236

Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız, üzerinize vebal yoktur. Onları metâlandırın. Eli geniş olan da halince, fakir olan da halince örfe uygun şekilde (faydalandırsın). Bu ihsan edenler üzerine bir borçtur.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

1- Kendilerine Talâk Vermek Vebal Olmayan Hanımlar ve Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"... Hanımları boşarsanız üzerinize vebal yoktur" âyeti de aynı şekilde boşanan kadınlara dair hükümlerden birisidir. Bu âyet, -mehrini ister tayin etmiş olsun ister etmemiş olsun- kendisiyle gerdeğe girilmeden, cimada bulunulmadan kadın boşayan kimsenin günahının olmayacağını haber vermektedir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zevk almak ve şehvetini karşılamak kastıyla evlenmeyi yasaklayıp, iffetini korumak, Allah'tan sevap beklemek ve beraberliğin devamı kastıyla evlenmeyi emretmesi üzerine mü’minler zifafa girmeden önce hanımını boşayan bir kimsenin, Resûlüllah'ın yasakladığı hoş olmayan bu durumu kısmen işlemiş olacağına dair bir kanaate sahip oldular. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme, nikâhın asıl itibariyle güzel bir maksat ile yapılmış olması şartıyla bundaki vebali ortadan kaldırmak üzere nazil olmuştur.

Kimisi:

"Üzerinize vebal yoktur" âyetinin anlamı şudur derler: Yani mehrin tümü istenmez. Aksine böyle bir durumda kadın için mehir tayin etmiş olan kimsenin tesbit edilen mehrin yarısını ödemesi gerekir. Mehir tayin etmemiş olan kimsenin ise kadına mut'a vermesi gerekir.

Şöyle de denilmiştir: Mehir şeriatte te'kidli olarak sözkonusu edildiğinden dolayı miktarı -ister tayin edilmiş olsun, ister mehri misil olsun- mehrin kaçınılmaz olduğu vehmine kapılabilinir. O bakımdan boşama esnasında -nikâhta mehir tesbit edilmemiş olsa dahi- boşayan kimse üzerinden günah kaldırılmaktadır.

Bazdan da derler ki:

"Üzerinize vebal yoktur" âyetinin anlamı şudur: Sizin boşamayı -kendisiyle gerdeğe girilmiş olandan farklı olarak- ay hali iken yapmanızda bir vebal yoktur. Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmemiş olanın iddet beklemesi gerekmez.

2- Boşanmış Kadınların Türleri: Dört türlü boşanmış kadın vardır:

1- Mehri tesbit edilmiş ve kendisi ile gerdeğe girilmiş olan boşanmış kadın. Yüce Allah bu kadının hükmünü bundan önceki âyet-i kerimede zikretmiştir. Mehrinden herhangi birşey geri alınmayacağı ve bunun iddetinin üç kar' olduğu belirtilmiştir.

2- Mehri tesbit edilmemiş ve kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan boşanmış kadın. Bu âyet-i kerîme böyle bir kadının durumu hakkında olup bu kadın için mehir sözkonusu değildir. Bunun yerine şanı yüce Allah ona bir mut'a verilmesini emretmekte; el-Ahzab Sûresi'nde (33/49. âyette) ise kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadın boşandığı takdirde iddet beklemesinin sözkonusu olmayacağını beyan etmektedir ki ileride gelecektir.

3- Kendisiyle gerdeğe girilmemiş ve mehir tesbit edilmiş boşanmış kadın. Bunu da bundan bir sonraki âyet-i kerimede:

"Kendilerine mehir tayin etmiş olduğunuz o hanımlarınızı onlara dokunmadan önce boşarsanız.." (el-Bakara, 2/237) âyetinde sözkonusu etmektedir.

4- Kendisiyle gerdeğe girilmiş fakat mehri tesbit edilmemiş olan kadın. Bunu da yüce Allah:

"Onlardan hangisi ile faydalandı iseniz bundan dolayı onlara tayin edildiği şekilde mehirlerini veriniz" (en-Nisâ, 4/24) âyetinde zikretmektedir. Yüce Allah bu âyet-i kerîme ile bundan sonraki âyet-i kerimede ise kendisiyle temas edilmeden ve mehri tayin edilmeden önce boşanmış kadının ve kendisiyle temas edilmeden fakat mehir tesbit edilmiş bulunan kadınların hükmünü zikretmekte, birinci türden olan kadının mut'a hakkına, ikinci türden olan kadının işe mehrin yarısına hak kazandığını beyan etmektedir. Çünkü akdin bozulması dolayısıyla kadın birtakım zararlarla karşı karşıya kalmış, akid sebebiyle kocaya o kadın helâl olmuştur. Ona temas etme karşılığında ise ödenmesi gereken mehirdir.

