Mescid-i Haram'dan alıkoymak" âyeti de "Allah yolundan alıkoyma"ya atıftır, "Ve ahalisini oradan çıkarmak" âyeti de böyledir. Mübtedanın haberi ise "Allah katında daha büyük bir iştir" âyetidir. Yani haram ayda Savaşmaktan daha büyük bir günahtır. Bu açıklamayı el-Müberred ve başkaları yapmıştır. Doğru olan açıklama da budur. Çünkü uzun bir süre insanları Kabe'de tavaf etmekten alıkoymuşlardır. "O'nu inkâr etmek" Allah'ı inkâr edip kâfir olmak demektir. Bir diğer görüşe göre "O'nu inkâr etmek"ten kasıt hacca ve Mescid-i Haram'a kâfir olmak demektir. "Ve ahalisini oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir iştir." Yani Allah katında cezası Haram ayında Savaşmaktan daha büyüktür. el-Ferrâ' der ki: "Alıkoymak"; "büyük bir iştir" kelimesine "Mescid" kelimesi ise "onu" kelimesindeki "he (o)" zamirine atfedilmiştir. O takdirde ifade muttasıl ve kesintisiz bir ifade olur. İbn Atiyye der ki: Ancak bu hatadır. Çünkü mana, yüce Allah'ın: "Onu inkâr etmek" âyeti Allah'ı inkâr etmek demek olup aynı zamanda bu, "büyük bir iştir" âyetine atfedilmesini gerektirir. Bu ise şu anlama gelir: Mescid-i Haram'ın ahalisini oradan çıkarmak, Allah katında küfürden daha büyük bir iştir. Bunun tutarsızlığı ise gayet açıktır. Cumhûrun görüşüne göre ise âyet-i kerimenin anlamı şöyledir: Sizler ey Kureyş kâfirleri, bizim Haram ayında Savaşmamızı çok büyük bir iş olarak görüyorsunuz. Halbuki sizin işlemiş olduğunuz İslâm'a girmek isteyen kimseleri Allah'ın yolundan alıkoymanız, Allah'ı inkâr edip kâfir olmanız, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına yaptığınız gibi Mescid-i Haram ahalisini oradan çıkarmanız Allah katında suç ve günah itibariyle daha büyüktür. Abdullah b. Cahş (radıyallahü anh) ise şöyle demiştir: "Sizler haram ayda öldürmeyi büyük bir iş sayıyorsunuz -Doğru yolda olan kimse doğruyu görecek olsa eğer- ondan daha büyük olanı: Sizin Muhammed'in dediğinden (insanları) alıkoymanızdır. Ve onu inkâr etmenizdir -ki Allah görüyor ve buna tanıktır- Allah'ın Mescidi'nden oranın ahalisini çıkartmanız; O Beyt'te Allah'a secde eden bir kimse görülmesin diye. Şüphesiz bizler siz bizi, onu öldürdük diye ayıplasanız dahi haddi aşan ve kıskanan İslâm aleyhinde yalan sözler söylese bile Mızraklarımızın ucunu İbnu'l-Hadramî'nin kanı ile suladık Nahle denilen yerde Savaş ateşini (attığı okla Vâkıd) kızıştırdığında Ve Abdullah oğlu Osman aramızda (esir)dir. Boynuna atılmış inatçı uzunca bir zincir onu çekiştirmektedir." ez-Zührî, Mücâhid ve başkaları der ki: Yüce Allah'ın: "De ki: onda Savaş yapmak büyük bir iştir" âyeti, yüce Allah'ın: "Müşriklerle topluca Savaşınız" (et-Tevbe, 9/36) ve "o müşrikleri... öldürün" (et-Tevbe, 9/5) buyruklarıyla neshedilmiştir. Daha önceden de geçtiği gibi, Atâ ise nesh olunmamıştır ve Haram aylarda Savaşmamalıdır, demiştir. 6- Öldürmeden Büyük Olan Fitne: Yüce Allah'ın: "Fitne öldürmeden daha büyüktür" âyeti ile ilgili olarak Mücâhid ve başkaları burada "fitne" küfür demektir, demişlerdir. Yani sizin küfür ve inkârınız bizim onları öldürmemizden daha büyük bir suçtur. Cumhûr der ki: Burada "fitne"nin anlamı onların müslümanları ölünceye kadar dinlerinden çevirmek için fitneye (işkenceye) maruz bırakmalarıdır. Yani sizin yaptığınız bu iş, sizi Haram aylarda öldürmekten daha büyük bir suçtur, demektir. "Eğer güç yetirseler.. Savaşmalarını sürdürürler" âyeti mübteda ve yüce Allah tarafından verilen bir haberdir. Aynı zamanda mü’minleri kâfirlerin şerrinden