234

İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenlerin zevceleri kendiliklerinden dört ay on gün beklerler. Sûrelerini bitirdikleri takdirde artık onların kendileri hakkında ma'ruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur. Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmibeş başlık halinde sunacağız: Görüleceği gibi yirmibeş başlık âyetin "... beklerler" diye biten ilk cümlesine dair açıklamaları ihtiva eder. Sonraki bölümlerine dair açıklamalar da üç başlık halinde sunulacaktır.

1- Kocasının Vefatı Dolayısıyla Kadının İddeti:

Yüce Allah boşama dolayısıyla iddeti ve buna bağlı olarak süt emzirmeyi sözkonusu etti; bundan sonra da:

"İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenler..." âyeti ile de kocası vefat edenlerin iddetini zikretti. Böylelikle herhangi bir kimse kocası vefat etmiş olan kadının iddetinin boşama iddeti gibi olduğu vehmine kapılmasın.

"İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenlerin" yani zevceleri olduğu halde içinizden ölen erkeklerin

"zevceleri kendiliklerinden... beklerler." Bu manada açıklamayı ez-Zeccâc yapmış, en-Nehhâs da bunu tercih etmiştir. Arapçada mübtedanın hazfı (mealde açığa çıkartılarak "zevceleri" denilmiş bulunuyor) pek çoktur. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"De ki: O yaptığınızdan daha kötüsünü size haber vereyim mi? (O) ateştir." (el-Hacc, 22/72) Burada mübtedâ olan "o" hazfedilmiştir.

Ebû Ali el-Farisî de der ki: Bu ifadenin takdiri şöyledir: İçinizden vefat edip de geriye zevceler bırakanların zevceleri onlardan sonra... beklerler. Bu kişinin: Yağın iki menni bir dirhemedir; yani ondan iki men bir dirhem karşılığındadır, demesine benzer. Şöyle de denilmiştir: İfadenin takdiri şöyledir: Sizden vefat eden erkeklerin hanımları... beklerler. Böylelikle ibare oldukça veciz bir şekilde gelmiştir.

el-Mehdevî'nin Sîbeveyh'ten naklettiğine göre âyetin anlamı şöyledir: Size okunan âyetler arasında şu da vardır: İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenlerin.... Bu lâfzın anlamı ise -önceden de geçtiği gibi- iki şekilden birisine göre; neyin meşru olduğunu haber vermektir.

2- Bu Âyet Umumu İfade Eden Husustur:

Bu âyet-i kerîme kocası vefat etmiş kadının iddeti hakkındadır. Âyetin zahiri umum ifade etmektedir. Ancak anlamı husus ifade eder. el-Mehdevî'nin bazı ilim adamlarından naklettiğine göre âyet-i kerîme hamile kadınları da kapsamaktadır. Daha sonra bu, yüce Allah'ın:

"Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır" (et-Talâk, 65/4) âyeti ile neshedildi.

İlim adamlarının çoğunluğuna göre bu âyet-i kerîme (daha sonra gelecek olan) yüce Allah'ın:

"İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edecekler, eşlerine çıkarılmayarak bir yılına kadar faydalanmalarını vasiyet etsinler." (el-Bakara, 2/240) âyetini neshetmiştir. Çünkü insanlar (müslümanlar) İslâm'ın gelişinden itibaren bir süre şu uygulamayı sürdürdüler: Koca vefat edip de geriye hanımım hamile bırakacak olursa, kocası bir yıllık masrafının sağlanmasını ve evlenerek evden çıkmadıkça evde iskan olmasını vasiyet ederdi. Daha sonra bu, dört ay on gün iddeti emreden âyet ile ve miras âyetiyle neshedildi.

Bazdan da şöyle der: Bu buyruklarda bir nesih sözkonusu değildir. Sadece seneden eksiltmek sözkonusudur. Nitekim yolcunun namazının dört rek'atten iki rekate eksiltilmesi bir nesh sayılmaz. Ancak böyle bir iddia apaçık bir yanlışlıktır. Çünkü önceleri kadının hükmü evinden çıkmaması şartıyla bir sene iddet beklemek şeklinde idi. Eğer çıkacak olsaydı ona engel olunmazdı. Fakat daha sonra bu hüküm izale edildi ve dört ay on gün iddet beklemeye mecbur kılındı. İşte nesih de budur. Misafirin namazı ise buna benzemez. Âişe (r. anha) şöyle demiştir: Namaz (önceleri) ikişer rekat olarak farz kılındı. Daha sonra ikamet halindeki namaz kaldırıldı ve sefer (yolculuk) namazı ise olduğu halde bırakıldı. Buhârî, Salât 1, Taksir 5; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 1-3; Ebû Dâvûd, Sefer 1; Nesâî, Salât 3; Dârimî, Salât 179; Muvatta’', Kasru's-Salâti fi's-Sefer 8. İleride bu Hadîs-i şerîf (en-Nisa, 4/101. âyetin tefsirinde) gelecektir.

3- Kocası Vefat Etmiş Hamile Kadının İddeti:

İlim adamlarının Cumhûruna göre kocası vefat etmiş hamile kadınların iddeti doğum yapmakla biter. Ali b. Ebî Tâlib ve İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre ise böyle bir kadının iddeti iki iddetten daha uzun olanıdır. İlim adamlarından Suhnun da bunu tercih etmiştir. İbn Abbâs'tan bu görüşünden döndüğü de rivâyet edilmiştir. Hazret-i Ali ve İbn Abbâs'tan gelen rivâyetin delili yüce Allah'ın şu buyruklarım bir arada mütalaa etmektir:

"İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenlerin zevceleri kendiliklerinden dört ay on gün beklerler" âyeti ile:

"Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır" (et-Talâk, 65/4). Eğer kadın bu şekilde iki iddetten daha uzak olanı bekleyecek olursa bu iki âyet gereğince amel etmiş olur. Şayet doğum yapmak suretiyle iddetini sona erdirirse kocası vefat etmiş kadının iddetiyle ilgili âyet gereğince ameli terketmiş olur. Usul âlimlerinin ittifakı ile; iki hükümle birlikte amel etmek (cem') tercihten daha iyidir.

Eğer Eslemli Sübey'a'nın hadisi bu konuda zihni bulandırmayacak olsaydı bu, güzel bir bakış açısıdır. Eslemli Sübey'a ile ilgili tıadis-i şerifte belirtildiğine göre; o, kocasının vefatından birkaç gün sonra doğum yaptı. Bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hatırlatınca Hazret-i Peygamber ona evlenmesini emretti. Bu hadisi (Buhârî) Sahih'inde rivâyet etmiştir. Buhârî, Meğâzî 10, Talâk 39; Müslim, Talâk 56, 57; Ebû Dâvûd, Talâk 47; Tirmizî, Talâk 17; Nesâî, Talâk 56; İbn Mâce, Talâk 7; Dârimi, Talâk 11; Muvatta’', Talâk 85, 86.

