230Eğer onu boşarsa daha sonra ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz. Şayet o da onu boşarsa kendileri Allah'ın şuurlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse tekrar dönmelerinde her ikisi için de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları bilen bir kavme açıklar. Bu âyetin: "Eğer onu boşarsa daha sonra ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkça kendisine helâl olmaz" bölümüne dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız: 1- Hul' Yapmış Kadının Talâkı Sözkonusu mudur? Hanefî mezhebine mensup Horasanlı kimi ilim adamı, bu âyet-i kerimeyi hul' yapmış bir kadına talâk verilebileceğine delil gösterir ve şöyle derler: Şanı yüce Allah talâk karşılığında fidye vermeyi sözkonusu ettikten sonra açık bir şekilde talâktan söz etmektedir. Çünkü bu âyetin baş tarafında yer alan "fâ" harfi takib içindir. Dolayısıyla bunun yüce Allah'ın: "Boşama iki defadır" âyetine raci olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü araya giren açıklamalar yüce Allah'ın: "Eğer onu boşarsa" âyetinin: "Boşama iki defadır" âyetine bina edilmesine engeldir. Aksine bundan daha yakın ihtimal, bunun istisnada olduğu gibi, hemen kendisinin yanı başında yer alana ait olması ve bundan daha önceki âyetlere -bir delâlet olması hali dışında- ait olmamasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olma himayenizde bulunan üvey kızlarınız da size haram kılındı." (en-Nisâ, 4/23) Görüldüğü gibi burada da bu nitelik yalnızca kendisine bitişik olan âyete münhasır olmakta ve kendisinden öncekilere ait olmamaktadır. Tâ ki kendileriyle nikâh kıyılmış hanımların annelerinin haram kılınması için, kadınlarla gerdeğe girme şartı sözkonusu olmasın. İlim adamları iddet içerisinde hul'den sonra talâk hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bir grup şöyle demektedir: Erkek hanımına hul' yaptıktan sonra henüz iddet içerisinde iken onu boşasa, bu talâk iddeti içerisinde olduğu sürece yerini bulur. Said b. el-Müseyyeb, Şureyh, Tavus, en-Nehaî, ez-Zührî, el-Hakem, Hammâd , es-Sevrî ve re'y ashabı böyle demiştir. Bu konuda ikinci bir görüş daha vardır ki buna göre; talâk o kadın için sözkonusu olmaz. Bu ise İbn Abbâs, İbn ez-Zübbeyr, İkrime, el-Hasen, Cabir b. Zeyd, Şâfiî, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'in görüşüdür. Mâlik'in görüşü de budur. Şu kadar var ki Mâlik şöyle demektedir: Eğer kadın kocasına kendisini boşadığı takdirde, arka arkaya ve kesintisiz üç defa boşamak şartıyla fidye vermiş ise bu, kocanın aleyhine sabit olur. Şayet arada susmak sözkonusu olur ise, sustuktan sonra verdiği boşama birşeyi ifade etmez. Bunun böyle oluşunun sebebi şudur: Arka arkaya kesintisiz olarak söz söylemek, o sözün tek bir hüküm taşımasını gerektirir. Allah adına yemin ederek araya istisna (inşallah diyerek) bitişirse de yine durum böyledir. Bu da etkisini gösterir ve istisna hükmü sabit olur. Şayet bu istisna ayrı yapılırsa daha önce söylenmiş olan sözlerle bir ilişkisi olmaz. 