sakındırmaktadır. Mücâhid der ki: Burada kastedilen Kureyş kâfirleridir. "Döndürülünceye..." anlamındaki fiil, "kadar" anlamındaki edat ile nasb edilmiştir. Çünkü bu mücerret bir gayeyi ifade etmektedir. Yüce Allah'ın: "Artık içinizden her kim dininden irtidad eder ve küfre girer" de kâfir olarak ölürse "işte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa çıkar." Batıl olur bozulur. "el-Habet" fazlaca ot yemelerinden dolayı davarların karınlarını şişiren bir rahatsızlığın adıdır. Kimi zaman bundan dolayı öldükleri de olur. Bu âyet-i kerîme İslâm dini üzere sebat etmeleri için müslümanlara yönelik bir tehdittir. 9- Mürtedden Tevbe Etmesi İstenir mi? İlim adamları mürtedden tevbe etmesi istenip istenmeyeceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Acaba onun ameli bizzat irtidat dolayısıyla mı boşa çıkar yoksa amelinin boşa çıkması için kâfir olarak ölmesi mi gerekir? Mürtedin mirasının durumu ne olur? Bunlar mürtedin durumu ile ilgili üç ayrı husustur. Birinci husus (yani mürtedin tevbe etmesinin istenmesi) ile ilgili olarak bir kesim tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe ederse mesele yok, aksi takdirde öldürülür, demişlerdir. Bazısı tek bir saat (kısa bir süre) başkaları bir ay süre ile tevbe etmesi istenir derken, daha başkaları Hazret-i Ömer ile Hazret-i Osman'dan gelen rivâyetlere dayanarak üç gün süreyle tevbe etmesi istenir, demişlerdir. Bu aynı zamanda İbnu'l-Kasım'ın kendisinden yaptığı rivâyete göre İmâm Mâlik'in görüşüdür. el-Hasen der ki: Yüz defa tevbe etmesi istenir. Yine ondan tevbe etmesi istenmeksizin öldürüleceğine dair rivâyet de gelmiştir. İki görüşünden birisinde Şâfiî de böyle demiştir. Aynı zamanda bu, Tavus'un da iki görüşünden birisi ve Ubeyd b. Umer'in de görüşüdür. Suhnun'un zikrettiğine göre Abdulaziz b. Ebi Seleme el-Macuşûn şöyle derdi: Mürted öldürülür ve tevbe etmesi istenmez. Buna delil olarak da Muaz ile Ebû Mûsa'nın hadisini gösterir. Bu hadiste şöyle denilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Mûsa'yı Yemen'e gönderince arkasından Muaz b. Cebel'i de gönderdi. Muaz onun yanına varınca ona: İn, der ve ona bir yastık uzatır. Yanında bağlı bir adam görür. Bu nedir diye sorunca; bu kişi önce yahudi idi sonra İslâm'a girdi daha sona o kötü din olan eski dinine dönüp tekrar yahudi oldu, diye cevap verdi. Muaz: Öldürülmedikçe oturmam. Allah'ın ve Rasûlünün hükmü budur, der. Ebû Mûsa ona: Otur dediyse de o: Evet (dediğim gibi) öldürülmedikçe oturmam. Allah'ın ve Rasûlünün hükmü budur, der ve bunu üç defa tekrarlayınca verilen emir üzerine öldürüldü. Bu hadisi Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir. Buhârî, Murteddîn 2; Müslim, İmâre 15; Ebû Dâvûd, Hudûd 1; Müsned, IV, 409. Ebû Yûsuf’un Ebû Hanîfe'den naklettiğine göre mürtede tekrar İslâm'a girmesi teklif edilir. İslâm'a girerse mesele yok, aksi takdirde olduğu yerde öldürülür. Ancak kendisine süre verilmesini istemesi halinde öldürülmez. Böyle bir süre isteyecek olursa, ona üç gün mühlet verilir. Ebû Hanîfe ile onun arkadaşlarından meşhur olarak nakledilen görüş ise mürtedin tevbe etmesi istenmedikçe öldürülmeyeceği şeklindedir. Zındık ile mürted onlara göre aynıdır. Mâlik ise der ki: Zındıklar tevbe etmeleri istenmeksizin öldürülürler. Buna dair açıklamalar Bakara Sûresi'nin baş taraflarında (10. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Küfür olan bir dinden çıkıp yine küfür olan bir başka dine giren kimse hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. Mâlik ve fukahanın Cumhûru şöyle der: Böyle bir kimseye taarruz edilmez. Çünkü o kişi eğer tâ baştan beri üzerinde bulunmuş olsaydı ona ilişilmeksizin bırakılacağı bir dine intikal etmiştir. İbn Abdilhakem ise Şâfiî'den öldürüleceğini nakletmektedir. Çünkü Peyamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz" Buhârî, Cihâd 149, İ'tisâm 28, Murteddîn 2; Ebû Dâvûd, Hudûd 1, Tirmizî, Hudûd 25; Nesâî, Tahrimu'd-Dem 14; İbn Mâce, Hudûd 2; Müsned, I, 282, V, 231 diye buyurmakta ve bu konuda müslüman ile kâfir arasında herhangi bir ayrım gözetmemektedir. Mâlik ise der ki: Bu hadisin anlamı, İslâm'dan çıkıp küfre gireni öldürünüz, şeklindedir. Küfür olan bir dinden çıkıp yine küfür olan bir dine giren kimse bu hadis ile kastedilmiş değildir. Bu fukahadan bir topluluğun da görüşüdür. Şâfiî'den meşhur olan görüş ise el-Müzenî ve er-Rabi'in zikrettiği şekilde zimmet ehlinden olup dinini değiştiren kimseyi İmâmın (İslâm devlet başkanının) dar-ı harbe göndereceği, beldesinden onu çıkartacağı, eğer o dar, İslâm'ın eline geçecek olur ise harbilerin malları ile birlikte onun malını da helal olarak (ganimet) alacağı şeklindedir. Çünkü onunla zimmet akdi, akdin yapıldığı esnada sahip olduğu din esasına göre yapılmıştır. İrtidat eden kadın hakkında ise farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik, Evzaî, Şâfiî, Leys b. Sa'd, mürted erkeğin öldürüldüğü gibi mürted kadın da öldürülür, derler. Bu konudaki delilleri: "Dinini değiştireni öldürünüz" Hadîs-i şerîfidir. Çünkü bu hadiste yer alan (ve kim, kimse anlamına gelen): edatı erkek için de dişi için de kullanılabilir. es-Sevrî, Ebû Hanîfe ve ardadaşlan ise mürted olan kadın öldürülmez, derler. İbn Şubrume'nin görüşü de budur, İbn Uleyye'de bu kanaattedir. Aynı zamanda bu Atâ ve el-Hasen'in de görüşüdür. Delil olarak da İbn Abbâs'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Dinini değiştireni öldürünüz" dedikten sonra İbn Abbâs'ın mürted olan kadını öldürmemiş olduğunu gösterirler. Bir hadis rivâyet eden (bir sahabi) o hadisin te'vilini en iyi bilen kimsedir. Hazret-i Ali'den de ona benzer bir rivâyet nakl edilmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ayrıca kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Bu husustaki rivâyetler ve sıhhat durumları için bk. ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 456-461 Birinci kesim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Müslüman bir kimsenin ancak üç şeyden birisi ile kanı helal olur. Îmandan sonra küfre girmek...." Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25-26; Ebû Dâvûd, Hudûd 1; Tirmizî, Diyât 10; Nesâî Tahrimu'd-dem 5, Kasâme 5, 6; İbn Mâce, Hudûd 1, Dârimî, Hudûd 2; Müsned, I, 61, 63 hadisini delil gösterir ve buradaki ifade, imanından sonra küfre giren herkesi kapsamaktadır derler. Daha sahih olan görüş de budur. 10- İrtidat Edenin Ameli Hangi Şartlarda Boşa Çıkar? Şâfiî der ki: İrtidat edip sonra tekrar İslâm'a geri dönenin ameli ve yapıp bitirdiği haccı boşa gitmez. Aksine mürted olarak öldüğü takdirde o vakit amelleri boşa çıkar. Mâlik der ki: Bizzat irtidat ile amelleri boşa çıkar. Bu görüş ayrılığının etkisi hac ettikten sonra irtidat eden sonra tekrar İslâm'a giren müslümanın durumu hakkında ortaya çıkar. Mâlik der ki: Bir daha haccetmesi gerekir, çünkü birincisi irtidat sebebiyle boşa çıkmıştır. Şâfiî de der ki: Haccını iade etmesi gerekmez, çünkü ameli olduğu gibi durmaktadır. Bizim ilim adamlarımız yüce Allah'ın