Böylelikle bu Hadîs-i şerîf: "Hamile kadınların iddeti, yüklerini bırakmalarıdır" âyetinin, hem boşanmış kadınlar, hem de kocalan vefat etmiş kadınlar hakkında umumi olduğunu ve kocası vefat etmiş kadının iddetinin, bu iki türden hamile olmayana has olduğuna hamledildiğini ortaya koymaktadır. Bu görüş İbn Mes’ûd'un şu sözleriyle de kuvvet kazanır: İsteyen ile kısa Nisa Sûresi'ndeki âyetin (Talâk Sûresi'ndeki âyetin) kocası vefat etmiş kadının iddeti ile ilgili âyetten sonra nazil olduğu hususunda lanetleşebilirim. Ebû Dâvûd, Talâk 47; İbn Mâce, Talâk 7; yakın ifadelerle; Buhârî, Tefsir 2. sûre 41 ve 65. sûre 2

İlim adamlarımız der ki: Bu ifadesinin zahirinden sonra inen bu âyetin öncekini neshettiği anlaşılmakta ise de onun anlatmak istediği bu değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Onun asıl kastetmek istediği sonradan inen (Talâk Sûresi'ndeki) âyetin, vefat ile ilgili iddeti sözkonusu eden âyeti tahsis ettiğidir. Sonra inen âyet-i kerîme öncekinin kapsadığı bazı türleri dışarıda bırakmıştır. Aynı şekilde Sübey'a ile ilgili Hadîs-i şerîf de kocası vefat etmiş kadının iddeti ile ilgili âyetten sonra varid olmuştur. Çünkü Sübey'a olayı Veda Haccı'ndan sonra olmuştur. Kocası ise Sa'd b. Havle idi. Sa'd, Âmir b. Lueyoğullarından olup Bedir'e katılmışlardan birisidir. Hanımı hamile iken o sırada (Veda haccında) Mekke'de vefat etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke'de vefat etmesinden dolayı haline üzüldüğü kişi odur. Bk. Buhârî, Cenâiz 37, Menâkıbu'l-Ensâr 49, Ferâiz 6; Müslim, Vasiyyet 5; Muvatta’', Vasiyyet 4. Sübey'a kocasının vefatından onbeş gün sonra doğum yapmıştı. Buhârî ise kırk gün sonra demektedir.

Müslim de Ömer b. Abdullah b. el-Erkam yoluyla gelen Hadîs-i şerîfte rivâyet ettiğine göre Sübey'a, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bu hususta soru sormuş ve devamla demiştir ki: Hazret-i Peygamber bana doğumumu yapmamla birlikte (evlenmemin) helâl olduğuna dair fetva verdi ve uygun gördüğüm takdirde evlenebileceğimi buyurdu. Müslim, Talâk 56. İbn Şihab der ki: Kanında olsa dahi doğum yaptığı takdirde evlenmesinde bir mahzur görmüyorum; şu kadar var ki temizleninceye kadar kocası ona yaklaşamaz. Müslim, aynı yer. İlim adamlarının Cumhûru ve fukahanın İmâmları da bu görüştedir.

el-Hasen, eş-Şâbi, en-Nehaî ve Hammâd ise, lohusa kadın lohusalığının kanı devam ettiği sürece nikâhlanamaz. Buna göre iki şart koşmuş olurlar. Birincisi doğum yapması, ikincisi de nifas (lohusalık) kanından temizlenmesidir. Ancak hadis onlar aleyhine bir delildir. Müslim'in Sahih'i ile Ebû Dâvûd'un Sünen'inde geçtiği üzere: "Lohusalığından iyileşti mi evlilik kastı ile kendisine talip olacaklar için süslendi" Müslim, aynı yer; Ebû Dâvûd, Talâk 47. ifadesinde lehlerine bir delil yoktur. Çünkü "iyileştiğinde" ifadesi asıl anlamı itibariyle -el-Halü'in belirttiğine göre- lohusalık kanından temizlenince anlamına gelmekle birlikte; bu lafızla lohusalığın acılarından iyileşmesinin kastedilmesi ihtimali de vardır. Yani ağrılarından kurtulunca demek olur. Eğer bunun el-Halil'in söylediği anlama geldiği kabul edilse dahi yine onlar lehine bir delil olamaz. Çünkü asıl delil Hazret-i Peygamber'in Sübey'a'ya: "Doğumunu yapmanla, birlikte helâl oldun" sözüdür. Böylelikle Hazret-i Peygamber doğumunu yapmakla birlikte helâl olduğunu belirtmiş ve evlenmesinin helâl oluşunu doğum yapmasına bağlı kılmıştır. "Kanın kesildi mi veya temizlendin mi" diye buyurmamıştır. O bakımdan Cumhûrun söylediğinin sahih (ve doğru) olduğu anlaşılmış olmaktadır.

4- Boşanmış Hamile Kadının İddeti:

Kocası ister ona ri'cat yapabilsin, ister yapmak hakkı bulunmasın, ister hür ister cariye, ister müdebbere Müdebber: Hürriyetine kavuşması, efendisi tarafından kendisinin ölümü şartına bağlı kılınan köle; müdebbere ise böyle olan cariye; isterse de mükâtebe Mükâteb: Efendisiyle belli bir bedel ödemek karşılığında hürriyetine kavuşmak üzere anlaşmış köle; mükâtebe ise böyle bir akid yapmış câriye demektir. olsun, boşanmış hamile her kadının iddetinin, doğumunu yapması olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur.

Fakat önceden de geçtiği gibi kocası vefat etmiş hamile kadının iddeti hakkında farklı görüşleri vardır. Bununla birlikte ihtilaf sözkonusu olmaksızın hepsi kendi aralarında şunu kabul etmişlerdir: Bir erkek vefat etse geriye hamile bir hanım bırakacak olsa ve bu kadın dört ay on gün bekleyecek olsa doğum yapmadıkça helâl olmaz. Böylelikle asıl maksadın doğum yapmak olduğu öğrenilmiş olur.

5- Kocası Ölmüş Kadın Nerede İddet Bekler?

Yüce Allah'ın:

"Beklerler" âyetindeki (beklemek anlamına gelen): et-terabbus: Nikâhtan uzak durmak için kendisini tutmak ve bu konuda ağır davranmak, evlilik meskeninden geceleyin oradan ayrılmamak suretiyle çıkmayı terketmek demektir.

Yüce Allah, boşanmış kadın için sözkonusu ettiği şekilde Kitab-ı Aziz'inde kocası vefat etmiş kadın lehine süknâdan söz etmemektedir. Boşanmış kadınlar hakkında yüce Allah:

"Onları... iskân edin" (et-Talâk, 65/6) diye buyurmaktadır.

Diğer taraftan yüce Allah'ın Kitabında iddet lâfzında ihdâda (kadının ölen kocası dolayısıyla yas tutmasına) delalet eden birşey de yoktur. Yüce Allah sadece "beklerler" diye buyurmaktadır. Bütün bunları ise sünnet beyan etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den vefat esnasında kadının iddet beklemesinin ihdâd ile birlikte olacağına dair gelen rivâyetler birbirini desteklemektedir.

İhdâd ise kadının süslenmekten, güzel şekilde boyanmış elbiselerden, koku sürünmekten ve benzeri şeylerden uzak durmasıdır. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. el-Hasen b. Ebi'l-Hasen ise şöyle der: İhdad diye birşey sözkonusu değildir. Kadının asıl yapması gereken evlenmekten uzak durmasıdır. Süslenebilir, koku sürünebilir.

