219

Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki: "İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları faydalarından büyüktür." Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Arta kalanı." Allah, âyetlerini size böyle açıklar. İyice düşünürsünüz diye."

Bu âyetin:

"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük bir günah hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları faydalarından büyüktür" bölümüne dair açıklamaları dokuz başlık halinde sunacağız:

1- "îçki" Hakkında Soru Soranlar:

Yüce Allah'ın:

"Sana.... sorarlar" âyetinde soru soranlar önceden de belirtildiği gibi mü’minlerdir.

İçki (el-hamr) örtmek anlamına gelir. Bu bakımdan kadının örtüsüne "himar" denilir. Birşeyi örten her bir şeye "hamr" denilir. "Kaplarınızı hamrlayınız (örtünüz)" Buhârî, Eşribe 22, Bed'u'l-halk 11, 16, İsti'zân 49; Müslim, Eşribe 96; Ebû Dâvûd, Eşribe 22; Tirmizî, Et'ime 15, Edeb 74; Dârimi, Eşribe 26 (yakın lâfızlarla); Muvatta’', Sıfatu'n-Nebiyy 21; Müsned, II, 363, III, 301, 319... hadisindeki ifade de buradan gelmektedir.

Hamr (şarap, içki), aklı tahmir eder, yani örter ve üstünü kapatır. Dalları birbirine girip sarılmış ağaca da "el-hamer" denilmesi bundan dolayıdır. Bu tür ağaçlar altında olanı örter, kapatır. Bu şekilde ağacı pek çok olan yer hakkında Yerin sık ağaçlıkları altını örttü, denilir. Şair der ki:

"Ey Zeyd ve Dahhâk, yol alınız

Çünkü sizler yolun hamerini aştınız."

Yani yol göstericiler olarak yol alınız; çünkü sizler kurdun ve diğer hayvanların içinde saklanıp üstlerinin örtüldüğü çukurca yerleri geçmiş bulunuyorsunuz.

el-Accâc da saklanmaksızın, pek çok sancak ve askerle yol alan bir orduyu nitelendirirken şöyle demektedir:

"Sancakların parıltısı arasında ve ağaçları altında saklanmaksızın yürür

Yeri dahi yönlendirir (yani herşeyi gittiği yere götürür) ve (o kadar kalabalık bir ordudur ki ağaçları dahi önüne katıp sürükler.)"

Gizli ve görünmeyen mekâna da "hamâr ve humar" denilir. İşte hamr (şarap, içki) aklı örtüp üstünü kapattığından dolayı bu ismi almıştır.

Ona bu ismin veriliş sebebinin mayalanıncaya kadar terkedilmesi olduğu da söylenmiştir. Mesela, hamur mayalandığı zaman (hamr ile aynı kökten olmak üzere) ihtimar kullanılır. Ne yapmak gerektiği açıkça tesbit edilinceye kadar kararın ertelenmesine de "humire erra'yu" denilir. Ona bu ismin veriliş sebebinin, akıl ile karışması (aklı karıştırması) olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama karışmak anlamına gelen "muhâmere"den alınmış olur. İnsanların humarına girdim, denilirken onlarla karıştım, iç içe oldum, demek olur. Bu üç mana da birbirine yakındır. Buna göre hamr, olgunlaşıncaya (mayalanıncaya, hamr oluncaya) kadar bırakıldıktan sonra akıl ile karışır ve nihayet aklı örter. Bunun asıl anlamı örtmek ile alakalıdır.

Hamr, kaynatılan veya pişirilen üzüm suyu demektir. Onun dışında aklı örten (hamera) herşey de onun hükmündedir. Çünkü ilim adamları kumarın her türlüsünün haram olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Kumar şekilleri arasında sadece

"el-meysir" sözkonusu edilmiştir. Böylelikle kumarın bütün çeşitleri meysir'e kıyas edilmiştir. Meysir özellikle develer üzerinde oynanan bir kumar şekli idi. İşte hamr gibi olan herşey de hamr durumunda ve hükmündedir.

2- Çoğu Sarhoşluk Veren Şeyin Azı da Haramdır:

Ümmetin Cumhûru üzüm şarabı dışında kalan içkilerin çok miktarı eğer sarhoşluk veriyor ise azının da çoğunun da haram olduğunu ve bundan dolayı had uygulanması gerektiğini kabul etmiştir.

Ebû Hanîfe, es-Sevrî, İbn Ebi Leyla, İbn Şubrume ve Küfe fakihlerinden bir grup ise şöyle demektedir: Üzüm şarabı dışında çoğunluğu sarhoşluk veren şey, helaldir. Ancak sarhoş olmak noktasına ulaşma kastını gütmeksizin bir kimse ondan dolayı sarhoş olursa, ona had vurulmaz. Ancak bu hem akıl ve kıyasın, hem de haberlerin reddettiği oldukça zayıf bir görüştür. Nitekim (buna dair açıklamalar) ileride yüce Allah'ın izniyle Maide Sûresi' (5/90-92. âyetlerin tefsirinde) ile Nahl Sûresi'nde (16/66. âyet 2. başlıkta) gelecektir.