3- Tefviz (Mehir Tesbit Edilmeden) Nikâhı:

Boşanan kadınları yüce Allah'ın burada mehri tayin edilmiş olarak boşanan kadın ile mehri tayin edilmeyerek boşanan kadın olmak üzere iki kısma ayırmış olması; tefviz nikâhının câiz oluşuna delildir.

Tefviz nikâhı ise mehir sözkonusu edilmeksizin akdedilen her nikâhtır. Bunda görüş ayrılığı yoktur. Mehir bundan sonra tesbit edilir. Mehir tesbit edilince bu da akde katılır ve akit câiz olur.

Eğer mehir tesbit edilmeksizin boşanma gerçekleşmiş ise, icma ile o kadına mehir vermek icab etmez. Bunu kadı Ebû Bekir b. el-Arabî söylemiştir.

el-Mehdevî ise Hammâd b. Ebi Süleyman'dan şunu nakletmektedir: Eğer kadın ile gerdeğe girmeksizin, onu boşar ve o kadın için mehir tayin edilmemiş ise mislinin mehrinin yarısını vermeye mecbur edilir. Şayet mehir nikâh akdinden sonra ve boşamadan önce tesbit edilmiş ise; Ebû Hanîfe'ye göre bu durumda boşama sebebiyle mehrin yarısı sözkonusu olmaz. Çünkü mehir akid ile ödenmesi gereken bir miktar değildi. Ancak bu görüş, yüce Allah'ın:

"Kendilerine mehri tayin etmiş iken hanımlarınızı onlara dokunmadan önce boşarsanız..." (el-Bakara, 2/237) âyetinin zahirine de muhaliftir, aynı şekilde kıyasa da muhaliftir. Çünkü akidden sonra yapılan bu tesbit, akde katılır. O bakımdan boşama sebebiyle bunun yarısının da ödenmesi icabeder. Bunun asıl delili ise; akid ile birlikte tesbit edilmiş olan mehirin bu durumda yarısının ödenmesi gereğidir.

4- Mehir Tayininden Önce Kocanın ölümü:

Mehrin tesbitinden önce ölüm hali ile ilgili olarak Tirmizîde İbn Mes’ûd'dan nakledilmiş şu rivâyet vardır: İbn Mes’ûd'a mehir tesbit etmediği ve ölünceye kadar da kendisiyle gerdeğe girmediği bir kadın ile evlenen kişi hakkında soru sorulmuş o da şöyle demiştir: Bu kadına kendisi gibi olan kadınların mehr-i misli gerekir. Ne daha aşağısı, ne daha yukansı. Ayrıca böyle bir kadın iddet beklemeli ve onun için miras da sözkonusudur. el-Eşcâ'lı Makil b. Sinan kalkarak şöyle dedi: Bizden bir kadın olan Vâşik kızı Berva' hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da senin verdiğin bu hüküm gibi bir hüküm vermişti. İbn Mes’ûd bundan dolayı sevinmişti.

Tirmizî der ki: İbn Mes’ûd'un bu hadisi hasen sahih bir hadistir.

Bu ondan bir başka yoldan da rivâyet edilmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından olsun başkalarından olsun birtakım ilim ehli kimse de buna göre uygulama yapmaktadır. es-Sevrî, Ahmed ve İshak da böyle der. Bir kadın ile gerdeğe girmeksizin ve ölünceye kadar da mehir tayin etmeksizin evlenen erkek hakkında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından ilim ehli olup aralarında Ali b. Ebî Tâlib'in, Zeyd b. Sabit'in, İbn Abbâs'ın ve İbn Ömer'in de bulunduğu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bazı ilim adamları da şöyle demiştir: Böyle bir kadına miras verilir, mehir verilmez ve iddet beklemesi gerekir. Bu aynı zamanda Şâfiî'nin görüşüdür. Şâfiî ayrıca şöyle der: Şayet Vâşik kızı Berva' ile ilgili Hadîs-i şerîf sabit ise, elbette ki delil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen rivâyettedir. Yine Şâfiî'den daha sonra Mısır'da bu görüşünden dönüp Vaşik kızı Berva'ın hadisi gereğince hüküm verdiği de rivâyet edilmektedir. Tirmizî, Nikâh 44. Hadisi ayrıca Ebû Dâvûd, Nikâh 31; Nesâî, Nikâh 68; İbn Mâce, Nikâh 18'de rivâyet etmektedir.

