229

Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden birşey almanız sizin için helâl olmaz. Meğer ki ikisi Allah'ın sınırlarına riâyet edememekten korksunlar. Eğer siz onların Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur. İşte bunlar Allah'ın şuurlarıdır, onları aşmayınız. Kim Allah'ın şuurlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.

Âyetin:

"Boşama iki defadır, ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır" bölümüne dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

1- Cahiliyye Döneminde Boşama ve Âyetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Boşama iki defadır" âyeti ile ilgili olarak sabit olduğuna göre cahiliyye dönemi insanlarının boşama için kabul ettikleri belli bir sayıları yoktu. Bununla birlikte iddet onlarca belli idi ve süresi tesbit edilmişti. Aynı durum İslâm'ın ilk dömemlerinde de bir süre böyle devam etti. Erkek karısını dilediği kadar boşayabiliyordu. Boşamasından kurtulup başkalarıyla evlenmesi helâl olması yaklaştı mı, dilediği kadar da ona ric'at yapabiliyordu.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde bir erkek karısına: Seni barındırmam ve senin helâl olmana da imkân vermem, dedi. Kadın: Bu nasıl olur? deyince şu cevabı verdi: Seni boşarım. İddetinin bitmesi yaklaştı mı sana dönerim. Kadın bunu Hazret-i Âişe'ye şikâyet etti. Hazret-i Âişe de durumu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a zikretti. Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi erkeğin yeni bir mehir ve veliye ihtiyaç olmaksızın ric'at yapabileceği talâk sayılarını beyan etmek üzere indirdi ve onların önceki durumlarını neshetti. Tirmizî, Talâk 16; Muvatta’', Talâk 29.

Urve b. ez-Zübeyr, Katâde, İbn Zeyd ve başkaları bu manada nüzul sebebini açıklamışlardır.

İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Mücâhid ve başkaları ise şöyle demektedir: Âyet-i kerimeden kasıt, talâk sünnetini öğretmektir. Yani kim iki defa hanımını boşarsa üçüncüsünde Allah'tan korksun. Ya ona hakkından herhangi bir şeyi eksik vermek suretiyle zulmetmeyecek ya da onunla güzel bir şekilde geçinmek üzere yanında tutacak. Âyet-i kerîme işte bu iki manayı ihtiva etmektedir.

2- Boşamanın Mahiyeti ve Hükmü:

Talâk, eşler arasında akdolmuş bulunan nikâh bağını özel lâfızlarla çözmektir. Talâk bu ve bundan başka âyet-i kerimeler gereğince mubahtır. Hazret-i Peygamber'in İbn Ömer ile ilgili hadisindeki şu sözleriyle de mubahtır: "Artık bundan sonra dilerse (nikâhı altında) tutar, dilerse boşar." el-Bakara, 2/228. âyetin birinci bölümünün tefsirinde 4. başlıkta bu hadis geçmiş bulunmaktadır. Kaynakları orada gösterilmiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da önce Hazret-i Hafsa'yı boşamış, sonra ona dönmüş idi. Bunu da İbn Mâce rivâyet etmiştir. İbn Mâce, Talâk 1.

İlim adamları icma ile şunu belirtmişlerdir: Hanımını kendisi ile temas kurmadığı bir temizlik halinde temiz olarak boşayan kimse sünnete uygun olarak ve yüce Allah'ın emretmiş olduğu iddete uygun bir şekilde boşamış olur. Eğer onunla gerdeğe girmiş ise, iddeti bitmeden önce ona ric'at yapabileceği ve iddeti bittikten sonra diğer talipliler gibi bir talip olacağı hususu üzerinde de icma etmişlerdir.

Buna göre Kitap, Sünnet ve ümmetin icmaı talâkın mahzur (yasak) değil mubah olduğuna delildir. İbnu'l-Münzir derki: Talâkı yasaklamaya dair herhangi bir haber sabit olmamıştır.

3- Allah'ın Sevmediği Helâl ve Boşamada İstisna:

Dârakutnî rivâyet ediyor: "Bana Ebû'l-Abbas Muhammed b. Mûsa el-Ali ed-Dûlabî ile Yakub b. İbrahim anlattı; dediler ki: Bize el-Hasen b. Arefe anlattı: Bize İsmail b. Uyyaş b. Humeyd b. Mâlik el-Lahmî, Mekhul'den anlattı, o Muaz b. Cebel'den dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu: "Ey Muaz! Allah, yeryüzünde köle azad etmekten daha çok sevdiği şeyi yaratmış değildir. Yine yüce Allah, yeryüzünde boşamaktan daha çok buğzettiği birşeyi yaratmış değildir. Adam kölesine: Sen inşaallah hürsün, diyecek olsa o köle hür olur ve onun için istisna yoktur (inşaallah demesinin hükmü olmaz.) Yine adam karısına: Sen inşaallah boşsun, diyecek olursa onun için istisna sözkonusudur ve hakkında talâk olmaz." Bize Muhammed b. Mûsa b. Ali anlattı, bize Humeyd b. er-Rabi anlattı, bize Yezid b. el-Harun anlattı. Bize İsmail b. Ayyaş isnadını da belirterek ona yakın bir şekilde haber verdi. Humeyd dedi ki: Bana Yezid b. Harun şöyle dedi: Eğer Humeyd b. Mâlik el-Lahmî bilinen bir kimse olsaydı hadis diye buna denirdi. Ben: O benim dedemdir, dedim. Bu sefer Yezid dedi ki: Şimdi beni sevindirdin. İşte bu şimdi hadis oldu." Dârakutnî, IV, 35.

İbnu'l-Münzir der ki: Talâkta istisnanın olduğu görüşünü kabul edenler arasında Tavus, Hammâd , Şâfiî, Ebû Sevr ve re'y ashabı da vardır. Ancak Mâlik'in ve Evzaî'nin görüşüne göre talâkta istisna câiz olmaz. el-Hasen ve Katâde'nin özel olarak talâk hakkındaki görüşleri de budur. (İbnü'l-Münzir) devamla dedi ki: Ben ise birinci görüşü kabul ediyorum.

4- Boşadıktan Sonra Nikâhında Tutmak İsterse:

Yüce Allah'ın:

"Ya iyilikle tutmak" âyeti mübtedadır. Haberi ise; (iyilikle tutmak) daha uygun ya da daha güzeldir, takdirindedir. Hazfedilmiş mübtedanın haberi olarak merfu olması da uygundur. Yani size düşen maruf ile tutmaktır veya sizin için vacip olan, hak olduğu bilinen bir şekilde nikâhınız altında tutmaktır. Kur'ân-ı Kerîm'in dışında masdar olarak "tutmak" anlamına gelen kelimenin mansub okunması da câiz olur.

"İyilikle" âyetinin anlamı ona herhangi bir şekilde haksızlık etmeyip zulmetmemesi, haksızca bir söz söylememesi demektir.

"Tutmak" ise (talâk ile aynı kökten) ıtlâk'ın (boş bırakmanın) zıddıdır.

"Salmak" ise birşeyi serbest bırakmaktır. Saç tellerinin birbirinden kurtarılması için saçın taranmasını anlatmak için (burada kullanılan): "teşrih" denilmesi bundan dolayıdır. Davarların serbest bırakılması için de aynı tabir kullanılır. Burada geçen "salma"nın iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi ikinci defa boşadıktan sonra beklemesi gereken iddetini tamamlayıncaya kadar terketmesi ve böylelikle kadının kendisi hakkında tasarruf sahibi olmasıdır. Bu es-Süddî ve ed-Dahhak'ın görüşüdür. Diğer anlamı ise onu üçüncü defa boşadıktan sonra serbestçe bırakıp salmasıdır. Bu da Mücâhid, Atâ ve diğerlerinin görüşüdür. Aşağıdaki şu üç sebep dolayısıyla bu ikinci görüş daha sahihtir:

a) Dârakutnî'nin Enes'ten rivâyet ettiğine göre adamın birisi şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü, yüce Allah:

"Boşama iki defadır" diye buyurmaktadır, bu neden üçe çıktı? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır." -Bir rivâyete göre- "işte üçüncüsü odur" denilmektedir. Dârakutnî, IV, 3-4. Bu hadisi İbnu'l-Münzir (de) zikretmektedir.

b) Salmak (teşrih) talâk lâfızlarındandır. Nitekim:

"Eğer boşamaya karar verirlerse" (el-Bakara, 2/227) âyetindeki (boşama anlamına gelen): "Talâk" lâfzının yerine, bir kıraatte: "es-Serah" lâfzının kullanıldığını görüyoruz.

c) Bu kelimenin kipi (tef’il) ikinci boşamadan ayrı tekrarlanan bir fiilin de meydana geldiği anlamını vermektedir. Halbuki terketmek anlamım ifade etmek için bu kipin kullanıldığı görülmez: Ebû Ömer der ki: İlim adamları yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinde kastedilenin, iki boşamadan sonra üçüncü boşama olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Yüce Allah'ın:

"Eğer onu boşarsa ondan sonra ondan başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz" (el-Bakara, 2/230) âyetinde kastedilen de bu olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Yine ilim adamlarının icmaına göre hanımını bir veya iki defa boşayan bir kimsenin hanımına ric'at yapma (dönme) hakkı vardır. Üçüncü defa onu boşadığı takdirde ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça birincisine helâl olmaz. Bu ise te'vilinde ihtilaf olmayan Kur'ân-ı Kerîm'in muhkem hükümleri arasındadır. Adaletli kimselerin haberleri arasında buna benzer rivâyetler de gelmiştir. (Mesela): Bize Said b. Nasr anlattı, dedi ki: Bize Kasım b. Esbağ anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. Vaddah anlattı dedi ki: Bize Ebubekr b. Ebi Şeybe anlattı dedi ki: Bize Ebû Hazret-i Muâviye İsmail b. Sumey'den o Ebû Ruzeyn'den anlatarak dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına bir adam gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, yüce Allah'ın:

"Boşama iki defadır, ya iyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır" âyeti hakkındaki görüşünüz nedir? Üçüncü boşama nerede? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır." Dârakutni lV, 4'te: Enes (radıyallahü anh)den es-Sevrî ve başkalan da İsmail b. Sumey'den o Ebû Ruzeyn'den bunun gibi rivâyet etmişlerdir.

Derim ki: el-Kiya et-Taberî bu haberi zikreder ve şöyle der: Bu haber nakil cihetiyle sabit değildir. Böyle dedikten sonrada ed-Dahhak ve es-Süddînin görüşünü tercih eder ve üçüncü boşamanın yüce Allah'ın şu âyetindeki hitapta sözkonusu edildiğini belirtir:

"Eğer onu boşarsa ondan sonra başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz." (el-Bakara, 2/230) Buna göre üçüncü boşama bu hitabın özünde sözkonusu edilmekte ve bir defa daha evlenmesi dışında eski kocasının onunla evlenmesini haram kılmayı ifade eden bain talâkı dile getirmektedir. Buna göre yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinin yeni bir manaya yorumlanması icabeder. Bu da iddetin sona ermesi ile birlikte ikinci boşama ile beynunetin meydana gelmesidir. Ayrıca âyet-i kerimeden gözetilen maksad, eski kocasıyla evlenmesinin haram olmasını gerektiren boşama sayısını beyan etmek ve belli bir sayı sözkonusu olmaksızın boşamanın câiz olmasını neshetmektir. Şayet yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyeti üçüncü boşamayı ifade etseydi, bu üç boşama ile (eski kocasına) haram kılmanın gerçekleşmesindeki maksadı açığa çıkarmazdı. Çünkü bu kadarı ile yetinilmiş olsaydı, ikinci bir koca ile evlenmesi hali dışında, ilk kocasının onunla evlenmesini haram kılan bain talâkın vaki olduğuna delalet etmezdi. Böyle bir haramlık yüce Allah'ın:

"Eğer onu boşarsa ondan sonra başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz" (el-Bakara, 2/230) âyetinden anlaşılmaktadır. Buna göre yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinin üçüncü boşama anlamına gelmemesi icabeder. Eğer yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyeti üçüncü boşamayı ifade etseydi bunun akabinde: "Eğer onu boşarsa" âyetinin dördüncü boşamayı ifade etmesi gerekirdi. Çünkü bunun başında yer alan "fa" takib içindir. Bu ise bundan önce sözü geçen ve gelecekteki bir boşamanın anlaşılmasını gerektirmektedir. Bununla yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinin onu iddeti sona erinceye kadar terketmek anlamına geldiği sabit olmaktadır. el-Kiyâ et-Taberî, Ahkâmu'l-Kur'ân, I, 173-174.

