221Müşrik kadınları îman edinceye kadar nikâhlamayın. Mü’min bir cariye, hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından elbette daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de îman edinceye kadar nikâhlamayın. Mü’min bir köle, hoşunuza gitse bile elbette müşrik bir erkekden daha hayırlıdır. Onlar ateşe davet ederler. Allah ise izniyle cennete ve mağfirete davet eder ve âyetlerini insanlara öğüt alsınlar diye apaçık bildirir. Bu âyet-i kerimenin: "Müşrik kadınları îman edinceye kadar nikâhlamayın. Mü’min bir cariye hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından elbette daha hayırlıdır" bölümüne dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: 1- Müşrik Kadını Nikâh Altına Almak: Yüce Allah'ın: "Nikâhlamayın" âyetini Cumhûr "te" harfini üstün olarak okumuştur. Şâz bir kıraatte ötreli olarak okunmuştur. Sanki bundan: Âdeta onunla evlenecek olan erkek, o kadının nikâhı altına girecek, gibi bir mana çıkar. "Nikâh" kelimesinin asıl anlamı cimâdır. Kelimenin evlilik hakkında kullanılması, anlama verilen bir genişlik dolayısıyladır. İleride yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar gelecektir. Şanı yüce Allah yetimlerle birlikte yaşamaya ve nikâh dolayısıyla bir arada olmaya izin verdiğini beyan ettikten sonra, müşriklerle nikâhlanmanın, evlenmenin sahih olmayacağını beyan etmektedir. Mukâtil der ki: Bu âyet-i kerîme Ebû Mersed el-Ğanevî hakkında nazil olmuştur. Bunun adının Mersed b. Ebi Mersed olduğu da söylenmiştir. Asıl ismi ise Kennâz b. Husayn el-Ğanevî'dir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Mekke'ye, ashabından bir adamı çıkartıp getirmek üzere gizlice göndermişti. Mekke'de cahiliyye döneminde iken sevdiği Anak adında bir kadını vardı. Bu kadın ona geldi. Kadına: İslâm cahiliyye döneminde olanı haram kılmıştır, deyince kadın: O halde benimle evlen, dedi. Bu sefer: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan izin almadıkça yapamam dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına geldi. Ondan izin istedi. Hazret-i Peygamber onunla evlenmeyi yasakladı. Çünkü kendisi müslüman, o kadın ise müşrik idi. el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzul, s. 74; Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 614. Rivâyet, görüldüğü gibi mürseldir. Buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Nûr Sûresi'nde (24/3. âyet 2. başlıkta) gelecektir. 3- Bu Âyet-i Kerîmenin Anlaşılması ile İlgili Görüşler: İlim adamları bu âyet-i kerimenin te'vili hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim şöyle demektedir: Yüce Allah, Bakara Sûresi'nde müşrik kadınları nikâhlamayı haram kıldıktan sonra, bunların genelinden kitap ehlinin kadınlarını neshetti ve Maide Sûresi'nde (5/5. âyette) onlarla nikâhlanmayı helal kıldı. Bu görüş İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir. Mâlik b. Enes, Süfyan b. Said es-Sevrî, Abdurrahman b. Amr el-Evzaî de bu görüşü beyan etmişlerdir. Katâde ve Saîd b. Cübeyr ise şöyle derler: Bu âyet-i kerimenin lâfzı, her kâfir kadın hakkında geneldir. Ancak bununla kastedilen, özellikle kitap ehli kadınlarıdır. Ancak Maide Sûresi'ndeki âyet-ı kerîme bu hususî hükmü beyan etmiş olup buradaki umum ifade hiçbir şekilde kitap ehli kadınlarını kapsamamaktadır. Bu, aynı zamanda Şâfiî'nin iki görüşünden biridir. Birinci görüşe göre umum onları kapsar; daha sonra Maide Sûresi bu umumun bir kısmını neshetmiştir. Mâlik'in görüşü de budur. Bunu İbn Habib zikretmiş ve şöyle demiştir: Yahudi ve hıristiyan kadın ile nikâhlanmayı her ne kadar yüce Allah helal kılmış ise de, bu istiskal edilen ve yerilen birşeydir. İshak b. İbrahim el-Harbî der ki: Bazıları Bakara Sûresi'ndeki bu âyet-i kerimeyi neshedici, Maide Sûresi'ndeki âyeti de mensuh olarak kabul etmişler ve böylelikle Kitap ehli olsun veya olmasın, müşrik olan her kadın ile nikâhlanmayı haram kabul etmişlerdir. en-Nehhâs der ki: Bu görüşü ileri sürenlerin lehine delil olarak gösterilebileceklerden birisi de sahih sened ile naklettiğimiz Muhammed b. Reyyân'ın bize anlattığıdır. O dedi ki: Bize Muhammed b. Rumh anlattı dedi ki: Bize el-Leys, Nafı'den anlattı. Buna göre Abdullah b. Ömer'e bir erkeğin hıristiyan yahut yahudi bir kadın ile nikâhlanmasına dair soru sorulduğunda şöyle dermiş: Allah, müşrik kadınları mü’minlere haram kılmıştır ve ben bir kadının rabbinin Îsa olduğunu yahut Allah'ın kullarından bir kulun onun rabbi olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum. en-Nehhâs der ki: Ancak bu, sözleri delil kabul edilen cemaatin ileri sürdüğü görüşün dışında kalan bir görüştür. Çünkü sahabe ve tabiinden bir topluluk, kitap ehli kadınlarını nikâhlamanın helal olduğunu belirtmiştir ki, Osman, Talha, İbn Abbâs, Cabir ve Huzeyfe (r. anhum) bu ashab arasındadır. Tabiinden de Said b. el-Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, el-Hasen, Mücâhid, Tavus, İkrime, eş-Şâ'bî ve ed-Dahhâk da vardır. Değişik bölgelerdeki fukaha da bu görüştedir. Aynı şekilde Bakara Sûresi'nden olan bu âyet-i kerimenin, Maide Sûresi'nde yer alan âyeti neshedici olması imkansızdır. Çünkü Bakara Süresi Medine'de ilk olarak nazil olan sûrelerden, Maide ise son nazil olan sûrelerdendir ve ancak sonra gelen önce geleni neshedebilir. İbn Ömer'in sözüne gelince; bunda delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü İbn Ömer (radıyallahü anh) naslara bağlı (mütevakkif) bir kimse idi. Âyetlerden birisinde helal kılındığını öbüründe haram kılma hükmünü işitince ve bu konuda ona neshe dair bir haber ulaşmayınca tevakkuf etti (naslara bağlılığından dolayı durdu, görüş beyan etmedi.) Neshe dair ondan bir görüş nakledilmiş değildir. Onun adına başkaları tarafından tevilde bulunulmuştur. Nasih ve mensuh ile ilgili açıklamalar ise te'vil ile alınıp öğrenilmez. İbn Atiyye de şunu zikreder: İbn Abbâs, ondan nakledilen kimi rivâyetlerde şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme putperest, mecûsi ve kitap ehli olan kadınlar hakkında geneldir. Aynı