235Kadınlara üstü kapalı talip olmanızdan veya içinizde saklamanızdan dolayı üzerinize bir vebal yoktur. Allah onları hatırlayacağınızı bilmiştir. Fakat maruf bir söz söylemenizden başka kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Ve iddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin. Bilin ki Allah şüphesiz içinizdekini bilir. Artık O'ndan sakının ve bilin ki muhakkak Allah, Gafûrdur, Halimdir. Bu âyetin: "Kadınlara üstü kapalı talip olmanızdan veya içinizde saklamanızdan dolayı üzerinize bir vebal yoktur.. Fakat maruf bir söz söylemenizden başka kendileriyle gizlice sözleşmeyin" bölümüne dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız: 1- Üstü Kapalı Talip Olmakta Vebal Yoktur: Yüce Allah'ın: "... bir vebal yoktur" âyetinde "cünâh" kelimesi günah ve vebal anlamınadır. Şeriatte bu kelimenin bu anlama gelmesi daha sahihtir. Bunun zor iş, ağır iş anlamına geldiği de söylenmiştir. Sözlükte ise bu anlama gelmesi daha sahihtir. Nitekim eş-Şemmâh şöyle demektedir: "Sırtındaki binicisiyle bir halice yükseldi mi Ona içinde bulunduğu zorlukları hatırlatır." Halic'in anlamlarından birisi de şudur: "Vadideki suyun bir bölümünün diğer bir tarafa akmasını sağlayacak şekilde ayrılan su yolu." (Lisanu'l-Arab, II, 257) Yüce Allah'ın: "Üstü kapalı tâlip olmanızdan... üzerinize bir vebal yoktur" âyetinde hitap bütün insanlaradır. Bunun hükmünü yerine getirmeleri kastedilenler ise, iddet bekleyen kadın ile evlenmeyi içinden geçiren erkeklerdir. Yani vefattan dolayı iddet bekleme süresi içerisinde bulunan böyle bir kadına üstü kapalı bir şekilde talip olmanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Üstü kapalı ifade (ta'riz): Açıkça ifadenin zıddıdır. Üstü kapalı ifade etmek, o manaya da başka anlama da gelmesi muhtemel bir şey ile maksadı anlatmaktır. Bu kelime (ta'riz) bir şeyin yan tarafı anlamına gelen "urd"dan gelmektedir. Ta'rizde bulunan kimse, âdeta bir şeyin etrafında dolanıyor da onu açıkça ifade edemiyor olduğundan dolayı bu ismi almıştır. Bir diğer görüşe göre de hediye etmek anlamına gelen "ta'rîd" kökünden geldiği söylenmektedir. Hadîs-i şerîfte de şöyle denmiştir: "Müslümanlardan bir kafile Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve Ebû Bekir'e beyaz birtakım elbiseler ta'riz ettiler." İbnu’l-Esîr, en-Nihaye fi Ğaribi'l-Hadis, III, 215'te zikretmektedir. Bu ifade ikisine bu tür elbiseler hediye ettiler, anlamındadır. Buna göre; konuşmasında ta'riz yapan kimse, konuştuğu kimseye manasını anlayacağı birtakım sözler ulaştırır, demek olur. 2- İddet Bekleyen Kadına Açıktan Evlilik Teklifinde Bulunmak: İbn Atiyye der ki: Ümmet, iddet bekleyen bir kadın ile evlenmek hususunda açıkça sözler söylemenin ve buna dikkatini çekmenin câiz olmadığını icma ile kabul etmiştir. Aynı şekilde ümmet çirkin sözler, cima'ın sözkonusu edildiği veya buna teşvik anlamına gelen birtakım ifadeleri kullanarak onunla konuşmanın câiz olmadığı hususunda da icma etmiştir. Bunlara benzer sözler de böyledir. Bunun dışında kalanlar ise câiz görülmüştür. Üstü kapalı ifadelerin arasında açık ifadelere en yakın olanlardan birisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Kays kızı Fatıma'ya söylediği şu sözlerdir: "Um Şerik'in yanında bulun (iddetini orada bekle) ve benim önüme geçme (benden habersiz evlenme)!" Müslim, Talâk 38-39; Ebû Dâvûd, Talâk 39. sözleridir. Ric'i talâk ile boşanmış bir kadına üstü kapalı ifadelerle evlenme teklifini yapmanın câiz olmadığı da icma ile kabul edilmiştir. Çünkü bu durumdaki bir kadın zevce gibidir. Bain talâktan dolayı iddet bekleyen kadına gelince; sahih kabul edilen görüşe göre ona üstü kapalı ifadelerle talib olmak caizdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ta'riz (üstü kapalı ifade)in açıklanması ile ilgili pek çok sözler söylenmiştir ki; bunların genel ifadesini iki kısımda toplamak mümkündür: 1- Bu durumdaki kadının velisine: Benden önce onun ile ilgili bir iş yapma; demesi. 