3- Şer’i Hükümlerin Tedriciliğinde İlahi Lütuf:

Müfessirlerden kimisi şöyle demiştir: Yüce Allah bu ümmete vermedik herhangi bir lütuf ve iyiliği bırakmamıştır. Bu lütuf ve iyiliklerinden bir tanesi de şer'î hükümleri onlara toptan, bir defada farz kılmayıp arka arkaya birkaç defada bunu gerçekleştirmiş olmasıdır. îçkiyi haram kılması da böyledir. Bu âyet-i kerîme içki hakkında nazil olan ilk âyet-i kerimedir. Bundan sonra:

"Sarhoşken... namaza yaklaşmayınız" (en-Nisa, 4/45) âyeti, daha sonra:

"Muhakkak şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık bırakmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz mi?" (el-Maide, 5/91) âyeti; daha sonra ise:

"Ey îman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir. Artık ondan kaçınınız" (el-Maide, 5/90) âyeti inmiştir. Nitekim Maide Sûresi'nde (belirtilen âyetlerde) bu husus açıklanacaktır.

4- Kumar (el-meysir):

el-Meysir, Arapların fal oklarıyla oynadıkları kumardır. İbn Abbâs der ki: Cahiliyye döneminde bir kimse bir başkası ile, ailesi ve malı üzerinde kumar oynardı. Onlardan hangisi karşısındakini yenerse malını ve ailesini alır giderdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.

Mücâhid, Muhammed b. Şirin, el-Hasen, İbn el-Müseyyeb, Atâ, Katâde, Hazret-i Muâviye, İbn Salih, Tavus, Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) ve yine İbn Abbâs şöyle der: Zar olsun satranç olsun kendisinde kumar olan herşey (âyet-i kerimede sözü geçen) el-meysir'dir. Hatta küçük çocukların ceviz ve zarlarla oynamalarına varıncaya kadar. Bundan ancak istisna edilen (kumarsız) at yarışları ve hakları birbirinden ayırdedmek için kur'a gibi mubah şeyler müstesnadır. İleride buna dair açıklamalar gelecektir.

Mâlik der ki: Meysir iki türlüdür. Birisi lehv (oyun ve eğlence) meysiri, diğeri kumar meysiridir. Lehv meysiri zar, satranç ve bütün oyunlardır. Kumar meysiri ise insanların karşılıklı olarak tehlikeye atıldıkları (şanslarını ortaya koydukları) oyunlardır. Ali b. Ebî Tâlib der ki: Satranç Acemlerin (Arap olmayanların) meysiridir. Kendisi ile kumar oynanan her bir şey Mâlik'e göre de onun dışında kalan ilim adamlarına göre de meysirdir. İleride Yûnus Sûresi'nde (10/32. âyet 5. başlıkta) bu hususa dair yüce Allah'ın izniyle daha fazla açıklamalar gelecektir.

"el-Meysir" kelimesi el-yeser'den alınmıştır. Bu ise birşeyin sahibi adına gerekmesi demektir. Bir kimseye herhangi birşeyin verilmesi gerektiğinde bu tabir kullanılır. Mazisinde ikinci harfi üstün, muzari'sinde ise esre gelir. Yâsir ise fal oklarıyla oyun oynayan kimse demektir. Bu anlamda da mazi ve muzarii aynı şekilde gelir. Şair der ki:

"Onlara yardımcı ol ve onlar lehine vacip olanı onlara ver

Ve onlar dar bir yere konaklayacak olurlarsa sen de konakla!"

el-Ezherî der ki: Meysir üzerinde kumar oynadıkları devedir. Ona meysir denilmesinin sebebi parçalara bölünmesidir. Âdeta parçalara bölünenler olduğu için bu ismi almış gibidir. Parça parça ayrılan herşey hakkında bu kökten fiil kullanılır. Yâsir ise câzir (deve kesen) demektir. Çünkü develerin etini parçalara ayıran odur. el-Ezherî der ki: İşte yâsir kelimesinde asıl anlam budur, daha sonra oklarla oynayan ve develer üzerinde kumar oynayan kimselere "yasinin (yâsirler, kumarcılar)" denilmiştir. Çünkü bunlar develeri kesip parçalayan kimseler olurlar. Zira bunun sebebi onlardır. es-Sıhhah'ta. da şöyle denilmektedir: Bir topluluk deveyi yesrettiklerinde, deveyi kestiler ve aralarında paylaştırdılar, demektir. Suhaym b. Vesîl el-Yerbûî der ki:

"Ben onlara oklar ile (kimin payına düşeceğim diye) benim için kur'a çektiklerinde şöyle diyordum:

Sizler benim Zehdem adlı atın süvarisinin oğlu olduğumu bilmiyor musunuz?"

Bu Suhaym esir düşmüş ve kimin payına düşeceğinin tesbit edilmesi için ok çekilişi yapılmıştı.

Bir topluluk kumar oynadıklarında "yesera el-kavmu" denilir. Yeser ve yâsir aynı anlama gelir, çoğulu eysâr gelir. Nabiğa der ki:

"Ben yesârlanmı tamamlıyor ve onlara bağışlıyorum

Bağışlarımı tekrar ediyor ve büyük kazanlara yemekler koyduruyorum."

Tarafe de der ki:

"Ve onlar bir deve (lükman?) üzerinde kumar oynayan kimselerdir,

Kışın develerin güzel paylarının fiyatı pahalılandığında."