5- Bir Defada Üç Talâkı Vermek:

Buhârî bu âyet-i kerimeden önce şöyle bir başlık kaydetmektedir: Yüce Allah'ın:

"Boşama iki defatır, ya iyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır, âyetine dayanarak üç defa boşamayı câiz kabul edenler:" Buhârî, Talâk 4.

İşte bu, Buhârî tarafından böyle bir sayı zikretmenin boşayacaklar için bir genişlik olduğuna ve kendi aleyhine işi daraltanın bu daraltmanın hükmüne bağlı kalması gerektiğine bir işarettir. Bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Fetva veren İmâmlar bir defada verilen üç talâkın vuku bulacağında ittifak etmişlerdir. Selefin Cumhûrunun görüşü de budur.

Tavus ve Zahirî mezhebine mensup bazı kimseler bir defada söylenen üç talâkın tek bir boşama olacağını -istisna olarak- belirtirler. Aynı zamanda bu Muhammed b. İshak ve el-Haccac Ertaa'den de rivâyet edilmektedir. Yine onlardan nakledildiğine göre kocanın böyle bir ifade kullanması birşeyi gerektirmez. Aynı zamanda bu Mukâtil 'in de görüşüdür. Dâvûd'dan da bu şekilde bir boşamanın vaki olamayacağı nakledilmektedir. Halbuki el-Haccac b. Ertaa ile Selefin Cumhûrundan ve İmâmlardan meşhur olan görüş, bunun bağlayıcı ve üç boşama olacağı şeklindedir. Tek bir sözde bir arada üç boşamayı zikretmesiyle birkaç defada bunları ayrı ayrı zikretmesi arasında bir fark yoktur. Bunların herhangi birşey gerektirmediği görüşünde olanlar yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar’ süresi beklerler." (el-Bakara, 2/228) âyetini delil gösterirler. Bu ise bunun dışında, olduğu özellikle belirtilenler dışında bütün boşanmış kadınları kapsamına alır. Buna dair açıklamalar önceden geçmiştir. Ayrıca bu görüşün sahipleri derler ki: Yüce Allah:

"Boşama iki defadır" diye buyurmaktadır. Üçüncüsü ise: "Ya iyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır." Tek sözde üç defa boşama yapanın bu boşaması bağlayıcı değildir. Çünkü bu tür boşama şekli Kur'ân-ı Kerîm'de sözkonusu edilmemiştir.

Bunun (yani tek sözde üç defa boşamanın) bir talâk olarak vaki olduğunu kabul edenler ise üç hadisi delil gösterirler: Bunların birincisi Tavus ve Ebû's-Sahba ve İkrime yoluyla gelen İbn Abbâs hadisidir. Biraz sonra el-Bâcîden yapılacak iktibas sırasında gelecektir. İkincisi ise İbn Ömer'in hanımını üç defa boşadığına Hazret-i Peygamber'in de hanımına dönmesine dair emir verdiğine ve bunun bir boşama olarak sayıldığına dair gelen rivâyettir. İkinci başlıkta geçti. Hadisin kaynakları el-Bakara, 2/228. âyetin birinci bölümünün tefsirinde 4. başlıkta gösterilmiştir. Üçüncü delilleri de şudur: Rükâne hanımını üç defa boşamış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise hanımına dönmesini emretmiş idi. Dönmesini emretmesi ise tek bir boşamanın vaki olmasını gerektirmektedir. Ebû Dâvûd, Talâk 14; Dârakutnî, IV, 34-35

Bu hadislere dair verilecek cevap Tahâvînin sözkonusu ettiği şekliyle şöyledir: Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, Atâ, Amr b. Dinar, Mâlik b. el-Huveyris, Muhammed b. İyas el-Bukeyr, en-Numan b. Ebi Ayyaş, İbn Abbâs'tan hanımını üç defa boşayan kimse hakkında rivâyet ettiklerine göre bu kimse Allah'a isyan etmiş ve karısı da ondan bain talâk ile boşanmış olur. İşte bu, büyük İmâmların İbn Abbâs'tan yaptıkları ve cemaatın görüşüne uygun olan rivâyet de Tavus ve başkalarının rivâyetlerinin zayıf olduğuna delil vardır. İbn Abbâs gibi bir kimse ise kendi kişisel görüşüne meyledip ashab-ı kirama muhalefet etmezdi.

İbn Abdi’l-Berr der ki: Tavus'un rivâyeti bir vehm ve bir yanlışlıktır ki Hicaz'da, Şam'da, Irak'ta, Meşrik ve Mağribde bulunan fukahadan herhangi bir kimse buna iltifat etmemiştir. Denildiğine göre İbn Abbâs'ın azadlıları arasında Ebû's-Sahba diye bir kişi bilinmemektedir.

Kadı Ebû'l-Velid el-Baci der ki: "Bana göre İbn Abbâs'tan buna dair gelen rivâyet sahihtir. Çünkü ondan Ma'mer, İbn Cüreyc ve diğer İmâmlar ile İbn Tavus gibi bir İmâm rivâyette bulunmuşlardır. Bu rivâyetlerinde işaret ettikleri Hadîs-i şerîf ise İbn Tavus'un babasından onun da İbn Abbâs'tan şöyle dediğine dair yaptıkları rivâyettir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönemi ile Ebû Bekir döneminde ve Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'ın halifeliğinin ilk iki yılında üç defa boşama bir tek boşama idi. Ömer (radıyallahü anh) dedi ki: Lehlerine ağırca hareket etmeleri mümkün olan bir hususta insanlar işi aceleye getirdiler. Biz de onların aleyhlerine olarak bu aceleyi geçerli kılsak (nasıl olur?) demiş ve bunu aleyhlerine geçerli kılmıştır. Müslim, Talâk 15 vd.; Dârakutnî, IV, 44-45

Bu hadisin anlamı şudur: İnsanlar, şu anda yapılan üç boşama yerine tek bir boşamada bulunuyorlardı. Böyle bir açıklamanın doğruluğuna Hazret-i Ömer'in şu sözleri delildir: İnsanlar ağırca hareket etmeleri mümkün olan bir işte acele ettiler, diyerek ağırca hareket etmek imkanına sahip oldukları bir hususta acele davranıp boşamayı ihdas ettiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde, İslâm'ın ilk yıllarında eğer onlar bu durumda olsalardı, Hazret-i Ömer böyle demez ve ağırca hareket etme imkanına sahip oldukları bir işte acele etmelerinden dolayı onları ayıplamazdı. Yine böyle bir açıklamanın doğruluğunun delili İbn Abbâs'tan birkaç yoldan gelen ve bir arada talâk veren kimsenin bu sözleriyle üç boşamanın sözkonusu olacağına dair verdiği fetvadır. Eğer İbn Tavus'un rivâyet ettiği hadisin anlamı bu ise bizim de zaten söylediğimiz budur. Şayet İbn Abbâs'ın hadisi sözüne ehemmiyet verilmeyen kimselerin yaptıkları te'vile göre açıklanacak olur ise, İbn Abbâs çoğunluğun (cemaatin) görüşünü kabul etmiş ve böylelikle bu hususta icma gerçekleşmiş demektedir. Kıyas bakımından bizim delilimiz ise şudur: Bu böyle bir imkâna sahip olan kimsenin yaptığı bir talâktır. O bakımdan bu talâkın o kimse için bağlayıcı olması gerekir. Bu kıyasın asıl delili ise o boşamayı tek olarak yaptığı takdirde vaki olacağıdır. (Üç talâkı birlikte yapması da bunun gibi olur)."

Derim ki: el-Baci'nin getirdiği bu açıklama aynı zamanda el-Kiya et-Taberînin hadis âlimlerinden naklettiği anlamı ifade eder. Yani onlar, şimdi üç defa yapılan boşamayı bir defa olarak yapıyorlardı. Yani her bir kar'da bir defa talâk veriyorlardı. Onlar bütün iddet boyunca kadın bain olup iddeti bitinceye kadar birer defa talâk veriyorlardı. Kadı Ebû Muhammed Abdülvehhab der ki: Yani insanlar o dönemde tek bir talâk vermekle yetiniyorlardı. Daha sonra Hazret-i Ömer döneminde çokça üç talâk vermeye başladılar. Kadı (Ebû Muhammed) dedi ki: İşte ravinin: İnsanlar Ömer döneminde üç defa talâk vermekte işi aceleye getirdiler, o da onların aleyhlerine bu aceleyi gerçekleştirdi, sözüne en uygun açıklama budur. Yani bu üç defa boşamanın hükmünü onlar için geçerli kıldı.

İbn Ömer'in hadisine gelince Dârakutnînin Ahmed b. Sabih'ten, onun Tarîf b. Nâsıh'ten onun Hazret-i Muâviye b. Ammar ed-Duhnîden onun Ebû Zübeyr'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben İbn Ömer'e ay hali iken hanımını üç defa boşayan bir adam hakkında soru sordum. Bana şöyle dedi: İbn Ömer'in kim olduğunu biliyor musun? Ben: Evet dedim. O da şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde ay hali iken hanımımı üç defa boşadım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim üç boşamamı sünnete uygun hale getirdi. Dârakutnî der ki: Bunların hepsi Şia'dandır. Hadisin hıfzedilen şekline göre ise İbn Ömer, ay hali iken hanımını bir defa boşamıştır. Dârakutnî, IV, 7.

Ubeydullah dedi ki: İbn Ömer hanımını ay hali iken bir defa boşamıştır. Ancak o sünnete aykırı hareket etmiştir. Salih b. Keysan, Mûsa b. Ukbe, İsmail b. Umeyye, Leys b. Sa'd İbn Ebi Zi'b, İbn Cüreyc, Cabir ve İsmail b. İbrahim b. Ukbe de Nafi'den naklettiklerine göre İbn Ömer hanımını bir defa boşamış idi. ez-Zühri de Salim'den o babasından, o Yûnus b. Cübeyr'den, eş-Şa'bi ve el-Hasen'den böylece nakletmiştir. Rükâne'nin naklettiği hadise gelince, denildiğine göre bu muzdarıp ve munkatı' bir hadistir. Delil olabilecek bir şekilde muttasıl bir senetle nakledilmiş değildir. Bunu Ebû Dâvûd, İbn Cüreyc'den o Ebû Râfi'in oğullarından birisinden nakletmiştir ki, bunlar arasında rivâyetiyle delil gösterilecek kimse yoktur ve bunlar İkrime'den ve o da İbn Abbâs'tan yoluyla nakletmişlerdir. Ebû Dâvûd bu hadis hakkında şöyle demiştir: Rükane b. Amr Yezid hanımını üç defa boşamıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Hanımına dön" diye buyurdu. Ebû Dâvûd, Talâk 14.