şekilde İslâm dininden başka bir din üzere olanların hepsi haramdır. Bu görüşe göre bu âyet-i kerîme Maide Sûresi'ndeki âyet-i kerimeyi neshedicidir. Bunun bir benzeri de Muvatta’''da yer alan İbn Ömer'e ait şu sözdür: Bir kadının rabbinin Îsa olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum. İbn Abdi’l-Berr, Muvatta’''ya yazdığı şerhi el-İstizkar (XVI, 270)te bunu zikretmektedir. Hazret-i Ömer'den rivâyet edildiğine göre o, Talha b. Ubeydullah ile Huzeyfe b. el-Yeman'ın evlendikleri kitap ehli kadınları birbirinden ayırmış ve bunun üzerine onlar: Ey mü’minlerin emiri, gerekirse onları boşarız, sen kızma! demeleri üzerine o, şöyle demiştir: Onları boşamak câiz olsa nikâhlamak da câiz olur. Fakat ben bir küçüklük ve bir zillet olduğundan dolayı birbirinizden ayırıyorum. İbn Atiyye der ki: Ancak bunun pek iyi bir senedi yoktur. Senedi bundan daha iyi bir rivâyet şudur: Hazret-i Ömer bunları birbirinden ayırmak istemiş, Huzeyfe ona: Onun bana haram olduğunu mu söylüyorsun? O takdirde ey mü’minlerin emiri, ben onu bırakırım, yoluna gitsin. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: Hayır ben onun haram olduğunu söylemiyorum, fakat bunların mazbut olmayanları ile evlenebileceğinizden korkuyorum, demişti. İbn Abbâs'tan da buna yakın bir rivâyet gelmiştir. İbnu'l-Münzir ise kitap ehli kadınları nikâhlamanın câiz olduğunu, Ömer b. el-Hattâb'dan ve en-Nehhâs'ın ashab-ı kiram ile tabiinden sözünü ettiği kimselerden, câiz olduğunu nakletmektedir. Bu konuya dair açıklamaların sonunda da şunları söyler: Öncekilerden herhangi bir kimsenin bunu haram kıldığına dair sahih hiçbir rivâyet yoktur. Bazı âlimler de şöyle demektedirler: Bu iki âyet-i kerîme arasında herhangi bir tearuz (zıtlık ve çatışma) yoktur. Çünkü lâfzın zahiri olan şirk kitap ehlini kapsamaz. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ehl-i kitaptan olsun, müşrikler olsun bütün kâfirler Rabbinizden üzerinize hiçbir hayrın indirilmesini istemezler." (el-Bakara, 2/105) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Kitap ehlinden ve müşriklerden olan kâfirler kendilerine apaçık delil gelinceye kadar ayrılmayacaklardır." (el-Beyyine, 98/1) Bu âyetinde yüce Allah lâfız itibariyle onlar arasında ayırım gözetmektedir. Atfın zahirî anlamı ise, kendisine atfeden ile atfedilenin birbirinden ayrı olmasını gerektirir. Aynı şekilde "şirk" ismi umumi bir lafızdır, nas değildir. Yüce Allah'ın: "Kendilerine kitap verilenlerden namuslu ve iffetli (muhsana) kadınlar" (el-Maide, 5/5) âyetinin: "Mü’minlerden namuslu ve iffetli olan kadınlar" âyetinden sonra gelmesi bir nastır. Dolayısıyla muhtemel bir mana ifade eden âyet ile muhtemel mana ifade etmeyen âyet arasında tearuz sözkonusu değildir. Şayet: "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu ve iffetli kadınlar" (el-Maide, 5/5) âyeti ile sizden önce kendilerine kitap verilip de İslâm'a girenler kastedilmektedir. Tıpkı: "Muhakkak ki kitap ehlinden Allah'a.. îman edenler vardır." (Âl-i İmrân, 3/199) âyeti ile: "Kitap ehlinden öyle bir topluluk vardır ki onlar ayakta dururlar.." (Âl-i İmrân, 3/113) âyetlerini andırmaktadır; denilecek olursa şöyle denilir: Bu, yüce Allah'ın: "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu ve iffetli olanlar" âyetindeki nassa ve Cumhûrun söylediklerine muhaliftir. Çünkü İslâm'a girip de müslümanlardan bir fert olanlar ile evlenmenin câiz olduğu, herhangi bir kimse için içinden çıkılamaz bir mesele değildir. Şayet: Yüce Allah (bu âyette): "Onlar ateşe davet ederler" diye buyurmakta ve böylelikle onların nikâhlanmalarının haram kılınış illetini ateşe davet etmeleri olarak tesbit etmektedir, denilirse bunun cevabı da şudur: Bu, yüce Allah'ın: "Mü’min bir cariye hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından elbette ki daha hayırlıdır" âyetinin illetidir. Çünkü müşrik cehenneme davet eder. Ayrıca bu, bütün kâfirler hakkında geçerli bir illettir. Müslüman kayıtsız ve şartsız olarak kâfirden daha hayırlıdır ve bu, apaçıktır. 4- Harbî Olan Kitap Ehli Kadınlarla Evlenmek: Harbî oldukları takdirde kitap ehli kadınlarla evlenmek, helal değildir. İbn Abbâs'a bu hususta soru sorulmuş, o da helal olmaz demiş ve yüce Allah'ın: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe îman etmeyen... lerle Savaşınız.." (et-Tevbe, 9/29) âyetini sonuna kadar okumuştur. Bu hadisi nakleden muhaddis der ki: Ben bunu İbrahim en-Nehaî'ye naklettim, o da bunu oldukça beğendi. Benzer rivâyeti el-Hakem b. Utbe, İbrahim'den nakletmektedir: el-İstizkâr, XVI, 271-272 Mâlik, harbî kadınlarla evlenmeyi mekruh görmüştür. Buna sebebse çocuğun dar-ı harb'te terkedilmesi, kadının domuzda tasarrufta bulunmasıdır. 5- Mü’min Bir Cariye Müşrik Bir Kadından Daha Hayırlıdır: Yüce Allah'ın: "Mü’min bir cariye hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından elbette daha hayırlıdır" âyeti başkasının mülkiyeti altındaki mü’min bir cariyenin, makam ve servet sahibi olsa dahi müşrik bir kadından daha hayırlı olduğunu haber vermektedir. İsterse müşrik kadın güzellik ve diğer hususlar itibariyle hoşlanılan bir durumda olsun. Taberî ve başkalarının görüşü budur. Bu âyet, Huzeyfe b. el-Yeman'a ait Hansa adında siyah bir cariye hakkında nazil olmuştur. Huzeyfe ona: Ey Hansa, sen siyahlığın ve çirkinliğin ile birlikte mele-i ala'da anıldın ve yüce Allah Kitab-ı Kerîm'inde senden söz etti, dedi ve onu azad ettikten sonra da onunla evlendi. es-Süddî de dedi ki: Bu âyet Abdullah b. Revâha hakkında nazil olmuştur. Onun siyah bir cariyesi vardı. Kızdığı bir sırada ona tokat attı, daha sonra da pişman oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına geldi ve durumu ona bildirdi. Hazret-i Peygamber ona: "Ey Abdullah, bu cariye nasıl birşeydir?" diye sorunca şöyle cevap verdi: Oruç tutuyor, namaz kılıyor, güzelce abdest alıyor ve iki şehadeti getiriyor. Bunun üzerine Resûlüllah: "Bu mü’min bir cariyedir" deyince İbn Revaha: Yemin olsun onu azad edeceğim ve onunla evleneceğim, dedi ve dediğini yaptı. Müslüman bazı kimseler bundan dolayı onu tenkid etmeye koyuldular ve: Bir cariye ile evlendi, dediler. Halbuki onlar müşriklere kız nikâhlamayı uygun görüyorlar ve soylarına rağbet dolayısıyla onlara kız verdikleri oluyordu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. el-Vâhidî, Eabâbu'n-Nûzûl, s. 75; Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 615. 