şu âyetini delil gösterirler: "Yemin olsun... eğer şirk koşarsan mutlaka senin amelin boşa çıkacaktır." (ez-Zumer, 39/65) Derler ki: Burada hitap Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e olmakla birlikte, maksat onun ümmetidir. Çünkü o yüce peygamberin irtidat etmesi şer'an imkânsızdır. Şâfiî Mezhebi ilim adamları der ki: Hayır bu, ümmet için durumun ne kadar ağır ve vahim olduğunu beyan etmek üzere peygambere yapılan bir hitaptır. Makamının yüceliğine ve şerefine rağmen peygamber eğer şirk koşacak olursa onun ameli boşa çıkacağına göre ya sizin durumunuz ne olur? Fakat o mertebesinin fazilet ve yüksekliği dolayısıyla asla şirk koşmaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey peygamber zevceleri, sizden kim apaçık bir hayasızlık işlerse onun azâbı iki kat artırılır." (el-Ahzab, 33/30) Böyle olması hanımlarının konumlarının şerefi dolayısıyladır. Yoksa onlardan herhangi bir kimsenin, o fa'zime lâyık ve şerefli kocalarını korumaları dolayısıyla onların böyle bir şey yapmaları asla tasallallahü aleyhi ve sellemvur olunamaz. Bu açıklamalar İbnu'l-Arabî tarafından yapılmıştır. Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah, burada (mürted olarak) vefat etmeyi bir şart olarak zikretmiştir. Çünkü ceza olarak cehennemde ebedî kalmayı ona bağlı kılmıştır. Kâfir olarak ölen bir kimseyi, bu âyet gereği Allah cehennemde ebedî bırakacaktır. Diğer âyet-i kerimede ise şirk koşanın amelinin boşa çıkacağını belirtmektedir. O halde bunlar birbirinden farklı iki ayrı manayı ve ayrı hükümleri açıklayan iki âyet-i kerimedir. Hazret-i Peygamber'e yapılan hitap, o hitabın ona has olduğunu isbat edecek bir delil ortada olmadıkça ümmetine de hitaptır. Onun zevceleri hakkında varid olana gelince; onlara dair söylenen bu âyetler eğer böyle birşey tasallallahü aleyhi ve sellemvur olunacak olsaydı birisi dinin hürmetine, diğeri de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın saygınlığına ait olmak üzere iki büyük hukukun çiğneneceğini açıklamak ve her bir hürmetin çiğnenmesi için ayrı bir ceza olduğunu beyan etmek içindir. Bu da haram ayda yahut haram beldede ya da Mescid-i Haram'da Allah'a isyan edenin durumuna benzer. Çiğnediği hürmetler sayısınca da onun azâbı katlanır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Mürtedin mirası hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ali b. Ebî Tâlib, el-Hasen, Şa'bî, el-Hakem, el-Leys, Ebû Hanîfe ve İshak b. Raheveyh der ki: Mürtedin mirası müslüman mirasçılarınındır. Mâlik, Rabia, İbn Ebi Leyla, Şâfiî ve Ebû Sevr de der ki: Mürtedin mirası Beytülmal'e konulur. İbn Şubrume, Ebû Yûsuf, Muhammed ve iki rivâyetten birisinde el-Evzaî şöyle demektedirler: Mürtedin irtidat ettikten sonra kazandıkları müslüman mirasçılarına aittir. Ebû Hanîfe ise der ki: Mürtedin irtidat halinde kazandıkları bir fey'dir, müslüman iken kazanmış olduklarını ise irtidat ettikten sonra müslüman mirasçıları miras alırlar. İbn Şubrume, Ebû Yûsuf ve Muhammed ise her iki durum arasında fark gözetmezler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "İki ayrı din mensubu arasında mirasçılık yoktur" Ebû Dâvûd, Ferâiz 10; Tirmizî, Ferâiz 16; İbn Mâce, Ferâiz 6; Dârimî, Ferâiz 29; Müsned, II, 187-195. âyetinin mutlak olması onların görüşlerinin batıl oluşuna delildir. İlim adamları mürtedin kâfir mirasçılarının ondan miras almayacakları hususunda icma etmişlerdir. Ancak Ömer b. Abdülaziz, kâfir mirasçıları ondan miras alırlar, demiştir. |
﴾ 217 ﴿