Ancak bu görüş zayıftır. Çünkü bu, -yüce Allah'ın izniyle birazdan açıklayacağımız gibi- sünnete muhaliftir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ise kocası vefat etmiş bulunan Mâlik b. Sinan'ın kızı Furey'a'ya şöyle dediği sabittir: "Yazı vadesini dolduruncaya (iddetin bitinceye) kadar evinde dur." Furey'a der ki: Ben de orada dört ay on gün iddet bekledim. Bu sabit bir hadis olup bunu Mâlik, Said b. İshak b. Ka'b b. Ucre'den rivâyet etmiştir. Muvatta’', Talâk 87; Ebû Dâvûd Talâk 44; Tirmizî, Talâk 23; Nesâî, Talâk 60. Bu hadisi ondan Mâlik, es-Sevrî, Vuheyb b. Halid, Hammâd b. Zeyd, Îsa b. Yûnus, pek çok kimse ile birlikte İbn Uyeyne, el-Kattan ve Şu'be de rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Mâlik bunu İbn Şihab'tan da rivâyet etmiştir ki bu delil olarak yeter.

el-Baci der ki: Mâlik'ten bundan başka (bir görüş) rivâyet edilmiş değildir. Osman b. Affan da bu görüşü kabul etmiştir.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Kocası vefat etmiş kadının evinde iddet bekleyeceği hususunda bu Hadîs-i şerîf gereğince hüküm verilmiştir. Bu, Hicaz ve Irak ilim adamları katında meşhur ve bilinen bir hadistir ki kocası vefat etmiş olan kadın evinde iddet bekler ve oradan çıkmaz. Aynı zamanda bu Hicaz, Şam, Irak ve Mısır bölgelerinde fukaha olan bir grubun da görüşüdür. Dâvûd ise kocası vefat etmiş olan kadının evinde iddet beklemek zorunda olmadığı, dilediği yerde iddet bekleyebileceği görüşünde idi. Çünkü süknâ Kur'ân-ı Kerîm'de boşanmış olan kadınlar hakkında varid olmuştur. Yine onun bu konudaki delillerinden birisi de mes'elenin ihtilaflı bir mes'ele olduğu şeklindedir. Bunlar derler ki: Bu Hadîs-i şerîfi ilim sahibi olmakla tanınmamış bir kadın rivâyet etmektedir. Süknânın vacip olduğunu söylemek ise, bir hükmün vacip olduğunu söylemektir. Hükümler ise Allah'ın Kitabının nassı ile yahut sünnet veya icma ile vacip olur.

Ebû Ömer der ki: Bu konuda sünnet -Allah'a hamdolsun- sabittir. İcmaa gelince sünnetin varlığı dolayısı ile ona ihtiyaç yoktur. Çünkü bir mes'ele hakkında görüş ayrılığı sözkonusu olduğu takdirde sünnete uygun olan görüş delili kuvvetli olan görüştür. Başarı Allah'tandır.

Ali, İbn Abbâs, Cabir ve Âişe (radıyallahü anhüm)'dan Davud'un görüşüne benzer rivâyetler vardır. Cabir b. Zeyd, Atâ ve Hasan-ı Basrî de bu görüştedir. İbn Abbâs der ki: Yüce Allah:

"Kendiliklerinden dört ay on gön beklerler" diye buyurmuştur. Evlerinde iddet beklerler, diye buyurmamıştır. Nerede dilerse iddetini orada bekleyebilir. Bu görüş Ebû Hanîfe'den de rivâyet edilmiştir.

Abdürrezzak der ki: Bize Ma'mer ez-Zührî den anlattı, o Urve'den dedi ki: Âişe -kocası Talha b. Ubeydullah öldürüldüğünde- kızkardeşi Umm Külsüm ile birlikte umre yapmak üzere Mekke'ye yola çıktı. Âişe, kocası vefat etmiş kadının iddeti içerisinde çıkabileceğine dair fetva veriyordu. Dedi ki: Bize es-Sevri de Ubeydullah b. Ömer'den rivâyet ettiğine göre o el-Kasım b. Muhammed'i şöyle derken dinlemiş: İnsanlar bunu ondan kabul etmedi. (Abdürrezzak) der ki: Bize yine Ma'mer ez-Zührîden naklederek dedi ki: Kocası vefat etmiş kadın hakkında ruhsat yolunu seçenler Âişe'nin sözünü, vera' ve azimeti tercih edenler de İbn Ömer'in sözünü kabul etmişlerdir.

Muvatta’''da belirtildiğine göre de Ömer b. el-Hattâb kocaları vefat etmiş olan kadınları el-Beyda'dan geri çeviriyor ve hacca gitmelerine engel oluyordu. Muvatta’', Talâk 88. Bu Hazret-i Ömer'den içtihada dayalı olarak yapılmış bir uygulamadır. Çünkü o kocası vefat etmiş olan kadının, kocasının evinde iddet beklemesinin kadın için bağlayıcı bir hüküm olduğu görüşünde idi. Kur'ân ve sünnetin gereği de budur. O bakımdan iddeti bitinceye kadar böyle bir kadının hac ya da umre için evinden çıkması câiz olmaz. Mâlik de der ki: İhrama girmediği sürece geri döndürülür. İbn Abdi'l-Berr'in bu açıklamaları için bk. el-İstizkâr XVIII, 181 vd.

6- Kadının İddet Bekleyeceği Kocasının Evi Satılabilir mi?

Şayet koca meskenin sahibi ise kadın meskende iddet beklemek hakkına sahiptir. Fukahanın çoğu da bu görüştedir. Mâlik, Ebû Hanîfe, Şâfiî, Ahmed ve başkaları Furey'a hadisi dolayısıyla bu görüştedir. Ev, ölenin mülkiyetinde olduğu takdirde ve mirasçılar da isteyecek olursa böyle bir evin satılması câiz olur mu? Arkadaşlarımızın (Maliki mezhebi âlimlerinin) Cumhûrunun kabul ettiği görüşe göre bu caizdir, ancak kadın adına o evde iddet beklemesi şartı da koşulur. İbnu'l-Kasım der ki: Çünkü kadın o evde süknâ hakkına alacaklılardan daha çok sahiptir. Muhammed b. el-Hakem de der ki: Böyle bir satış fasittir. Çünkü kadın iddeti konusunda şüpheye düşebilir ve iddeti uzayıp gidebilir.

İbnu'l-Kasım'ın görüşü şöyle açıklanabilir: Çoğunlukla böyle bir şüphenin olmayacağıdır. Şüpheye düşmek ise nadiren görülen bir husustur. Bu ise akidlerin fasid olmasını etkilemez. Eğer bu şart ile satış gerçekleşir ve kadın da iddetinde şüpheye düşerse Mâlik, Muhammed'in Kitabı'nda şöyle der: Şüphe sona erinceye kadar orda kalma hakkına o daha çok sahiptir. Bizim daha çok sevdiğimiz husus ise; müşterinin böyle bir satışı feshetmek veya kabul etmek hususunda muhayyerlik hakkına sahip oluşu ve rücû' edip herhangi bir şey alamayacağı şeklindedir. Çünkü o (müşteri) iddet bekleyen bir kadının iddeti sözkonusu iken sonradan oraya girmiştir. Şayet şüphenin ortadan kalkması şartı ile satış gerçekleşmiş ise, o satış fasid olur.

Suhnun da der ki: Kadının şüphesi beş yıl devam edip gitse dahi müşteri lehine delil sözkonusu değildir. Çünkü o iddet bekleyen bir kadının hakkı üzerinde akid yapmıştır ve bu iddet beş yıl sürebilir. Ebû Zeyd de İbnu'l-Kasım'dan buna yakın bir rivâyette bulunmuştur.

7- Koca Meskene Mâlik Değil ve Onu Kiralamış İse:

Şayet kocanın sadece orada iskân olma hakkı var, fakat evin mülkiyetine sahip değil ise, iddet süresi İçerisinde -Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye halifen- süknâ hakkına sahiptir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -kocasının evin kendisine malik olmadığı bilinmekte olan-: Fürey'a'ya: "Kitap süresini dolduruncaya kadar (iddetin bitene kadar) evinde kal!" demiştir.