6- Kitap Ehli Cariyelerinin Nikâhlanması: İlim adamları, kitap ehli cariyelerle evlenme hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik der ki: Kitap ehli bir cariye ile evlenmek câiz değildir. Eşheb ise Muhammed'in Kitab'ında İslâm'a girip de nikâhı altında kitap ehlinden bir cariye bulunan kimse hakkında şöyle demiştir: Bunlar birbirlerinden ayrılmazlar. Ebû Hanîfe ve arkadaşları ise kitap ehli cariyelerinin nikâhlanması caizdir, demiştir. İbnu'l-Arabî der ki: Ebû Hanîfe'nin mezhebine mensub ilim adamları, kitap ehli olan cariyenin nikâhlanmasının câiz olduğuna yüce Allah'ın: "Mü’min bir cariye hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından daha hayırlıdır" âyetini delil gösterirler. Âyet-i kerimenin delil olma yönü şöyledir: Şanı yüce Allah, mü’min bir cariye ile müşrikenin nikâhlanması arasında hangisinin hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Şayet müşrik bir cariyenin nikâhlanması câiz olmasaydı yüce Allah bunlar arasında hayır bakımından bir mukayese yapmazdı. Çünkü böyle bir mukayese câiz olan iki şey arasında sözkonusu olur. Câiz ve câiz olmayan arasında ve birbirine zıt iki şey arasında olmaz. Cevap şudur: Zıt iki şey arasında hayır bakımından bir mukayese, hem dilde hem de Kur'ân-ı Kerîm'de caizdir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O günde cennet ehlinin karar kılacakları yer de daha hayırlı, gün ortası istirahatleri de daha güzeldir." (el-Furkan, 25/24) Hazret-i Ömer de Ebû Mûsa'ya yazdığı mektubunda şöyle demiştir: "Hakka dönmek, batılda kalmaktan daha hayırlıdır." Bir diğer cevap: Yüce Allah'ın: "Bir cariye" âyeti ile mülkiyet altındaki kölelik kastedilmemektedir. Bundan kasıt insanlık yönüdür. Bütün Âdemoğulları ve Âdemkızları hep birlikte Allah'ın köleleri ve cariyeleridir. Bunu Basra kadısı Ebû'l Abbas el-Cürcanî söylemiştir. 7- Mecûsi Kadınlarla Evlenmek: Mecûsi (ateşe tapan) kadınlarla evlenme hakkında rukahanın farklı görüşleri, vardır. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe, Evzaî ve İshak bunun yasak olduğunu belirtmişlerdir. İbn Hanbel de: Böyle birşey hoşuma gitmez, demiştir. Huzeyfe b. el-Yeman'ın mecûsi bir kadınla evlendiği ve Hazret-i Ömer'in ona: O'nu boşa, dediği de rivâyet edilmektedir. İbnu'l-Kassar der ki: Mezhebimize mensub kimi ilim adamları şöyle demiştir: İki görüşten birisine göre onların kitabı vardır. Dolayısıyla onlarla nikâhlanmak câiz olmalıdır. İbn Vehb ise Mâlik'ten şunu rivâyet etmektedir: Mecûsi cariyeyle ona malik olmak dolayısıyla ilişki kurmak câiz değildir. Aynı şekilde putperest ve diğer kâfir cariyelerin durumu da budur. İlim adamları cemaati bu görüştedir. Ancak Yahya b. Eyyub'un İbn Cüreyc'den, onun Atâ ve Amr b. Dinar'dan şu rivâyeti müstesnadır. Buna göre Atâ ve Amr b. Dinar'a mecûsi cariyelerin nikâhlanması hakkında soru sorulmuş, bunlar da: Bunda bir mahzur yoktur demiş ve yüce Allah'ın şu: "Müşrik kadınları... nikâhlamayın" âyetini böylece te'vil etmişlerdir. Bu, onlara göre nikâh akdi hakkındadır. Mülk edinmek üzere satın alınan cariye hakkında değildir. Ayrıca Evtaslılardan alınan esirleri de buna delil gösterirler. Ashab-ı kiram onlara malik oldukları için onların cariyeleri ile birlikte olmuşlardı. en-Nehhâs der ki: Bu şaz bir görüştür. Evtaslıların esirlerine gelince bu cariyelerin İslâm'a girmiş olmaları mümkündür. Böylelikle onların nikâhlanmaları da câiz olmuştur. Yüce Allah'ın: "Müşrik kadınları îman edinceye kadar nikâhlamayın" âyetini delil göstermek ise yanlıştır. Çünkü onlar burada "nikâh" kelimesini bildiğimiz akit anlamında anlamışlardır. Sözlükte "nikâh" kelimesi hem bilinen nikâh akdi hakkında, hem de cinsî ilişki anlamında kullanılır. Yüce Allah: "Müşrik kadınları., nikâhlamayın" demek suretiyle, ister nikâh olsun, ister ilişki kabilinden olsun, müşrik kadınlar için sözkonusu olan nikâhın her türlüsünü haram kılmış oluyor. Ebû Ömer İbn Abdi’l-Berr de der ki: el-Evzaî dedi ki: Ben ez-Zührî'ye, mecûsi bir cariyeyi satın alan bir kişinin onunla ilişki kurup kuramayacağını sordum. O da şöyle dedi: Allah'tan başka bir ilâh olmadığına şahitlik ederse onunla ilişki kurabilir. Yûnus'tan gelen rivâyete göre o İbn Şihab'ın şöyle dediğini nakletmektedir: Müslüman olmadıkça onunla ilişki kurması ona helal olmaz. Ebû Ömer der ki: İbn Şihab'ın İslâm'a girmedikçe onunla ilişki kurması ona helal olmaz, şeklindeki sözü -ki o Meğazî ve Siyer'i insanlar arasında en iyi bilendir- Evtaslılardan alınan cariyelerle İslâm'a girmeksizin ilişki kurulduğunu ileri sürenlerin görüşlerinin tutarsızlığına bir delildir. Bu, aralarında Atâ ve Amr b. Dinar'ın da bulunduğu bir kesimden rivâyet edilmiştir. Onlar mecûsi cariye ile ilişki kurmakta mahzur yoktur, demişlerdir. Ancak böyle bir görüşe İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde bulunan fukahâdan herhangi bir kimse iltifat etmiş değildir. Hasan-ı Basrî'den -ki kendisinin de bölgesinde yaşayanların da gazaları hep Parslara onların ötesinde bulunan Horasanlılara karşıdır ve bunların hiçbirisi kitap ehli değildir- esir alındıkları takdirde mecûsi kadınlar hakkında ne şekilde uygulama yapıldığını açıklayan rivâyetler gelmiş bulunmaktadır. İşte bu konuda Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği nakledilmektedir: Bize Abdullah b. Muhammed b. Esed anlattı, dedi ki: Bize İbrahim b. Ahmed b. Firâs anlattı, dedi ki: Bize Ali b. Abdülaziz anlattı dedi ki: Bize Ebû Ubeyd anlattı dedi ki: Bize Hişam, Yûnus'tan, o el-Hasen'den anlatarak dedi ki: Bir adam ona (Hasan-ı Basrîye): Ey Ebû Said, o kadınları esir aldığınız vakit onlara nasıl bir uygulama yapıyordunuz? diye