2- Üç Kez Talâk Verilmiş Kadın, Eski Kocasına Nasıl Helâl Olabilir? Yüce Allah'ın: "Eğer onu boşarsa" âyeti ile kasıt, üçüncü defa boşamasıdır. İşte o vakit: "Daha sonra ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkca kendisine helâl olmaz." Bu üzerinde icma olunmuş bir husustur; bunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Fakat ilim adamları bu konuda yeterli olan nikâhın ne olduğu, kadının eski kocasına helâl olmasının ne şekilde mümkün olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Said b. el-Müseyyeb ve ona uygun kanaat belirtenler derler ki: Mücerred akit yeterlidir. el-Hasen b. Ebi'l Hasen de der ki: İnzal olmadıkça, sadece ilişki kurmak dahi yeterli olmaz. İlim adamlarının Cumhûru ve fukahanın tümü ise bu hususta ilişki kurmanın yeterli "olduğu görüşündedirler. İlişki kurmak ise (zina halinde) haddi ve guslu gerektiren, orucu, haccı ifsad eden, karı-kocanın muhsan olmalarına sebep teşkil eden ve kadına tam mehir vermeyi gerektiren sünnet yerlerinin kavuşmasıdır. İbnu'l-Arabi der ki: Fıkıhta bundan daha zor bir mes'ele ile karşılaşmış değilim. Şöyle ki, usul-u fıkıhta hüküm isimlerin ilk halleri ile mi taalluk eder, son halleri ile mi alakalıdır meselesi vardır. Eğer bizler: Hüküm ismin hakkında kullanıldığı şeyin ilk hallerine taalluk eder, diyecek olursak Said b. el-Müseyyeb'in görüşünü kabul etmemiz gerekir. Şayet hüküm ismin ifade ettiği halin son durumuna taalluk eder diyecek olursak haşefenin yerinde kaybolması ile birlikte inzali de şart koşmamız gerekir. Çünkü el-Hasen'in de ifade ettiği üzere "balcağız"ın tadına bakmanın son hali budur. İbnu'l-Münzir der ki: "Balcağızın tadına bakma"nın anlamı ilişki kurmaktır. Said b. el-Müseyyeb dışında bütün ilim adamları bu görüştedir. O der ki: İnsanlar birinci kocasına ikincisi o kadınla cima etmedikçe helâl olmaz, derler. Ben de derim ki: Eğer sahih bir şekilde o kadın ile evlenir ve bununla da eski kocasına helâl olma kastını gütmemiş ise, birincisinin onunla evlenmesinde bir mahzur yoktur. Bu ise Hâricîlerden bir taife dışında kendisine muvafakat eden herhangi bir kimsenin varlığını bilmediğimiz bir görüştür. Sünnet ise başkalarına ihtiyaç bırakmaz. Derim ki: Saîd b. Cübeyr de Said b. el-Müseyyeb'in görüşündedir. Bunu en-Nehhâs "Meânil Kur'ân" adlı eserinde zikretmekte ve şöyle demektedir: İlim ehli burada nikâh'ın cima anlamına geldiğini söylemişlerdir. Çünkü burada "ondan başka bir koca tarafından" diye buyurmaktadır. Burada öncelikle "zevç: Koca" kelimesi zikredildiğinden dolayı "nikâh'dan kasıt cima olur. Ancak Saîd b. Cübeyr şöyle demektedir: Burada nikâh, eğer kadının ilk kocasına helâl olması kastını gütmemiş ise sahih bir evliliktir. Derim ki: Zannederim onlara "useyle (balçağız)" hadisi ulaşmamış veya onlarca bu hadis sahih değildir. O bakımdan onlar da Kur'ân-ı Kerîm'in zahirinden anlaşılanı kabul etmişlerdir ki; bu da yüce Allah'ın: "Ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkça" âyetidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Lâfzı Dârakutnî'nin olmak üzere hadis İmâmları Âişe (r. anha)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Erkek hanımını üç defa boşadığı takdirde bir başka koca onu nikâhlamadıkça ve her birisi ötekinin balcağızından tatmadıkça ilk kocasına bir daha helâl olmaz." Dârakutnî, IV, 33. Bu manada diğer bazı hadisler için bk. Buhâri, Talâk 4, Edeb 68; Müslim, Nikâh 111; Ebû Dâvûd, Talâk 49; Tirmizî, Nikâh 27; Nesâi, Nikâh 43, Talâk 9, 10, 12; İbn Mâce, Nikâh 32; Dârimî, Talâk 4; Muvatta’', Nikâh 17, 18. Kimi Hanefî ilim adamları şöyle der: Said b. el-Müseyyeb'in görüşüne göre akid yapan bir kimse olursa, hakimin o akdi feshetme hakkı vardır. Bu konuda muhalif bir görüşe itibar etmez. Çünkü bu görüş ilim adamlarının icmaı