Burada: Ev Fürey'a'ya aittir, denilemez. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz ona: "Evinde kal" demiştir. Çünkü Ma'mer'in ez-Zührî'den rivâyet ettiğine göre Furey'a Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kocasının öldürüldüğünü sözkonusu etmiş, kendisine ait olmayan bir meskende kocasının kendisini bıraktığını belirtmiş ve ayrılmak için izin istemişti. Zührî daha sonra hadisin geri kalan kısmını zikretmektedir. Mânâ bakımından bizim lehimize olan delil de şudur: Kocası başka herhangi bir mükellefiyetin sözkonusu olmadığı bir mülkiyet yoluyla o evde sakin olma hakkına sahip olduğu bir ev bırakmıştır. O bakımdan hanımın da orada iddet beklemesi lazımdır. Bu görüşün asıl delili ise; bizzat evin kendisine malik olması halinde (hanımın, iddeti o evde beklemekle yükümlü oluşudur).

8- Kocası Evin Kirasını Ödememiş İse:

Bu durum evin kirasını ödemiş olması halinde böyledir. Şayet kirayı ödememiş ise el-Müdevvene'de kaydedildiğine göre; böyle bir kadının ölenin malında lehine süknâ hakkı (kocası zengin olsa dahi) yoktur. Çünkü kadının hakkı ancak tam bir mülkiyet ile malik olduğu süknaya taalluk eder. Bedeli nakit olarak ödenmediği sürece de oraya (kira menfaati olarak) tam bir mülkiyet ile malik olamaz. Bunun yerine sadece elinde bulunan kira bedeline maliktir. Kadının ise -süknâ müstesna- bunda ancak miras yoluyla bir hakkı vardır. Çünkü bu bir maldır, süknâ değildir. Muhammed, Mâlik'ten kiranın ölenin malından ödenmesi gerektiğini rivâyet etmektedir.

9- Hazret-i Peygamberin: "Evinde Bekle!" Âyetinin Yorumu:

Hazret-i Peygamber'in Furey'a'ya: "Kitap vadesini dolduruncaya (iddet bitene kadar) evinde dur" buyurmasının şu anlamlara gelme ihtimali vardır: Kocası meskenin kirasını vermiş olduğundan dolayı ona bunu emretmiş olabilir yahut vefat edene kadar bu mesken kocasına verilmiş olabilir yahut ev sahipleri Furey'a'ya kiralı ya da kirasız olarak orada iddet beklemesine müsaade etmiş olabilirler ya da Hazret-i Peygamber'in iddeti bitene kadar orada kalmasını gerekli gördüğü -Allah'ın bildiği- başka herhangi bir durum sözkonusu olabilir.

10- Kocasının Vefat Haberini Kendi Evinden Başka Yerde Alan Kadın Nerede İddet Bekler?

Kocasının vefat haberini evli olarak yaşadıktan evden başka bir yerde alan kadın hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik b. Enes kocasının meskenine ve kaldığı yere dönmesini emreder. Bu görüşü Ömer b. Abdülaziz (radıyallahü anh)'dan rivâyet eder. Said b. el-Müseyyeb ve en-Nehaî ise haber kendisine nerede ulaşmış ise orada iddet bekler; iddeti sona erinceye kadar oradan ayrılmaz, derler. İbnu'l-Münzir der ki: Malikin görüşü sahih olandır. Ancak kocası onu bir başka yere nakletmiş ise o yerden ayrılmaz.

11- İddet Bekleyen Kadının İddet Yerinden Çıkması ve Yas Tutması:

Kadının, insanların sabahleyin etrafa yayıldıkları zamandan itibaren, akşamdan sonra ortalık sakin oluncaya kadar ihtiyaçlarını karşılamak üzere çıkması caizdir. Ancak o evden başka bir yerde geceyi geçiremez.

Buhârî ve Müslim'de Umm Atiyye'den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiçbir kadın ölmüş hiçbir kimseye üç günden fazla yas tutmaz. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutar. Boyalı ipliklerle dokunmuş olan elbise dışında boyanmış elbise giyinmez. Sürme çekmez. (Ay halinden temizlenmesi dışında) kokuya elini sürmez. (Temizlendiği vakit de) bir parça kust veya ezfar (kokusundan) alır." Buhârî, Hayz 12, Talâk 48-49; Müslim, Talâk 66; Ebû Dâvûd, Talâk 46; Nesâî, Talâk 64; İbn Mâce, Talâk 35.

Umra Habibe'den gelen hadiste de şöyle denilmektedir: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kadının koca için olan dört ay on günlük yas müstesna, üç günden fazla yas tutması helâl değildir." Buhârî, Cenâiz 31, Talâk 46, Müslim, Talâk 62; Tirmizî, Talâk 18; Nesâî, Talâk 55.

İhdâd (yas tutmak); kadının giyim, koku, süslenme, sürme, kına yakma gibi iddeti içerisinde olduğu sürece bütün zinetleri terketmesidir. Çünkü zinet kocaların talip olmalarına bir çeşit davettir. Böyle bir yolu kesmek ve yüce Allah'ın yasaklarının çiğnenmesini önlemek için bunlar ona yasaklanmıştır. Kadının zeytinyağı ile ya da susam yağı ile başını yağlaması koku sürünmek değildir. Yas tutan kadın için "hâdd" ve "muhidd" denilir. el-Asmaî, bunun "haddet" diye fiil olarak kullanıldığını bilmiyoruz, der.

12- Müslüman Olmayan Kadının thdadı (Yas Tutması):

Hazret-i Peygamber'in burada "îman " ile kadını nitelendirmesi Mâlikî mezhebindeki kocası vefat etmiş kitap ehli kadın ile ilgili iki görüşten birisinin sahih olduğunun delilidir. Bu görüşe göre böyle bir kadın için ihdad (yas tutma) sorumluluğu yoktur. Bu, İbn Kinane ve İbn Nâfi'in de görüşüdür. Eşheb bunu Mâlik'ten rivâyet ettiği gibi Ebû Hanîfe ve İbnu'l-Münzir de bu görüştedirler.

İbnu'l-Kasım'ın ondan (Mâlik'ten) rivâyetine göre tıpkı müslüman bir kadın gibi ihdad ile mükelleftir. el-Leys, Şâfiî, Ebû Sevr ve bütün arkadaşlarımız (Mâlikî Mezhebi âlimleri) bu görüştedir. Çünkü bu, iddet hükümlerinden bir hükümdür. O bakımdan mesken ve iddetin lüzumu gibi, müslüman erkeğin hanımı olan kitap ehli kadın için de ihdâd lüzumludur.

13- Koca Dışındakiler İçin Yas Tutmak:

Hazret-i Peygamber'in: "Üç günden fazla., koca müstesna" âyeti müslüman kadınların kocaları dışındakiler için üç günden fazla yas tutmalarının haram olduğuna üç gün süre ile de onlar için yas tutmanın mubah olduğuna delildir. Bu saymaya ilk geceden başlar üçüncüsünün sonuna kadar devam eder. Onun yakını eğer bir günün ya da gecenin geri kalan kısmında vefat etmiş ise onu hesaba katmaz ve gelecek olan ilk geceden itibaren hesaba başlar.