sordu, şu cevabı verdi: Onu kıbleye döndürür, İslâm'a girmesini, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmesini emrederdik, sonra gusletmesini emrederdik. Sahibi onunla ilişki kurmak istediği takdirde de onu istibrâ etmedikçe onunla ilişki kurmazdı. Buna göre ilim adamları, topluluğunun yüce Allah'ın: "Müşrik kadınları îman edinceye kadar nikâhlamayın" âyetini putperest ve mecûsi kadınlar diye anlamış olmaktadırlar. Çünkü yüce Allah, kitap ehli olan kadınları: "Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden muhsan olan kadınlar..." âyeti ile helal kılınmış bulunmaktadır. Burada sözü geçen "muhsan kadınlar"dan kasıt iffetli, namuslu kadınlar ve zina ettikleri bilinmeyen müslüman kadınlardır. Fukahâ arasında mecûsi olan cariyenin nikâhlanmasını ve ona malik olmak sebebiyle onunla ilişki kurmayı, tevbe etmedikçe mekruh görenler vardır. Çünkü böyle yapıldığı takdirde nesebin ifsad edilmesi sözkonusudur. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XVI, 268-269 Âyetin: "Müşrik erkeklere de îman edinceye kadar nikâhlamayın. Mü’min bir köle hoşunuza gitse bile elbette müşrik bir erkekten daha hayırlıdır" bölümüne dair açıklamalarımızı da onbir başlık halinde sunacağız: 1- Müslüman Kadın Müşrikle Evlendirilemez: Yüce Allah'ın: "Nikâhlamayın" âyeti, müslüman kadını müşrikle evlendirmeyin, demektir. Ümmet, müşrik bir kimsenin herhangi bir şekilde mü’min bir kadınla ilişki kuramayacağı üzerinde icma etmişlerdir. Çünkü bu, İslâm aleyhine küçüklük ifade eder. Kurrâ "Nikâhlamayın" âyetindeki "te" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Bu âyet-i kerimede veli olmadıkça nikâh olmayacağına nas ile delil vardır. -Muhammed b. Ali b. el-Huseyn der ki: Veli ile nikâh Allah'ın Kitabındadır. Böyle dedikten sonra da: "Müşrik erkeklere de .. nikâhlamayın" âyetini okumuştur. İbnu'l-Münzir der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu sabittir: "Velisiz nikâh olmaz." Buhârî, Nikâh 36'da bab başlığı olarak kaydederek, buna delil âyet ve hadisleri zikretmektedir.' Bu lafızla hadisin yer aldığı kaynaklar: Ebû Dâvûd, Nikâh 18,19; Tirmizî, Nikâh 14; İbn Mûee, Nikâh 15; Dûrakutnl, III, 219-221, 225, 226, 229; el-Heysemî, Mecmâu'z-Zevâid, IV, 286-287; Beyhakî, ea-Sünenul-Kübrâ, VII, 90,172-174, 176,177,180, 201-204, 224, X, 250... İlim ehli velisiz nikâh hakkında farklı görüşlere sahiptir. İlim ehlinin pek çoğu velisiz nikâh olmaz, demişlerdir. Bu hadis Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anhüm)dan rivâyet edilmiştir. Said b. el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Ömer b. Abdülaziz, Cabir b. Zeyd, Süfyan es-Sevrî, İbn Ebi Leyla, İbn Şubrume, İbnu'l-Mübarek, Şâfiî, Ubeydullah b. el-Hasen, Ahmed, İshak ve Ebû Ubeyd de hep bu görüştedir. Derim ki: Bu aynı zamanda Mâlik'in de görüşüdür. Allah, onların hepsinden razı olsun. Ebû Sevr ve Taberî de bu görüştedir. Ebû Ömer der ki: Velisiz nikâh olmaz, diyenlerin delili şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan: "Velisiz nikâh olmaz" dediği sabit olmuştur. Bu Hadîs-i şerîfi Şu'be ve es-Sevrî, Ebû İshak'tan o Ebû Burde'den o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan mürsel olarak rivâyet etmiştir. Mürsel hadisleri kabul edenlerin bu hadisi de kabul etmeleri gerekir. Mürsel hadisi kabul etmeyenlerin de bu hadisi kabul etmeleri gerekir. Çünkü bu hadisi muttasıl senedle rivâyet edenler, hadis hafızı ve sika olan kimselerdir. Bu hadisi mevsul olarak rivâyet edenler arasında İsrail ve Ebû Avane de vardır. Her ikisi bunu Ebû İshak'tan o Ebû Burde'den, o Ebû Mûsa'dan o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet etmişlerdir. İsrail ve ona tabi olan diğer raviler hafız ravilerdir. Hafızın yaptığı fazlalık ise kabul edilir. Ayrıca bu fazlalığı pek çok asıl da desteklemektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "... Artık kocalarına varmalarına engel olmayınız..."(el-Bakara, 2/232) Bu âyet-i kerîme kızkardeşini kocasına geri dönmekten engellemek isteyen Makil b. Yesar hakkında nazil olmuştur. Buhârî'de böyle demiştir. Buhârî, Tefsir 2. sûre 40. Ayrıca: Ebû Dâvûd, Nikâh 19-20; Tirmizî, Tefsir 2. sûre 28; Dûrakutnî, III, 224, Beyhakî, es-Sünen, VII, 167. Şayet velinin nikâhlamakta bir hakkı olmasaydı ona böyle bir engellemeye kalkışması yasaklanmazdı. Derim ki: Yüce Allah'ın Kitabında yine buna delil olan âyetlerden birisi de şudur: "O halde onları yakınlarının izniyle nikâhlayın" (en-Nisa, 4/25); "Sizden evli olmayanları nikâhlayın." (en-Nûr, 24/32) Burada yüce Allah nikâhlamak hususunda erkeklerden başkalarına hitap etmemektedir. Eğer kadınların bu konuda bir yetkileri olsaydı mutlaka onları sözkonusu ederdi. Buna dair açıklamalar Nûr Sûresi'nde (24/32. âyette) gelecektir. Şanı yüce Allah Hazret-i Şuayb'den naklederek: "İsterim ki bu iki kızımdan birini sana nikâhlayayım" (el-Kasas, 28/27) diye buyurmaktadır. Nitekim buna dair açıklamalar Kasas Sûresi'nde (işaret edilen âyette) gelecektir. Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler." (en-Nisa, 4/34) Böylelikle hem Kitapda hem Sünnetde velisiz nikâh olmayacağına dair birbirini destekleyici âyetler yer almaktadır: Taberî der ki: Hazret-i Hafsa'nın dul kalması üzerine Hazret-i Ömer'in onu nikâhlayıp bizzat kendisinin bu nikâhı yapmamasında; "baliğ ve hür kadın kendisini evlendirebilir ve velisi olmaksızın nikâhını akdedebilir" diyenlerin görüşünü iptal eden bir nokta vardır. Eğer bu Hazret-i Hafsa'ya ait bir yetki olsaydı, babasından daha çok yetkisini elinde bulundurabilseydi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Hafsa'ya bizzat kendisine talip olmayı bırakmaz ve onu evlendirmek ve onun adına akid yapmak yetkisini elinde bulundurmayan birisinden (yani babasından) ona talip olmazdı. Ayrıca bu, Hazret-i Peygamber'in: "Dul kadın, velisinden daha çok kendisi üzerinde hak sahibidir" Müslim, Nikâh 66; Ebû Dâvûd, Nikâh 24, 25; Tirmizî, Nikâh 18; Nesâî, Nikâh 31; İbn Mûee, Nikâh 11. hadisini de beyan etmektedir. Bunun anlamı şudur: Dul kadın, kendisi üzerinde onun rızası olmaksızın nikâh akdi yapılamayacağını ifade eder, yoksa velisi olmaksızın kendisini nikâh akdi ile bağlamak hususunda kendisi üzerinde daha çok hak sahibidir, anlamında değildir. Dârakutnî, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kadın kadını evlendirmez, kadın kendisini evlendirmez. Çünkü kendi kendisini evlendiren zaniyedir." (Dârakutnî) dedi ki: Bu sahih bir hadistir. Dârakutnî, III, 227-228. Ebû Dâvûd da Süfyan'dan, o ez-Zührî'den, o Urve'den o da Hazret-i Âişe'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Velisinin izni olmaksızın nikâhlanan herhangi bir kadının nikâhı batıldır. -(Bu sözü) üç defa tekrarladı.