dışındadır. Bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız da der ki: Hazret-i Peygamber'in: "Onların her birisi ötekinin balcağızından tatmadıkça" âyetinden, cimaın lezzetini tatmaktaki eşitlikleri anlaşılmaktadır. Bu ise bizim mezhebimizdeki iki görüşten birisinin lehine delildir. Bu görüşe göre erkek uyuyan yahut baygın olan böyle bir kadın ile ilişki kuracak olur ise onu ilk defa boşayana helâl olmaz. Çünkü bu durumda kadın lezzeti idrak edemeyeceğinden dolayı "balcağızın tadı"nı almamış olur. Nesâî, Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), dövme yapana, kendisine yaptırana, saç ekleyene, saç ekletene, faiz yiyene, yedirene, muhallile ve kendisi için helâl kılınana lanet etmiştir. Nesâî, Talâk 13. Tirmizî de Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) muhallile ve kendisi için hülle yapılana lanet etmiştir." Tirmizî der ki: Bu hasen sahih bir hadistir. Bu hadis Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den başka yollarla da rivâyet edilmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından olan ilim ehlince amel buna göredir. Bunlar arasında Ömer b. el-Hattâb, Osman b. Affan, Abdullah b. Ömer ve başkaları da vardır. Tabiinden fukahanın görüşü de budur. Süfyan es-Sevri, İbnu'l-Mübarek, Şâfiî, Mâlik, Ahmed ve İshak da bu görüştedir. el-Carud'un Veki'den naklen Veki'in de bu görüşte olduğunu zikrettiğini işittim. Dedi ki: Rey sahiplerinin bu husustaki görüşlerinin bir kenara atılması gerekir. Süfyan der ki: Erkek ilk kocasına helâl olsun diye bir kadın ile evlenecek, sonra da onu nikâhı altında tutmayı uygun görecek olursa, yeni bir nikâh ile o kadın ile evlenmedikçe o kadın da ona helâl olmaz. Tirmizî, Nikâh 28 Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr der ki: İlim adamları hülle yapanın nikâhı hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik der ki: Hülle yapan kimse yeni bir nikâh yapıncaya kadar ilk nikâhı üzerinde bırakılmaz. Şayet (yeni bir nikâh yapmadan) kadın ile ilişki kurarsa ona mehr-i misil gerekir. Bu şekilde kadına yaklaşması da onu ilk kocasına helâl kılmaz. O kadın ile ilk kadın helâl olsun diye evlendiği takdirde bunu ister bilsinler ister bilmesinler farketmez. O bu şekildeki nikâhı üzerine bırakılmaz ve bu nikâhı feshedilir. es-Sevrî ve el-Evzaî de böyle demiştir. Bu konuda hiyâr (muhayyerlik) ile muhallilin nikâhı hususunda es-Sevrî'den gelen ikinci bir görüş daha vardır ki, buna göre nikâh câiz, şart batıldır. Aynı zamanda bu İbn Ebi Leyla'nın hem bu husustaki, hem de mut'a nikâhındaki görüşü de böyledir. el-Evzaî'den muhallilin nikâhı hakkında: O ne kötü bir iş yapmıştır! Bununla birlikte nikâhı caizdir, dediği rivâyet edilmektedir. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed der ki: Kadın ile zifafa girerse nikâh caizdir. Dilediği takdirde ise onu nikâhı altında tutmak hakkına sahiptir. Ebû Hanîfe de bir seferinde kendisi ve arkadaşlan şöyle der: Birinci kocasına helâl olsun diye onunla evlenecek olursa birincisine helâl olmaz. Bir seferinde de şöyle demişlerdir: O kadın ile cima yapar ve boşayacak olursa, bu nikâh (sebebi) ile ilk kocasına helâl olur. Bununla birlikte bu ikinci kocanın nikâhının sahih olduğu ve o nikâhı devam ettirme hakkına sahip olduğu hususunda ihtilafları yoktur. Bu hususta ikinci bir görüş daha vardır. Şâfiî der ki Ben seni ilk kocana helâl kılmak üzere seninle evleniyorum. Bundan