14- Hadisin Kapsamına Giren Zevceler:

Bu hadis umumu itibariyle kocası vefat etmiş bütün kadınları kapsamına alır. Bu hadisin kapsamına cariyeler, hür kadınlar, yaşlı, küçük hepsi girer. İlim adalarının Cumhûrunun görüşü de budur. Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre ise cariye ve küçüğün yas tutma yükümlülüğü yoktur. Kadı Ebû'l-Velid el-Baci Ebû Hanîfe'den nakletmektedir. İbnu'l-Münzir der ki: Zevce olan cariye hem zevceler kapsamına hem de konu ile ilgili haberlerin genel ifadesinin kapsamına girer. Bu Mâlik ve Şâfiî'nin Ebû Sevr'in ve rey ashabının da görüşüdür. Bu konuda ben herhangi bir kimseden muhalif bir görüş bellemiş değilim. Efendisi ölen um veledin ihdad (yas tutma) yükümlülüğü hakkında ihtilafa düştüklerini de bilmiyorum. Çünkü um veled zevce değildir. Hadisler ise ancak zevceler hakkında varid olmuştur.

el-Baci der ki: Küçük eş eğer emir ve nehyi aklıyla kavrayan ve kendisi için çizilen sınırlara bağlı kalan bir durumda ise, ona ihdad yapması emrolunur. Eğer küçüklüğü dolayısıyla bunlardan herhangi bir şeyi idrak edemiyorsa İbn Muzeyn'in Îsa'dan rivâyetine göre, onun yakınları (bu durumdaki) kadının uzak durduğu herşeyden onu uzak tutar ve bu onun için lazımdır. Küçük için de ihdadın vücubunun delili Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den gelen aşağıdaki rivâyettir. Buna göre bir kadın, kocası vefat etmiş ve gözlerinden rahatsızlanan kızı hakkında sürme çekip çekemeyeceği hakkında soru sormuş, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "hayır" cevabını vermiş ve bunu iki ya da üç defa sorunca her seferinde yine "hayır" diye buyurmuş Buhârî, Talâk 46; Müslim, Talâk 58; Muvatta’', Talâk 103; Ebû Dâvûd. Talâk 43; Tirmizî, Talâk 18; Neaût, Talâk 63. ve kızının yaşını sormamıştır. Şayet hüküm büyüklük ve küçüklüğüne göre değişecek olsaydı, hükmü beyan edebilmek için onun yaşını da elbette ki sorardı. Bu gibi durumlarda ise beyanın te'hir edilmesi câiz değildir. Aynı şekilde vefat dolayısıyla iddet beklemesi hazım olan her bir kadının büyük kadın gibi ihdad (yas) tutması da lazımdır.

15- Kına Yakmak ve Süslenmenin Kapsamı:

İbnu'l-Münzir der ki: Kına yakmanın yasaklanmış bulunan süslenmenin kapsamına girdiği hususunda görüş ayrılığı bilmiyorum. İlim adamları iddet bekleyen bir kadının aspur ile boyanmış elbiseler giymesinin câiz olamayacağı üzerinde icma etmişlerdir. Bundan tek istisna siyah ile boyanmış olan elbiselerdir. Urve b. ez-Zübeyr, Mâlik ve Şâfiî böyle bir elbisenin giyilmesine ruhsat vermiş; ez-Zührî mekruh görmüştür. ez-Zührî der ki: Böyle bir kadın dokunmadan önce boyanmış ipliklerden yapılmış elbiseleri dahi giyemez. Ancak bu hadise muhaliftir. Bk. 11. başlıkta 1 no'lu not. el-Müdevvene'de ise İmâm Mâlik şöyle demektedir: Boyalı iplikten yapılan ince Yemen kumaşlan giyemez. Ancak Mâlik bu tür kumaşların kaba olanının giyilebilmesi hususunda genişlik tanımaktadır. İbnu'l-Kasım der ki: Çünkü böyle bir kumaşın incesi boyanmış kumaşlar kabilindedir.

İpek keten ve pamuk elbiselerin incesini de kabasını da giyinemez. İbnu'l-Münzir der ki: Kendisinden ilim bellediğim herkes beyaz elbise giymeye müsaade etmiştir.

Kadı İyaz da der ki: Şâfiî, zinet olan her türlü boyamaya ister ince ister kalın olsun, yas tutan kadının dokunamayacağı görüşündedir. Buna yakın bir görüş de Kadı Abdülvehhab'a aittir. O şöyle demektedir: Kadınların kendileri ile kocalarına karşı süslendikleri bütün renklerden yas tutan kadın uzak dursun. Kimi müteahhir hocalarımız süs için kullanılan güzel, kaliteli, beyaz renklileri yasaklamıştır. Üstün değerli siyah renkliler de aynı durumdadır.

İbnu'l-Mevvaz da İmâm Mâlik'ten şunu rivâyet etmektedir: Demirden dahi olsa süs eşyası giyinemez.

Genel olarak, kadının süslenmek için, süs eşyasının kullanıldığı şekilde her hangi bir şeyi yas tutan bir kadın giyinemez. Mezhep âlimlerimiz mücevherat, yakut ve zümrüt hakkında açıkça bir ifade kullanmamakla birlikte bunlar da "süs eşyası" kavramı içerisine girerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

16- Kocası Vefat Etmiş Kadının Yas Tutmasının Hükmü:

Kocası vefat etmiş kadının yas tutması (ihdad)nın vücubu üzerinde el-Hasen dışında bütün ilim adamları icma etmişlerdir. el-Hasen bunun vacip olmadığını söylemiştir. Bu konuda Abdullah b. Şeddad b. el-Hâd'ın, Esma bint Umeys'ten yaptığı şu rivâyeti delil gösterir. Esma der ki: Cafer b. Ebi Talib şehid olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: Üç gün süreyle siyah yas elbiselerini giyin sonra da dilediğini yap" diye buyurdu. Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsûr, Beyrut 1414/1994, III, 75

İbnu'l-Münzir der ki: Hasan-ı Basrî sair ilim ehli arasında yas tutmanın sözkonusu olmadığı görüşünde idi. O derdi ki: Üç talâk ile boşamış kadın ile kocası vefat etmiş kadın sürme çeker, kına yakar ve dilediklerini yapar. Halbuki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan kadının yas tutacağına dair haberler sabit olmuştur. Bu haberler kendisine ulaşmış bir kimsenin bunları kabul etmekten başka yapacak birşeyi olmaz. Belki bu haberler el-Hasen'e ulaşmamıştır yahut da ulaşmış olmakla birlikte Esma bint Umeys'in hadisine dayanarak bunları te'vil etmiştir. Onun bunu Esma'nın kocası Ca'fer için yas tutmak üzere Hazret-i Peygamber'den izin istemekle birlikte; ona üç gün yas tutmak üzere izin verdiğini, üç günden sonra da temizlenmesini ve sürme çekmesini emrettiği şeklinde yorumlamış olabilir. İbnu'l-Münzîr der ki: İlim ehli değişik sebepler dolayısıyla bu hadis ile amel edilmeyeceğini belirtmişlerdir. Ahmed b. Hanbel derdi ki: Bu şâz hadis kabilindendir. Bu hadis alınıp onunla amel edilmez. İshak da böyle demiştir.

17- Boşanmış Kadının Yas Tutmasının Hükmü:

Mâlik ve Şâfiî, ric’i talâk ile boşanmış yahut tek bir talâk ile veya daha fazlasıyla bâin olmuş kadının da yas tutmakla yükümlü olduğu görüşündedir. Aynı zamanda bu, Rabia ve Atâ'nın da görüşüdür. Kûfeliler yani Ebû Hanîfe, arkadaşları, es-Sevrî, el-Hasen b. Hay, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd ise üç talâk ile boşanmış kadının yas tutmakla yükümlü olduğunu söylemişlerdir. Bu aynı zamanda Said b. el-Müseyyeb, Süleyman b. Yesar, İbn Sîrîn ve el-Hakem b. Uyeyne'nin de görüşüdür. el-Hakem der ki: Böyle bir kadın için yas tutmak kocası vefat etmiş kadının yas tutmasından daha kesin ve te'kidli bir buyruktur. Mana açısından durumun açıklaması ise her ikisinin de kendisi sebebiyle nesebin koruma altına alındığı bir iddet içerisinde bulunduklarıdır. Şâfiî, Ahmed ve İshak ise der ki: İhtiyat boşanmış olan kadının zinetten sakınmasıdır.