- Şayet onunla zifafa girerse ondan elde ettiği karşılığında onun için mehir vardır. Eğer aralarında anlaşmazlık çıkarsa sultan (yönetici) velisi olmayanın velisidir." Bu hadis sahihtir. Ebû Dâvûd, Nikâh 18, 19; Tirmizî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh 15. İbn Uleyye'nin İbn Cüreyc'den naklettiği şu sözüne itibar edilmez: Ben bunu ez-Zührîye sordum, o bunu bilmediğini belirtti. Ancak böyle bir sözü İbn Uleyye dışında İbn Cüreyc'den nakletmiş kimse yoktur. Bunu (bu hadisi) ez-Zühri'den bir grup rivâyet ettiği halde böyle birşeyden söz etmezler. ez-Zührî'den böyle bir söz söylediği sabit olsa bile bu, delil olmaz. Çünkü bu hadisi ondan sika kimseler rivâyet etmişlerdir ki Süleyman b. Mûsa bunlar arasındadır. Süleyman b. Mûsa ise sika ve İmâm bir kimsedir. Ca'fer b. Rabia da ondan rivâyet etmiştir. Eğer ez-Zührî bunu unutmuş ise onun unutması da buna zarar vermez. Çünkü Âdemoğlu unutmaktan yana korunmuş değildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem unuttu, bunun için onun zürriyetide unutur." Tirmizî, Tefsir 7. sûre 3; İbn Sa'd, Tabakat, I, 28. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da unuturdu. Onun dışındakilerin unutması daha da sözkonusudur. Hıfzeden de unutana karşı bir delildir. Bir haberi güvenilir (sika) bir ravi rivâyet ederse, onu unutanların unutmasının o habere zararı olmaz. Bununla birlikte eğer İbn Uleyye'nin İbn Cüreyc'den naklettiği sahih olsa idi, peki nasıl ilim ehli olan kimseler bunu reddetmiş ve ona herhangi bir şekilde iltifat etmemişlerdir? Bu nasıl izah edilebilir? Derim ki: Bu hadisi Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban et-Temimî el-Büstî "et-Tekasim ve'l-Enva" üzerine topladığı sahih Müsnedinde senedinde herhangi bir kopukluk ve onu nakledenler hakkında herhangi bir cerhin sübutu olmaksızın Hafs b. Ğıyas'tan, o İbn Cüreyc'den, o Süleyman b. Mûsa'dan, o ez-Zührî'den, o Urve'den, o Hazret-i Âişe'den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Veli ve adaletli iki şahit olmaksızın nikâh olmaz. Bundan başka türlü olan herhangi bir nikâh batıldır. Eğer bunlar aralarında anlaşmazlık çıkarsa sultan velisi olmayanın velisidir." Ebû Hâtim dedi ki: İbn Cüreyc'in Süleyman b. Mûsa'dan onun ez-Zühri'den naklettiği haberinde: "Adaletli iki şahit" ifadesini yalnız şu üç kişi söylemiştir Suveyd b. Yahya el-Umevî, Hafs b. Ğıyas'tan; ikincisi Abdullah b. Abdurrahman el-Cumahî; Halid b. el-Haris'ten; üçüncüsü ise Abdurrahman b. Yûnus er-Rakkî; Îsa b. Yûnus'tan yoluyla rivâyet edilmiştir. İki şahit ile ilgili olarak bu haberin dışında sahih başka bir haber yoktur. Bu haber "sabit olduğu takdirde, artık Kitap ve Sünnet velisiz nikâhın olmayacağını açıkça ifade ediyor demektir. Dolayısıyla bunlara mu/ıa/ıT olanların herhangi bir anlamı ez-Zührî ve en-Nehaî şöyle dermiş: Kadın kendisini denk (küfüv) birisiyle iki şahitle evlendirdiği takdirde bu câiz bir nikâh olur. Ebû Hanîfe de böyle diyordu: Kadın kendisini iki şahit huzurunda denk birisiyle evlendirdiği takdirde bu câiz bir nikâhtır. Bu aynı zamanda Züfer'in de görüşdür. Şayet kendisini denk olmayan birisiyle evlendirecek olursa nikâh câiz olmakla birlikte, velilerin onları birbirlerinden ayırdetme yetkileri vardır. İbnu'l-Münzir der ki: en-Numan'ın (Ebû Hanîfe'nin) söylediği sünnete muhaliftir. İlim ehlinin çoğunluğunun sözlerinin dışındadır. Bizler ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen haberin gereği ne ise onu kabul ediyoruz. Ebû Yûsuf da der ki: Veli olmadıkça nikâh câiz olmaz. Şayet veli teslim ederse (yani kadının kendisini velisiz nikâhlamasını kabul ederse) câiz olur. Teslim etmeyecek olursa ve koca da onun dengi ise hakim bunu câiz kabul eder. Onun bu görüşüne göre nikâh hakimin onu câiz kılması ile tamam. olur. Bu aynı zamanda Muhammed b. el-Hasan'ın da görüşüdür. Muhammed b. el-Hasan şöyle derdi: Hakim veliye nikâhı câiz kabul etmesini emreder. Bunu kabul etmezse kendisi yeni bir akid yapar. Velisi kadına izin verip de o da bizzat kendisini nikâh akdiyle evlendirirse bunun câiz olacağı hususunda Ebû Hanîfe ile arkadaşları arasında görüş ayrılığı yoktur. el-Evzaî der ki: Kadın kendisini evlendirme yetkisini bir erkeğe verse, o da onu denk birisiyle evlendirse bu nikâh caizdir. Velinin onları birbirinden ayırma yetkisi yoktur. Ancak kadın Arap olup da mevalîden birisiyle evlenmesi hali müstesna. Bu da ileride geleceği üzere Mâlik'in mezhebine yakındır. Zührî, Ebû Hanîfe ve en-Nehaî'hin görüşünü kabul edenler, Hazret-i Peygamber'in: "Velisiz nikâh olmaz" hadisini vücuba değil, kemale yorumlamışlardır. Peygamber efendimizin: "Mescide komşu olanın mescidin dışında namazı olmaz." Dârakutnî, Sünen, I, 420. "Namazı terkeden kimsenin İslâm'da bir payı yoktur" Hazret-i Ömer'in, şehadeti halinde yarası kanarken söylediği sözdür: Muvatta’', Tahâre 51; Beyhakî, Sünen I, 525. Onlar buna yüce Allah'ın şu âyetlerini da delil gösterirler: "Artık kocalarına varmalarına engel olmayın." (el-Bakara, 2/232) "Artık onların kendileri hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur." (el-Bakara, 2/234) Ayrıca Dârakutnî'nin Simak b. Harb'den yaptığı rivâyeti de delil gösterirler. Simak dedi ki: Bir adam Ali (radıyallahü anh)'ın yanına gelip şöyle dedi: Velisi olduğum bir kadın benim iznim olmaksızın evlendi. Hz Ali şöyle