2- Arada herhangi bir aracı olmaksızın bizzat kadının kendisine buna dair işarette bulunarak: Ben evlenmek istiyorum. Sen güzel bir kadınsın. Sen saliha bir kadınsın. Şüphesiz ki Allahü teâlâ sana hayrı gösterecektir. Ben seni beğeniyorum, senden kim yüzçevirebilir? Sen talibi pek çok olacak bir kimsesin. Benim kadına ihtiyacım vardır. Eğer Allah bir iş takdir buyurursa olur, gibi ifadeler kullanmaktır. İşte bunlar Mâlik ve İbn Şihab'ın misal olarak zikrettiği sözlerdir. İbn Abbâs ise der ki: Kadının kendisine; benden önce kendi hakkında bir iş yapmayasın demesinde, ona hediye göndermesinde, şayet kendisine düşen bir iş ise iddeti süresi içerisinde onun işlerini yapmasında bir mahzur yoktur. Bunu İbrahim (en-Nehaî) söylemiştir. Üstü kapalı bir şekilde evlenme talebinde bulunmak üzere kendisini övmesi ve övülmeye değer hallerini zikretmesi caizdir. Nitekim Ebû Cafer Muhammed b. Huseyn böyle yapmıştır. Hanzala kızı Sükeyne der ki: Kocamın vefat etmesi dolayısıyla beklediğim müddetim bitmeden önce Muhammed b. Ali yanıma girmek üzere izin istedi ve şöyle dedi: Benim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olan yakınlığımı, Ali'ye olan yakınlığımı, Araplar arasındaki yerimi bilirsin. Ben şöyle dedim: Ebû Ca'fer! Allah sana mağfiret buyursun. Sen kendisinden (İslâm'ın hükümleri) öğrenilen bir kimsesin. Ben iddetim içerisindeyken bana nasıl talip olabilirsin. O bana şöyle dedi: Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve Ali'ye olan akrabalığımı bildirdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisi de, Ebû Seleme'den dul kalmış olduğu bir sırada Umm Seleme'nin yanına girip şöyle demişti: "Benim Allah'ın Rasûlü, O'nun seçtiği kimsesi olduğumu, kavmim arasındaki yerimi bilirsin" demişti. Ve bu da bir hıtbe (nikâha taliplik) idi. Bunu Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutnî, III, 224. İddet bekleyen kadına hediye göndermek caizdir ve bu da üstü kapalı bir evlenme talebidir (ta'rizdir). Suhnun ve ilim adamlarından pek çok kimse de böyle demiştir. İbrahim (en-Nehaî) de böyle demiştir. Mücâhid ise erkeğin kadına: Benden önce (veya benden habersiz) birşey yapmayasın demeyi mekruh kabul etmiş ve bunun gizlice sözleşmek kabilinden olduğu görüşünü belirtmiştir. Kadı Ebû Muhammed b. Atiyye ise der ki: Buna göre bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Kays kızı Fatıma'ya söylediği (bu anlamdaki) sözlerinin evleneceği kimse hakkında görüş belirtmek şeklinde te'vil edilmesi halinde doğru bir açıklama olarak kabul edilebilir. Yoksa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kendisi için istemiş değildir. Aksi takdirde böyle bir açıklama Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözlerine uygun düşmez. 3- Hitbe (Evlilik) Teklifinin Mahiyeti: Yüce Allah'ın: "Kadınlara.. talip olmanızda" âyetinde geçen (ve talip olma anlamına gelen): Hitbe, teklifte bulunan kimsenin söz, maksat veya bir fiil veya bir söz ile incelikli bir üslupla anlatmasıdır. "Hattab" çokça hitbede bulunan kimse demektir. Şairin şu sözleri bu kabildendir: "Misafir edilip ağırlanmak kastıyla yalancıktan kız talibi (hattâb) imiş gibi gelen, açtı gözlerini; Ben talibim, diyor; oysa yalancıdır; O, aslında büyükçe bir kâse süt istemektedir." Sözlüklerde de açıklandığı gibi "hattâbu'l-köseb"; misafir edilmek bahanesiyle kız istemeye giden kimseye denir. Küseb; ise, azıcık süt veya su anlamına gelen "küste" kelimesinin çoğuludur. Hatîb ise hâtib (yani evllik talebinde bulunan) demektir. "Hıttîbâ" de hitbe ile aynı anlamdadır. Adiy b. Zeyd, Cezime el-Ebreş'in ez-Zibba'ya hitbede bulunmasını sözkonusu ederek şöyle demektedir: "Gadretmiş ve hainlik etmişin hitbesine ki; Onlar kınanmayı gerektirecek iyi olmayan işler yapan kadınlardır." "Hıtb" kadına talib olan erkek demektir. Erkeğin talib olduğu kadına; "hıtb" ve "hitbe" de denilir. Hutbe ise nikâh ve diğer vesilelerle yapılan konuşma demektir. en-Nehhâs der ki: Hutbe, başı ve sonu olan söz demektir. (Hutbe gibi Fu'le değil de) Fa'le veznindeki kelimelerde de bu anlam vardır. "Ekle (bir yemek)", "dağta (bir