İbnu'l-Münzir de der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden herhangi bir kadının kocanın vefatı dolayısıyla beklenmesi gereken müddet olan dört ay on gün dışında, ölen herhangi bir kimse için üç günden fazla yas tutması helâl değildir" Hadîs-i şerîfi boşayan kişi hayatta iken üç talâk ile boşanmış kadının yas tutmakla (ihdad ile) yükümlü olmadığının delilidir.

18- Boşama İddetini Beklerken Kocası Ölmüş Kadının Yas Tutması:

İlim adamları ric'at yapabileceği bir şekilde hanım boşamış bir kimse iddet bitmeden önce vefat edecek olursa, hanımının vefat iddeti bekleyeceği ve o kocasından miras alacağı hususu üzerinde icma etmişlerdir. Fakat ölüm ile sonuçlanan hastalığı içerisinde üç talâk ile boşanmış kadının iddeti hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesime göre talâk iddeti bekler. Bu, Mâlik, Şâfiî, Yakub (Ebû Yûsuf) Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr'in görüşüdür. İbnu'l-Münzir der ki: Biz de bu görüşteyiz. Çünkü yüce Allah boşanmış kadınların iddetini kar'larla tesbit etmiştir. Üç talâk ile boşanmış kadının vefat etmesi halinde onu boşayan kişi (yani eski kocası)nın ondan miras alamayacağı üzerinde icma etmişlerdir. Bunun sebebi ise böyle bir kadının zevce olmamasıdır. Zevce olmadığına göre onu boşayan da onun kocası değildir. es-Sevrî de der ki: Bu iki iddetten daha uzun olanı hangisi ise onu bekler. en-Nu'man (Ebû Hanîfe) ve Muhammed der ki: Böyle bir kadın dört ay on gün beklemekle yükümlüdür ve bu süre içerisinde üç tane ay halini tamamlamış olur.

19- Kocasının Vefat Ya da Kendisini Boşadığı Haberini Alan Kadının Hükmü:

Kocasının vefat ettiği yahut kendisini boşadığı haberini alan bir kadın hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. Bir grup, boşama ve vefat hallerinde iddet, kocanın öldüğü veya boşadığı günden itibaren başlar, demektedir. Bu, İbn Ömer, İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs'ın görüşüdür. Mesrûk, Atâ ve Tabiinden bir grup da böyle demiştir. Mâlik, Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebû Ubeyd, es-Sevrî, rey ashabı ve İbnu'l-Münzir de bu görüştedir.

Bu hususta ikinci bir görüş daha vardır ki, buna göre de kadının iddeti, haberin kendisine ulaştığı günden itibaren başlar. Hazret-i Ali'den rivâyet edilmiş olup Hasan-ı Basrî, Katâde, Atâ el-Horasanî ve Cülas b. Amr bu görüştedir.

Said b. el-Müseyyeb ile Ömer b. Abdülaziz der ki: Eğer bu hususta beyyine ortaya koyulabilirce iddeti kocanın öldüğü veya onu boşadığı günden itibaren sayılır. Şayet bu konuda beyyine bulunmazsa, haberin kendisine ulaştığı günden itibaren sayılır.

Sahih olanı birincisidir. Çünkü yüce Allah, iddet beklemeyi vefata ya da boşamaya bağlı kılmıştır. Ve çünkü o kadın kocasının öldüğünü bilse ve ihdadı terkedecek olsa (dahi) sürenin bitmesi sonucunda iddeti biter.

İbarenin daha iyi anlaşılabilmesi için şu hükmü kaydedelim:

"... Kocası vefat etmiş olan kadın, haram olduğunu bilerek yas tutmayı terk edecek olursa, yüce Allah'a isyan etmiş olur. İddet süresinin bitmesiyle de iddeti sona ermiş olur... Nitekim evden ayrılması halinde de hüküm böyledir."

Bilmeden bu ihdadı terkettiği takdirde ise bu ehvendir. Nitekim küçük kızın iddetinin sona erdiği ve onun için ihdad sözkonusu olmadığı görülmektedir.

Yine ilim adamları icma ile şunu kabul etmektedirler: Şayet kadın hamile olup kocanın kendisini boşadığını ya da vefat ettiğini bilmiyor, bundan sonra da doğum yapacak olur ise; iddeti sona erer. Bu mes'ele ile hakkında ihtilaf edilen mesele arasında herhangi bir fark yoktur.

"Haberi aldığı günden itibaren iddet bekler" diyenlerin görüşleri şöyle açıklanırı İddet zineti terketmek suretiyle yapılan bir ibadettir. Bu ise bir kasıt ve bir niyet olmadıkça sahih olmaz. Kasıt ise ancak ilimden sonra sözkonusu olabilir. Doğrusunu da en iyi bilen Allah'tır.

20- Vefat İddeti Beklemekle Yükümlü Olanlar:

Hür kadının, cariyenin, küçüğün, büyüğün, ay hali görecek yaşa varmamış olanın, ay hali görenin, ay halinden kesilenin, kendisiyle gerdeğe girilmiş yahut girilmemiş kitap ehli kadının - şayet hamile değil ise- iddet beklemesi gerekir. Bunların hepsinin iddeti -cariye dışında- dört ay on gündür. Çünkü yüce Allah'ın:

"Kendiliklerinden dört ay on gün beklerler" âyetindeki umum ifadesi bunu gerektirmektedir. Kocası vefat etmiş cariyenin iddeti ise iki ay beş gündür. İbnu’l-Arabi der ki: Hür kadının iddetinin yarısı olduğu üzerinde icma vardır. Şu kadar var ki el-Asama bu iddette hür kadın ile cariye arasında fark görmez. Ancak icma ondan önce gerçekleşmiş fakat kendisi sağır olduğu için (esa'm sağır anlamındadır) bunu işitmemiştir.

el-Baci der ki: İbn Sirin'den yapılan rivâyet dışında bu konuda bir görüş ayrılığı bilmiyorum. Şu kadar varki cariyenin iddeti hür kadının iddeti gibidir; dediğine dair rivâyet sabit değildir.

Derim ki: el-Asam'ın görüşü mantıkî açıdan doğrudur. Çünkü vefat ve aylarla ve kar'larla iddet beklemek hakkında varid olmuş âyet-i kerimeler hem cariye hem de hür kadınlar hakkında umumîdir. Bu bakış açısına göre hür kadının da cariyenin de eşit olması sözkonusudur. Çünkü umumî buyruklarda hür kadın ile cariye kadın arasında bir ayrım bulunmamaktadır. Hür ve cariye kadın nikâh hususunda birbirine eşit olduğu gibi; iddet konusunda da onunla eşit olmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbnu'l-Arabî der ki: İmâm Mâlik'ten kitap ehli kadının üç ay hali ile iddet bekleyeceğine dair rivâyette bulunulmuştur. Çünkü bununla rahimin temizliği anlaşılır. Ancak onun bu görüşü, oldukça tutarsızdır. Çünkü o bu görüşü ile böyle bir kadını vefat iddetinin genel kapsamından -onun içerisine girdiği halde- çıkarmış, buna karşılık -kapsamına girmemekle birlikte- talâk âyetinin genel hükmü içerisine sokmuştur.