Derim ki: Berva' ile ilgili hadisin tesbiti hususunda ihtilaf edilmiştir. Kadı Ebû Muhammed Abdülvehhab, İbn Ebi Zeyd Risalesi Şerh'inde şunları söylemektedir: Vasik kızı Berva' ile ilgili Hadîs-i şerîfi hadis hafızları ve ilim ehlinin önderleri reddetmişlerdir. el-Vakidî ise şöyle demektedir: Bu hadisi şerif Medine'de sözkonusu edilmiş, ancak ilim adamlarından herhangi bir kimse onu kabul etmemiştir. Az önce kendisinden de naklettiğimiz gibi Tirmizî ve İbn el-Münzir ise bunun sahih olduğunu belirtmişlerdir. İbnu’l-Münzir der ki: Abdullah b. Mesud'un söylediği sözün bir benzeri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da sabit olmuştur, biz de bu görüşü kabul ederiz. Ebû Sevr ile re'y ashabının görüşünün bu olduğu da belirtilmiştir. ez-Zührî, el-Evzaî, Mâlik ve Şâfiî'den de Ali, Zeyd, İbn Abbâs ve İbn Ömer (radıyallahü anh)'ın sözlerine benzer bir rivâyet zikredilmiştir. Bu mes'ele hakkında üçüncü bir görüş daha vardır ki; buna göre mehir sözkonusu olmadıkça öyle bir kadın için miras da sözkonusu değildir. Bu görüşü Mesrûk ifade etmiştir.

Derim ki: Mâlik'in kabul ettiği görüşün lehine delillerden birisi de şudur: Böyle bir ayrılık mehir tesbitinden önce yapılmış bir nikâh hakkında verilen bir ayrılıktır. Böyle bir ayrılık dolayısıyla mehir gerekmemektedir. Buna asıl teşkil eden delil ise boşamada durumun böyle oluşudur. Fakat hadis sahih olduğu takdirde bunun karşılığında kıyas yapmak ise fasittir. Ebû Muhammed Abdülhamid de mezhebin hadise uygun bir rivâyetini nakletmektedir. Allah'a hamdolsun.

Ebû Ömer ise der ki: Berva' ile ilgili hadisi Abdürrezzak, es-Sevrîden, o Mansur'dan o İbrahim'den, o Alkame'den, o İbn Mes’ûd'dan rivâyet etmiştir. Bu hadiste şöyle de denilmektedir: Ve Ma'kil b. Sinan ayağa kalktı... Yine bu hadiste İbn Mehdi, es-Sevrî'den, o Firas'tan, o en-Nehaî'den, o Mesrûk'tan, o Abdullah'tan yaptığı rivâyetinde şöyle demektedir. Makil b. Yesar kalktı. Bence doğru olan ise Makil b. Yesar değil de Makil b. Sinan diyenin rivâyetidir. Çünkü Makil b. Yesar, Müzeyne'li bir kimsedir. Bu Hadîs-i şerîf ise Müzeyneli değil, Eşcalı bir kadın hakkında varid olmuştur. Nitekim Dâvûd da eş-Şa'bi'den, o Alkame'den böylece rivâyet etmiştir. Bu rivâyette de: Eşca'dan bazıları şöyle dedi... denilmektedir. Makil b. Sinan ise el-Harre günü öldürülmüştür. Şair de el-Harre günü hakkında şöyle demektedir:

"İşte Ensar şereflileri için (öldü diye) ağlamaktadır

Eşcâlılar ise Mâkil b. Sinan için ağlıyorlar."

İbn Abdi'l-Berr, el-İstizkâr, XVI, 105-106.