İyilik olsun diye deve kesip dağıtan kimse Araplarca övülen bir kimseydi. Şair der ki:

"Ve ben samimi bir topluluğa deve kestim

Bununla birlikte devenin payları için kumar (kur'a çekelim)! diye seslenmedim."

5- Meysir Kapsamına Sokulan Bazı Alışveriş Türleri:

Mâlik'in Muvatta’''da yer alan. Davud b. el-Husayn'dan rivâyetine göre Davud, Said b. el-Müseyyeb'i şöyle derken dinlemiş: Cahiliyye ehli meysir kumarlarından birisi de eti bir ve iki koyun karşılığında satmak idi. Muvatta’', Buyû' ': 65. Bu Mâlik'e ve onun arkadaşlarının çoğunluğuna göre aynı cins hayvanın kendi cinsinden olan et ile değiştirilmesi ile ilgilidir. Böyle bir değiştirme ona göre müzabene Mûzâbene: Dalındaki taze hurma ve üzümü dalından koparılmış kuru hurma ya da kuru üzüme mukabil tahminî olarak satmaya denir. (Dr. Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-îslâmt, IV, 439, 504) ve ğarar Garar: Akid taraflarından birisine gelebilecek bir zarar ihtiva eden alışveriş demektir. (Bk. Dr. ez-Zuhaylî, a.g.e., IV «7. vd.) ile kumar kabilindendir. Çünkü verdiği o hayvanda karşılığında alacağı et kadar et var mıdır, daha fazla mıdır, daha mı azdır bilinmemektedir. Etin ete karşılık satılması ise fazlalıktı olarak câiz değildir. Buna göre hayvanın et karşılığında satılması -aynı cinsten olması halinde- derisi içinde saklı bulunan etin satılması gibidir. Ona göre deve, inek, koyun, ceylan, dağ keçisi ve sair yabanî hayvanlar ile eti yenen dört ayaklı bütün hayvanlar aynı cinstendir. Bu türden olan hayvanlardan herhangi birisini (veya bir miktarını) ve cinsin türünü tek birşeyin eti karşılığında herhangi bir şekilde satmak câiz değildir. Çünkü bütün bunlar ona göre müzabene kabilindendir. Kuru üzümün yaş üzüme, zeytinin zeytinyağına, susam yağının, susama karşılık satılması ve benzeri satışlar gibidir. Yine İmâm Mâlik'e göre bütün kuşlar tek bir cinstir. Balık ve sair deniz hayvanları da tek bir cinstendir. Ondan rivâyet edildiğine göre çekirge tek başına bir sınıftır.

Şâfiî, arkadaşları ve Leys b. Sa'd der ki: Etin hayvan karşılığında herhangi bir şekilde aynı cinsten olsun iki ayrı cinsten olsun satılması -hadisin genel ifadesine uygun olarak- câiz değildir. İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre Ebubekr es-Sıddîk döneminde bir deve kesildi, on parçaya bölündü, adamın birisi: Bunun bir bölümünü bana bir koyun karşılığında veriniz, dedi. Hazret-i Ebubekir: Bu uygun olmaz, diye cevap verdi. Şâfiî de der ki: Bu hususta ashab-ı kiramdan Hazret-i Ebubekir'e muhalefet eden bir kimse olduğunu bilmiyorum.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: İbn Abbâs'tan onun koyunun ete karşılık satılmasını câiz kabul ettiği rivâyeti gelmiştir. Fakat pek kuvvetli bir rivâyet değildir.

Abdürrezzak, es-Sevrî'den, o Yahya b. Said'den, o Said b. el-Müseyyeb'den canlı bir hayvanın ölü karşılığında satılmasını mekruh gördüğü rivâyet etmektedir. Yani kesilmiş olan bir koyunun canlı bir koyun karşılığında satılmasını mekruh görmüştür.

Süfyan der ki: Biz ise bunda bir mahzur görmüyoruz.

el-Müzenî der ki: Eğer canlı hayvanın et karşılığında satılmasına dair olan hadis sahih değil ise, kıyasa göre bu caizdir. Eğer hadis sahih ise kıyas batıl olur ve bu konudaki rivâyete tabi olunur.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Kûfelilerin, etin hayvana karşılık satılmasının câiz olduğunu gösteren kıyas ve mantık açısından pek çok delilleri vardır. Şu kadar var ki konu ile ilgili sahih bir rivâyet bulunduğu takdirde kıyas ve akl yürütme batıl olur.

Mâlik de Zeyd b. Eslem'den, o Said b. el-Müseyyeb'den rivâyet ettiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayvanın et karşılığında satılmasını yasaklamıştır. Muvatta’', Buyû’ 64.

Ebû Ömer der ki: Ben bu rivâyetin sabit bir yolla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan muttasıl bir senetle geldiğini bilmiyorum. Bunun en güzel senedi Said b. el-Müseyyeb'den Mâlik'in Muvatta’''ında belirttiğine göre mürsel olmasıdır. Şâfiî de bu kanaattedir. Ancak Şâfiî'nin usulüne göre o mürselleri kabul etmez. Şu kadar var ki onun iddiasına göre o Said b. el-Müseyyeb'in rivâyet ettiği mürselleri tetkik etmiş ve onların tümünün veya pek çoğunun sahih olduğunu tesbit etmiştir. Bunun sonucunda hayvan türlerinin et türleriyle satılmasını hadisin zahirine ve genel ifadesine dayanarak mekruh görmüştür. Çünkü bu konuda onu tahsis eden herhangi bir rivâyet veya bir icma gelmiş değildir. Yine ona göre kıyas ile nassın tahsis edilmesi câiz değildir. Şâfiî'ye göre (hayvan), cinsleri birbirinden farklı olsa dahi karada ve denizde yaşayan her bir varlığın adıdır. Nitekim "taam (yemek)" da yenen yahut içilen herşeyin adıdır. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkar, XX, 104-111. Bu hususun bilinmesi yerinde olur.