sıkıştırm)" kelimeleri gibi. 4- İddet Bekleyen Kadınlarla Evlenme İsteğini İçinde Saklamak: Yüce Allah'ın: "Veya içinizde" âyetinin anlamı; iddetinin sona ermesinden sonra onunla evlenmek arzusunu saklayıp gizlemenizden... demektir. İşte «aHatngir (el-iknân); örtmek ve gizli tutmak demektir. Ona herhangi bir musibet gelip çatmasın diye üstü örtülü olmasa dahi korumak, himaye etmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Beydun meknûn, durrun meknûn: Sarmalanmış yumurta, sarmalanmış, koruma altına alınmış inci ifadeleri de bu kabildendir. Eğer örtülen şey maddi bir şey ise bunun bir örtü, ev, yer ve buna benzer birşey içerisinde saklanması anlamına geldiği de söylenmiştir. Bir arzunun niyetin, içte saklanması hakkında da kullanılır. Yüce Allah, iddet bekleyen bir kadın ile evlenmeyi isteyen bir kimsenin, evlenme isteğini üstü kapalı ifade etmesinin veya bunu içinde saklamasının günah olmadığını ifade etmiş, fakat açıkça evlenme teklifini yapmayı, bunu ifade etmeyi ve bu konuda belli bir söz üzere ittifak etmek olan sözleşmeyi yasaklamıştır. Yüce Allah ise nefislerin baskın gelmesini bu gibi şeylere göz dikmesini, insanların da nefislerine hakim olma konusundaki zaaflarını bildiğinden dolayı da bunun dışındaki hallere ruhsat vermiştir. Şâfiîler bu âyet-i kerimeyi üstü kapalı zina iftirasında bulunmanın haddi gerektirmediğine delil gösterir ve şöyle derler: Yüce Allah'ın evlenmek hususunda üstü kapalı ifade kullanmanın vebalini kaldırması, üstü kapalı zina iftirasında bulunmanın haddi gerektirmediğinin delilidir. Çünkü yüce Allah, nikâh hususunda üstü kapalı ifadeyi açık ifade gibi değerlendirmemiştir. Biz ise buna karşılık şöyle deriz: Böyle bir gerekçe çürüktür. Çünkü şanı yüce Allah evlilik talebinde bulunurken açıktan açığa evlenme teklif edilmesine izin vermemekte; fakat kendisinden evlenme ve nikâhın anlaşılabileceği üstü kapalı ifadelere izin vermektedir. Bu ise üstü kapalı ifadeden iftiranın anlaşıldığının delilidir. Namusların ise korunması icabeder. Bunun böyle olması ise; üstü kapalı ifadeler kullanarak zina iftirasında bulunan kimseye had vurulmasını icabettirir. Böylelikle açıkça kullanılan ifadelerden ne anlaşılıyor ise aynısının üstü kapalı ifadeler kullanılarak fasıkların başkalarının namuslarını dillerine dolamalarının önüne geçilmiş olmaktadır. 6- "Onları Hatırlamak, Anmak": Yüce Allah'ın: "Allah onları hatırlayacağınızı bilmiştir" yani ya gizlice ya içinizde ve dillerinizde açıkça hatırlayacağınızı bilmiştir. O bakımdan açık ifade kullanmaya değil de üstü kapalı ifade kullanmaya müsaade etmiştir, el-Hasen ise bunun anlamının; dul kadınlara "talip olacaksınız" ı bilmiştir, anlamındadır, demiştir. 7- Gizlice Sözleşmek Yasaktır: "Fakat maruf bir söz söylemenizden başka kendileriyle gizlice sözleşmeyin" âyetinde yüce Allah'ın "gizlice" âyetinin anlamı ile ilgil olarak ilim adamları farklı açıklamalarda bulunmuştur. Bunun nikâh anlamına geldiği söylenmiştir. Yani herhangi bir erkek bu şekilde iddet bekleyen bir kadına: Benimle evlen, demesin. Böyle bir şeyi arzu ettiği takdirde bunu üstü kapalı ifade etsin. Gizlice ve saklı bir şekilde kendisinden başkası ile nikâhlanmaması hususunda ondan ahid ve söz almasın. İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Mâlik, arkadaştan, Şa'bî, Mücâhid, İkrime, es-Süddî ve ilim adamlarının büyük bir çoğunluğunun görüşü budur. Buna göre "gizlice" anlamına gelen kelimesi hal olmak üzere nasbedilmiştir. Yani başkalarından gizli tutarak, saklayarak.. demek olur. "Glzli"nin zina anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani sakın iddet içerisinde zina, ondan sonra da evlenmek üzere tarafınızdan herhangi bir sözleşme olmasın. Cabir b. Zeyd, Ebû Miclez, Lahik b. Humeyd, el-Hasen b. el-Hasen, Katâde, en-Nehaî ve ed-Dahhâk bu manada açıklamalarda bulunmuşlardır. Ve bunlara göre bu âyet-i kerimede "gizlilik zina demektir. Yani onlarla zinada bulunmak üzere sözleşmeyiniz, demektir. Taberî de bu görüşü tercih etmiştir. el-A'şa'nın şu beyiti bu kabildendir: "Sakın bir komşu kadına yaklaşmayasın, çünkü onun ile gizlilik (zina etmek) Senin için haramdır, o bakımdan ya onu nikâhla veya ebediyyen (o sana haram) olsun." el-Hutay'a da der ki: "Komşuları olan kadınla zina etmeleri onlar için haramdır Onların komşuları çömleklerdeki yemeklerin en güzel yerinden yer." Gizliliğin (es-sır), cima anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani kendinizi onlara sizinle evlenmeye teşvik etmek üzere çokça cima etmek gücüne sahip olmakla nitelendirmeyiniz. Çünkü eşin dışında kimse ile cimadan söz etmek çirkin ifadedir. Şâfiî'nin görüşü de budur. İmruu’l-Kays der ki: "Bu gün Besbase öyle zannediyor ki ben Yaşlandım ve benim gibi bir kimse sırrı (cima) iyice beceremez. Ru'be de der ki: "Bu işe artık devam ettikten sonra onunla İsrardan (cimadan) uzak dur!" Bu kelimenin gizli ya da açık olsun nikâh akdi anlamına gelmesi de muhtemeldir. el-A'şâ der ki: "Onlar o kadının sırrını (onunla nikâhlanmayı) zenginlik dolayısıyla asla istemezler Malının azlığından dolayı da onu teslim etmezler." İbn Zeyd der ki: Yüce Allah'ın: "Fakat maruf bir söz söylemenizden başka kendileriyle gizlice sözleşmeyin" âyetinin anlamı şudur: Onları nikâhlayıp da bu nikâhlamayı saklayıp iddetini bitirdikten sonra nikâhlandığınızı açığa vurarak onlarla gerdeğe girmeye kalkışmayınız. Bu ise bu konudaki birinci görüşün anlamını ifade eder. Buna göre İbn Zeyd birinci görüşü kabul etmektedir. Onun bu konudaki istisnaî açıklaması, nikâh akdine "sözleşme" anlamını vermesidir. Bu ise pek yerinde bir açıklama değildir. Mekkî ve es-Sa'lebî ondan şöyle dediğini nakletmektedirler: Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın (biraz sonra gelecek olan): "iddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin" âyeti ile neshedilmiştir. 8- İddet Bekleyen Kadın ile Sözleşmek: Kadı Ebû Muhammed b. Atiyye der ki: İddet bekleyen kadın ile kendisi hakkında; bakire kızı ile ilgili babasıyla, cariyesi hakkında da efendisi ile sözleşmenin mekruh olduğu üzerinde ümmet icma etmiştir. İbnu'l-Mevvâz der ki: Evlenmeye zorlamak imkanı olmayan veliye gelince istediği kadar akrabalığı uzak olsun, bence mekruhtur. Ancak böyle bir şekilde yapılan nikâhı da feshetmem. İddet süresi içerisinde sözleşip daha sonra da o kadın ile evlenen kimse hakkında Mâlik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) der ki: Böyle bir kadından ayrılmak daha çok sevdiğim birşeydir. İster onunla zifafa girmiş olsun ister girmemiş olsun. Böyle bir ayrılmak ise tek bir talâk olur. İddetinden çıktığı takdirde ise diğer taliplilerle birlikte o da ona talib olur. Bu İbn Vehb'in rivâyetidir. Eşheb ise Mâlik'ten bu durumdaki kankocanın birbirlerinden ayrılmasının vacip olduğunu rivâyet etmiştir. İbnu'l-Kasım da bu görüştedir. İbnu'l-Haris ise İbnu'l-Macuşun'dan buna benzer bir rivâyet nakletmekte ve böyle bir haramlığın ebedî olduğu anlamını ifade eden fazlalıklar da nakletmektedir. Şâfiî ise der ki: Eğer erkek açıkça ona talib olur, kadın da açıkça onun talebini kabul ettiğini ifade eder ve iddet sona erinceye kadar nikâh akdini yapmazsa nikâh sabit ve her ikisinin bu açık ifadesi mekruhtur. Çünkü nikâh ona talib olduğundan sonra gerçekleşmiştir. Bu görüşü İbnu'l-Münzir nakletmiştir. 9- Ma'ruf Söz Söylemek İstisna Edilmiştir: Yüce Allah'ın: "Fakat maruf bir söz söylemenizden başka" âyetinde geçen " istisna edatı "lâkin: Fakat" anlamında munkatı' bir istisnadır. Yüce Allah'ın: "Bir mü’minin hata ile olmaksızın.." (en-Nisâ, 4/92) âyetinde olduğu gibi. Burda da bu edat "lâkin" anlamındadır. Ma'ruf söz ise mubah kılınan üstü kapalı ifade (ta'riz)dir. ed-Dahhâk'ın naklettiğine göre ise iddet bekleyen bir kadına: Sen kendini bana sakla, ben seni arzu ediyorum demesi; kadının da: Ben de bu durumdayım, demesi maruf sözler kabilindendir. Ancak böyle bir söz söylemek, (ma'ruf söz'den çok) sözleşmeye benzemektedir. Âyet-i kerimenin: "Ve iddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin" bölümüne dair açıklamalarımızı da dokuz başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "... azmetmeyin" âyetinde yer alan "azmetmek"in anlamına dair açıklamalar daha önceden geçmiştir. Arapçada (harf-i cer ile ve harf-i cersiz olarak): "Birşeye azmetmek" anlamında: denilir. Burada âyetin anlamı (harf-i cer kullanılmış gibi) şudur: Nikâh akdi yapmaya azmetmeyiniz. Açıkça bilinen bir husustur ki, Kur’ân-ı Kerîm en açık bir söz dizisidir. Onda varid olan ifadelere itiraz sözkonusu değildir. Bu ifadelerin doğru ve fasih olduğunda asla şüphe yoktur. Yüce Allah (bir başka yerde): "Eğer boşamaya karar verirlerse (azmederlerse)" diye buyurmakta ve harf-i cersiz kullanmaktadır. Burada da yüce Allah (aynı şekilde harf-i cersiz olarak): "Ve iddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin" diye buyurmaktadır. Yani iddet süresi içerisinde nikâh akdini yapmaya karar vermeyiniz. Daha sonra önceden de geçtiği üzere fazla ifadeler hazfedilmiştir. Sîbeveyh der ki: Filan kişinin sırtına, karnına vuruldu" ifadesinde hazfedilmiş harfi-i cerri anlamı vardır. Yine Sîbeveyh der ki: Bu gibi ifadelerde hazf kıyasa konu olmaz. en-Nehhâs der ki: "Nikâh akdini bağlamayınız" anlamında olması da caizdir. Çünkü "azmetmek" ile bağlamak (akdetmek, karar yermek) aynı anlamdadır. "Azmetmeyiniz" anlamındaki kelimenin "ze" harfinin ötreli kullanıldığı da olur. 2- İddetin Sona Ermesi Halinde... Yüce Allah'ın iddet sona erinceye kadar" âyetinden kasıt iddetin tamamlanmasıdır. Burada geçen "kitab" kelimesi tayin edilmiş olan sınır ve belirtilen müddet miktarıdır. Bu âyette buna (yani iddete) "kitab" ismini vermesi yüce Allah'ın Kitabının bunu sınırlandırması ve farz kılması dolayısıyladır. Yüce Allah'ın bir başka yerde: "Allah'ın üzerinizdeki kitabı (farz kıldığı hükmü..)" (en-Nisâ. 4/24) ile: "Çünkü namaz mü’minler üzerine vakitleri belli bir farz olarak yazılmıştır." (en-Nisâ, 4/103) âyetinde olduğu gibi. Buna göre "kitab" farz anlamındadır. Yani; farz olan süre sona erinceye kadar... demektir. Yine "oruç üzerinize yazıldı" (el-Bakara, 2/183) âyetinin anlamı; farz kılındı şeklinde olur. Bu ifadede bir hazf olduğu da söylenmiştir. Yani Kitabın farz kıldığı vade sona erinceye kadar; demektir. Bu açıklamaya göre "kitab" Kur'ân anlamındadır. Birinci açıklamaya göre ise hazf sözkonusu değildir. O bakımdan birinci açıklama daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3- İddet Süresi İçerisinde Nikâh Akdi: Yüce Allah: "İddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin" âyeti ile iddet içerisinde nikâh akdi yapılmasını haram kılmaktadır. Bu ise (âyette sözü geçen) sürenin sona ermesinin; iddetin sona ermesi anlamına geldiği üzerinde icma olunmuş muhkem hükümlerdendir. Buna karşılık yüce Allah: "Kadınlara üstü kapalı talip olmanızdan... dolayı üzerinize bir vebal yoktur" âyeti ile iddet süresi içerisinde üstü kapalı ifade ile talib olmayı mubah kılmaktadır. Bunun da mubah olduğu hususunda ilim adamları ihtilaf etmemişlerdir. Fakat önceden de geçtiği üzere üstü kapalı ifadelerin neler olduğu hususunda farklı görüşleri vardır. Bilmeksizin iddeti içerisinde bir kadına talib olan ve onunla sözleşen ve iddetten sonra o kadın ile nikâh akdi yapan kimse hakkında da farklı görüşlere sahiptirler. Buna dair açıklamalar da bir önceki âyet-i kerimede yapılmış bulunmaktadır. Yine ilim adamlarının iddet süresi içerisinde nikâh akdini yapıp da durumu tesbit edilen ve kendisiyle gerdeğe girmeden önce nikâhı feshedilen kimse hakkında da farklı görüşleri vardır ki; bu ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir. 4- İddet İçerisinde Nikâh Akdi Yaptığı Tesbit Edilenin Durumu: Ömer b. el-Hattâb ve bir grup ilim adamının görüşüne göre böyle bir kimse ebedi olarak haram olmaz. (İddetin bitiminden sonra) ona nikâh teklifinde bulunacaklardan bir kişi olabilir. Mâlik ve İbnu'l-Kasım, el-Müdevvene'de "Mefkudun Süre Tayini" babından önceki babın sonlarında bunu söylemiştir. İbnu'l-Cellab'ın Mâlik'ten rivâyetle naklettiğine göre ise; gusulden önce feshedilse dahi akid dolayısı ile o kadın ile erkek