5- Temas Etmeden ve Mehir Belirlenmeden Boşanan Hanımlar:

Yüce Allah'ın:

"Kendileriyle temas etmediğiniz" âyetindeki şey Kimse, o anlamındadır. Yani sizler kendileriyle temas etmediğiniz kadınları boşadığınız takdirde... demektir. " Kendileriyle temas et(me)diğiniz" âyeti sülasiden "te" harfi üstün olarak okunmuştur. Nafî', İbn Kesîr, Ebû Amr, Âsım ve İbn Âmir'ın kıraati budur. Hamza ve el-Kisaî ise (mufaale vezninde) şeklinde okumuşlardır. (Bu kip çoğunlukla karşılıklı olarak iki tarafın müştereken yaptığı işler hakkında kullanılır). Çünkü cima' her ikisi vasıtasıyla gerçekleşmiştir. -Bununla birlikte "fâale" vezni "feale" anlamında da kullanılır. Ayakkabıyı çekiçle dövdüm, anlamında: Târaktu'nna'le" ve hırsızı cezalandırdım anlamında; "âkabtu'l-lıssa" gibi.- Birinci okuyuşunda burada "temas etmek"ten anlaşılan anlam dolayısı ile "mufâale" (ortak yapılan iş) anlamına gelmesi gerekir. Ebû Âl-i de bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü bu anlama gelen fiiller bu vezin ile sülasi olarak gelirler. " Erkek (deve) dişisi ile cima etti," gibi. Her iki okuyuş da güzeldir.

"Veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz" âyetinde yer alan "Veya" edatının "ve" anlamına geldiği söylenmiştir. Yani kendileriyle temas etmediğiniz ve kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz... anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu âyetinde de "veya"lar "ve" anlamındadır:

"Biz nice kasabaları helâk ettik. Geceleyin veya gündüzün dinlenirlerken azabımız onlara gelip çattı. "(el-A'raf, 7/4) Burada; ve dinlenirlerken; demektir. Yine:

"Ve Biz onu yüzbin veya daha fazla kimseye gönderdik." (es-Saffat, 37/147) "ve daha fazla" anlamındadır.

"Onlardan günahkar herhangi bir kimseye veya nankör olana itaat etme" (el-İnsan, 76/24). "Ve nankör kimseye.." demektir. Bir diğer âyet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır:

"Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız yahut herhangi biriniz ayak yolundan gelirse..." (en-Nisa, 4/43) Bu âyetin anlamı da şudur: Eğer sizlerden herhangi bir kimse ayak yolundan gelir ve siz hasta ya da yolcu bulunuyor iseniz.." demektir. Yüce Allah'ın:

"Ancak sırtlarına veya karınlarındaki yağlar ile bağırsaklarına yapışan veya kemiklere karışan müstesna." (el-En'âm, 6/146) âyetinde ve buna benzer sair buyruklarda da böyledir.

Ayrıca yüce Allah'ın bundan sonra kendileri için mehir tesbit edilmiş olan ve boşanan kadınların hükmünü açıklayan âyetini buna atfetmiş olması da bunu desteklemektedir. Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız.." (el-Bakara, 2/237) Şayet birincisi kendisine temas edilmeden önce yalnızca mehir tayin edilmiş olanın boşanma hükmünü açıklamak için olmuş olsaydı, burada onu bir daha tekrarlamazdı.

6- Kadınlara Mut'a Vermek:

Yüce Allah'ın:

"Onları metâlandırın" âyeti; onlara kendilerine meta olacak birşeyler verin, demektir. İbn Ömer, Ali b. Ebî Tâlib, el Hasen b. Ebi'l-Hasen, Saîd b. Cübeyr, Ebû Kilabe, ez-Zührî, Katâde ve ed-Dahhâk b. Muzahim, bunun vücub ifade ettiğini kabul etmişlerdir.

Ebû Ubeyd, Mâlik b. Enes ve arkadaştan, kadı Şureyh ve başkaları ise bunun mendupluk ifade ettiğini kabul etmişlerdir.

Birinci görüşün sahipleri "emr"in gerektirdiği şeyin vücup olduğunu ileri sürerler. İkinci görüşün sahipleri ise yüce Allah'ın:

"Bu, ihsan edenler üzerine bir haktır" âyeti ile:

"Takva sahipleri üzerine bir haktır" (el-Bakara, 2/180) âyetlerini delil gösterirler. Eğer mut'a vermek vacip olsaydı yüce Allah bunu bütün insanlar hakkında mutlak bir emir olarak zikrederdi.