Derim ki: el-Müdevvene'de yer alan; şayet onunla zifafa girilmemiş ise onun için iddet sözkonusu değildir ifadesi de buna binaen söylenmiştir. Çünkü onun rahminin beri olduğu (hamile olmadığı) bilinmiştir. Bu ise vefatının akabinde müslüman veya bir başkası ile evlenebilmesini gerektirir. Çünkü vefat dolayısıyla onun üzerinde iddet yoksa ve duhulden dolayı da istibrası (çocuk taşımadığının anlaşılması için beklemesi) sözkonusu değilse başkaları ile evlenmesi helâl olur.

21- Efendisi Ölmüş ve Efendisinden Oğlu Olan Cariyenin İddeti:

Âl-imler, ölen efendisinden çocuğu bulunan um veledin iddeti hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim iddetinin dört ay on gün olduğunu söylemiştir. Bunu aralarında Said, ez-Zührî, Hasan-ı Basrî ve diğerlerinin de bulunduğu bir grup tabiin söylemiştir. Evzaî ve İshak da bu görüştedir.

Ebû Dâvûd ve Dârakutnî, Kabîsa b. Züeyb'den, o Amr b. el-As'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Peygamberimizin (Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun) sünnetini bizim için içinden çıkılmaz bir hale getirmeyiniz. Kocası vefat etmiş olan kadının iddeti dört ay on gündür. O bununla um veledin hakkındaki iddeti kastetmektedir. Ebû Dâvûd'un lâfzı budur. Ebû Dâvûd. Talâk 48; İbn Mâce, Talâk 33. Dârakutnî ise şöyle demektedir: Bu hadis mevkuftur. Doğrusu da budur. Aynı zamanda bu hadis mürseldir. Çünkü Kabîsa Amr'dan hadis dinlememiştir. Dârakutnî, III, 309

İbnu'l-Münzir der ki: Ahmed ve Ebû Ubeyd bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ali ve İbn Mes'ûd'dan da böyle bir kadının iddetinin üç ay hali olduğuna dair görüş rivâyet edilmiştir. Bu, Atâ, İbrahim en-Nehaî, Süfyan es-Sevrî ve re'y ashabının da görüşüdür. Derler ki: Çünkü böyle bir iddet hürriyet halinde vacip olur. Dolayısıyla (çocuğu bulunan cariyenin) bekleyeceği iddetin eksiksiz olması gerekir. Bunun (dayanağı olan) asıl delili (boşanmış) hür kadının beklemesi gereken iddettir.

Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr de der ki: Böyle bir cariyenin iddeti bir ay halidir. Bu İbn Ömer'in de görüşüdür. Tavus'tan gelen rivâyete göre bu durumdaki um veledin iddeti, kocası vefat etmiş bir kadının iddetinin yarısıdır. Katâde de böyle demiştir. İbnu'l-Münzir der ki: Ben de İbn Ömer'in görüşünü kabul ediyorum. Çünkü bu hususta söylenmiş olan asgarî söz (belirlenmiş süre) budur. Buna dair kendisine uyulacak bir sünnet ve güvenilecek bir icma yoktur.

Azad edilmesi halindeki iddeti ile ilgili görüş ayrılıkları ile kocasının vefat etmesi halindeki ayrılıkları aynıdır. Şu kadar var ki el-Evzaî azad edilmesi halindeki iddetinin üç ay hali olduğunu söylemiştir.

Derim ki: Bu görüşlerin en sahih olanı Mâlik'in görüşüdür. Çünkü yüce Allah:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar’ müddeti beklerler" (el-Bakara, 2/228) diye buyurmaktadır. Bu âyette karlarla iddet beklemek için, boşama şartını koşmuştur. O bakımdan başka bir sebepten dolayı böyle bir iddet beklemesi sözkonusu olmaz. Diğer taraftan:

"İçinizden geriye zevceler bırakarak vefat edenlerin zevceleri kendiliklerinden dört ay on gün beklerler" diye buyurmakta ve bunun vacip olmasını bekleyecek olanın zevce olması şartına bağlamıştır. Bu ise cariyenin böyle olmaması gerektiğinin delilidir. Aynı şekilde bu cariye ile ilişki milk-i yemin sebebi ile gerçekleşmiştir. O bakımdan bunun istibrası (yani hamile olmadığının anlaşılması), bir ay hali olmalıdır. Bu konudaki asıl (yani kıyasa mesned olan husus) cariyenin durumudur.

22- Um Veledin İddetinin Mahiyeti:

Bu husus sabit olduğuna göre; um veledin iddeti katıksız bir istibra mıdır yoksa bir iddet midir? Ebû Muhammed'in "Maûnet'inde zikrettiğine göre; bir defa ay hali olmasının beklenmesi istibradır, iddet değildir. el-Müdevvene'de belirtildiğine göre ise um veledin de iddet beklemesi gerekir ve onun iddeti, hür kadının iddetinin üç ay hali oluşu gibi bir aydır. Bu görüş ayrılığının neticesinde şu durum ortaya çıkar: Eğer bu bir iddettir, diyecek olursak Mâlik der ki: Bir ay hali olmadıkça herhangi bir kimsenin kendisini nikâhlamasına dair söz vermesini sevmem. İbnu'l-Kasım der ki: Bana ondan (Mâlik'ten) şöyle dediğine dair rivâyet ulaşmıştır: Ancak kendi evinde geceler. Böylelikle bu tür cariyenin istibrâ süresi hakkında iddet hükmünü öngörmüş olmaktadır.

23- İddet Bekleyen Kadının Nafakası:

Üç talâk ile boşanmış veya kocanın ric'at hakkına sahip olduğu ric'î talâkla boşanmış kadının hamile olması halinde nafakasının kocası tarafından karşılanmasının vacip olduğu hususunda ilim ehli icma etmişlerdir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar nafakalarını veriniz." (et-Talâk, 65/6)

Ancak kocası vefat etmiş hamile kadının nafakasının vücubu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bir grup böyle bir kadının nafaka hakkı yoktur, demektedir. Cabir b. Abdullah, İbn Abbâs, Said b. el-Müseyyeb, Atâ, el-Hasen, İkrime, Abdülmelik b. Ya'lâ, Yahya el-Ensarî, Rabia, Mâlik, Ahmed ve İshak böyle demişlerdir. Ebû Ubeyd, re'y ashabından da bu görüşü nakletmektedir.

Bu hususta ikinci bir görüş daha vardır. Buna göre kadının malın tümünden nafaka hakkı vardır. Bu görüş ise Ali ve Abdullah (b. Mesûd)tan rivâyet edilmiştir. İbn Ömer, Şureyh, İbn Sîrîn, en-Nehaî, Ebû'l-Âl-iyye, en-Nehaî, Cülâs b. Amr, Hammâd b. Ebî Süleyman, Eyyub es-Sahtiyanî, Süfyan es-Sevrî ve Ebû Ubeyd de bu görüştedir. İbnu'l-Münzir der ki: Ben birinci görüşü kabul ediyorum. Çünkü fukaha icma ile şunu kabul ederler: Küçük çocukları, hanımı, anne babası gibi kendisi hayatta iken nafakalarını karşılamak üzere mecbur edildiği herkesin nafakası -vefatıyla- ondan sakıt olur. Aynı şekilde eşleri arasında hamile olanın nafakası da ondan sakıt olur. Kadı Ebû Muhammed (İbn Atiyye) der ki: Çünkü hamilelik nafakası ölümünden sonra malına taalluk eden sabit bir borç değildir. Bunun delili ise elinin dar olması halinde bu nafaka yükümlülüğünün sakıt oluşudur. Ölüm ile sakıt olması ise, daha uygun ve daha yerindedir.