sonra ise aramızda nikâh diye birşey olmayacaktır, derse bu bir çeşit mut'a nikâhıdır. Ve bu fasiddir, bu nikâh üzere bırakılmaz nikâhı feshedilir. Eğer bu esas üzere o kadın ile ilişki kurarsa bu (o kadını ilk kocasına) helâl kılma olmaz. Eğer bir şart koşmaksızın mutlak olarak onunla evlenirse ve ona helâl kılma şartım da koşmazsa, bu hususta Şâfiî'nin kadim kitabında iki görüşü vardır. Birincisi Mâlik'in görüşü gibidir. Diğeri ise Ebû Hanîfe'nin görüşü gibidir. Şu kadar var ki Mısır'daki cedid görüşünde; eğer şart koşmayacak olursa nikâh sahihtir, şeklinde tek bir görüş gelmiştir. Aynı zamanda bu Davud'un da görüşüdür. Derim ki: el-Maverdî, Şâfiî'den şunu nakletmektedir: Şayet akidden önce helâl kılma şartı koşulacak olursa nikâh sahihtir ve birincisine o kadını nikâhlamayı helâl kılmış olur. Şayet her iki taraf da akidde helâl kılmayı şart koşarlarsa nikâh batıl olur ve birincisine de helâl olmaz. Maverdî der ki: Bu Şâfiî'nin görüşüdür. el-Hasen ve İbrahim ise şöyle demektedir: Üç kişiden (kadın, eski ve yeni kocadan) birisi eğer helâl kılma kastını içinden geçirirse nikâh fasid olur. Ancak bu, işi bir zorlaştırmadır. Salim ve el-Kasım da der ki: Eğer eski karı-koca bilmiyor ise ilk kocasına helâl kılma kastıyla onunla evlenecek olursa bir mahzuru yoktur ve böyle yapan (muhallil) ecir alır. Rabia ve Yahya b. Said de böyle demiştir. Ayrıca Dâvûd b. Ali de; eğer akid esnasında şart koşmasında bu husus ortaya çıkmışsa bu böyledir, demiştir. 4- Hüllede Önemli Taraf Kimdir? Bizim ilim adamlarımıza göre hülle nikâhının cevazı, nikâhlayan koca ile ilgilidir. Bunu ister şart koşsun ister niyet etsin durum değişmez. Böyle birşey olduğu takdirde nikâhı fasid olur ve bu nikâhı üzere bırakılmaz. Onun o kadın ile ilişki kurması da kadını ilk kocasına helâl kılmaz. Boşayan kocanın bunu bilmesiyle bilmemesi de farketmez. Şöyle de denilmiştir: Eğer o kadını nikâhlayanın bu maksat ile onunla evlendiğini bilecek olursa, tekrar o kadına dönmekten uzak durması gerekir. İmâm Mâlik'e göre ilk kocasına helâl olabilmesi için ancak ona duyduğu bir ihtiyaç sebebiyle ve isteyerek onu nikâhlaması, bu nikâhıyla onun ilk kocasına dönme kastını gütmemesi ve o kadın ile mubah bir yolla ilişki kurması gerekir. Kadın oruçlu, ihramlı veya ay halinde bulunmamalıdır. Kocası da müslüman ve baliğ olmalıdır. Şâfiî de der ki: Şayet sahih bir nikâh ile o kadına yaklaşır ve haşefesi fercinde kaybolursa, her ikisi de balcağızın tadını almış olurlar. Nikâhın (cima gücünün) güçlü veya zayıf olması bu hususta farketmez. Organını kendi eliyle yahut kadının onu kendi eliyle sokması da birşey değiştirmez. Bu ister çocuk, ister murahik (buluğa yaklaşmış); ister organı kesilmiş ve husyeleri alınmış olan kimsenin dışındakilerin soktukları gibi sokacak birşeyi kalmış olsun durum değişmez. Erkek karısına ister ihramlı ister oruçlu yaklaşmış olsun yine farketmez. Şâfiî'nin açıkladığı şekliyle bütün bunlar Ebû Hanîfe'nin arkadaşlarının, es-Sevrî, el-Evzaî, Hasen b. Salih'in ve Mâlik'in kimi arkadaşlarının da görüşüdür. 