6- İçki ve Kumarın Büyük Günahı:

"De ki: 'İkisinde de" yani içki ve kumarda

"hem büyük bir günah., vardır." İçkinin günahı içenden sadır olan düşmanca sözler, sövüp saymalar, çirkin ve yalan sözlerdir. Kendisi vasıtasıyla yaratana karşı görevlerini bildiği aklın zail olması, namazların iptal edilmesi, Allah'ın zikrinden alıkonmak ve buna benzer diğer hususlardır.

Nesâî, Osman (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İçkiden uzak durunuz; çünkü o kötülüklerin anasıdır. Sizden önceki kavimler arasından ibadet edip duran bir adam vardı. Ona fahişe bir kadın aşık oldu. Yanındaki cariyeyi ona gönderip: Biz seni şahitlikte bulunmak üzere çağırıyoruz, dedi. Adam kadının cariyesi ile birlikte yola koyuldu. Her bir kapıdan girdikçe o kapıyı üzerine kapattı. Nihayet yanında bir köle ve bir küp şarap bulunan güzel bir kadının yanına vardı. Kadın ona: Allah'a yemin ederim ben seni şahitlik yapmak üzere çağırmadım. Fakat seni ya benimle birlikte olmaya yahut şu şaraptan bir kase içmeye veya bu köleyi öldürmeye çağırdım. Adam: O halde sen bana bu şaraptan bir kase ver, dedi. O da ondan bir kase içti. Arkasından bir daha, dedi ve nihayet aradan fazla zaman geçmeden kadınla birlikte yattı ve o canı da öldürdü. O bakımdan şaraptan uzak durunuz. Allah'a yemin ederim, îman ile şarap içiciliği bir arada olmaz. Mutlaka birisi ötekini dışarı çıkartır. Nesâî, Eşribe 44.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) bunu el-İstiâb'da da zikreder.

Rivâyet edildiğine göre el-A'şâ, müslüman olmak üzere Medine'ye doğru yola koyulduğunda yolda bazı müşriklerle karşılaştı. O'na nereye gidiyorsun diye sordular. Onlara: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gitmek istediğini haber verdi. Ona: Sen onun yanına gitme, çünkü o sana namaz kılmayı emrediyor, dediler. el-A'şa: Rabbe hizmet vaciptir, dedi. Ona: O sana malını fakirlere vermeyi emrediyor, dediler. el-A'şa: Ma'ruf işlemek vaciptir, dedi. Ona: O zinayı yasaklıyor, denilince şöyle dedi: Bu bir hayasızlıktır, aklen de çirkin bir iştir. Zaten ben yaşlanmış bir adamım, böyle birşeye ihtiyacım da yoktur. Ona: O içki içmeyi yasaklıyor denilince bu sefer: Buna gelince ben bunu içmeden duramam, dedi ve geri döndü. Daha sonra: Bir sene şarap içeyim sonra ona dönerim, dedi. Fakat evine varmadan önce deveden düştü ve boynu kırıldı, öldü.

Kays b. Âsım el-Minkarî, cahiliyye dömeminde çokça içen birisi idi. Daha sonra içki içmeyi kendisine yasakladı. Buna sebep ise sarhoş iken kızını çimdiklemesi, anne babasına sövmesi, ayı görüp kötü bir söz söylemesi ve meyhaneciye oldukça fazla mal vermesi idi. Ayılıp kendisine gelince yapakları ona bildirildi, o da içki içmeyi kendisine yasakladı. İşte bu hususta şunları söylemektedir:

"Ben şarabı iyi gördüm, halbuki onda

Ağır başlı bir adamı ifsad eden özellikler vardır

Hayır, Allah'a yemin ederim ben onu sıhhatli oldukça içmeyeceğim

Ve hasta olduğum vakit de onda asla şifa aramayacağım

Hayatım boyunca ona bir kuruş vermeyeceğim

Hiçbir zaman içki içmek üzere bir arkadaş çağırmayacağım

Şüphesiz şarap, içenlerini rezil eder

Ve onlara çok büyük işler yaptırır."

Ebû Ömer der ki:

İbnu'l-A'râbî, el-Mufaddal ed-Dabbî'den bu beyitlerin Sakifli Ebû Mihcen'e ait olduğunu rivâyet etmektedir. Ebû Mihcen, bu beyitleri içki içmeyi terketmesi hakkında söylemiştir. Şu sözleri söyleyen de odur:

"Öldüğüm vakit beni bir üzüm asmasının yanında defnet

O asmanın kökleri ölümümden sonra kemiklerimin susuzluğunu gidersin

Sakın beni boş bir düzlükte gömmeyesin, çünkü ben

Öldüğüm vakit bir daha onu tatmayacağım diye korkarım."