arasındaki evlenme yasağı ebedi olur. Bunun açıklanması da şöyledir: Bu iddet süresi içerisinde yapılmış bir nikâhtır. Bu, nikâh sebebiyle evlenme yasaklarının (hurmiyetinin) ebedî olması icabeder. Bu hükmün asıl delili ise, onunla zifafa girmiş olması halinde (hükmün böyle oluşudur). İddet içerisinde nikâh akdini yapıp da iddetin bitiminden sonra zifafa girilmesi ise; bir sonraki başlığın konusudur: 5- İddet İçerisinde Nikâh Akdi, İddet Sonrası ise Zifaf Yapılırsa: Bir grup ilim adamı şöyle demektedir: Bu iddet süresi içerisindeki duhûl (gerdeğe girme) gibidir. Her ikisi de birbirlerine ebediyyen haram olur. Bir diğer grup ilim adamı da bu sebep dolayısıyla birbirleriyle evlenmeleri ebediyyen haram olmaz, derler. Mâlik ise evlenmeleri ebediyen haram olur, demektedir. Bir seferinde ise bu haramlığın ebedî oluşu o kadar açık değildir, demiştir. Onun bu iki görüşü de el-Müdevvene'de sünnet talâkı ile ilgili bölümde nakledilmiştir. İddet süresi içinde onunla zifafa girmiş olması ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil eder: 6- İddet Süresi İçerisinde Zifafa Girilmiş İse: Mâlik, el-Leys ve el-Evzaî der ki: -Kendisi ile zina edilen kadın ile evlenmeyi câiz görmekle birlikte- bunlar birbirlerinden ayrılır ve o kadın o kocaya ebediyyen helâl olmaz derler. Mâlik ve el-Leys cariye olarak dahi ona helâl olmaz derler. Delil olarak da Ömer b. el-Hattâb'ın söylediği şu sözlerini gösterirler: Bunlar ebediyyen bir araya gelemezler. Said der ki: Onunla cimada bulunmayı helâl kabul ettiğinden dolayı böyle bir kadına mehir vermesi kadının hakkıdır. Bunu Mâlik Muvatta’''ında rivâyet etmiştir Muvatta’', Nikâh 27. ki ileride gelecektir. es-Sevrî, Kûfeliler ve Şâfiî ise der ki: Bu durumda erkek ile kadın birbirlerinden ayrılırlar, fakat birbirlerine ebediyyen haram olmazlar. Aksine yaptıkları bu nikâh feshedilir, sonra da kadın ondan iddet bekler, daha sonra o da diğer talipliler gibi bir talip olur. Delil olarak da ilim adamlarının; bu kadın ile zina edecek olursa onunla evlenmesinin haram olmayacağı hususunda icma etmiş olduğunu söylerler. O bakımdan iddet içerisinde o kadın ile cimada bulunmasının hükmü de budur. Ayrıca derler ki: Bu, aynı zamanda Hazret-i Ali'nin de görüşüdür. Bunu Abdürrezzak zikretmiştir. Mûsannef, VI, 208; el-İstizkâr, XVI, 218, dn: 5'ten. İbn Mes’ûd'dan da, aynı şekilde el-Hasen'den de bunun benzeri bir görüş zikredilmiştir. Abdürrezzak, es-Sevrî'den, o Eş'as'tan, o en-Nehaî'den, o Mesrûk'tan rivâyet ettiğine göre Hazret-i Ömer bu görüşünden geri dönmüş ve onların birbirleriyle evlenebileceklerini belirtmiştir. Kadı Ebû'l-Velid el-Bacî ise el-Münteka adlı eserinde şunları söylemektedir: İddet içerisindeki kadını nikâhlayan bir kimse eğer bu kadın ile zifafa girmiş ise; o ya iddet içerisinde zifafa girmiştir veya iddetten sonra. Şayet iddet içerisinde o kadın ile zifafa girmiş ise; mezhepte (Mâlikî mezhebinde) meşhur olan görüşe göre ebediyyen ona haram olur. Ahmed b. Hanbel de böyle demiştir. eş-Şeyh Ebû'l-Kasım ise et-TefrV adlı eserinde boşama veya vefat dolayısıyla iddet bekleyen ve bu durumda iken kendisiyle evlenilen kadın hakkında -şayet erkek onunla nikâhlanmanın haram olduğunu biliyor ise- iki ayrı rivâyet zikretmektedir. Bunlardan birincisine göre; önceden de açıklamış olduğumuz gibi kadının ona haram olması ebedidir. İkincisine göre ise; böyle bir erkek zina etmiş olur ve ona had uygulanır. Bundan dolayı doğan çocuğun nesebi ona katılmaz. İddeti bittikten sonra ise onunla evlenmek hakkı vardır. Şâfiî ve Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Meşhur olan birinci rivâyetin açıklanış şekli şöyledir: Çünkü Hazret-i Ömer'in bu şekilde hüküm verdiği sabit olmuştur. Ve bu, insanlar arasında böylelikle devam edegelmiştir. Hazret-i Ömer'in verdiği hükümler ise, çeşitli beldelerde nakledilir, yayılır ve herkes tarafından bilinirdi. Bu konuda ona muhalefet eden bir kimse bilinmemektedir. O halde bunun bir icma olduğu sabit olmuştur. Kadı Ebû Muhammed (İbn Atiyye) der ki: Buna benzer bir