dedi: Onun ne yaptığına bakılır. Eğer denk birisiyle evlendi ise biz onun için bunu kabul ederiz. Şayet kendisiyle denk olmayan birisiyle evlendi ise o zaman bunun hakkında hüküm vermeyi sana bırakırız. Dârakutnî, III, 237. Muvatta’''daki rivâyete göre Âişe (radıyallahü anha) kardeşi Abdurrahman'ın kızını (kardeşi) hazır olmadığı halde evlendirmiştir. Muvatta’', Talâk 14, 15; Tahâvî, Şerku Meâni'l-Âsâr, III, 8. Bunu İbn Cüreyc, Abdurrahman b. Kasım b. Muhammed b. Ebibekr'den, o babasından o Hazret-i Âişe'den şöyle rivâyet etmiştir: Hazret-i Âişe el-Münzir b. ez-Zübeyr adındaki adama kardeşinin çocuklarından birisinin kızını nikâhlamıştır. Aralarına bir perde germişti. Sonra konuştu; nihayet geriye akdin yapılmasından başka birşey kalmayınca bir erkeğe emir verdi; o da nikâhı kıydı. Daha sonra şöyle dedi: Kadınların nikâhlama yetkileri yoktur. Buna göre Mâlik'in naklettiği bu hadisin açıklaması şöyle olur: Hazret-i Âişe mehri ve nikâhın diğer durumlarını tesbit edip kararlaştırdı, nikâhlama işini onun asabelerinden birisi üstlendi. Nikâhın Hazret-i Âişe'ye nisbet edilmesi ise bunun geçerliliğini kabul etme yetkisi ona ait olduğundan dolayıdır. İbn Huveyzimendad'ın belirttiğine göre velilerin kim olduklarına dair İmâm Mâlik'ten farklı rivâyetler gelmiştir. Bir seferinde: Kadını güzel bir makamda tutan herkes onun velisidir. İster asabeden olsun, ister zevilerhamdan olsun, ister yabancı bir kimse olsun, ister İmâm, İsterse de vasi olsun, demiştir. Bir seferinde de şöyle demiştir: Veliler asabeden olur. Asabe arasından kim onu güzel bir konumda tutarsa o velidir. Ebû Ömer ise der ki: Mâlik, İbnu'l-Kasım'ın ondan naklettiğine göre şöyle demiştir: Kadını velisi olmayan bir kimse izniyle evlendirdiği takdirde, eğer şerefli insanlar arasında belli bir yeri varsa onun velisi nikâhı feshedip etmemekte muhayyerdir. Eğer azad edilmiş, köle, ahlâksız veya sonradan müslüman olmuş gibi aşağı bir konumda ve belli bir durumu olmayanlardan ise, nikâhı câiz olur, velisinin bu konuda bir muhayyerliği yoktur. Çünkü bu durumda herkes ona denk olur. Yine Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre şerefli olsun olmasın, kadını ancak velisi veya sultan evlendirebilir. İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir. O şöyle der: Mâlik'in yoksul bir kimse ile belli bir mevkii olan kimse arasında fark gözetmesi câiz değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öldürme ve daha aşağı cinayetlerde müslümanlar arasındaki hükümlerde eşitlik olduğunu belirtmiş ve: "Müslümanların kanları birbirlerine denktir." Ebû Dâvûd, Cihâd 147, Diyât 11; Nesâî, Kasâme 10, 14; İbn Mâce, Diyât 31; Müsned, I, 119, 122, II, 180, 192, 211, 215 buyurmuştur. Kanları birbirine eşit olduğuna göre bunun dışındaki hususlarda da onlar aynı şeydirler. İsmail b. İshak da şöyle der: Şanı yüce Allah, nikâhı emredince mü’minlerin birbirlerinin velisi olduğunu tesbit edip şöyle buyurmaktadır: "Mü’min erkekler de mü’min kadınlar da birbirlerinin velisidirler." (et-Tevbe, 9/71) Mü’minler genel olarak böyledir, biri ötekine mirasçı olur. Bir erkek ölse ve onun mirasçısı bulunmasa mirası müslüman cemaate ait olur. Eğer bir cinayet işleyecek olursa müslümanlar onun adına diyete katılırlar. Diğer taraftan bir velilik bir diğer velilikten daha yakın, bir akrabalık ötekinden daha yakın olabilir. Eğer kadın sultanı bulunmayan (İslâm adına devlet yetkilisi olmayan) bir yerde bulunursa velisi de yoksa, o takdirde o kadın işini komşularından güvenilen bir kimseye havale eder, o da onu evlendirir ve bu durumda o kişi o kadının velisi olur. Çünkü insanlar için evlilik kaçınılmaz bir iştir. Bu konuda da mümkün olan en güzel ne ise ona göre amel ederler. İşte Mâlik de durumu zayıf olan kadın hakkında buna göre şöyle demiştir: Böyle bir kadını kadının işini kendisine havale edeceği kişi evlendirebilir. Çünkü kadın kendisine hakim olmak açısından zayıftır, o bakımdan yakınında sultan bulunmayan kimseye benzer. Böylelikle genelde kadın, bütün müslümanların onun velisi olduğu konumdadır. Eğer kadın işini bir erkeğe havale eder ve velilerini terkedecek olursa, o takdirde o uygun olmayan bir iş yapmış; hakimin de müslümanların da tepkiyle karşılayıp reddedecekleri bir davranışta bulunmuş olur. O bakımdan hakikatinin haram olup olmadığı bilinmeksizin, yaptığı bu nikâh fesholunur. Buna sebep ise bizim belirttiğimiz şekilde mü’minlerin birbirlerinin velisi oluşu ve bu konudaki ihtilaftır. Ancak bu nikâhının feshedilmesi sadece işin uygun olmayan bir yolla olduğundan ve böylesi iffetleri, namusları korumak için daha ihtiyatlı ve daha sağlam bir yol olduğundan dolayıdır. Şayet gerdeğe girilmiş, aradaki zaman uzayıp gitmiş ve çocuklar doğmuş, yapılan bu iş de doğru ise artık fesih câiz olmaz. Çünkü yapılan işler üzerinden uzun bir süre geçtiği takdirde, bunlardan ancak hakkında şüphe bulunmayan haramlar reddolunur. Ve bu, üzerinden zaman geçen hakimin hükmüne benzer. Eğer hakim bir hüküm verecek olursa hatalı olduğunda şüphe bulunmayanlar dışında o hüküm fesholunmaz. Şâfiî ve mezhebine mensup âlimlere göre; velisiz nikâh duhulden önce de sonra da feshedilir. Onlardan birisi öldüğü takdirde birbirlerinden miras almazlar. Onlara göre veli nikâhın farzlarındandır. Çünkü onlara göre bu konuda Kitap ve Sünnette delil vardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden evli olmayanları nikâhlayın." (en-Nûr, 24/32) Nitekim bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Onları yakınlarının izniyle nikâhlayın." (en-Nûr, 24/25) Velilere hitaben de şöyle buyurmaktadır: "Kocalarına varmalarına engel olmayınız." (el-Bakara, 2/232) Hazret-i Peygamber de: "Velisiz nikâh olmaz" diye buyurmuştur. Şâfiîler bu konuda şerefli olan ile daha alt tabakada olan arasında bir fark gözetmezler. Çünkü ilim adamları kanlar hususunda aralarında fark bulunmadığında icma etmişlerdir. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müslümanların kanları birbirine denktir" diye buyurmaktadır. Üst konumlarda bulunan kimse ile daha aşağı konumlarda olanlar arasında Kitapta da Sünnette de herhangi bir fark yoktur. 