5- Ecir Beklemek Kastıyla Hülle Yapmak: İbn Habib der ki: Kadın ile evlenip eğer hoşuna giderse, nikâhında tutar, gitmezse de onu helâl kıldığı için ecir umar niyetiyle evlenirse câiz olmaz. Çünkü onun nikâhıyla birlikte ilk kocasına helâl kılma niyeti karışmıştır. Bununla da birinci kocasına helâl olmaz. Kocası tarafından elbette ile boşanmış olan cariye ile efendisinin ilişki kurması onu kocasına helâl kılmaz. Çünkü efendi koca değildir. Bu Ali b. Ebî Tâlib'ten rivâyet edilmiştir. Aynı zamanda bu, Ubeyde, Mesrûk, eş-Şa'bi, İbrahim, Cabir b. Zeyd, Süleyman b. Yesar, Hammâd b: Ebi Süleyman ve Ebû Ziyad'ın da görüşüdür. Değişik bölgelerdeki fukaha topluluğu da bu görüştedir. Osman, Zeyd b. Sabit ve ez-Zübeyr'den bunun zıddı bir görüş rivâyet edilmekte ve efendisinin, aldatmak veya helâl kılmak kastı olmaksızın cariyesiyle ilişki kurmasının ilk kocasına onu helâl kılacağını ve yeni bir talep ve mehir ile eski kocasına dönebileceğini söylemişlerdir. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü yüce Allah: "Ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkça" diye buyurmaktadır. Efendinin ise cariyeye malik olduğundan dolayı cariyesine yaklaşmış olduğu gayet açıktır. 7- Elbette ile Cariye Olan Karısını Boşayan Köle: Mâlik'in Muvatta’''ında kaydedildiğine göre Said b. el-Müseyyeb ile Süleyman b. Yesar'a şöyle sorulmuş: Bir adam kölesini cariyesiyle evlendirse, köle o cariyeyi elbette (kesin dönüşsüz olarak) diye boşasa daha sonra efendi bu cariyeyi köleye hibe etse acaba bu cariye o köleye cariyesi olarak (milk-i yemin ile) helâl olur mu? Said ile Süleyman: Ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz, dediler. Muvatta’', Nikâh 31. 8- Elbette ile Boşanmış Cariyenin Helâl Olması: Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre İbn Şihab'a şöyle sorulmuş: Bir adamın nikâhı altında başkasının mülkiyetinde olan bir cariye bulunup daha önce bir talâk ile boşamış olduğu bu cariyeyi satın alsa İbn Şihab dedi ki: Ona elbette ile talâk vermemiş olduğu sürece cariyesi olarak (mülk-i yemin ile) helâl olur. Şayet kesinlikle (elbette) ona talâk vermiş ise ondan başka bir koca ile nikâhlanmadığı sürece cariyesi olarak helâl olmaz. Muvatta’', Nikâh 32. Ebû Ömer der ki: İlim adamları topluluğu ve fetva İmâmları bu görüştedir: Mâlik, Sevrî, Evzaî, Şâfiî, Ebû Hanîfe, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr. İbn Abbâs, Atâ, Tavus ve el-Hasen ise şöyle derlerdi: Ona elbette talâkı vermiş olan kişi, eğer o cariyeyi satın almış ise cariyesi olarak (milk-i yemin ile) ona helâl olur. Çünkü yüce Allah'ın: "Yahut sahibi olduğunuz cariyeler.." (en-Nisa, 4/3) âyetinin genel ifadesi bunu göstermektedir. Ancak Ebû Ömer der ki: Bu hatalı bir sözdür. Çünkü yüce Allah'ın: "Yahut malik olduğunuz cariyeler" ifadesi anneleri ve kızkardeşleri mubah kılmaz. Diğer haram kılınan kadınların durumu da böyledir. 9- Müslüman Bir Kimse Zımmî Olan Hanımına Üç Talâk Verirse... Müslüman bir kimse zımmî olan hanımını üç talâk ile boşasa bir zımmî de onunla nikâhlansa ve gerdeğe girdikten sonra onu boşasa bir kesime göre bu zımmî o kadın için kocadır ve kadın bu durumda ilk kocasına dönebilir, derler. el-Hasen, ez-Zührî, Süfyan es-Sevrî, Şâfiî, Ebû Ubeyd ve re'y ashabı böyle demişlerdir. İbnu'l-Münzir derki: Biz de böyle diyoruz. Çünkü yüce Allah: "Ondan başka bir koca tarafından nikâhlanmadıkça" diye buyurmaktadır. Hıristiyan bir erkek de kocadır. Mâlik ve Rabia der ki: Hıristiyan koca onu ilk kocasına helâl kılmaz. 