Hazret-i Ömer, Ebû Mihcen'e içki içtiğinden dolayı defalarca had uygulamış ve denizdeki bir adaya sürgün etmişti. O da Sa'd (b. Ebi Vakkas)ın yanına gitmişti. Hz Ömer ona Ebû Mihcen'i hapsetmesini emretmişti, o da onu hapsetmişti. Sözü edilen bu Ebû Mihcen başedilemez bir kahraman idi. Kadisiyye Savaşında o bilinen durumu ortaya çıkınca, onun zincirlerini çözmüş ve: Biz de şarap dolayısıyla ebediyyen sana sopa vurmayacağız, demişti. Ebû Mihcen de buna karşılık olarak: Ben de Allah'a yemin ederim, bir daha onu içmeyeceğim, diye cevap vermiş ve bundan sonra bir daha şarap içmemişti.

Bir rivâyette ise şöyle demiş: Bana had uygulandığı vakit onu içiyordum ve "had ile ondan (günahımdan) temizleniyordum. Ama madem ki sen beni had uygulanmamak suretiyle heder olacak bir duruma getirdin, Allah'a yemin ederim, ben de onu ebediyyen içmeyeceğim.

el-Heysem b. Adiy'in zikrettiğine göre; kendisine Azarbeycan'da ya da Cürcan yakınlarında Ebû Mihcen'in kabrini görenlerden biri şunu nakletmiş: Ebû Mihcen'in kabri üstünde üç tane asma kökü bitip yeşermiş, uzamış ve meyve vermişti. Bu üç asma kökü kabir üzerinde yayılmış ve kabir üzerinde: "Bu, Ebû Mihcen'in kabridir" diye yazılı imiş. Bu adam der ki: Bu işten hayret ettim ve onun: "Öldüğüm vakit beni bir asma ağacının yanına defnet" sözünü hatırladım.

Diğer taraftan içki içen kişi, aklı başında olanlara maskara olur, sidiğiyle, pisliğiyle oynar, kimi zaman bunları yüzüne alıp sürer. Hatta içkicilerden birisinin sidiğini yüzüne sürüp: Allah'ım beni tevbe edenlerden kıl, temizlenenlerden kıl, dediği görülmüş. Yine içki içen sarhoşlardan birisinin yüzünü köpek sarhoşun. Allah sana ikramda bulunsun, dediği nakledilmiştir.

Kumara gelince o da düşmanlığın ve kin duymanın sebebidir. Çünkü başkasının malını batıl yollarla yemektir.

7- îçki ve Kumarın Faydaları:

Yüce Allah:

"İkisinde de hem büyük bir günah, hem de İnsanlar için bazı faydalar vardır" diye buyurmaktadır.

İçkinin faydası sağladığı ticarî kârdır. Araplar Şam tarafından ucuz fiyatla içki getiriyor, bunu Hicaz'da kâr ederek satıyorlardı. İçki alım satımında pazarlığı kabul etmiyor, içki almak isteyen bir kimse yüksek fiyatlarla alıyordu. İçkinin menfaati ile ilgili söylenen görüşlerin en sahihi budur.

İçkinin menfaati hakkında şunlar da söylenmiştir: (Güya) o yemeği hazmettirir, güçlendirir, cinsel gücü artırır, cimriyi cömert yapar, korkağa cesaret verir, parlak bir renk kazandırır ve buna benzer içki ile alınan başka lezzetler de sözkonusu edilir. Hassan b. Sabit (radıyallahü anh) şöyle demiş:

"Onu içeriz, o da bizi krallar ve düşmanla karşılaşmanın

Engellemediği arslanlar yapar."

Ve buna benzer birtakım ferahlıkları vardır. Bir başka şair de şöyle der:

"İçki içtim mi ben

el-Havernek sarayının ve (Yemen'deki) Sedirtn sahibi olurum

Ayılıp kendime gelince de

Bir koyuncağızın ve devenin sahibi olduğumu (anlarım)."

Kumarın menfaati ise herhangi bir çalışma ve yorulma olmadan kumar yoluyla bırşeyin insanın eline geçmesidir. Araplar, deve satın alır ve fal oklarını çekerdi. Kimin payı çıkarsa etten payı alınır ve herhangi bir bedel ödemezdi. Oku en sona kalan kimse ise devenin bütün bedelini öder ve etten birşey alamazdı.

Kumarın, ihtiyaç sahiplerinin durumlarına bir genişlik sağlaması şeklinde bir faydası olduğu da söylenmiştir. Çünkü Araplardan kumar oynayan kişi, deveden birşey yemez ve bunu ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.

Kumarda kullanılan (meysir) oklar onbir tane idi. Bunlardan yedi tanesinin çizgileri ve çizgi sayısınca da payları vardı. Bu yedi tanenin ismi şöyle idi, "el-fez": Bunda tek bir çizgi vardı. Bu ok bir payı ifade ederdi. Kaybedildiği takdirde de onu kaybeden bir pay öderdi. İkincisinin ismi "et-tev'em" idi ve bunun üzerinde iki işaret vardı. Sahibinin leh ve aleyhine olmasına göre iki payı ifade ederdi. Üçüncüsünün ismi "er-rakib" idi. Bunda üç çizgi vardı. Bu da belirttiğimiz gibiydi. Dördüncüsünün ismi "el-hils" olup bunun da alameti dört çizgi idi. Beşincisinin ismi "en-nâfiz" veya "en-nâfis" idi, beş pay ifade ederdi. Altıncısı "el-müsbil" adında idi ve bu altı pay ifade ederdi. Yedincisi "el-mualla" olup yedi payı ifade ederdi. Bu şekilde toplam yirmisekiz pay oluyordu. Deve de bu şekilde yirmisekiz paya ayrılırdı. el-Esmaî'nin görüşü böyledir.