Ancak birinci görüş daha uygundur. Çünkü yüce Allah'ın:

"Onları metâlandırın" âyetinde meta verme emri umum ifade eder ve yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar lehine... bir metâlandırma vardır" (el-Bakara, 2/241) âyetinde metalandırmayı kadınlara mülk olarak vermeyi ifade etmektedir. Âyetin bu şekilde olmasından mendupluk ifade etmesinden daha çok vücup ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın:

"Takva sahipleri üzerine bir haktır" âyeti ise bunun vücubunu te'kid eder. Çünkü Allah'a şirk koşmak ve ona isyan etmek hususlarında Allah'tan korkup da sakındırmak herkes için vaciptir. Nitekim yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm hakkında:

"Takva sahipleri için bir hidâyettir" (el-Bakara, 2/2) diye buyurmaktadır.

7- Kendilerine Mut'a Verilecek Olan Kadınlar Kimlerdir?

Yüce Allah'ın:

"Onları metâlandırın" âyetinde yer alan zamirle hangi kadınların kastedildiği hususunda tefsir âlimlerinin farklı görüşleri vardır.

İbn Abbâs, İbn Ömer, Cabîr b. Zeyd, el-Hasen, eş-Şâfiî, Ahmed, Atâ, İshak ve re'y ashabı derler ki: Mut'a kendisiyle gerdeğe girilmeden ve mehri tayin edilmeden boşanan kadın için vacip, diğer kadınlar için menduptur.

Mâlik ve arkadaştan ise derler ki: Mut'a kendisiyle gerdeğe girilmiş olsa dahi boşanan her kadın hakkında menduptur. Ancak kendisiyle gerdeğe girilmemiş olmakla birlikte daha önce mehri tayin edilmiş olan kadına tayin edilmiş olan mehri vermek yeterlidir, bunun için ayrıca mut'a yoktur. Ebû Sevr ise der ki: Bu durumdaki kadına da boşanan bütün kadınlara da mut'a verilir.

İlim adamları kendisine mehir tayin edilmeyip gerdeğe de girilmemiş olan kadınlar için mut'a dışında hak ettiği herhangi bir şeyin olmadığı hususunda icma etmişlerdir. ez-Zührî der ki: Bu konuda kadına verilecek mut'ayı hakim tayin eder. İlim adamlarının Cumhûru ise; hakim böyle bir kadın için mut'a verilmesine dair hüküm vermez, der.

Derim ki: Burada sözü geçen "ilim adamlarının icmaı" hür kadın hakkındadır. Cariye ise, mehri tesbit edilmeden ve kendisine de temas edilmeden önce boşandığı takdirde; Cumhûrun görüşüne göre onun için de mut'a vardır. el-Evzaî ve es-Sevrî ise onun için mut'a yoktur, derler. Çünkü bu durumda kadın efendisine ait olur. Efendisi ise boşanma sebebiyle malik olduğu cariyenin sıkıntısı karşılığında herhangi bir mala hak kazanmaz.

Maliki mezhebinin açıklaması ile ilgili olarak İbn Şa'ban şöyle demektedir: Mut'a boşamanın sebep olduğu kedere karşılıktır. O bakımdan hul' yapan, mübâree (kocası üzerindeki hakkı ibra etmek karşılığında boşama) yapan, Hân yapan kadın için, ister gerdeğe girilmeden önce olsun, ister sonra olsun, mut'a yoktur, çünkü boşamayı tercih eden odur.

Tirmizî, Atâ ve en-Nehaî ise, hul yapan kadına mut'a verilir derler. Re'y ashabı da lian yapan kadına mut'a verilir, derler. İbnu'l-Kasım da der ki: Feshedilmiş hiçbir nikâhta mut'a yoktur. İbnu'l-Mevvâz da der ki: Akdin sıhhatinden sonra feshin sözkonusu olduğu akidlerde mut'a yoktur. Eşlerden birisinin (efendi olup köle olarak) ötekine malik olması halinde olduğu gibi.

İbnu'l-Kasım der ki: Bu hükmün asıl kaynağı yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar lehine maruf bir şekilde metâlandırma vardır." (el-Bakara, 2/241) âyetidir. O bakımdan bu hüküm feshi, dışarıda bırakacak şekilde boşamaya has bir hükümdür.

İbn Vehb Mâlik'ten; boşanmak veya nikâhı devam ettirmek hususunda muhayyer bırakılan kadının mut'a hakkına sahip olduğunu rivâyet etmektedir. Böyle bir kadın ise, kölenin nikâhı altında iken azad edilen ve hür olmayı tercih eden cariyenin durumundan farklıdır. Böyle bir cariyenin mut'a hakkı yoktur. Muhayyer bırakılan yahut kendisine cariye bir kimse kuma getirilen hür kadın ise şayet kendisini (yani boşanmasını) seçecek olursa, bütün bu durumlarda mut'a hakkına sahip olur. Çünkü ayrılmaya sebep olan kocadır.