10- Fasid Bir Nikâh Kadını İlk Kocasına Helâl Kılar mı? Cumhûrun görüşüne göre fasid bir nikâh, üç talâk ile boşanmış bir kadını (ilk kocasına) helâl kılmaz. Sözü geçen Cumhûr Mâlik, es-Sevrî, Şâfiî, el-Evzaî, re'y ashabı, Ahmed, İshak ve Ebû Ubeyd'dir. Hepsi derler ki: Sahih bir nikâh ile olmadıkça birinci kocaya helâl olmaz. el-Hakem ise bu şekilde bir nikâh ile nikâhlayan da kocadır, dermiş. İbnu'l-Münzir de der ki: Hayır, böylesi koca değildir. Çünkü zihar, ila ve Han gibi eşler hakkında sabit olan hükümler bu fasid nikâh ile onlar hakkında sabit olmaz. Kendisinden ilim bellenen bütün ilim ehli icma ile şunu belirtirler: Kadın birinci kocasına: Ben evlendim ve kocam benimle zifafa girdi, dese kocası da onu tasdik etse, birinci kocasına helâl olur. Şâfiî der ki: Eğer birinci koca, kadının kendisine yalan söylediğine dair içinde bir kanaat doğarsa, onunla evlenmemesi takvaya daha uygundur, demektedir. 11- Hülle Yapanlara Karşı Hazret-i Ömer'in Tavrı: Ömer b. el-Hattâb'dan bu konuda oldukça ağır bir tutum takındığı rivâyet edilmektedir ki; o bu konuda şöyle demektedir: Bana hülle yapan ve kendisi için hülle yapılan bir kişi getirilirse muhakkak her ikisini de recmederim. İbn Ömer der ki: Hülle yapmak bir zinadır. Yirmi yıl süreyle kalsalar dahi onlar zina ederler. Ebû Ömer der ki: Hazret-i Ömer'in bu sözlerinin, cezayı ağırlaştırmaktan başka bir mana ifade etme ihtimali yoktur. Çünkü ondan sahih olarak rivâyet edildiğine göre o haram olduğunu bilmeden kendisine haram olan bir kişiyle ilişki kurana haddi uygulamamış ve bilgisizliği sebebiyle onu mazur görmüştür. O bakımdan bu şekilde bir yorum daha uygundur. Bu şekilde hülle yapan bir kimse için recmin sözkonusu olmadığında da görüş ayrılığı yoktur. Âyetin: "Şayet o da onu boşarsa kendileri Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse tekrar dönmelerinde her ikisi için de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır; onları bilen bir kavme açıklar" bölümü ile ilgili açıklamalarımızı da dört başlık halinde sunacağız: Yüce Allah: "Şayet o da onu boşarsa" âyeti ile ikinci kocayı kastetmektedir. "... her ikisi için de vebal yoktur" âyeti ile de kastedilenler, kadın ve birinci kocadır. Bunu İbn Abbâs söylemiştir. Bu konuda bir görüş ayrılığı da yoktur. İbnu'l-Münzir der ki: İlim adamları icmâ' ile şunu belirtirler: Hür bir kimse hanımını üç defa boşadıktan sonra iddeti bitse ve bir başka koca ile evlense o da onunla gerdeğe girse sonra da ondan ayrılsa kadının da o ikinci kocadan beklemesi gereken iddet sona erse sonra birinci kocası ile bir daha nikâhlansa bu kadın, birinci kocasının yanında yeniden üç talâk hakkına sahip olur. Ancak, hanımını bir veya iki talâk ile boşadıktan sonra hanım bir başkası ile evlense sonra birinci kocasına tekrar dönecek olsa kaç talâk hakkına sahip olduğu hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kısım geriye talâk sayısından kalanı ile nikâhı altına girer, derler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabının büyükleri böyle demişlerdir: Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Ubey b. Ka'b, İmrân b. Husayn ve Ebû Hüreyre gibi. Aynı zamanda bu Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel, Abdullah b. Amr b. el-As'tan da rivâyet edilmektedir. Abîde es-Selmanî, Said b. el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Mâlik, Süfyan es-Sevrî, İbn Ebî Leyla, Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, Muhammed b. el-Hasan ve İbn Nasr da bu görüşü benimsemiştir. Bu hususta başka bir görüş daha vardır ki, buna göre nikâh da yenidir, boşama hakları da yenidir (yani üçtür). Bu da İbn Ömer ve İbn Abbâs'ın görüşüdür. Atâ, Nehaî, Şureyh, en-Numan (Ebû Hanîfe) ve Yakub (Ebû Yûsuf) da böyle demiştir. Ebû Bekr b. Ebi Şeybe şunu zikreder: Bize Ebû Hazret-i Muâviye ve Veki' el-A'meş'ten o İbrahim'den şöyle dediğini nakletmektedirler: Abdullah'ın arkadaşları şöyle derlerdi: İkinci koca üç talâkı ortadan kaldırıyor da bir ve iki talâkı nasıl olur da ortadan kaldırmaz? Ebû Bekr der ki: Bize Hafs da Haccac'dan o Talha'dan o İbrahim'den anlattığına göre Abdullah'ın arkadaşları şöyle derlerdi: (Yeni) koca üç talâkı ortadan kaldırdığı gibi; bir ve iki talâkı da ortadan kaldırır. Şu kadar var ki Abîde şöyle der: Hayır, bu durumda bu kadın talâkından geri kalan ne ise o şekilde onunla nikâhlanır. Bunu Ebû Ömer nakletmektedir. İbnu'l-Münzir der ki: Ben birinci görüşü kabul ediyorum. Bu hususta üçüncü bir görüş daha vardır ki o da şudur: Şayet son koca onunla gerdeğe girmiş ise boşama hakkı da yeni olur, nikâh da yeni olur. Eğer onunla zifafa girmemiş ise geri kalan talâk sayısı ne ise o kadardır. Bu ise İbrahim en-Nehaînin görüşüdür. 2- Allah'ın Sınırları Ne Demektir? Yüce Allah'ın: "Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse..." âyeti bir şarttır. Tavus der ki: Eğer onların her birisi karşısındakiyle güzelce geçineceğini zannediyorsa... demektir. "Allah'ın sınırları"nın O'nun farzları olduğu da söylenmiştir. Yani her ikisi de ikinci nikâh ile aralarında iyi geçim olacağını bilirlerse demektir. Koca hanımının nafakasını karşılayamayacağını yahut ona mehir veremeyeceğini veya kendisi için yerine getirmesi gereken haklarından herhangi bir şeyi ifa edemeyeceğini bildiği takdirde; bu durumunu açıklamadıkça bununla evlenmesi helâl olmaz. Veya kendisinin kadının haklarım yerine getirebileceğini bilmesi halinde helâl olabilir. Aynı şekilde eğer kadından faydalanmasını engelleyecek bir kusuru var ise, bunu açıklaması gerekir ki, kadın onun hakkında aldanmasın. Yine iddia edip uyduracağı bir neseb yahut sahip olduğunu iddia ettiği bir mal veya bir sanat ile -bu hususta yalan söyleyerek- kadını aldatması da câiz olmaz. Aynı şekilde kadının da kocasının haklarını yerine getirmekten acze düşeceğini bilmesi veya delilik, cüzzam, baraş, fercinde bir hastalık gibi kendisinden yararlanmayı engelleyecek bir hastalığı varsa, o kocayı aldatması câiz değildir. Onda bulunan bu rahatsızlığını da beyan etmekle görevlidir. Tıpkı bir mal satan kimsenin malındaki kusurları açıklaması icabettiği gibi. Eşlerden herhangi birisi ötekinde böyle bir kusur bulduğu takdirde onu geri çevirebilir. Şayet kusur erkekte ise eğer onunla gerdeğe girmiş ise, kadın mehiri hak eder. Onunla gerdeğe girmemiş ise mehrin yarısını hak eder. Şayet kusur kadında ise koca onu geri gönderir ve daha önce ona vermiş olduğu mehri geri alır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Beyadaoğullarından bir kadın ile evlendiği göğsünde baraş görmesi üzerine onu geri çevirip: "Siz bizden kusuru gizlediniz" dediği rivâyet edilmiştir. Beyhaki, es-Sünen, VII, 348, 418-419. İlişki kurmaya gücü yetmeyenin hanımı, kendisini teslim edip de daha sonra bu sebepten dolayı birbirlerinden (hakim kararıyla) ayrıldıkları takdirde hükmün ne olacağı ile ilgili olarak İmâm Mâlik'ten farklı rivâyetler gelmiştir. Bir seferinde mehrin tamamını alır, derken bir diğer seferinde mehrin yarısını alır, demiştir. Bu görüş ayrılığının esası ise: Kadın kendisini teslim etmekle mi yoksa zifafa girmekle mi mehre hak kazanır, hususu ile ilgili iki ayrı görüşüne dayanır. 