24- Vefat Dolayısıyla Beklenen İddette Ay Hali Olmaya Gerek Var mıdır?

Yüce Allah'ın:

"Dört ay on gün" âyeti ile ilgili olarak ilim adamlarının;

Allahü teâlâ'nın kocası vefat eden kadının iddeti olmak üzere vakit olarak tesbit etmiş olduğu bu dört ay on günlük süre içerisinde bir defa (olsun) ay hali olmasına ihtiyaç var mıdır, yok mudur hususunda farklı görüşleri vardır. Kimisi der ki: Eğer bu kadın kendisiyle ilişki kurulabilecek kadınlardan ise dört ay on günlük süre içerisinde göreceği bir ay hali ile ancak ibra olur. Aksi takdirde bu kadının hamileliği hususunda şüphe bulunur. Başkaları ise şöyle demektedir: Bu durumdaki bir kadın için dört ay on günden fazla bir süre bekleme yükümlülüğü yoktur. Ancak kendisinin, kendisinden açıktan açığa şüphe etmesi hali müstesnadır. Çünkü bu süre içerisinde kadınların çoğunluğu mutlaka ay hali olurlar. Kadın ay hali görmeyenlerden veya ancak daha uzun bir süre içerisinde ay hali olduğunu bilen veya başkası tarafından bu durumu bilinen bir kadın olması hali müstesnadır.

25- 'Dört Ay On Gün'

Yüce Allah'ın:

"On gün" âyeti ile ilgili olarak Veki', Ebû Cafer er-Razi'den, o er-Rabi' b. Enes'ten, o Ebû'l-Âl-iyye'den rivâyet ettiğine göre, Ebû'l-Âl-iyye'ye: Dört aya neden on gün eklendi- diye sorulmuş o da: Çünkü ruh bu sürenin bitiminde üflenir, demiştir. İleride el-Hacc Sûresi'nde (el-Hacc, 22/5. âyet 2. başlıkta) yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar gelecektir.

el-Esmaî der ki: Denildiğine göre hamileliğinin yan süresinde tekme atan her bir hamile kadına "murkid" ismi verilir. Başkaları ise: Böyle bir kadına "murkida" denilir derler ve bununla ilgili şu beyiti okurlar:

"Ve babası Sarih! (Araplarca bilinen erkek at) olan murkidadır

Ğulâme ve ğulam (dişi ve erkek köleler?) ona kolayca feda edilir."

el-Hattabî der ki: "On gün" âyeti ile -Allahu a'lem- geceleri ile birlikte günler kastedilmektedir. el-Müberred der ki: "On gün" kelimesinin müennes olarak gelmesi, bununla müddetin kastedildiğinden dolayıdır. Yani her birisi bir gün bir geceden ibaret olan on müddet daha bekler, demektir. Gündüzü ile birlikte bir gece, zamanın belli bir müddetini ifade eder.

Şöyle de denilmiştir: Gecelerin hükmü tağlib edildiği için böyle buyurulmuştur. Çünkü gece gündüzden önce gelir ve gündüzler gecenin kapsamı içerisine girer. Ayrıca bu "aşran" şeklinde gelmesi lâfız itibariyle (söyleyiş olarak) daha hafiftir. Tarih belirtmekte ikisi bir arada geldiği takdirde geceler gündüzlere galib kılınır. Çünkü ayın hilal olarak ortaya çıkması halinde ayların başlangıcı da geceler ile olur. Ayın başı gece olduğundan dolayı burada gece ağır basmıştır. O bakımdan: Aydan beş gün oruç tuttum, denirken oruç gündüzün tutulmakla birlikte yine gecelere ağırlık verilerek (beş anlamına gelen) kelime "hamsen" şeklinde tağlib yoluyla kullanılır.

Mâlik, Şâfiî ve Kûfeliler ise bununla gündüz ve gecelerin kastedildiği görüşündedirler. İbnu'l-Münzir der ki: Bu görüşe göre, iddet bekleyen bir kadın üzerinden dört ay ve on gece geçtiği halde bir kimse böyle bir kadın ile nikâh akdinde bulunacak olursa, onuncu gündüz de geçmedikçe nikâhı batıl olur.

Kimi fukahanın görüşüne göre ise dört ay ve on gece geçtiği takdirde kocalara helâl olur. Çünkü bu kimsenin görüşüne göre iddet müphemdir. Bundan dolayı tenlisi galib kabul etmiş (ağırlık vermiş) ve bu on sayısını geceler ile ilgili te'vil etmiştir. Nitekim fukahadan el-Evzaî ve kelamcılardan da Ebû Bekr el-Asam bu görüştedir. İbn Abbâs'tan da "dört ay ve on gece" (anlamına gelecek şekilde ) diye okuduğu da rivâyet edilmiştir.

Bu âyetin:

"Sürelerini bitirdikleri takdirde artık onların kendileri hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur. Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır" bölümüne dair açıklamalarımızı da üç başlık halinde sunacağız:

1- İddet Süreleri:

Yüce Allah beklemeleri gereken süreyi kadınlara izafe etmiştir. Çünkü bu süre onlar hakkında sınırlandırılmış ve tebsit edilmiştir. Bu ise onların iddet sürelerinin bitmesi halini ifade eder.

2- İddetten Sonra Ma'ruf ve Meşru Şeyler Yapabilirler:

"Kendileri maruf İle" yani belli kimseleri koca olarak seçmek ve akid yapmaksızın -çünkü önceden de geçtiği gibi bu, velilerin bir hakkıdır- mehri takdir etmek gibi şeriatın izin verdiği şeyleri

"yaptıklarından dolayı" bundan kasıt evlenmek ve ondan daha aşağı derecede olan süslenmek ve yas tutmayı bırakmak gibi

"yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur." Hitap bütün insanlara yönelikse de bu hükmü yerine getirme sorumluluğu hakimlere ve velilere aittir.

3- Bu Âyet-i Kerîmeden Çıkarılan Diğer Bazı Hükümler:

Bu âyet-i kerimede velilerin bu durumdaki kadınları iddet süresi içerisinde süslenmekten, kendileriyle evlenmek isteyen kocaların önüne çıkmaktan velileri men edebileceklerine dair bir delil vardır.

Yine bu âyet-i kerîme İshak'ın: "Boşanmış olan kadın üçüncü ay halini görmekle birlikte kocasına bain olur ve birinci kocanın ric'at yapma hakkı ortadan kalkar. Şu kadar var ki gusledinceye kadar evlenmesi helâldir" şeklindeki görüş reddedilmektedir.

Şureyk'ten nakledildiğine göre; yirmi sene sonra dahi olsa gusletmediği sürece kocasının ric'at yapmak hakkı vardır. Ancak yüce Allah:

"Sürelerini bitirdikleri takdirde artık onların kendileri hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur" diye buyurmaktadır. Burada

"sürenin bitmesi" ise üçüncü ay halini görmeye başlaması ile birlikte iddetin sona ermesi demektir. Görüldüğü gibi burada gusletmekten söz edilmemektedir. Kadının iddeti sona erdiği takdirde evlenmesi helâl olur ve bu kabilden yaptığı işlerden dolayı kendisi için vebal yoktur. İbn Abbâs'tan nakledilen Hadîs-i şerîfe gelince (bk. 2/228. âyet 4. başlık) eğer sahih ise bunun müstehab olanı belirtmek üzere ileri sürülmüş olması ihtimali vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

234 ﴿