Yine bunu değişik yollardan Nafl b. Uceyr'den rivâyet ettiğine göre Rükane b. Abd Yezid hanımını "Elbette (kesin olarak, üç)" diye boşamış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bununla neyi kastettiğini yemin vererek sormuş, o da bir defadan başka boşamayı kastetmediğine dair yemin etmiş, bunun üzerine Hazret-i Peygamber de hanımını ona geri vermiştir. Ebû Dâvûd, Talâk 14; Dârakutnî, IV, 33. İşte bu hem isimde hem de yapılan işde bir ızdırabın olduğunu ifade eder. Buna benzer birşey delil diye gösterilemez.

Derim ki: Bu hadisi değişik yollardan Dârakutnî de Sünen'inde rivâyet etmiştir. Bu yollardan birisinde şöyle demektedir: "Bize Muhammed b. Yahya b. Mirdas anlattı, bize Ebû Dâvûd es-Sicistanî anlattı, bize Ahmed b. Amr b. es-Serh ile Ebû Sevr b. İbrahim b. Halid el-Kelbî ve daha başkaları anlatarak dediler ki: Bize Muhammed b. İdris eş-Şâfiî anlattı, bana amcam Muhammed b. Ali b. Safi' anlattı. Amcam Abdullah b. Ali b. es-Saib'den o Nafi b. Uceyr b. Abd Yezid (b. Rükane)dan dedi ki: Rükane b. Abd b. Yezid hanımı Müzeyneli Süheyme'yi, elbette talâkı ile boşadı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a durumu haber verdi ve Allah'a yemin ederim yalnızca bir defa boşamayı kastettim dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Vallahi yalnızca bir defa boşamayı mı kastettin?" diye sorunca Rükane tekrar: Vallahi ben o sözümle yalnızca bir defa boşamayı kastettim, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımını ona geri verdi. Hanımını ikinci defa Hazret-i Ömer b. el-Hattâb döneminde üçüncüsünü de Hazret-i Osman zamanında boşadı. Ebû Dâvûd dedi ki: Bu sahih bir hadistir." Ebû Dâvûd ve Dârakutnî, aynı yerler; Tirmizî, Talâk 2; İbn Mâce, Talâk 19.

Buna göre Rükane ile ilgili hadislerden sahih olanın ifadesine göre o hanımını elbette talâkı ile boşamış, üç defa boşamamıştır. "Elbette" talâkı Cumhûr'un görüşüne göre niyete göredir; Hanefilere göre bâin bir talâktır. Elbette talâkı hakkında ise ileride açılanacağı üzere ihtilâf edilmiştir. O bakımdan yine bu hadisin delil gösterilmesi sözkonusu olmaz. Allahu Teala'ya hamdolsun. Doğrusunu en iyi bilen de Allah'tır.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Rükane hadisinin Şâfiî'nin amcasından yaptığı rivâyeti daha eksiksizdir. Asıl delillerin reddetmediği bir fazlalığı da ihtiva etmektedir. Dolayısıyla o fazlalığı nakledenlerin, sika raviler olmaları sebebiyle kabul edilmesi icabeder. Şâfiî, amcası ve dedesi Rükâne'nin ailesine mensupturlar. Bunların hepsi de Abdülmuttalib b. Abdimenaf oğullarındandırlar. Onlar, karşı karşıya kaldıkları olayı en iyi bilenlerdir.

Talâkın Çeşitleri ve Üç Talâkı Bir Defada Vermek:

Ahmed b. Muhammed b. Muğis et-Tulaytulî bu mes'eleyi Vesâik'inde zikrederek der ki: Boşama iki türlüdür: Sünnet üzere boşama ve bid'at üzere boşamaleyhisselâmünnet üzere boşama şeriatın mendup olarak gösterdiği şekle uygun olarak yapılandır. Bid'at olan boşama ise bunun zıddıdır. Bu ise mesela, hanımım ay hali iken, lohusa iken boşaması veya bir sözde üç defa boşamasıdır. Bunları yaptığı takdirde boşama gerçekleşir. İlim ehli, hanımını bu şekilde bid'at üzere boşayanın hanımını boşamış olacağını icma ile kabul etmekle birlikte, kaç defa boşamış olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ali b. Ebî Tâlib ve İbn Mes'ûd bir defa boşamış olacağını söylerler. İbn Abbâs da böyle demiştir. Ayrıca der ki: Onun "üç" demesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü üç defa boşamada bulunmuş değildir. Ancak geçmişi haber verdiği takdirde üç defa boşama hakkında söyleyeceği söz kabul edilir ve: Üç defa boşadım, derse bu daha önce üç ayrı vakitte kendisinin işlemiş olduğu üç ayrı fiili haber vermiş olur. Böyle bir kimsenin durumu: Dün şu sureyi üç defa okudum, demesine benzer, işte bu sahihtir. Şayet bir defa okumuş olsaydı ve yine de: Ben onu üç defa okudum, deseydi yalan söylemiş olurdu. Yine üç defa Allah adına yemin ederek yeminini tekrarlayacak olursa, bu üç tane yemin olur. Bir defa yemin edip üç defa Allah adına yemin ediyorum, diyecek olsa bu kimse yalnızca bir defa yemin etmiş olur. Talâk da onun gibidir.

ez-Zübeyr b. el-Avvam ve Abdurrahman b. Avf da böyle demişlerdir. Biz de bütün bunları İbn Vaddah'tan da rivâyet ettik. Kurtubalı ilim adamlarından İbn Zinbâ' Şeyh Huda, Muhammed b. Taki b. Mahled, Muhammed b. Abdusselam el-Hasenî ile çağının biricik ilim adamı asrının fakihi Esbağ b. el-Hubab ve onların dışında bir grup da bu görüşü ifade etmişlerdir.

İbn Abbâs'ın delillerinden birisi de şudur: Şanı yüce Allah Kitab-ı Kerîm'inde "talâk" lâfzını ayrı ayrı zikretmiştir. İsmi aziz olan Rabbimiz:

"Boşama iki defadır" diye buyurmuştur. O bununla kendisinden sonra iyilikle tutmanın sözkonusu olduğu talâkın azamî sayısını kastetmektedir ki, iyilikle tutmak, iddet içerisinde dönüş yapmaktır. Yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinin anlamı ise iddeti bitinceye kadar dönüş (ric'at) yapmaksızın hanımı öylece terketmektir. Bunda da eğer aralarında pişmanlık vaki olur ise o kadına bir ihsan, bir iyilik vardır. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Bilmezsin, belki Allah, onun arkasından bir iş (sevgi) çıkarır. " (et-Talâk, 65/1) Bununla ayrı kalmaya pişmanlık ve dönüş yapmaya arzuyu ifade etmek istemektedir. Üç talâkın verilmesi güzel değildir. Çünkü bu şekilde talâk vermekle şanı yüce Allah'ın genişlik verdiği ve kendisine dikkat çektiği bir ruhsatı terketmek sözkonusudur. Şanı yüce Allah'ın "talâk"ı ayrı ayrı sözkonusu etmesi, birarada sözkonusu edilmesi halinde bunun tek bir lâfız olduğunun da delilidir. Müdevvene'den buna delalet edebilecek şeyler, birden çok mes'eleye kıyas edilerek tahriç edilebilir. Buna bir örnek olmak üzere şunu zikredebiliriz: Bir kimse; benim malım yoksullar arasında sadaka olsun, dese üçte biri bunun için yeterli olur. İbnu'l-Münzir'in el-lşrafında da şöyle kaydedilmektedir: Saîd b. Cübeyr, Tavus, Ebû'ş-Şa'sa, Atâ ve Amr b. Dinar şöyle derlerdi: Bakire bir kızı üç talâk ile boşayan bir kimsenin bu boşaması bir talâk olur.

Derim ki: Bu kanaatte olanlar şunu da delil gösterebilir ve şöyle diyebilirler: Kendisiyle gerdeğe girilmemiş kızın iddeti olmaz. Eğer kocası: Sen üç defa boşsun diyecek olursa, "sen boşsun" sözünü bitirmekle birlikte karısı ondan bain olur. Buna göre "üç defa" sözü o kadın hakkında bain iken varid olmuş olur ki, bunun herhangi bir etkisi olmaz. Çünkü "sen boşsun" sözü kendi başına ve bağımsız bir sözdür. O bakımdan kendisiyle duhûl olmamış hakkında beynûnetin daha sonra söylenecek söze bağlı olarak ortaya çıkmaması icabeder. Çünkü beynûnetin aslı "sen boşsun" demekle gerçekleşir. "Sen üç defa boşsun" ifadenin Arapçasında "üç defa" anlamındaki: "selâsen" lâfzı, "sen boşsun" lâfzından sonra zikredilir. Açıklamalarda bu husus dikkate alınmalıdır.

6- Lâfızları Bakımından Talâk (Sarih ve Kinâye):

İmâm Şâfiî, yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetiyle:

"Ve güzel bir şekilde salıverin" (el-Ahzâb, 33/49) âyetlerini delil göstererek salıvermenin (tesrîh) boşamanın sarih lâfızlarından birisi olduğunu söylemiştir. Bu hususta ise ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Kadı Ebû Muhammed, sarih lâfızların herhangi bir şekilde talâk lâfzını ihtiva eden lâfız olduğunu söyler. Mesela; sen boşsun (talikun) yahut sen boşanmışsın (mutallakatun) yahut seni boşadım (tallaktuki) veya "talâk" lâfzını kullanırsa artık o boşama onun için geçerli olur (bağlayıcıdır). Bunun dışında kalan ve boşama hakkında kullanılan diğer lâfızlar ise kinaye lâfızlarıdır. Ebû Hanîfe de böyle demiştir.

Kadı Ebû'l-Hasen ise şöyle demiştir: Talâkın sarih lâfızları pek çoktur. Kimi lâfızlar kimisine göre daha açıktır: Talâk, serah (salıvermek); firak (ayrılmak), haram, haliyye (serbest bırakılmak) ve beriyye (salınmış, kendiliğinden uzaklaşılmış) gibi.

Şâfiî de der ki: Sarih lâfızlar üç tanedir. Bunlar ise Kur'ân-ı Kerîm'de varid olan talâk, serah ve firak lâfızlarıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"... yahut ma'ruf ile onlardan ayrılın." (tâlikûhunne)" (et-Talâk, 65/2); "Veya güzellikle salmaktır (teşrih)" Bir başka yerde de:

"Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde boşayın (talâk)" (et-Talâk, 65/1) diye buyurmaktadır.

Derim ki; Bu durum bu şekilde anlaşıldığına göre talâk sarih ve kinaye olmak üzere iki türlüdür. Sarih sözünü ettiğimiz şekildedir. Kinaye ise bunun dışında kalan boşama şeklidir. Aralarındaki fark şudur: Sarih sözün ayrıca niyyete ihtiyacı yoktur. Mücerred lâfız ile talâk meydana gelir. Kinaye lâfzın ise niyete ihtiyacı vardır.