görüş Ali b. Ebî Tâlib'den de rivâyet edilmiştir. Bu hükmün yaygın olması ve dört bir yanda bulunmasına rağmen her ikisine de bu konuda muhalefet eden bir kimse bulunmamaktadır. İşte icmaın hükmü de budur. İkinci rivâyetin açıklanış şekline gelince; böyle bir ilişki yasak kılınmış bir ilişkidir.. Bundan dolayı birbirlerine haram olmaları ebedî olmaz. Kendisini (kadının velisiz olarak) evlendirmesi yahut mut'a yaparak evlenmesi yahut zina etmesi halinde olduğu gibi. Kadı Ebû'l-Hasen de der ki: Bu hususta Mâlik'in meşhur olan görüşü kıyas bakımından zayıftır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) isnadını kaydederek şu rivâyetini yapar: Bize Abdülvaris b. Süfyan anlattı, bize Kasım b. Esbağ, Muhammed b. İsmail'den anlattı, Muhammed, Nuaym b. Hammâd 'dan, o İbnu'l-Mübarek'ten, o Eş'as'tan, o en-Nehaî'den, o da Mesrûk'tan naklederek dedi ki: Ömer b. el-Hattâb'a Kureyş'ten bir kadının iddet beklediği süre içerisinde Sakifli bir erkekle evlendiği haberi ulaştı. Hazret-i Ömer her ikisine haberci gönderdi, onları birbirinden ayırdı, onları cezalandırdı ve dedi ki: Ebediyen onu nikâhlayamazsın. Hazret-i Ömer o kadının mehrini Beytülmal'den ödedi. Bu hüküm insanlar arasında yayıldı. Hazret-i Ali'ye bu hüküm ulaşınca şöyle dedi: Allah mü’minlerin emirine merhamet buyursun. Böyle bir mehirin Beytülmal'den verilmesini gerektiren nedir? Her ikisi bir cahillik ettiler. İmâma (Halifeye) düşen ise onları sünnet olan uygulamaya geri döndürmesi idi. Bunun üzerine ona: Peki bu ikisi hakkında sen ne dersin diye sorulunca şu cevabı verir: O'nun ile birlikte olmayı helâl kabul ettiğinden dolayı o kadına mehir vermesi haktır. Buna karşılık birbirlerinden ayrılırlar, her ikisine de zina cezası vurulmaz. Birincisinden beklediği iddeti tamamladıktan sonra ikincisinden de üç kar' olmak üzere tam bir iddet bekler, daha sonra arzu ederse o kadına talib olabilir. Bu hüküm Hazret-i Ömer'e ulaşınca müslümanların huzurunda bir hutbe irad edip şöyle dedi: Ey insanlar, bilgisizlikleri sünnete havale ediniz. İbn Abdi'l-Berr, el-İstizkâr, XVI, 224. el-Kiya et-Taberî de der ki: Bir kimse bir başka kocadan dolayı iddet bekleyen bir kadınla nikâh akdi yaparsa bu nikâhın fasid olacağı hususunda fukaha arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu gibi kimselere haddin uygulanmayacağı hususunda Hazret-i Ömer ile Hazret-i Ali'nin ittifak etmesi de bu nikâhın fasid olduğunun ve haddi gerektirmediğinin delilidir. Şu kadar var ki bu nikâhın haram olduğunu bilmemek halinde haddin gerekmediği hususunda ittifak vardır. Haram olduğu bilinerek nikâh yapılmış ise bunda da görüş ayrılığı vardır. Her iki kocadan iddet bekleyip beklemeyeceği hususunda da ilim adamları arasında farklı görüşler vardır. İşte bu da "iki iddet meselesi" diye bilinir ki bir sonraki başlığın konusudur. Medineliler'in, Mâlik'ten rivâyetlerine göre birinci kocadan iddetinin geri kalan kısmını tamamlar ve ikincisinden de yeni bir iddet beklemeye başlar. Aynı zamanda bu, el-Leys'in, el-Hasen b. Hayy'in, Şâfiî'nin, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Belirttiğimiz gibi bu hem Hazret-i Ali'den, hem ileride geleceği üzere Hazret-i Ömer'den de rivâyet edilmiştir. Muhammed b. el-Kasım ve İbn Vehb'in Mâlik'ten rivâyetlerine göre böyle bir kadının ikinci kocasından birbirlerinden ayrılmaları gününden itibaren iddet beklemesi yeterlidir. Ve bu iddet ister hamile olup doğumunu yapmasıyla, ister kar'lar ile isterse de ay hesa"bıyla olsun, farketmez. Aynı zamanda bu es-Sevrî, el-Evzaî ve Ebû Hanîfe'nin de görüşüdür. Buna dair delilleri ise birinci kocanın böyle bir kadını kendisinden beklediği iddet süresi içerisinde nikâhlamasının sözkonusu olamayacağı hususundaki icmalarıdır. O halde, bu kadının ikincisinden iddet beklemekte olduğunun delilidir. Çünkü durum böyle olmasaydı kendisinden beklediği iddet içerisinde onu nikâhlamış olması söz konusu olurdu. Ancak birinci görüşü kabul edenler buna şu sözleriyle cevap verirler: Bunun böyle olması gerekmez. Çünkü iddetinin