Geriye dört tane ok kalırdı. Bunların ise herhangi bir payları yoktu. Bunların da ismi: "el-musaddar, el-mudaaf, el-menih ve es-sefih" idi. Son üçünün adının "es-sefih, el-menih ve el-veğd" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu üç ok, torbadan okların çekilişini yapan kimsenin torbada karşılaşacağı okların sayısını artırmak içindir. Böylelikle herhangi bir kimseye taraftarlık yapma imkânı da olmazdı. Bu şekilde çekilişi yapan kimseye "el-müfid, ed-dârîb" ve "ed-dârib" denilirdi ki çoğulu "ed-durabâ" şeklinde gelir.

Denildiğine göre çekilişi yapan kimsenin arkasında kimseye iltimas göstermemesi için bir gözetleyici bulunurdu. Daha sonra bu çekilişi yapan (ed-darib) dizleri üstüne çöker, bir elbiseye bürünür, başını çıkartır, elini torbaya sokar ve okları çıkartırdı. Kışın vaktin darlığında ve fakirler aleyhine soğuğun oldukça arttığı zamanlarda bu şekilde deve payları üzerinde çekilişler yapmak, Arapların adeti idi. Bunun için deve satın alınır ve çekilişe katılanlar, devenin parasını üstlenir, bu çekilişe katılanlar da kendisine çıkan paya razı olurdu. Bu işlerle iftihar eder ve aralarından böyle bir çekilişe katılmayanları da yeriyorlardı. Cimriliği dolayısıyla bu çekilişe katılmayan kimseye "el-beram" ismini veriyorlardı. Mütemmim b. Nuveyre der ki:

"Ve deriden çadırlar, gürültülü kış soğuğundan dolayı sallandığında

Gerdeğine kadınların geldiği beram (cimri kişi) değildir."

Bundan sonra develer kesilir ve on paya ayrılırdı.

İbn Atiyye der ki: el-Esmaî, develerin pay edilmesi ile ilgili söylediklerinde hataya düşmüştür. O develerin oklardaki yirmisekiz paya göre pay edildiklerini sözkonusu etmektedir ki durum böyle değildir. Bu paylara ayrılmadan sonra o on pay için ok çekilişi yapılır. Torbadan önce kimin payı çıkarsa o et paylarını alır ve bunları fakirlere dağıtırdı. Bir çeşit torba olup bu kumar oklarının toplandığı torbaya "er-ribâbe" denilirdi. Bütün oklara "ribâbe" ismini verdikleri de olurdu. Ebû Züeyb eşek ve sıpalarını anlatırken şöyle der:

"Sanki sıpaları bir ribâbe (fal okları) ve sanki o

Okların üzerine atılıp ok çeken bir yeser (çekilişe katılan) kimse gibidir."

Ribâbe, aynı şekilde ahid ve misak anlamına da gelir. Şair der ki:

"Ve ben bir adam idim ki, nihayet benim abid ve misakım (ribâbetî) sonunda sana geldi

Senden önce ise birtakım rabler (efendiler, sahipler) bana rablik etti de zayi olmuştum."

Kimi zaman da kendileri için kumar oynar, sonra da payı çıkamayan kimse parayı öderdi. Nitekim az önce buna dair açıklama geçmişti. Bu şekilde çevrenin fakirleri de yaşayıp giderdi. İşte el-A'şâ'run şu beyiti bu kabildendir:

"Kışa erdiklerinde misafire yemek yediren

Ve bu yemek yedirme işini yâsire (kumarda kazanana) yükleyenler."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ellerinde işaretli oklar ve pay kazandırıcı oklar var

İyilik yapılmasını isteyenler (menih)in rızıkları bunlarla sağlanır."

Bu beyitte geçen "el-menih" kendisine menfaat ve bağış yapılması istenen kimsedir. Çünkü Araplar çekilişte çokça pay sağlayan okları ariyet olarak alırlardı, işte bu övülen (el-menih)tir. Hiçbir payı ifade etmeyen boş "el-menih" ise "el-ker" diye nitelendirilirdi. İşte el-Ahtal şu beyitiyle bunu kastetmiştir:

"Fezareliler üzerine bir defa meylettiler

el-Menih'in tekrar çıkması gibi ve bir yerde dönüp dolaştılar."

es-Sıhhâh'da şöyle denilmektedir: "el-Menih, payı bulunmayan, fal oklarından bir okun adıdır. Ancak bu okun çıktığı kimseye karşılıksız birşey verilmesi (ki buna minha denilir) hali müstesna." Lebid'in şu sözleri de meysir (kumar) türlerinden bir türü dile getirmektedir.

"Onlar kumar oynadıklarında kumar aralarında

Yazın ağıt yakılarak sözü edilecek kötülüklerin çıkmasına sebep olmaz."