"Haram, haliyye ve beriyye" lâfızlarının talâkın sarih sözlerinden olduğunu söyleyenlerin delili, bu kelimelerin artık talâk lâfzı diye bilinecek kadar boşama hakkında çokça kullanılmalarıdır. O bakımdan bu kelimeler, talâkın meydana gelmesi hususunda apaçık ve net lâfızlar haline gelmişlerdir. Tıpkı yerin alçak olan tarafları hakkında ilk olarak söylenen "el-ğâit" lâfzı gibidir. Daha sonra bu lâfız mecaz yoluyla def-i hacete gitmek için kullanılmıştır. O bakımdan bu anlamı ile bu kelime ilk olarak kullanıldığından daha açık, net ve daha ünlü bir anlam olmuştur. İşte bizim bu meselemiz de bunun gibidir. Diğer taraftan Ömer b. Abdülaziz. şöyle demiştir: "Eğer talâk bin tane olsa bile "elbette" lâfzı ondan geriye hiçbir şey bırakmazdı. Buna göre kim elbette diye boşayacak olursa o en ileri noktayı ifade etmiş olur." Bunu da Mâlik rivâyet etmiştir. Muvatta’', Talâk 3.

Dârakutnî de Hazret-i Ali'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Haliyye, beriyye, elbette, bain ve haram" lâfızları üç talâktır. Ondan başka bir koca nikâhlamadıkça bir daha ona helâl olmaz. Dârakutnî, IV, 32. Ta'lik'inde belirtildiğine göre ravilerden el-Hasen, Hazret-i Ali'den rivâyet almadığından munkatı'dır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da nisbeten leyyin olan bir yolla elbettenin üç talâk olduğu rivâyeti nakledilmiştir ki bunu da Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutnî, IV, 20. İleride yüce Allah'ın:

"Allah'ın âyetlerini oyuncak edinmeyin" (el-Bakara, 2/231) âyetini açıklarken bu hadis inşaallah gelecektir.

7- Açık ve Kapalı (Kinaye) "Talâk (Boşama)" Lâfızları ile İlgili Görüşler:

Kansına: "Seni boşadım (tallaktuki)" diyen kimsenin bu sözünün ister kendisiyle gerdeğe girilmiş, ister girilmemiş hanımı hakkında sarih boşama olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Her kim hanımına: "Sen boşsun (talikun)" diyecek olur ise bu bir defa boşamadır, daha fazlasını niyet etmesi müstesna. Eğer iki ya da üç defa boşamayı niyet ederse niyeti onun için bağlayıcıdır. Hiçbir niyeti yoksa geri dönme (ric'at) imkânı olan tek bir boşama olur. Şayet; sen boşsun (talikun) demekle birlikte, ben onun bağından boş olmasını kastettim, diyecek olursa onun bu açıklaması kabul edilmez ve boşama onun için bağlayıcı olur. Ancak ortada doğru söylediğine delalet edebilecek birşey bulunması müstesna. Bir kimse bir defa; "sen boşsun" deyip: "Sana dönüşüm (ric'atim) de yoktur" ibaresini eklerse daha sonra söylediği: "Sana ric'atim yoktur" sözü batıldır. Tek bir defa söylediğinden dolayı da ric'at hakkı vardır. Çünkü bir defa boşamak üç talâk olmaz. Şayet: "Benim sana ric'atim yoktur" sözü ile üç defa boşamayı niyet ederse Mâlik'e göre bu üç defa talâk olur.

Karısına: Senden ayrıldım (firak) yahut seni salıverdim (serah) yahut seni başıboş bırakıyorum (haliyye) yahut salıveriyorum (beriyye) yahut benden bainsin veya ipin omuzunda olsun veya sen bana haramsın yahut ailenin yanına git veya seni ailene bağışladım veya seni serbest bıraktım yahut benim senin aleyhine bir yolum yoktur; diyen kimse hakkında fukaha farklı görüşlere sahiptir. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf der ki: Bu bain bir talâktır. Bu görüş İbn Mes'ûd'dan da rivâyet edilmiştir. Onun şöyle dediği de rivâyet edilmektedir: Kişi karısına: Sen işinde müstakilsin veya işin senin elindedir yahut ailene git, diyecek olursa bunu bain tek bir talâk olarak kabul etmişlerdir.

İmâm Mâlik'ten de karısına: Ben senden ayrıldım yahut seni salıverdim diyecek olursa bunun sarih boşama olduğu rivâyet edilmiştir. Tıpkı: Sen boşsun (talikun) demesi gibidir. Yine ondan bu lâfzın kinaye olduğu ve söyleyenin niyetine başvurulacağı, kaç boşama kastettiğinin sorulacağı da rivâyet edilmiştir. Kadın ile zifafa ister girilmiş olsun ister girilmemiş olsun.

İbnu'l-Mevvaz der ki: Kendisiyle zifafa girilmemiş kadın hususunda iki görüşünden daha sahih olanı daha fazla niyyet etmedikçe, bunun tek bir boşama olacağıdır. İbn Kasım ve İbn Abdilhakem de böyle demiştir.

Ebû Yûsuf ise der ki: Böyle bir boşama üç talâktır. Seni hal' ettim (bıraktım) veya benim senin üzerinde malik olduğum birşeyim yoktur sözü de böyledir.

Sair kinaye lâfızları ise, kendisiyle gerdeğe girilmiş bütün kadınlar hakkında Mâlik'e göre üç talâktır. Bu sözü söyleyenin niyetine başvurulmaz. Ancak kendisiyle gerdeğe girilmemiş kadın hakkında niyetine başvurulur. Şayet bu konuda yemin eder ve: Ben yalnızca bir boşamayı kastettim diyecek olursa o takdirde o da o kadına talip olabilecek kimselerden bir talip olabilir. Çünkü kocasının kendisiyle duhulü olduğu bir kadın üç talâktan başkası ile bain olmaz ve ondan beri kalmaz. Kendisiyle duhul olmamış bir kadını ise tek bir boşama serbest bırakır, bain kılar ve ondan boşatır.

Mâlik'ten ve onun arkadaşlarından bazılarından rivâyet edildiğine göre -ki bu aynı zamanda Medine halkından bir topluluğun da görüşüdür- bütün bu lâfızlarda onun niyetine başvurulur ve talâktan neyi niyet ettiyse o niyet onun için bağlayıcı olur.

İmâm Mâlik'ten sair kinaye lâfızları arasından özel olarak "elbette" lâfzı hakkında şu rivâyet edilmiştir: İster kendisiyle gerdeğe girilmiş olsun, ister girilmemiş olsun bu konuda kocanın niyetine başvurulmaz.

es-Sevrî Ebû Hanîfe ve arkadaşları ise şöyle demektedir: Bütün bu hususlarda onun niyeti ne ise odur. Eğer üç talâk niyet etmişse üç talâktır, bir talâk niyet etmişse bir bain talâktır ve kadın kendisi hakkında tasarrufta bulunma hakkına daha çok sahiptir. Şayet iki talâkı niyet etmişse tek bir talâk olur.

Zufer ise der ki: Eğer iki talâk niyet etmiş ise iki talâktır.

Şâfiî der ki: O bütün bu hallerde; ben ağzımdan sözün çıkmasıyla birlikte talâk olmasını istemiştim, demedikçe karısını boşamış olmaz. Böyle diyecek olsa o vakit niyet ettiği ne ise o olur. Şayet üçten aşağısını niyet etmişse bu ric'î bir talâk olur. Eğer bir bâin talâk ile boşamış ise yine ric'i bir talâk olur.

İshak da der ki: Boşamaya (talâka) benzeyen her bir söz, niyet ettiği boşamaya göredir. Ebû Sevr ise der ki: Bu gibi sözler ric'i bir boşamadır ve niyeti hakkında ona soru sorulmaz.

İbn Mes'ûd'dan rivâyet edildiğine göre o, hul' yahut îlâ dışında herhangi bir boşamanın bain bir talâk olduğu görüşünde değildi. Ondan bellenen rivâyet bu şekildedir. Bunu Ebû Ubeyd söylemiştir.

Buhârî ise şöyle bir başlık kullanır: "Senden ayrıldım yahut seni salıverdim veya sen serbestsin yahut başıboşsun veya talâk kast edilen bir söz söylediği takdirde bu, onun niyetine göredir." Buhârî, Talâk 6. Onun: "Veya talâk kastedilen bir söz söylediği taktirde" şeklindeki ifadesi Kûfelilerin, Şâfiî ve İshak'ın görüşlerine bir işaretidir. Bu husustaki delil de şudur: Talâk olma veya olmama ihtimali bulunan her bir sözün, o sözü söyleyen kimse bununla talâkı kastettiğini söylemedikçe onun için talâk olarak kabul edilmesi câiz olmaz. Eğer bu konuda ikrarda bulunursa o vakit ikrarı ile boşaması sözkonusu olur. Aksi takdirde nikâhı iptal etmek câiz olmaz. Çünkü yakin ile nikâhın sıhhati üzerine icma vardır.

Ebû Ömer der ki: Kişinin hanımına: İddet bekle yahut ben seni serbest bıraktım yahut ipini omuzuna al sözünün anlamı hakkında Mâlik'ten farklı görüşler gelmiştir. Bir seferinde; niyetine başvurulmaz ve üç defa boşamadır, derken bir seferinde de bütün bunlarda onun niyetine başvurulur. İster kadın ile zifafa girilmiş olsun ister girilmemiş olsun, der. Ben de bu görüşteyim.

Derim ki: Cumhûrun kabul ettiği ve Mâlik'ten de bu lâfızlarda niyetine başvurulur ve ona göre onun hakkında hüküm verilir, şeklindeki rivâyet sahih olan görüştür. Çünkü zikrettiğimiz delil ile Ebû Dâvûd, İbn Mâce, Dârakutnî ve başkalarının rivâyet ettiği şu Hadîs-i şerîf bunu gerektirmektedir. Bu muhaddislerin, Yezid b. Rukâne'den rivâyetlerine göre Rükane b. Abd Yezid hanımı Süheyme'yi elbette ile boşamıştı. Durumu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber verince Hazret-i Peygamber ona: "Yalnızca bir defa boşamayı kastettiğine dair Allah adına yemin eder misin?" diye sormuş Rükane de: Allah'a yemin ederim yalnızca bir defa boşamayı kastettim, deyince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımını ona geri vermiş idi. Ebû Dâvûd, Talâk 14; Tirmizî, Talâk 2; İbn Mâce, Talâk 19; Dârakutnî, IV, 33 İbn Mâce der ki: Ebû'l-Hasen et-Tanafisî'yi şöyle derken dinledim: Bu hadis ne kadar da şereflidir. İbn Mâce, Talâk 19

Mâlik de karısına: Sen benim için meyte, kan ve domuz eti gibisin, diyen adamın bu sözleri hakkında şöyle demiştir: Görüşüme göre bu "elbette" gibidir. Bu konuda niyeti olmasa dahi. Bir başka koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz.

Şâfiî'nin görüşüne göre ise, eğer o bu sözleriyle talâkı kastetmiş ise kastetiği talâk sayısı kadar bir talâktır. Şayet talâk kastetmemiş ise yemin ettikten sonra herhangi birşey sayılmaz.