geri kalan kısmında birincisinin onu nikâhlayamaması, hemen akabinde ikincisinden iddet beklemesi gerektiğidir. Bunlar ise sair insanoğluna ait haklarda olduğu gibi; kadın hakkında iki ayrı koca lehine sabit olmuş iki haktır. Bu haklardan biri ötekinin içerisine girmez. Diğer taraftan Mâlik, İbn Şihab'dan o Said b. el-Müseyyeb'den, ve Süleyman b. Yesar'dan rivâyet ettiğine göre; Esedli Tulayha, Sakifli Ruşeyd'in nikâhı altındaydı. Ruşeyd onu boşadı, iddeti içerisinde nikâhlandı. Ömer b. el-Hattâb ise hem onu hem de (yeni) kocasını elindeki kamçıyla birkaç defa vurduktan sonra onları birbirlerinden ayırdı. Daha sonra Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) dedi ki: Herhangi bir kadın şayet iddeti içerisinde nikâhlanacak olursa eğer kendisiyle evlenmiş olan kocası onunla gerdeğe girmemişse birbirlerinden ayrılırlar. Daha sonra birinci kocasından iddetin geri kalan kısmını bekler. İkinci koca ise taliplerden bir talip olur. Şayet (iddeti içerisinde evlenen ikinci koca) o kadın ile gerdeğe girmiş ise, önce birbirlerinden ayrılırlar, sonra birincisinden beklediği iddetin geri kalan kısmını tamamlar, arkasından ikincisinden dolayı iddet bekler, sonra da ebediyyen bir araya gelemezler. Mâlik der ki: Said b. el-Müseyyeb de der ki: Onunla cimada bulunduğu için de o kadına mehir vermesi gerekir. Muvatta’', Nikâh 27. Ebû Ömer der ki: Burada sözü geçen Tulayha, Temimli Talha b. Ubeydullah'ın kızkardeşi Ubeydullah kızı Tulayha'dır. Yahya tarafından rivâyet edilen Muvatta’''ın kimi nüshalarında ise "Esed'li Tulayha" diye geçmektedir. Bu ise hem bir hata, hem de bir bilgisizliktir. Bunun böyle olduğunu söyleyen bir kimse olduğunu da bilmiyorum. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XVI, 219. Bu açıklamanın devamı da şöyledir: "... Sözü edilen kadın Teym kabilesinden olup, Resûlüllah'ın ashabından ve Cennet'le müjdelenmiş on kişiden biri olan Talha b. Ubeydullah'ın kızkardeşidir." 8- İddet İçerisinde Evlenmenin Cezası: "Hazret-i Ömer elindeki kamçı ile o kadına ve kocasına birkaç darbe indirdi" ifadesi ile; işledikleri yasak -ki o da iddet içerisinde nikâhtır- dolayısıyla onları cezalandırmak kastıyla vurduğunu anlatmak istemektedir. ez-Zührî ise der ki: Hazret-i Ömer'in bu şekilde onlara kaç defa vurduğunu bilemiyorum. Böyle bir durumda Abdülmelik ise onların her birisine kırkar sopa vurmuştur. (ez-Zührî devamla) dedi ki: Kubaysa b. Züeyb'e bu durum hakkında soru sorulmuş o da şöyle demiş: Keşke haddi hafifletip onlara yirmi sopa vursaydınız. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XVI, 220. İbn Habib iddet içerisinde evlenip kocası kendisine temas eden yahut öpen yahut mübaşeret eden, çimdikleyen, zevk alacak şekilde bakan kadın hakkında şöyle demektedir: Kocanın, velinin ve şahitlerin kadının iddet beklemekte olduğunu onlardan bilen herkesin cezalandırılması gerekir. Durumu bilmeyenlerin ise cezalandırılması sözkonusu değildir. İbnu'l-Mevvâz da der ki: Eğer bu işi kasten yapmış iseler karı-kocanın her ikisine de sopa (celde) cezası uygulanır. İbn Habib'in sözü ise; kadının iddet içerisinde olduğunu bilenler hakkında yorumlanır. Çünkü erkek bunun haram olduğunu bilmeyebilir ve haram olan birşeyi işlemek kastını gütmeyebilir. İşte cezalandırılması gereken odur (kastı güdendir). İşte Hazret-i Ömer'in elindeki kamçıyla kadını da kocasını da birkaç defa vurması bu yolla olmuştur. Böyle bir yolla cezalandırma ve te'dib cezalandırılan kişinin durumuna göre olur. İbnu'l-Mevvâz'ın sözü de şu durum ile ilgili kabul edilir: Bunlar eğer haram olduğunu biliyor ve cesaretle ve kasten haram olan birşeyi işlemeye kalkışmış iseler (onlara celde cezası verilir). eş Şeyh Ebû'l-Kasım da der ki: Bunlar kasten olması hali ile ilgili iki rivâyettir. Birincisine göre had vurulur, ikincisine göre ise cezalandırılır, had vurulmaz. 9- Allah İçinizdekini Bilendir: Yüce Allah'ın: "Bilin ki Allah şüphesiz içinizdekini bilir" âyeti Allah'ın yasakladığı şeyleri işlemekten sakındırmanın en ileri bir ifadesidir. |
﴾ 235 ﴿