8- Mut'anın Sınırı ve Miktarı:

Mâlik der ki: Bize göre mut'anın azının ya da çoğunun bilinen bir sınırı yoktur. Bu hususta insanlar farklı görüşlere sahiptirler. İbn Ömer der ki: Mut'a olarak yeterli olan asgarî miktar, otuz dirhem veya onun benzeridir.

İbn Abbâs der ki: Mut'anın en yüksek miktarı bir hizmetçi, sonra bir elbise, sonra bir nafakadır.

Atâ der ki: Mut'anın orta hali bir iç elbise, başörtüsü ve üste giyilen bir örtü(car, çarşaf gibi)dür. Ebû Hanîfe ise; bu asgarî miktarıdır, der.

İbn Muhayriz de der ki: Divan sahibi (yani devletten maaş alan kimse için) üç dinar verme yükümlülüğü vardır. Mut'a ise köleye düşer.

el-Hasen der ki: Herkes kendi imkanına göre mut'a verir. Birisi bir hizmetçi, diğeri birkaç elbise, beriki tek bir elbise, ötekisi ise bir nafaka verebilir. Mâlik b. Enes de böyle demektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in muktezası da budur. Çünkü yüce Allah mut'ayı takdir etmemiş ve ona bir sınır tayin etmemiştir. Bunun yerine: "Eli geniş olan da halimce fakir olan da halince" diye buyurmuştur.

el-Hasen b. Ali (radıyallahü anh) ise yirmibin (dirhem) ile birkaç bal tulumu mut'a olarak vermiş, Şureyh beşyüz dirhem mut'a vermiştir.

Denildiğine göre; kadının durumuna da itibar edilir. Bu görüşü Şâfiî mezhebine mensup bazı âlimler söylemiştir. Onlar şöyle derler: Şayet bizler yalmzca erkeğin durumuna itibar edecek olursak, şöyle bir durum ortaya çıkar. Birisi yüksek seviyeden, diğeri alt gelir tabakasından iki kadın ile evlense; sonra da kendileri ile temas etmeden ve mehir tesbit etmeden boşayacak olsa, onlara verilecek olan mut'anın eşit olması sözkonusu olur. Ve alt gelir seviyesinde olana da üst gelir seviyesinde olan kadar (mut'a) verilmesi gerekir. Bu ise yüce Allah'ın:

"Örfe uygun bir şekilde" âyetine muhaliftir. Yine bu, son derece varlıklı bir kimse, eğer fakir bir kadın ile evlenecek olursa, sonunda onun gibi olmasını gerektirir. Çünkü onunla gerdeğe girmeden ve ona mehir tayin etmeden önce boşayacak olursa, kendi haline uygun bir mut'a ve o kadına da mislinin mehrini vermesi gerekir. Bu durumda mut'a mehri mislinin kat kat fazlası olur. Böylece kadın, verilebilecek şeyin azamisi olan çımadan ve duhulden sonra mehr-i misil olarak hakettiği miktarın kat kat fazlasını kendisiyle gerdeğe girilmeden önce haketmiş olur.

Re'y ashabı ve başkaları da derler ki: Kendisi ile gerdeğe girilmeden ve mehri de tesbit edilmeden önce boşanan kadının mut'ası yalnızca mehr-i mislidir, başkası yoktur. Çünkü mehr-i misle akid ile hak kazanılır. Mut'a ise mehri mislin bir kısmıdır. O bakımdan böyle bir kadına duhulden önceboşadığıtakdirde tesbit edilenin yarısını vermek icab ettiği gibi; bu miktarı da vermek icabeder.