Ebû Ömer der ki: Talâka dair bütün kinaye sözlerde bu konudaki asıl delil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisiyle evlenip de: "Senden Allah'a sığınıyorum" diyen kadına: "Sen himayeye alan birisine sığındın, haydi ailene git" şeklindeki sözleridir. Buhârî, Talâk 3; İbn Mâce, Talâk 11; Müsned, III, 498. İşte bu bir talâk idi. Diğer taraftan Ka'b b. Mâlik de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine hanımından ayrılmasını emredince hanımına: Ailenin yanına git, demiş bu ise talâk olmamıştı. İşte bu böyle bir sözün niyete ihtiyacı olduğunun ve ancak bu sözü söyleyenin niyetine göre onun hakkında hüküm verileceğinin delilidir. İşte. ayrılmaya da diğer manaya da gelme ihtimalleri bulunan sair kinaye lâfızlarının durumu da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Talâk lâfızlarından olmayıp ayrılmayı kinaye yoluyla ifade etmek için de kullanılmayan sözlere gelince; ilim adamlarının çoğunluğuna göre bu sözlerden herhangi birisini söyleyen kişi boşamayı kastetse dahi, talâkın vaki olduğunu kabul etmezler. İmâm Mâlik ise şöyle der: Lâfız her ne olursa olsun söylediği sözle boşamayı kasteden herkes boşamış olur. Hatta; ye, iç, otur, kalk sözlerini söylese bile. Şu kadar var ki; mezhebine mensup ilim adamları dışında bu konuda İmâm Mâlik'e uyan kimse yoktur.

Bu âyetin: "Onlara verdiklerinizden birşey almanız sizin için helâl olmaz. Meğer ki ikisi Allah'ın sınırlarına riâyet edememekten korksunlar. Eğer onların Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onları aşmayınız. Kim Allah'ın aşarsa işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir" bölümüne dair açıklamalarımızı da onbeş başlık halinde sunacağız:

1- Kocalara Hitap:

Yüce Allah'ın:

"Onlara verdiklerinizden birşey almanız sizin için helâl olmaz" âyetinde kocalara hitap edilmektedir. Kocalara zarar vermek suretiyle eşlerinden birşeyler almaları yasaklanmaktadır. İşte ancak tek başına kocanın zarar görmemesi halinde sahih olabilen hul' budur. Özellikle de erkeklerin hanımlarından verdiklerinden söz edilmesi insanlar arasındaki örfün ayrılık ve işlerin bozulması esnasında, kocanın hanımına verdiği elinden çıkan mehir ve çeyizleri geri istemesidir. İşte bundan dolayı özellikle ondan söz edilmiştir.

Yüce Allah'ın:

"Onlara verdiklerinizden... helâl olmaz" âyetin yüce Allah'ın:

"Boşama iki defadır" âyeti ile;

"Eğer onu boşarsa.." (el-Bakara, 2/230) buyrukları arasında yer almış ve ayrı bir hususu dile getiren bir ara cümlesidir.

2- Boşama Karşılığında Fidye Almanın Hükmü:

Cumhûr boşama karşılığında fidye almanın câiz olduğu görüşündedir. İtaatsizliğin ve geçimsizliğin kadın tarafından olması hali dışında, kadının malını almanın haram olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. İbnu'l-Münzir'in naklettiğine göre ise en-Numan (b. Sabit yani Ebû Hanîfe) şöyle demiştir: Eğer zulüm ve serkeşlik erkek tarafından olduğu halde yine de kadın onunla hul' yaparsa (kendisini boşaması karşılığında kocasına bir bedel ödemeyi kabul ederse) bu câiz ve geçerlidir, fakat koca günahkârdır. Onun yaptığı bu iş ona helâl olmaz. Bununla birlikte aldıklarını geri vermesi için de mecbur edilmez. İbnu'l-Münzir der ki: Bu onun Allah'ın Kitabının zahirine muhalif bir sözüdür. Aynı şekilde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sabit olmuş habere de muhaliftir. Bu konuda ilim ehlinin genel olarak icmaına da muhaliftir. Bir kimseye Hata olanı talep etmekte azamî bir gayret göster, denilecek olsa Kitap da bir şeyin haram olduğunu açıkça ifade etmişken bir kişinin kalkıp' nassa muhalif olarak ve ona karşı ifade kullanıp: Hayır bu câiz olur ve aldığını geri ödemesi için mecbur edilmez, demesinden daha büyük bir iş ile karşılaşılabileceğini de zannetmiyorum. Ebû'l-Hasen b. Battal der ki: İbnu'l-Kasım da Mâlik'ten bunun benzeri bir görüşü rivâyet etmiştir ve bu yüce Allah'ın Kitabının zahirine de -ileride gelecek olan- Sabit'in hanımı ile ilgili hadise de muhaliftir.

3- Erkeğin Fidye Alması ve Devlet'in Hul' Yetkisi:

Yüce Allah:

"Meğer ki ikisi Allah'ın sınırlarına riâyet edememekten korksunlar" âyeti ile her ikisinin de Allah'ın sınırlarını yerine getirememekten korkmaları sözkonusu olmadıkça, erkeğin, hanımından birşeyler almasını haram kılmaktadır. Haddi aşan kimseleri tehdit etmek suretiyle de bu haramlığı pekiştirmektedir. Âyetin anlamı şudur: Onlardan her birisi kendisi hakkında kanaatince, içindeki bir tiksinti dolayısıyla, eşine karşı yerine getirmesi gereken nikâhın yükümlülüklerini yerine getirememekten dolayı her birisi korkacak olursa, kadının fidye vermesinde de bir vebal yoktur, kocanın bunu almasında da bir vebal yoktur. Burada hitap eşlerin her ikisinedir.

"Korksunlar" âyetindeki zamir her ikisine aittir. "Riâyet edememekten" âyeti de ikisinden söz etmektedir.

Şöyle de denilmiştir: Buradaki "korkmak" bilmek anlamındadır. Yani her ikisi de Allah'ın sınırlarına riâyet edemeyeceklerini bilmeleri halinde; demektir ki, gerçek anlamda korku işte budur. Bu ise hoş olmayan birşeye düşmek korkusu ve endişesidir. Bu da zann anlamına yakın bir mana ifade eder.

Diğer taraftan "meğer ki ikisi., korksunlar" âyeti munkatı' bir istisnadır. Yani, eğer o kadınlardan bir serkeşlik görürseniz, siz erkeklerin fidye almanızda bir vebal yoktur.

Hamza burada yeralan: Meğerki... korksunlar" âyetini "ya" harfini ötreli meçhul bir fiil olarak okumuştur. (Anlamı: Meğer ki., korkutulsunlar, şeklinde olur.) Bunun naib-i faili hazfedilmiştir ki bunlar ise yöneticiler ve hakimlerdir. Ebû Ubeyd de bu okuyuşu tercih etmiştir. O der ki: Çünkü yüce Allah -bundan sonra- ".. korkarsanız" diye buyurmaktadır. Böylelikle burada "korkma"nın karı-kocadan başkasına ait olduğu ifade edilmektedir. Eğer burada yüce Allah karıkocayı kastetmiş olsaydı "korkarlarsa" derdi. İşte bunda hul' yapma yetkisi sultana (devlete) aittir, diyenlerin lehine bir delil vardır.

Derim ki: Bu Saîd b. Cübeyr, el-Hasen ve İbn Sirin'in görüşüdür. Şu'be der ki: Katâde'ye dedim ki: el-Hasen hul'un devlet yetkisinde olduğu görüşünü kimden aldı? O: Ziyad'dan dedi. Ziyad Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali'nin valisi idi. en-Nehhâs der ki: Ziyad'ın bu görüşte olduğu bilinmektedir. Ancak bu görüşün bir anlamı yoktur. Çünkü koca hanımı ile karşılıklı olarak razı olacakları esasa göre hul' yapar. Sultan (devletin yetkili organları) ise bu konuda kocayı mecbur etmez. Yine bu sultanın yetkisindedir, demenin de anlamı yoktur. Ayrıca o Ebû Ubeyd'in bu kıraati tercih ettiğini de kabul etmemekte ve reddetmektedir. Ben onun böyle bir okuyuşu seçme ihtimalinden daha uzak birşey de bilmiyorum, demiştir. Çünkü böyle bir okuyuşu ne i'rab ne lâfız ne de bir mana gerektirmektedir. İ'rabın bunu gerektirmediğini şöyle açıklayabiliriz. Abdullah b. Mes'ûd "meğerki... korksunlar" âyetini "meğerki korkasınız" diye okumuştur. Bu ise Arap dilinde eğer meçhul bir fiile döndürülecek olursa Meğer ki... korkutsun" denilir. Lâfız yönünden uygun olmadığına gelince, eğer meçhul okuyuş "korksunlar" kelimesi için sözkonusu olursa "eğer korkulursa" denilmesi gerekirdi. Şayet "eğer korkarsanız" âyeti hakkında sözkonusu olursa: "Meğer ki... korkutulursunuz" demek icab ederdi. Anlam açısından bunun uzak oluşuna gelince; gerçek şu ki onlara vermiş olduklarınızdan birşey almanız sizden başkasının korkması hali dışında helâl olmaz; denilmesi gerekirdi ki, bu da uzak bir ihtimaldir. Çünkü yüce Allah burada; erkek adına o kadından bir fidye almanızda sizin için bir vebal yoktur, diye buyurmamaktadır ki; hul' yapma sultanın (devletin yetkili organlarının) yetkisinde olsun.

Tahâvî der ki: Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve İbn Ömer'den sultan olmaksızın da hul'un câiz olduğu sahih olarak sabit olmuştur. Nasıl ki talâk ve nikâh sultanın yetkisine bağlı olmayarak câiz oluyorsa hul' de böylece câiz olur. İlim adamlarının Cumhûrunun görüşü de budur.

4- Hul'a Gitmenin Şartları:

Yüce Allah'ın:

"Eğer Allah'ın sınırlarına" güzel bir şekilde arkadaşlık ve güzel bir şekilde geçim hususunda her ikisine de vacip olan şeyleri "koruyamayacaklarından korkarsanız..." âyetinde hitap yöneticilere ve böyle bir işe hakim olmasa dahi aracılık eden kimselere yöneliktir. Allah'ın sınırlarını koruyamamaktan korkmak kadının kocasının hakkını hafife alması, ona iyi bir şekilde itaat etmemesidir. Bunu İbn Abbâs, Mâlik b. Enes ve fukahanın Cumhûru söylemiştir. el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ve onunla birlikte bir topluluk ise şöyle demektedir: Şayet kadın kocasına: Hiçbir emrine itaat etmem, senin için cünüblükten dolayı gusletmem, senin hiçbir yeminine bağlı kalmam, diyecek olursa hul' yapmak helâl olur.

eş-Şa'bi der ki: "Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız" âyetinin anlamı, Allah'a itaat etmeyeceklerinden korkarsanız, şeklindedir. Çünkü karşılıklı kin ve nefret, itaati terke götürür.

Atâ b. Ebi Rebah der ki: Kadının kocasına: Ben senden tiksiniyorum, seni sevmiyorum, demesi hul' yapmayı ve ondan fidye almayı helâl kılar. Yüce Allah'ın:

"O halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" âyeti de işte bu kabildendir.

Buhârî, Eyyub'dan, o İkrime'den o İbn Abbâs yoluyla şu hadisi rivâyet etmektedir: Sabit b. Kays'ın hanımı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, ben Sabit b. Kays'ın ahlakı hakkında da dini hakkında da birşey diyemem, fakat ona tahammül edemiyorum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Peki sana verdiği bahçesini ona geri verir misin?" Kadın: Evet dedi. Buhârî, Talâk 12. Hul'a dair diğer hadislere müfessirimiz tarafından yeri geldikçe temas edilecektir. Biz de bu hususa dair diğer hadislerin yerlerini sırası geldikçe göstereceğiz.