4- Velisiz Yapılan Nikâhı Velinin Sonradan Uygun Görmesi: Velisiz yapılıp daha sonra gerdeğe girilmeden önce velinin uygun gördüğü nikâh hakkında fukahânın farklı görüşleri vardır. Mâlik ve -Abdülmelik dışında kalan- arkadaşları der ki: Böyle bir nikâh eğer velinin onu uygun görmesi yakın bir zamanda gerçekleşmiş ise caizdir. Bu, nikâhı veliden başkasının akdetmesi ve kadının bizzat akdetmemesi halinde böyledir. Şayet müslümanlardan uzak ya da yakın bir veli olmaksızın kadın kendisini evlendirir nikâhı bizzat akdedecek olursa, böyle bir nikâh hiçbir şekilde kabul edilmez. İsterse aradan uzun bir zaman geçmiş olsun ve çocuk doğurmuş olsun. Şu kadar var ki gerdeğe girildiği takdirde çocuğun nesebi babasına ilhak edilir ve had sakıt olur; durum ne olursa olsun böyle bir nikâhın feshedilmesi kaçınılmaz olur. İbn Nâfi' ise Mâlik'ten naklen şöyle demektedir: Böyle bir durumda nikâh, talâk sözkonusu olmaksızın feshedilir. İlim adamları velilerin dereceleri ve sıralanışları hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik şöyle dermiş: Onların başında gelenler aşağı doğru inseler dahi oğullardır. Sonra babalar gelir, sonra baba anne bir kardeşler, sonra baba bir kardeşler. Daha sonra baba anne bir kardeş çocuklan, sonra baba bir kardeş çocukları, daha sonra baba tarafından ne kadar yukarı giderlerse gitsinler dedeler, sonra kardeşlik sıralamasına uygun olarak amcalar, sonra kardeş çocukları sırasına uygun olarak ne kadar aşağı inerlerse insinler onların oğulları, ondan sonra mevla (onu azad eden efendisi) sonra sultan (İslâm devlet başkanı) veya onun tayin ettiği hakim. Vasi kimse yetimleri nikâhlamakta velilerden önce gelir. Vasi babanın halifesi ve vekilidir. O bakımdan onun durumu hayatta iken babanınkine benzer. Şâfiî de der ki: Baba ile birlikte velayet sözkonusu değildir. Baba öldüğü takdirde dede, sonra dedenin babasının babası gelir. Çünkü hepsi babadırlar. Dededen sonra velilik kardeşlere, sonra daha yakın olana geçer. el-Müzenî der ki: (Şâfiî) cedid görüşünde şöyle demektedir: Her kim annesiyle tek başına kalırsa, mirasta olduğu gibi onu evlendirmeye daha evladır. Kadim görüşünde ise aralarında fark yoktur, der. Derim ki: Medineliler Şâfiî'nin sözüne benzer bir rivâyeti ve babanın oğuldan önce geldiğini rivâyet etmişlerdir. Bu Ebû Hanîfe'nin iki görüşünden de birisidir. Bunu el-Bâcî nakletmektedir. el-Muğire'den de şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Dede kardeşlerden önce gelir. Ancak Mâlikî mezhebinde meşhur olan daha önce naklettiğimizdir. Ahmed der ki: Kadını evlendirme hakkına en çok sahip olan kişi onun babasıdır. Sonra onun oğlu, sonra kardeşi sonra kardeşinin oğlu sonra da amcadır. İshak der ki: Oğul babadan önce gelir. Mâlik'in dediği gibi. Bunu İbnu'l-Münzir de tercih etmiştir. Çünkü Umm Seleme'nin oğlu Ömer, annesi Umm Seleme'yi annesinin izniyle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile evlendirmiştir. Derim ki: Nesâî bunu Umm Seleme'den rivâyet etmiş ve bu hadisin başına: "Oğlun Annesini Evlendirmesi" başlığını koymuştur. Nesâî, Nikâh 28. Hadis ayrıca Müsned, VI, 320, 321'de geçmektedir. Derim ki: İlim adamlarımız bunu çokça delil gösterirler; ama bu birşey ifade etmez. Bunun delili ise sahih kaynaklarda da sabit olan Ebû Seleme'nin oğlu Ömer'in şu sözüdür: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın himayesinde küçük bir çocuk idim. Elim yemek kabında gelişigüzel dolaşırdı. Bana: "Ey oğul, Allah'ın ismini an, sağ elinle ye ve önünden ye" dedi. Buhârî, Efime 2; Müslim, Eşribe 108; İbn Mâce, Et'ime 8; Müsned, IV, 26. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) de el-İstiab adlı eserinde şöyle demektedir: Ebû Seleme'nin oğlu Ömer'in künyesi Ebû Hafs'tır. Hicretin ikinci yılında Habeşistan'da dünyaya gelmiştir. Denildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği gün daha dokuz yaşında idi. Derim ki: Yaşı bu olan bir kimsenin veli olması uygun düşemez. Fakat Ebû Ömer'in zikretiğine göre Ebû Seleme'nin Umm Seleme'den Seleme adında bir başka oğlu daha varmış. İşte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a annesi Umm Seleme'yi nikâhlayan budur. Seleme kardeşi Ebû Seleme'nin oğlu Ömer'den daha büyük idi. Onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelmiş herhangi bir rivâyetini bilmiyorum. Fakat onun kardeşi olan Ömer, ondan (Hazret-i Peygamber'den) rivâyette bulunmuştur. 6- Sıra İtibariyle Daha Uzak Olan Velinin Kadını Evlendirmesi: Velilerden daha uzak olan bir erkeğin kadını evlendirmesi hakkında (fukahanın) farklı görüşleri vardır. -İbare bu şekildedir ancak daha uygun bir ifade şöyle demektir: Daha yakın veli hazır bulunuyor iken daha uzak velinin evlendirdiği kadının durumu hakkında farklı görüşler vardır.- Tireler arası ibare, tercümeye esas aldığımız baskıda da metinde de derc edilmiştir. Bu bakımdan yapılan diğer baskılar da bunu böylece almışlardır. Bu ibareyi müstensihin eklemiş olduğu anlaşılmaktadır. Şâfiî, böyle bir nikâh batıldır, der. Mâlik ise bu nikâh caizdir, der. İbn Abdi’l-Berr ise der ki: Eğer daha yakın olan veli birşeye tepki göstermez ve bunu reddetmezse o nikâh geçerli olur. Şayet bunu reddeder ve evlendirilen kadın da dul veya bakire olmakla birlikte baliğa ve yetim ise vasisi de yoksa Maliki ilim adamlarının ve Medinelilerden bir grup ilim adamının konu ile ilgili farklı görüşleri vardır. Onlardan kimisi şöyle der: Böyle birşey geri çevrilmez ve geçerli olur. Çünkü bu aşiretten ve boydan bir velinin izniyle akdolmuş bir nikâhtır. Onlardan böyle bir nikâh geçerli olmaz, diyenler şöyle der: Veliler ile ilgili sıralanış daha faziletli ve daha evla olana göre yapılmıştır. Bu ise müstehabtır, vacip değildir. Maliki mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğuna göre hülasası budur. İsmail b. İshak ve ona uyanlar da bunu tercih etmişlerdir. Şöyle de denilmiştir: Bu hususa sultan (devlet yetkilisi) bakar ve daha yakın olan veliye neyi reddettiğini sorar. Ondan sonra kendisi geçerli görmeyi uygun görürse geçerli kabul eder, reddetmeyi uygun görürse reddeder. Bir diğer görüşe göre ise daha yakın olan durum ne olursa olsun o nikâhı reddedebilir. Çünkü bu onun için bir haktır. 