İşte bütün bunlar kumarın faydalandır. Şu kadar var ki o, batıl yollarla malı yemektir.

8- İçki ile Kumarın Günahı Faydalarından Büyüktür:

"Fakat günahları faydalarından daha büyüktür" âyeti ile aziz ve celil olan Allah bizlere bunların günahlarının faydalarından daha büyük, ahiretteki zararlarının daha çok olduğunu bildirmektedir. Büyük günahların haram kılınmalarından sonra, faydalar ise haram kılmaktan önce sözkonusudur.

Hamza ve el-Kisaî (daha büyüktür yerine)": Daha çoktur" diye okumuşlardır. Delilleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın içkiyi ve içki ile birlikte on kişiyi lanetlemiş olmasıdır: (Bunlar) satıcısı, satın alanı, kendisi için satın alınanı, onu sıkanı, kendisi için sıkılanı, sunucusunu, içeni, taşıyanı, kendisi için taşınılanı ve onun parasını yiyeni(dir). Ebû Dâvûd, Eşribe 2; İbn Mâce, Eşribe 6; Müsned, I, 316, II, 97; Beyhaki, Sünen, V, 534.

Aynı şekilde

"faydalar" kelimesinin çoğul getirilmesi

"günahlar" kelimesiyle birlikte çoğul yapılması güzeldir. İşte

"çoktur" ifadesi de bunu vermektedir. Diğer kurra ve insanların büyük çoğunluğu ise "(büyüktür anlamına diye okumuşlardır. Delilleri ise kumar ve içki içmenin günahı kebâirden (büyük günahlardan olduğudur). Dolayısıyla bunların günahlarının kebir (büyük) olmakla nitelendirilmesi daha uygundur. Aynı şekilde bunların : Daha büyüktür" okuyuşu üzerinde ittifak etmeleri büyüktür: kebir"in okuyuşu lehinde bir delildir. Ancak icma ile "daha çoktur" anlamına gelen şeklindeki okuyuş reddedilmiştir. Bundan tek istisna Abdullah b. Mes'ûd'un Mushaf'ıdır. Onda: ": De ki: İkisinde çok günah vardır" ile: ": Fakat günahları .... daha çoktur" şeklindedir.

9- İçkiyi Haram Kılan Âyet:

Kıyasçıların bir kısmı: İçki bu âyet ile haram kılınmıştır, demektedirler. Çünkü yüce Allah:

"De ki: Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açık olanını da gizli olanını da günahı da... haram kılmıştır" (el-A'raf, 7/33) diye buyurmaktadır. Bu âyet-i kerimede ise içkide günah olduğunu haber vermektedir. O halde o haramdır.

İbn Atiyye der ki: Ancak böyle bir kıyas pek iyi bir kıyas değildir. Çünkü ondaki günah, haram oluşu dolayısıyladır. Yoksa bu kıyasın gerektirdiğine göre o aynı ile (maddi varlığı ile) haram olduğundan dolayı değildir.

Derim ki: Kimisi de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerimede içkinin haram oluşuna delil vardır. Çünkü ona "günah" ismini vermektedir. Bir diğer âyet-i kerimede de Allahü teâlâ günahı haram kılmıştır. Bu da yüce Allah'ın şu âyetidir:

"De ki: Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açık olanını, gizli olanını ve bununla birlikte günahı da... haram kılmıştır."

Kimisi de şöyle demiştir: "Günah" ile içkiyi kastetmiştir. Buna delil ise şairin şu sözleridir:

"Ben günahı aklımı kaybedinceye kadar içtim,

İşte günah bu şekilde akılları alıp götürür."

Derim ki: Bu da pek iyi bir kıyas değildir. Çünkü yüce Allah bu âyet-i kerimede içkiyi (günah) diye adlandırmamaktadır. Bunun yerine O: "Deki: İkisinde de hem büyük bir günah vardır" diye buyurmuştur. Fakat: Onların ikisi de- büyük bir günahtır, dememiştir. el-A'raf Sûresi'ndeki âyet-i kerimeye ve şiirden alınan beyite gelince, bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken yüce Allah'ın izniyle bunlara dair açıklamalar orada gelecektir.

Katâde şöyle demiştir: Bu âyet-i kerimede içki yerilmektedir. İçkinin haram kılınması ise bir başka âyet-i kerimeden öğrendiğimiz bir husustur ki bu da Maide Sûresi'ndeki âyet-i kerîme iledir. Müfessirlerin çoğunluğu da bu görüştedir.

Âyetin diğer bölümü olan: "Yine sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: «Arta kalanı.» Allah, âyetlerini size böyle açıklar. İyice düşünürsünüz diye; dünya ve âhiret hakkında" âyetine gelince; buna dair açıklamalarımızı üç başlık altında sunacağız:

1- Kıraat Farkı:

Yüce Allah'ın:

"De ki: Arta kalanı" âyetini Cumhûr nasb ile okumuştur. Yalnızca Ebû Amr ref ile okumuştur. İbn Kesîr'den farklı rivâyetler gelmiştir. el-Hasen, Katâde, İbn Ebi İshak'ın kıraati de ref iledir, en-Nehhâs ve başkaları der ki: Eğer anlamında kabul edersek, tercih edilen görüş ref ile okunması olup şu anlama gelir: Onların infak edecekleri şey, arta kalandır. Bununla birlikte nasb ile okunması da câiz olur. Şayet ile itek bir edat kabul edersek o takdirde mansub okunması tercih edilir ve anlamı şöyle olur: De ki: Arta kalanı infak etsinler. Bununla birlikte ref ile okumak da caizdir.