Bu hadisi İbn Mâce de Katâde'den o İkrime'den o İbn Abbâs yoluyla şöylece rivâyet etmektedir: Selul Kızı Cemile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelerek dedi ki: Allah'a yemin olsun ki ben Sabit'i dini hususunda da ahlâkı hususunda da ayıplamıyorum. Fakat İslâm'da küfre girmekten hoşlanmıyorum. Ona olan nefretimden dolayı ona katlanamıyorum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Peki, bahçesini ona geri verir misin?" Kadın: Evet deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Sâbit'e) ondan bahçesini geri almasını ve daha fazla birşey istememesini emretti. İbn Mâce, Talâk 22

Denildiğine göre o kadın Sabit'e son derece buğzediyor buna karşılık o da onu aşırı derecede seviyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da hul' yoluyla onları birbirinden ayırdı. İşte bu, İslâm tarihindeki ilk hul'dur.

İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivâyetine göre o şöyle demiş: İslâm tarihinde hul' yapan ilk kadın Abdullah b. Ubeyy'in kızkardeşidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelip şöyle demişti: Ey Allah'ın Rasûlü, ebediyyen benim başımla onun başı bir araya gelmez. Ben çadırın bir tarafını kaldırdığımda birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Baktım ki aralarında en siyah, boyları en kısa, suratı en çirkin olanlarıdır. Hazret-i Peygamber ona: "Bahçesini ona geri verir misin?" deyince kadın: Evet isterse daha fazlasını da veririm, dedi. Hazret-i Peygamber de onları birbirinden ayırdı. Taberî, II, 461; İbn Kesîr, I, 403; Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 671.

İşte bu Hadîs-i şerîf hul' hakkında asıl delili teşkil etmektedir. Fukahanın Cumhûru da bu görüştedir. Mâlik der ki: Ben ilim ehlinden bunun böyle olduğunu işitip durdum. Bizce üzerinde icma olunan husus da budur. Şöyle ki, erkek eğer kadına herhangi bir zarar vermiyor, ona kötü davranmıyor ve kadına erkek tarafından herhangi bir kötülük yapmıyor ise; diğer taraftan kadın ondan ayrılmayı isterse, o takdirde erkeğin kadından fidye olarak vermiş olduğu herşeyi alması helâl olur. Tıpkı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Sabit b. Kays'ın hanımına yaptığı gibi. Şayet serkeşlik erkek tarafından kadını zor durumda bırakması ve ona zarar vermesi şeklinde oluyor ise, kadından neyi almış ise onu kadına geri verir.

Ukbe b. Ebi's-Sahbâ da dedi ki: Ben Bekr b. Abdullah el-Müzeni'ye karısı kendisinden hul' yoluyla ayrılmak isteyen erkeğin durumu hakkında soru sordum da o: O kadından herhangi birşey alması ona helâl olmaz, dedi. Ben ona: Peki yüce Allah'ın Kitab-ı Kerîm'inde: "Eğer onların Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız o halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" âyetini ne yapacaksın? diye sordum o: Bu âyet nesholundu, cevabını verdi. Ben: Peki bu nesheden âyet nerededir diye sordum o: Nisa Sûresi'ndeki şu âyet-i kerimedir diyerek âyeti okudu:

"Eğer bir eşi bırakıp da yerine bir başka eş almak isterseniz boşadığınıza yüklerle mehir vermiş olsanız bile ondan birşey almayın. Onu bir iftira veya apaçık bir günah olarak mı alırsınız?" (en-Nisâ, 4/20)

en-Nehhâs der ki: Bu şâz bir görüştür. Şâz olduğu için de icmaın dışında kalmıştır. Bu iki âyetten biri ötekini reddetmiyor ki ortada nesh sözkonusu olsun. Çünkü: "Eğer korkarsanız" âyeti Nisa Sûresi'ndeki âyeti izale etmiyor. Çünkü karfve koca bundan korkarlarsa, yüce Allah'ın:

"Eğer bir eşi bırakıp da yerine bir başka eş almak isterseniz" âyetinin kapsamına girmezler. Çünkü bu ikinci âyet özel olarak yalnızca erkekler hakkındadır.

Taberî der ki: Âyet-i kerîme muhkemdir. Şayet kadın kocasına fidye vermek isterse, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sabit'e hanımından daha önce verdiğini geri almasını -önceden de geçtiği üzere- câiz kılmıştı. (Başkası için câiz olmaz, şeklindeki sözün bir anlamı yoktur).

5- Hul'de Aranan Diğer Şartlar:

Hul'un geçimsizlik ve zarar haline has olduğu ve bunun hul’ için şart olduğu görüşünde olanlar bu âyet-i kerimeyi delil olarak gösterirler. Bu görüşün sahipleri Ebû Dâvûd'un Hazret-i Âişe'den yaptığı şu rivâyet ile de görüşlerini desteklerler: Sehl kızı Habibe, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın yanında idi. (Kays) ona vurdu ve köprücük kemiğini kırdı. Bunun üzerine sabah namazından sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına geldi ve şikâyetini bildirdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sabit'i çağırdı ve: "Onun malının bir kısmını al ve ondan ayrıl" dedi. Sabit: Bu uygun düşer mi ey Allah'ın Rasûlü? diye sorunca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Evet" diye buyurdu. Bunun üzerine Sabit şöyle dedi: Ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim ve bu iki bahçe de halen onun elinde bulunuyor. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "O iki bahçeyi de ondan al ve ondan ayrıl" diye buyurması üzerine bahçelerini ondan aldı ve ayrıldı. Ebû Dâvûd, Talâk 17-18 ve Nesâî, Talâk 53 (yakın ifadelerle)

Fukahanın Cumhûrunun kabul ettiği görüşe göre Buhârîdeki ve başka yerlerdeki hadisin Bk. Buhârî, Talâk 12; Ebû Dâvûd, Talâk 17-18; Tirmizî, Talâk 10; Nesâî, Talâk 34; İbn Mâce, Talâk 22; Dârimî, Talâk 7; Muvatta’', Talâk 31; Dârakutnî, III, 234 vd.; Müsned, IV, 2, VI, 433-434. delalet ettiği gibi herhangi bir zarardan dolayı şikâyet sözkonusu olmadan da hul' caizdir. Âyet-i kerimede (zararı şart görenler için) delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü yüce Allah burada bunu şart olmak üzere zikretmiş değildir. Bunu zikretmesinin sebebi hul' hallerinden çoğunlukla görülenin bu olduğundan dolayıdır. O bakımdan burada çoğunlukla görülen halden söz edilmektedir. Bu konuda mazareti ortadan kaldıran ve bizim kesin bilgi sahibi olmamızı gerektiren ise yüce Allah'ın şu âyetidir:

"Bununla beraber gönül hoşluğu ile size (mehirlerinden) birşey bağışlarlarsa onu da içinize sine sine afiyetle yiyin." (en-Nisâ, 4/4)

6- Mehirden Fazlası Hul' Bedeli Olarak Alınabilir mi?

Yüce Allah'ın:

"O halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" âyeti, erkeğin hanıma verdiği mehirden daha fazlasını hul' bedeli olarak almasının câiz olduğunu göstermektedir. Ancak ilim adamları bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve bu İmâmların arkadaşları ile Ebû Sevr der ki: Üzerinde karşılıklı olarak razı oldukları şeyleri ona fidye vermesi caizdir. Bu miktar ister kocanın ona verdiği mehirden az olsun ister ondan çok olsun, fark etmez.

Bu görüş Osman b. Affan, İbn Ömer, Kabisa ve en-Nehaî'den de rivâyet edilmiştir. Kabisa yüce Allah'ın:

"O halde fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" âyetini delil göstermiştir.

Mâlik ise der ki: Fakat (fazlasını almak) güzel bir ahlaktan sayılmaz. Bununla birlikte ilim ehlinden herhangi bir kimsenin bunu mekruh gördüğünü de görmedim.

Dârakutnî de Ebû Said el-Hudrf den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Benim kızkardeşim ensardan birisinin nikâhı altında idi. Ona mehir olarak bir bahçe vermişti. Kendi aralarında ileri geri konuştular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna davalaşmaya gittiler. Hazret-i Peygamber: "Sen ona bahçesini geri versen, o da seni boşasa olur mu?" dedi. Kızkardeşim: Olur fazlasını da veririm, deyince Hazret-i Peygamber: "O halde ona bahçesini de ver fazlasını da ona ver" diye buyurdu. Dârakutni, III, 254

İbn Abbâs yoluyla gelen hadiste ise: "Dilerse fazlasını da ona veririm" dedi ve (Sabit) bunu reddetmedi, denilmektedir. Bk. 4. başlık 1 ve 2 no'lu notlar

Bir kesim de şöyle demektedir: Mehir olarak verdiğinden fazlasını ondan alamaz. Tavus, Atâ ve el-Evzaî de böyle demiştir. el-Evzaî der ki: Hakimler mehir olarak ona verdiğinden fazlasını almasını câiz kabul etmiyorlardı. Ahmed ve İshak da bu görüştedir. Bunlar İbn Cüreyc'in şu rivâyetini delil gösterirler. Bana Ebû'z-Zübeyr'in haber verdiğine göre Abdullah b. Selul'un kızı Zeyneb, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın nikâhı altında idi. Sabit, Zeyneb'e mehir olarak bir bahçe vermiş idi. Zeyneb ondan hoşlanmadı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu: "Fazlasına gelince o olmaz fakat bahçesini (ona ver yeter)." Bunun üzerine kadın: Olur dedi. O bahçeyi Kays adına aldı ve hanımını serbest bıraktı. Bu durum Sabit b. Kays'a ulaşınca şöyle dedi: Ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın verdiği hükmü kabul ettim. Bu hadisi Ebû'z-Zübeyr birden çok kişiden işitmiş ve bunu Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutni, III, 255. Yine Atâ'dan mürsel olarak rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hul’ yapan kadından (kocası) ona verdiğinden fazlasını alamaz." Dârakutnî, III, 255; Ebû Dâvûd, el-Merasil, Beyrut, 1408/1988, s. 201.

7- Hangi Tür Mallar Üzerine Hul' Yapılabilir?

Mâlik (radıyallahü anh)'a göre henüz olgunlaştığı belirginleşmemiş meyve, ürküp kaçmış deve, kaçak köle, annesinin karnındaki bir cenin veya buna benzer gararlı şeyler üzerinde hul' yapmak -satış ve nikâha hilafen- caizdir. Erkek bütün bunların karşılığını talep edebilir. Eğer bu gararlı mallar salimen ele geçerse onun olur. Şayet salimen eline geçiremezse birşey hak etmez; onun bu hükmüne göre boşama da geçerlidir.

Şâfiî ise der ki: Bu durumda hul' caizdir ve hanımının mehr-i mislini alma hakkı vardır. Bunu İbn Huveyzimendad da Mâlik'ten nakletmekte ve şöyle demektedir: Çünkü karşılıklı ivazlı akidler fasit bir bedel ihtiva ettiği ve bu bedel ele geçirilemediği takdirde onların mislinde, ödenmesi gereken bedele başvurulur.

Ebû Sevr de der ki: Bu durumda hul' batıldır. Re'y sahipleri ise hul' caizdir, derler. Cariyenin karnındaki cenini alır. Eğer cariyenin karnında bir çocuk yoksa alacak birşeyi de olmaz. el-Mebsut'ta İbnu'l-Kasım'dan şöyle denilmektedir: O sene hurma ağaçlarının vereceği meyve karşılığında, o sene koyunlarının doğuracakları yavrular karşılığında hul' yapmak Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye hilafen caizdir.