3- Kadın Ev İşlerini Yapmaktan Sorumlu mudur? İbn Huveyzimendad der ki: Bizim arkadaşlarımız (Maliki mezhebi âlimleri), kadın hizmet etmekle yükümlü müdür değil midir hususunda farklı görüşlere sahiptir. Kimi arkadaşlarımız şöyle der: Kadının hizmet etmek (ev işi yapmak) görevi yoktur. Çünkü (nikâh) akdi faydalanmayı ihtiva eder, hizmeti kapsamaz. Dikkat edilecek olursa nikâh akdi bir icare akdi de değildir, mülk edinme hakkı da değildir. Bu faydalanmak üzere bir akiddir. Akid ile kazanılan hak sadece faydalanmaktır, başkası değildir. Dolayısıyla kadından bundan fazlası istenemez. Yüce Allah'ın: "Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerine bir yol aramayın" (en-Nisa, 4/34) âyetinden da zaten bu anlaşılmıyor mu? Kimi ilim adamlarımız ise şöyle demektedir: Kadın kendi durumundaki sair kadınlar nasıl hizmet ediyorsa öylece hizmet etmekle yükümlüdür. Eğer baba tarafından zenginliği veya müreffeh olması sebebiyle şerefli bir konumda bulunuyor ise, evin işlerini yönetmekle ve hizmet edenlere gereken emirleri vermekle yükümlüdür. Şayet orta halli ise yatak sermek ve benzeri işleri yapmalıdır. Eğer bundan da daha aşağı durumda ise, evi süpürmesi, yemek pişirmesi, çamaşır yıkaması görevidir. Şayet Kürt, Deylem ve dağlı kadınlardan olup onların beldelerinde bulunuyor ise, onların kadınlarına ne tür işler yükleniyor ise ona da o işler yüklenir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Üzerlerindeki hak gibi ma'ruf şekilde onların da hakkı vardır." (el-Bakara, 2/228) Eskiden beri de şimdiki dönemlerde de müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki örfleri dediğimiz şekilde cereyan edegelmiştir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ve ashabının hanımlarının un öğüttükleri, ekmek pişirdikleri, yemek pişirdikleri, yatak serdikleri, sofra hazırladıkları ve benzeri işler yaptıklarına dikkat edilmiyor mu? Herhangi bir kadının bunları yapmak istemediğine dair birşey de bilmiyoruz. Böyle birşeyi yapmak istememek de onun için uygun düşmez. Hatta onlar bu hususta kusurlu davrandıkları takdirde kadınlarını dövüyorlar ve hizmette kusurlan dolayısıyla sorguluyorlardı. Eğer bu hizmetleri yapmak kadının üzerindeki bir hak olmasaydı, elbette onlardan bu işleri yapmalarını istemezlerdi. 4- Allah Bilenlere Sınırlarını Açıklar: Yüce Allah'ın: "Bunlar Allah'ın şuurlarıdır, onları bilen bir kavme açıklar" âyetinde sözü geçen "Allah'ın sınırları"ndan kasıt, Allah'ın koyduğu yasaklardır. Sınır ahlâksızlıkları işleme cesaretini engelleyen bir engeldir. Kadın süslenmek istemediği vakit "sınır koymak" anlamına gelen "ihdad" tabiri kullanılır. Mahdut (sınırlı adam) ise hayırdan alıkonulmuş kimse demektir. Mani ve engel anlamına kapıcıya da haddad denilmektedir. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/287. âyet 35. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Burada yüce Allah'ın: "Bilen bir kavme" diye buyurması şundan dolayıdır: Çünkü cahile pek çok emir ve yasak verildiği takdirde o bunları iyice belleyemez ve bunlara gereken dikkat ve riâyeti gösteremez. Bilen kimse ise onları gereken şekilde korur ve gereken sorumluluğu yüklenir. İşte bu incelik dolayısıyla bilmeyenlere hitap etmeyip bilenlere hitapta bulunmuştur. |
﴾ 230 ﴿