Nahivciler: Ne öğrendin, nahiv mi şiir mi, anlamına gelen: ibaresinin hem nasb ile hem de ref ile okunabileceğini ve her ikisinin de güzel görüldüğünü nakletmişlerdir. Şu kadar var ki âyet-i kerimedeki açıklama ve tefsir "nasb" okuyuşu üzeredir.

2- Âyet-i Kerîmenin Önceki Âyetlerle İlişkisi ve Nüzul Sebebi:

İlim adamları der ki: Daha önce geçen âyet-i kerimede:

"Onlar sana neyi infak edeceklerini soruyorlar" (el-Bakara, 2/215) âyetinde nafakanın kimlere harcanacağı ile ilgili bir soru idi. Nitekim bunu orada açıklamıştık. Buna verilen cevap da bunun ne olacağını göstermişti. Bu âyet-i kerimede sorulan soru ise infakın miktarı ile ilgilidir. Bu, önceden de geçtiği üzere Amr b. el-Cemuh ile ilgilidir. Yüce Allah'ın:

"De ki: Hayır türünden neyi infak ederseniz o anne ve babanın.... dır." (el-Bakara, 2/215) âyeti nazil olunca bu sefer: Ne kadar infak edeyim diye sormuş, bunun üzerine de: "De ki: Arta kalanı" âyeti nazil olmuştur.

Arta kalan (el-afv): Kolay gelen, artan, çıkartılıp verilmesi insana ağır gelmeyen demektir. Şairin şu sözleri bu kabildendir:

"Bende arta kalanı al ki sana olan sevgim devam etsin

Ve ben kızıp köpürdüğüm esnada sen konuşma!"

Âyetin anlamı şudur: İhtiyaçlarınızdan arta kalanı ve bu hususta kendinize eziyet vermeyip sizi fakir bırakmayacak şekilde infak ediniz. Âyet-i kerimenin te'vili ile ilgili olarak söylenen en uygun açıklama şekli budur.

el-Hasan'ın, Katâde, Atâ, es-Süddî, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, İbn Ebi Leyla ve başkalarının açıklamalarının ifade ettiği mana budur. Onlar derler ki: Afv, geçindirmekle yükümlü olduğu aile halkının ihtiyacından arta kalandır. Buna yakın bir açıklama da İbn Abbâs'tan gelmiştir.

Mücâhid de der ki: Afv demek, zenginlik üzere (yani muhtaç olmamak halinde) sadaka vermektir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Sadakanın en hayırlısı zengin olarak verilendir." Bir başka hadiste ise: "Sadakanın en hayırlısı zenginlik zahir iken verilendir." Buhârî, Zekât 18, Nafakat 2; Müslim, Zekât 95; Ebû Dâvûd, Zekât 39; Dârimî. Zekât 21. 22: Müsned. II. 245. 278, 402..., III, 330, 346, 402, 434.

Kays b. Sa'd der ki: Bu, farz olan zekâttır. İlim adamlarının çoğunluğu ise, hayır bunlar nafile harcamalardır, demişlerdir. Bunun mensuh olduğu da söylenmiştir.

el-Kelbî ise şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme nazil olduktan sonra kişinin eğer altın gümüş, ekin veya davar kabilinden bir malı varsa bir yıllık süre ile kendisine ve ailesine yetecek olan miktarı tesbit eder ve onu alıkoyar, geri kalanını da tasadduk ederdi. Şayet emeği ile çalışan bir kimse ise bir gün kendisine ve aile halkına yetecek olan kadarını tutar, geri kalanını tasadduk ederdi. Bu durum farz olan zekâtı tesbit eden âyet-i kerîme nazil oluncaya kadar böylece devam etti. Zekâtı emreden âyet-i kerîme daha önce vermekle emrolundukları her türlü sadakanın (farziyetini) neshetti. Kimisi de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme muhkemdir ve malda zekâtın dışında da bir hak vardır. Ancak âyetin zahiri birinci görüşün lehine delildir.

3- Allah'ın Âyetleri Işığında Düşünmek:

Yüce Allah'ın:

"Allah, âyetlerini size böyle açıklar" âyeti hakkında el-Mufaddal b. Seleme der ki: Nafaka ve infak ile ilgili âyetlerini böyle açıklar "iyice düşünürsünüz diye, dünya ve âhiret hakkında." Böylelikle mallarınızdan dünyanın mÂişeti için halinizi düzeltecek kadarını alıkoyar ve âhirette faydanıza olacak yollarda geri kalanını infak edersiniz diye.

Şöyle de denilmiştir. Bu ifadede takdim ve te'hir vardır. Yani Allah dünya ve âhiret işine dair âyetleri size böylece açıklamaktadır ki, siz de dünya hakkında onun zail olduğu, fani olduğu hakkında düşünüp ona rağbet etmeyesiniz, âhiretin geleceği ve bekası üzerinde de düşünüp ona yönelip arzu duyasınız diye.

219 ﴿