Mâlik ve İbnu'l-Kasım'ın kabul ettiği (bu) görüşün delili yüce Allah'ın:

"O halde kadının fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur" âyetindeki genel ifadedir. Kıyas açısından ise o ( malum ve ele geçirilme ihtimali yüksek fasid ivaz yani bedel) hibe ve vasiyet ile mülk edinilebilen şeyler arasındadır. Dolayısıyla bu fasid ivazın hul'de de tıpkı malum olan bir mal gibi ivaz olması câiz olur. Ayrıca hul' bir boşamadır. Boşama ise hiçbir ivaz olmaksızın da câiz olur. Herhangi birşey olmadan sahih olduğuna göre, fasid bir ivaz karşılığında sahih olması ise öncelikle sözkonusudur. Çünkü bağışlanan malın en kötü hali hiç sözkonusu edilmemişin hali gibidir. Haram olan birşeyi helâl kılma akdi olan nikâhı, fasid ivaz bozmadığına göre; bir telef etme ve bir akdi çözme olan talâkı ifsad etmemesi ise öncelikle sözkonusudur.

8- Süt Emzirme ve Çocuk Bakımı Karşılığında Hul' Yapmak:

Kadın kocasından olma oğlunu iki yıl emzirmek şartıyla kocasından hul' yapacak olursa bu caizdir. İki yıldan sonra belli bir süre çocuğun nafakasını karşılamak üzere hul' hakkında ise iki görüş vardır. Birisine göre caizdir. Bu el-Mahzumî'nin görüşü olup Suhnun da bunu tercih etmiştir. İkincisine göre ise câiz değildir. Bunu da İbnu'l-Kasım, Mâlik'ten rivâyet etmiştir. Şayet koca böyle bir şart koşarsa bu şart batıldır, kadın hakkında böyle bir şart sözkonusu olmaz.

Ebû Ömer der ki: Ürküp kaçmış deve, kaçkın köle ve buna benzergararlışeyler karşılığında hul' yapmayı câiz kabul edenin bunu da câiz kabul etmesi gerekir. Kuraviyûn'dan olan bazı ilim adamları ise şöyle demektedirler: Mâlik iki yıldan fazlasının nafakası karşılığında hul'u engellerken, garardan dolayı engellemiş değildir. O bunu durum ne olursa olsun babaya has bir hak olduğundan dolayı engel kabul eder. Baba bu hakkını başkasına intikal ettiremez. Bunun ile iki yıllık sürenin nafakası arasındaki fark ise şudur: İki yıllık nafaka olan süt emzirmek, evlilik halinde ve boşamadan sonra babanın elinin dar olması sebebiyle kadın hakkında vacip olabilir. O bakımdan böyle bir nafakanın anneye intikal etmesi caizdir. Çünkü anne (bazı durumlarda) bu nafakayı karşılamak durumunda kalabilir. Mâlik, el-Mebsut'ta. buna yüce Allah'ın:

"Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir" (el-Bakara, 2/233) âyetini delil göstermektedir.

9- Hul' Bedeli Olarak Emzirilmesi Şart Koşulmuş Çocuk İki Yıldan Önce Ölürse:

Şayet hul', oğlun nafakasını karşılamak üzere mubah bir şekilde yapılacak olursa, çocuk da sürenin bitiminden önce, ölürse acaba koca nafakanın geri kalan kısmını rücu' yoluyla karısından alabilir mi? İbnu'l-Mevvaz'ın Mâlik’ten rivâyetine göre karısından herhangi birşey isteyemez. Ebû'l-Ferec'in ondan yaptığı rivâyete göre ise ondan kalanı ister. Çünkü bu hul' yoluyla hanımının zimmetiride koca lehine sabit olmuş bir haktır. Çocuğun ölümüyle bu hak sakıt olmaz. Tıpkı kadının zimmetinde olan bir mal ile hul' yapması halinde olduğu gibi.

Birinci görüşün açıklaması şöyledir: Koca bu durumda kendisi adına mal edineceği herhangi bir şeyi şart koşmuş değildir. O sadece oğlunun ihtiyacının karşılanmasını şart koşmuştur. Çocuk öldüğü takdirde artık rücu' yoluyla karısından birşey alamaz. Nitekim bir kimse bir küçük çocuğa bir sene süreyle infakta (tatavvuan) bulunmayı tekeffül etse, çocuk da bir sene dolmadan ölürse rücu' edilerek o kişiden birşey alınmaz. Çünkü o böyle bir tatavvuda bulunmakla onun ihtiyacını yüklenmeyi kastetmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Mâlik der ki: Ben böyle bir durumda kadından kalanın talep edildiğini söyleyen kimseyi görmedim. Eğer kalanın talep edileceğini söyleyen olsaydı bu konuda onun bu görüşünün bir dayanağının bulunması gerekirdi. Eğer kadın süreden önce ölürse çocuğun nafakasının kadının malından karşılanacağı üzerinde ilim adamları ittifak etmişlerdir. Çünkü bu, kadının ölümünden önce kadının malında sabit olmuş bir haktır. Kadının ölümüyle bu hak sakıt olmaz.

10- Hul'Bedeli Olarak Hamile Olan Karısının Masrafını Şart Koşmak:

Hul' yaparken hamile olan karısına, hamileliği süresince masrafı kendisinin yapmasını şart koşmakla birlikte, kadının kendisinden harcamada bulunacağı bir malı yoksa nafakayı karşılamak kocaya ait olur. Daha sonra bunu karşılama imkânı olursa, kendisinin yaptığı nafakayı ondan ister ve alır. Mâlik der ki:

Eğer kadının çocuğuna harcama yapacak bir malı bulunmuyor ise, koca çocuğun annesine nafakasını karşılamayı şart koşmuş olsa dahi, erkeğin çocuğunun nafakasını karşılamakla mükellef tutulması bir haktır.

11- Hul' Bir Talâk mıdır Yoksa Bir Fesih mi?

İlim adamları hul'un bir talâk mı yoksa bir fesih mi olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Osman, Ali, İbn Mes'ûd ve tabiine mensup bir topluluktan rivâyet edildiğine göre bu bir talâktır. Mâlik, Sevrî, Evzaî, Ebû Hanîfe, arkadaşları ve iki görüşünden birisinde de Şâfiî bu görüştedir. Hul' ile iki veya üç talâkı niyet eden bir kimsenin bu niyeti Mâlik'e göre bağlayıcıdır. Re'y ashabına göre ise; koca eğer üç talâk niyet etmişse üç talâk olur. İki talâk niyet etmişse bain tek bir talâktır. Çünkü bu söylenen tek bir sözdür.

İki görüşünden birisinde Şâfiî de şöyle demektedir: Şayet hul' ile talâkı niyet eder ve bunu belirtirse bu bir talâk olur. Talâkı niyet etmez ve belirtmezse ayrılık olmaz. Bu onun kadim görüşüdür. Birinci görüşü ise bence daha güzeldir. el-Müzenî der ki: Onlar tarafından daha sahih kabul edilen bu görüştür.

Ebû Sevr de der ki: Şayet talâkı belirtmez ise hul' bir ayrılıktır. Talâk değildir. Eğer bir boşama diye belirtirse bu bir talâk olur. Koca, iddet içerisinde kalındığı sürece ric'at yapma imkanına herkesten çok sahiptir. Hul'un bir fesh olduğunu, niyet etmedikçe talâk olmadığını söyleyenler arasında İbn Abbâs, Tavus, İkrime, İshak ve Ahmed de vardır. Bunlar şu Hadîs-i şerîfi delil gösterirler:

İbn Uyeyne, Amr'dan o Tavus'tan o İbn Abbâs'tan naklettiğine göre İbrahim b. Sad b. Ebi Vakkas kendisine şöyle sormuş: Karısını iki defa boşayıp sonra kocasından hul' yapan bir kadın ile kocası evlenebilir mi? İbn Abbâs: Evet onu nikâhlasın, çünkü hul' bir talâk değildir, der. Zira yüce Allah âyetin başında ve sonunda talâkı zikretmiş hul'u ise ikisi arasında sözkonusu etmiştir. Hul' birşey değildir. Daha sonra yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Boşama iki defadır, ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır." Daha sonra şu âyeti okudu: "Eğer onu boşarsa ondan sonra ondan başka bir erkeğe «nirahia«ımarf<irya kendisine helâl olmaz." Beyhakî, Sünen, VII, 517; İbn Kesîr, I, 405; Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 673.

Ayrıca bunlar derler ki: Diğer taraftan hul' eğer talâk olsaydı iki boşamadan sonra üçüncü bir boşamadan söz edilmiş olur ve yüce Allah'ın bundan sonraki: "Eğer onu boşarsa" âyeti dördüncü talâka delalet etmiş olurdu. Buna göre kadının (eski kocasına tekrar nikâhlanmasının) haram kılınması, dört defa boşanmasına bağlı olması gerekirdi.

Yine bu görüşün sahipleri Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Dârakutnînin İbn Abbâs'tan yaptıkları şu rivâyeti delil gösterirler: Sabit b. Kays'ın hanımı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde kocasından hul' yaptı. Resûlüllah ona bir ay hali ile iddet beklemesini emretti. Tirmizî der ki: Bu hasen garib bir hadistir. Tirmizî, Talâk 10; Ebû Dâvûd, Talâk 18; Nesâî, Talâk 34; Dârakutnî, III, 256, IV, 46

Muavviz b. Afra kızı er-Rubeyyi'den de nakledildiğine göre er-Rubeyyi' Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde hul' yaptı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bir ay hali ile iddet beklemesini emretti -veya ona böyle emir verildi.- Tirmizî der ki: er-Rubeyyi'in sahih hadisi ona bir ay hali beklemek suretiyle iddet beklemesinin emredildiği şeklindedir. Tirmizî, Talâk 10; Nesâî, Talâk 53; İbn Mâce, Talâk 23.

Bu görüşün sahipleri derler ki: İşte bu hul'un talâk değil, bir fesih olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan yüce Allah:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar’ beklerler" (el-Bakara, 2/228) diye buyurmuştur. Eğer bu durumdaki kadın, talâk verilmiş bir kadın olsaydı herhangi bir şekilde onun, tek bir kar' (ay hali) bekleyerek iddet beklemesini söylemezdi.

Derim ki: Buna göre hanımını iki talâk ile boşayıp sonra hanımından hul' yapan bir kimse tekrar o hanımı ile evlenmek isterse -İbn Abbâs'ın da dediği gibi- o kadın isterse bir başka koca ile nikâhlanmamış olsun, o hanımı ile evlenebilir. Çünkü o hanımına sadece iki talâk vermiştir. Hul' ise talâk sayılmaz.

Hul'u talâk kabul eden kimseler ise şöyle demektedirler: Ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça tekrar eski karısına dönmesi câiz olmaz. Çünkü hul' ile üç talâk tamam olmuş olur. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan görüş de budur.