'Şöyle de denilmiştir: Aradan uzun zaman geçmeyip çocukları olmadığı sürece o nikâhı red de edebilir kabul de edebilir. Evet, bütün bunlar Medinelilerin konu ile ilgili görüşleridir. 7- Daha Yakın Olan Veli Velayetinin Gereğini Yapamıyor ise: Şayet daha yakın olan veli hapiste veya bunak (sefih) ise sıra itibariyle ondan sonra gelen veli kadını evlendirir ve öbür veliler arasında ölmüş gibi kabul edilir. Aynı şekilde velileri arasından daha yakın olan kişi uzakça bir yerde veya çabucak dönmesi umulmayan bir şekilde gaib olursa, sıra itibariyle ondan sonra gelen velisi onu evlendirir. Şöyle de denilmiştir: Yakın olan velisi gaib olduğu takdirde, ondan sonra gelen velisi onu evlendiremez, hakim onu evlendirir. Ancak birincisi Mâlik'in görüşüdür. 8- Yakınlıkta Birbirine Eşit Olan Velilerden Birisi Hazır Olmazsa: İki veli, büyük dededen yakınlık itibariyle eşit olurlarsa, bunlardan birisi gaib bulunursa, kadın da nikâh akdini onlardan hazır olanına havale ederse, gaib olan geldiği takdirde bunu reddedemez. Her ikisi de hazır bulundukları halde nikâhlama yetkisini onlardan birisine havale edecek olursa, diğerinin de izni olmadıkça o kadını evlendiremez. Aralarında ayrılık çıkarsa mes'eleye hakim bakar ve onun için daha iyi olanını, onun hakkında câiz (geçerli) kabul eder. Bunu İbn Vehb, Mâlik'ten rivâyet etmektedir. Mâlik ve mezhebine mensup ilim adamlarına göre nikâhta şahit bulundurmak rükün değildir. Bunun yayılması ve ilan edilmesi yeterlidir. Böylelikle bu nikâh gizli bir nikâh (fuhuş) olmaktan çıkmış olur. İbnu'l-Kasım İmâm Mâlik'ten naklen der ki: Bir beyyine (şahitler huzurunda) ile evlense ve kendilerine bunu gizlemelerini emretse bu nikâh câiz olmaz, çünkü bu gizli nikâhtır. Beyyinesiz olarak fakat gizlemeksizin evlendiği takdirde ise bu caizdir. Daha sonra ise nikâhlarına şahit tutarlar. İbn Vehb, İmâm Mâlik'ten iki erkeğin şahitliğiyle bir kadın ile evlenip de o şahitlerden durumlarını gizlemelerini isteyen kimse hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bir talâk ile birbirlerinden ayrılırlar ve nikâh câiz olmaz. Eğer onunla zifafa girmiş ise mehrini almaya hak kazanır, fakat iki şahit de cezalandırılmaz. Ebû Hanîfe, Şâfiî ve arkadaşları derler ki: İki şahit ile kadınla evlenir ve şahitlere bunu gizlemelerini söylese, nikâh caizdir. Ebû Ömer der ki: Bu, bizim arkadaşımız Endülüslü Yahya b. Yahya el-Leysî'nin de görüşüdür. O der ki: İki erkeğin şahitlik ettiği bütün nikâhlar artık gizli olma sınırının dışına çıkmıştır. Zannederim o bunu Leys b. Sa'd'dan nakletmiştir. Şâfiî ve Kûfelilerle onlara tabi olanlara göre gizli nikâh, iki ve daha fazla erkeğin şahitlik etmediği bütün nikâhlardır, durum ne olursa olsun (bu tür nikâhlar) feshedilir. Derim ki: Zikrettiğimiz Hadîs-i şerîf dolayısıyla Şâfiî'nin görüşü daha sahihtir. Ayrıca İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Adaletli iki şahit ve reşid bir veli olmadıkça nikâh olmaz. Bildiğim kadarıyla ashab-ı kiramdan bu konuda ona muhalefet eden yoktur. Mâlik de mezhebinin lehine şunu delil göstermiştir: Akid esnasında haklarında şahit bulundurmanın yüce Allah'ın sözkonusu ettiği satışlar ile ilgili delalet, bunun satışın farzlarından olmadığını ortaya koymaktadır. Şanı yüce Allah'ın kendisine dair şahit tutmayı sözkonusu etmediği nikâhta, şahit tutmanın nikâhın şartlarından ve farzlarından olmaması öncelikle sözkonusudur. Nikâhtan maksat, neseblerin muhafaza edilmesi için ilandır ve açıklıktır. Şahit tutmak ise, gerektiğinde nikâhın tarafları arasında yapılan akid ile ilgili olarak anlaşmazlıklara dair ve karşılıklı davalar için akidden sonra da yapılabilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da: "Nikâhı ilan ediniz" Tirmizî, Nikâh 6; İbn Mâce, Nikâh 20. Ayrıca bk. el-Bennâ, Fethu'r-Rabbani, XVI, 212; el-Hâkim. el-Müstedrek, II, 200. buyurduğu rivâyet edilmiştir. Mâlik'in bu görüşü aynı zamanda İbn Şihab'ın ve Medinelilerin çoğunun da görüşüdür. 10- Mü’min Bir Köle Hoşa Giden Müşrikten Hayırlıdır: "Mü’min bir köle" mevki ve malı itibariyle "hoşunuza gitse bile elbette" yüksek mevkili "müşrik bir erkekten daha hayırlıdır." Az Önce geçtiği gibi. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Burada mü’min köleden kasıt, mü’min erkektir. Nitekim mü’min cariyeden kasıt da mü’min kadındır. Önceden de açıklamıştık. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Bütün erkekleriniz Allah'ın kullandır, bütün kadınlarınız da Allah'ın cariyeleridir." Müslim, Elfâz 13; Müsned, II, 463 ve 484'te: "... Hepiniz Allah'ın kullarısınız, bütün kadınlarınız Allah'ın cariyeleridir..." anlamında. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah'ın cariyelerini Allah'ın mescidlerine gitmekten alıkoymayınız." Buhârî, Cumua 13; Müslim, Salât 137; Ebû Dâvûd, Salât 52; Muvatta’', Kıble 12; Müsned, II, 16, 151. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "O ne iyi kuldu! Çünkü o (radıyallahü anhbbine) dönücü idi." (Sâd, 38/30 ve 44) Bu, bu âyet-i kerîme ile ilgili yapılmış en güzel açıklamadır. Bu açıklamaya göre anlaşmazlıklar ortadan kalkar, ayrılıklar son bulur. Başarıya ulaştıran Allah'tır. 11- Müşriklerin Daveti ve Allah'ın Daveti: Yüce Allah'ın: "Onlar" âyeti müşrik erkeklerle müşrik kadınlara işarettir. "Ateşe davet ederler." Yani onlar ateşi gerektirici işleri işlemeye çağırırlar. Onlarla arkadaşlık yapmak, onlarla oturup kalkmak, pek çok noktada onların hevalan seviyesine düşmeyi gerektirir, üstelik onlar yetişecek olan nesli de terbiye etmiş olacaklar. "Allah ise izniyle" ez-Zeccâc'ın açıklamasına göre emriyle "cennete" yani cennet ehlinin ameliyle amel etmeye "davet eder. Ve âyetlerini insanlara öğüt alsınlar diye apaçık bildirir." |
﴾ 221 ﴿