Kadı İsmail b. İshak der ki: Bir kadın kocasına: Bir mal karşılığında bana talâk ver, deyip kocası da ona talâk verdiği halde bunun bir talâk olmayacağını söylemek nasıl câiz olabilir? Halbuki herhangi birşey karşılığı olmaksızın işi kendisinin elinde bıraksa ve kadın da kendi kendisini boşasa bu bir talâk kabul edilir. Devamla der ki: Yüce Allah'ın:

"Eğer onu boşarsa ondan sonra ondan başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz" (el-Bakara, 2/230) âyeti yüce Allah'ın:

"Boşama iki defadır" âyetine atfedilmiştir. Çünkü yüce Allah'ın: "Veya güzellikle salmaktır" âyetinden kasıt "veya talâk vermektir" şeklindedir. Eğer hul' her iki boşamaya atfedilmiş olsaydı hul'un hiçbir şekilde iki defa boşamadıkça câiz olmaması gerekirdi. Böyle bir şeyi ise kimse söylememektedir.

Ondan başkaları da şöyle demektedir: Âyet-i kerimede (karşı görüşü savunanların) yaptıkları te'vil yanlıştır. Çünkü yüce Allah'ın:

"Boşama iki defadır" âyeti hul' yolu ile olmadan vereceği iki talâkın hükmünü ifade etmekte ve bu şekildeki iki talâk ile birlikte: "Ya İyilikle tutmak" âyeti ile ric'atin sözkonusu olacağını tesbit etmekte, daha sonra ise hul' yolu ile olması halinde iki talâkın hükmünü zikretmektedir. Buna göre hul', önceden sözü gecen iki talâka ait olmaktadır. Zira bundan kasıt, talâk verenin talâkı ile bir ivaz karşılığında talâkın durumunu açıklamaktır. Üçüncü talâk ise ister bir ivaz (bedel) karşılığı olsun, ister bir ivaz karşılığı olmasın artık kadın bir başka koca ile evlenmedikçe ilk kocasına helâl olmasını ortadan kaldırır.

Derim ki: Bu, karşı görüşün ileri sürdükleri şekliyle âyeti delil göstermelerine verilen cevaptır. Hadise gelince Ebû Dâvûd, İbn Abbâs'ın bir ay hali süreyle iddet bekleyeceğini sözkonusu ettikten sonra şöyle demektedir: Bu hadisi Abdurrezzak Ma'mer'den o Amr b. Müslim'den o İkrime'den o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan mürsel olarak rivâyet etmiştir. Bize el-Ka'nebi ise Mâlik'ten o Nafi'den o İbn Ömer'den şöyle dediğini anlatmıştır: Hul' yapan kadın iddeti talâk verilen kadının iddetiyle aynıdır. Ebû Dâvûd dedi ki: Bize göre de amel buna göredir. Ebû Dâvûd, Talâk 18. Ancak elinizdeki matbu nüshada İbn Ömer'in sözü: "Hul' yapan kadının iddeti bir ay halidir" şeklinde olup; "Ebû Dâvûd dedi ki..." bölümü yoktur.

Derim ki: Bu Mâlik'in, Şâfiî'nin, Ahmed, İshak, es-Sevrî ve Kûfelilerin de görüşüdür. Tirmizî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından ve onlardan olmayanlardan ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü de budur. Tirmizî, Talâk 10. Tirmizî'nin bu husustaki açıklamalarının tamamı şu şekildedir: "Hul' yapan kadının iddeti hususunda ilim ehlinin farklı görüşleri vardır. Gerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in ashabından gerek başkalarından ilim ehlinin çoğunluğu der ki: Hul' yapan kadının iddeti, tıpkı talâkı verilmiş kadının iddeti gibi üç ay halidir. Bu, Süfyan es-Sevrînin ve Kûfelilerin de görüşüdür. Ahmed ve İshâk da bu görüştedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından ve diğerlerinden bazı ilim adamları da: Hul' yapan kadının iddeti bir ay halidir, derler.

İshâk der ki: Bir kimse bu görüşü kabul edecek olursa, bilinmeli ki, bu da kuvvetli bir görüştür."

Derim ki: İbn Abbâs yoluyla gelen (hul' yapan kadının) bir ay hali süreyle iddet bekleyeceğine dair hadisi Tirmizî'nin belirttiği gibi garib olmakla Ebû Dâvûd'un da belirttiği gibi mürsel olmakla birlikte hakkında şunlar da söylenmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir kadının iddetini bir buçuk ay hali olarak tesbit etmiştir. Bunu Dârakutnî Ma'mer'den o Amr b. Müslim'den o İkrime'den o İbn Abbâs yoluyla şöylece rivâyet etmiştir: Sabit b. Kays'ın hanımı kocasından hul' yaptı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onun iddetini bir buçuk ay olarak tesbit etti. Dârakutnî, III, 255.

Burada "bir buçuk ay hali" diye Ma'merden rivâyette bulunan kişi yine ondan "tek bir ay hali" diye rivâyette bulunan aynı kişidir ki bu Hişam b. Yusuf Ebû Abdurrahman es-San'anî el-Yemanî'dir. Bundan sadece Buhârî hadis rivâyet etmiştir. O halde hadis hem isnad ve hem de metin bakımından muzdariptir. Buna göre hul'un fesholduğuna ve bu şekilde boşanan kadının iddetinin bir ay hali olduğuna dair bu hadisi delil göstermek sözkonusu olamaz. Geriye ise yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar’ müddeti beklerler" (el-Bakara, 2/228) âyeti kendisi ile zifafa girilmiş, boşanmış her bir kadın hakkında -daha önceden de geçtiği üzere bunlardan tahsis edilenler dışında- bir nas olarak kalmaktadır. Tirmizî der ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından kimisi şöyle demiştir: Hul' yapan kadının iddeti bir ay halidir. İshak ise şöyle demektedir: Eğer bir kimse bu görüşü kabul edecek olursa bu gerçekten kuvvetli bir görüştür." Tirmizî, Talâk 10. İbnu'l-Münzir ise şöyle demektedir: Osman b. Affan ile İbn Ömer der ki: Hul' yapan kadının iddet süresi bir ay halidir. Eban b. Osman ve İshak da bu görüştedir. Ali b. Ebî Tâlib ise der ki: Böyle bir kadının iddet süresi boşanmış kadının iddet süresiyle aynıdır. Ben (İbnü'l-Münzir) de Osman ve İbn Ömer'in görüşünü benimsiyorum. Ali'den gelen hadis ise sabit değildir.

Ben derim ki: İbn Ömer'in hul' yapan bir kadının iddeti talâk verilmiş bir kadının iddeti ile aynıdır, dediğini daha önceden zikretmiştik ve bu sahihtir.

12- Bedelsiz Hul' Yapmak:

Bir ivaz (bedel) olmaksızın hul' yapma kastını güden kimse hakkında İmâm Mâlik'ten farklı görüşler gelmiştir. Abdulvehhab der ki: Bu Mâlik'e göre bir hul'dur ve bâin bir talâk olur. Yine ondan nakledildiğine göre ivaz ile olmadıkça bu talâk bain olmaz. Bunu da Eşheb ve Şâfiî söylemiştir. Çünkü bu, ivazdan ve sayı tesbitinden uzak bir talâktır. O bakımdan tıpkı talâk lâfzı ile olması halinde olduğu gibi ric'i bir talâk olur.

İbn Abdi’l-Berr der ki: Bana göre Mâlik'in iki görüşünden daha sahih olanı budur. İlim ehlince de nazar cihetiyle de (kıyasa göre) bu, daha sahihtir.

Birincisinin açıklaması ise şöyledir: Hul'de ivazın hasıl olmaması hul'un gereğini ortadan kaldırmaz. Bunun asıl delili ise şarap veya domuz karşılığında hul' yapması halindeki hükümdür.

13- Hul' Yapan, Fidye Veren ve İbra Olan Kadın Arasındaki Farklar:

Hul' yapan, sahib olduğu herşeyi veren demektir. Fidye veren ise bir kısmını veren bir kısmını da alan demektir. İbra yapan (mübârie) ise kocası kendisi ile gerdeğe girmeden önce beri olan (ondan uzak duran) demektir. Böyle bir kadın: Ben senden beri oldum sen de benden beri ol der. Mâlik'in görüşü budur. Îsa b. Dinar'ın Mâlik'ten rivâyetine göre ise beri olan, hiçbir şey almayan ve hiçbir şey vermeyen, hul' yapan ise kocasının verdiğini geri veren ve kendi malından ona birşeyler ekleyen, fidye veren ise kocasının kendisine verdiğinin bir kısmını geri veren bir kısmını da yanında alıkoyandır. Bütün bunlar ise gerdeğe girmeden önce de olur girdikten sonra da olur. Eğer gerdeğe girmeden önce olursa iddet sözkonusu değildir. Sulh yapan kadın, ibra yapan kadın gibidir.

Kadı Ebû Muhammed ve başkaları der ki: Bu dört lâfız, vuku bulmaları bakımından nitelikleri farklı olsalar dahi, mana itibariyle aralarında fark yoktur. Bunun ismini ister söylesin, ister söylemesin bunlar bâin birer talâktır. İddet süresi içerisinde dönüş hakkı yoktur. İddet süresi içerisinde ve daha sonra ise kadının rızası ile mehir vermekle, gerek bir başka koca ile evlenmeden önce ve gerekse evlendikten sonra -Ebû Sevr'e hilafen- onunla nikâhlanma hakkına sahiptir. Çünkü kadın kendisine malik olmak üzere kocasına bir ivaz vermiştir. Eğer hul' yoluyla yapılan talâk ric'ı olsaydı kadın kendisine malik olamaz; o bakımdan koca aynı anda, hem ivaza hem karşılığında ivaz verilene bir anda sahip olmuş olurdu.

14- Koca Ric'atta Bulunma Şartını Koşarak Hul'u Kabul ederse:

Akdin mutlak olarak yapılması ile birlikte bu hususlar geçerlidir. Ama kadın kocasına bedel vermekle birlikte koca da ric'at yapma şartını koşarsa, bu konuda iki rivâyet vardır. Bunların her ikisini de İbn Vehb, Mâlik'ten rivâyet etmektedir. Birinci rivâyete göre ric'at sabit olur. Suhnûn da böyle demiştir. İkincisine göre ise ric'at sahih olmaz.

Suhnûn der ki: Birinci rivâyetin açıklaması şöyledir: Her ikisi de verilen ivazın, boşama hakkı olan sayıdan düşürdüğü mukabilinde olması üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu ise caizdir. İkinci rivâyetin açıklaması ise şöyledir: Koca akidde, akidden gözetilen maksadı engelleyen bir şart koşmuştur. O bakımdan böyle bir şart sabit olmaz. Nikâh akdinde: Ben o kadın ile ilişki kurmayacağım, şartını koşması halinde olduğu gibi.

15- Allah'ın Sınırlarını Zâlimler Aşar:

Şanı yüce Allah:

"İşte bunlar Allah'ın şuurlarıdır; onları aşmayınız" diye buyurmaktadır. Yüce Allah nikâh ve ayrılık hükümlerini beyan ettikten sonra bu hükümlere uymayı emredip: "İşte bunlar Allah'ın şuurlarıdır" diye buyurmaktadır. Bir diğer âyet-i kerimede de orucun haram ve yasaklarını beyan ettikten sonra:

"Bunlar Allah'ın sınırlarıdır; sakın onlara yaklaşmayın." (el-Bakara, 2/187) diye buyurmakta ve böylelikle Allah'ın sınırlarını iki kısma ayırmaktadır. Bu sınırların bir kısmına uyulması emredilmektedir; bir kısmından da uzak durulması istenmektedir. Daha sonra yüce Allah:

"Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir" diye buyurmakta ve bu sınırlan aşanların halini bildirmektedir.

229 ﴿