Ancak yüce Allah'ın:

"Eli geniş olan da halince fakir olan da halince" âyeti bunu reddetmektedir. Ve bu, mut'ayı sınırlandırmanın reddedildiğinin delilidir. İşlerin gerçek yüzünü Allah çok iyi bilendir.

es-Sa'lebî bir Hadîs-i şerîf zikreder ve şöyle der: Yüce Allah'ın:

"kendileri ile temas etmediğiniz.... hanımları boşarsanız üzerinize vebal yoktur" âyeti Hanifeoğullarından bir kadın ile evlenen ensardan bir erkek hakkında nazil olmuştur. Bu kadına bir mehir tesbit etmemişti. Sonra da kendisiyle temas etmeden önce bu kadını boşadı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Sangınla dahi olsa ona mut'a ver" diye buyurdu. Buna yakın bir rivâyet için bk. Beyhâkî, eş-Sünenu'l-Kübrâ, VII, 420

Dârakutnî de Süveyd b. Ğafele'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Has'amlı Âişe, Ali b. Ebî Tâlib'in oğlu el-Hasen'in nikâhı altında idi. Hazret-i Ali şehid edilip de el-Hasen'e halifelik üzere bey'atte bulunulunca hanımı: Ey mü’minlerin emiri, halifelik sana kutlu olsun, deyince şöyle dedi: Ali öldürülüyor ve sen kalkmış buna sevindiğini izhar ediyorsun öyle mi? Çek git buradan. Seni üç defa boşuyorum. Bunun üzerine hanımı kalın ipekten olan örtüsüne büründü ve iddeti bitene kadar bekledi. el-Hasen ona mut'a olmak üzere on bin (dirhem) ile mehrinden geri kalan miktarı gönderdi. Bunun üzerine hanımı: "Ayrılan bir sevgiliden azıcık bir metadır bu" dedi.

el-Hasen onun bu sözünü haber alınca ağladı ve şöyle dedi: Şayet ben dedemi şöyle buyururken işitmemiş -veya babam bana dedemin şöyle buyurduğunu işittiğini anlatmamış- olsaydı ona ric'at yapardım: "Herhangi bir erkek hanımına müphem (belirtisiz olarak) üç talâk verir veya kar'ları esnasında (sırasıyla) üç talâk verirse ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz." Dârakutnî, IV, 30; Beyhâkî, a.g.e., VII, 419.

Bir diğer rivâyette de elçi durumu ona haber verince ağladı ve şöyle dedi: Şayet ben ona bain bir talâk vermemiş olsaydım ona dönerdim. Şu kadar var ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Herhangi bir erkek her bir temizlik esnasında bir defa olmak üzere hanımına üç talâk verirse veya her ay başında bir talâk verirse ya da bir arada onu üç defa boşarsa artık ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz." Dârakutnî, IV, 31.

9- Yıllar Geçtikten Sonra Mut'anın Verilmesi Gerektiğini Öğrenen:

Aradan yıllar geçinceye kadar mut'a vermesi gerektiğini bilmeyen bir kimse (öğrendikten sonra) o kadına bu mut'ayı evlenmiş olsa dahi versin. Vefat etmişse mirasçılarına ödesin. Bunu İbnu'l-Mevvaz İbnu'l Kasım'dan rivâyet etmiştir. Esbağ ise der ki: Eğer ölmüş ise birşey ödemesi gerekmez. Çünkü mut'a boşanan kadına boşamaya karşılık bir tesellidir. Böyle bir teselli zamanı da öldükten sonra geçmiş olur.

Birinci görüşün açıklaması şöyledir: Mut'a kocanın üzerine sabit olmuş bir haktır. Bu hak o kadından -diğer haklarda olduğu gibi- mirasçılarına intikal eder. Bu ise mut'anın mezhebimizde (Mâlikî mezhebinde) vacip olduğu intibaını vermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

10- Herkes Kendi Haline Göze Mut'a Verir:

Yüce Allah'ın:

"Eli geniş olan da halince fakir olan da halince..." âyeti mut'anın vücubuna delildir. Cumhûr "eli geniş olan" anlamına gelen kelimesini "vav" sakin (harekesiz) ve "sin" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Hali geniş olan kimse demektir. (Arapçada): Filan kişi halince harcamaktadır ifadesi, sahip olduğu genişliğe göre (zenginliğe göre) harcamaktadır demektir. Ebû Hayve ise "vav" harfini üstün, "sin" harfini de şeddeli ve üstün olarak "el-muvess'" şeklinde okumuştur.

İbn Kesîr, Nafi', Ebû Amr ve Ebû Bekr'in rivâyetinde Âsım: Halince" kelimesinin her iki seferinde de "dal" harfini sakin olarak okumuştur. İbn Âmir, Hamza, Kisaî ve Hafs'ın rivâyetinde Âsım ise her iki yerde de "dal" harfini üstün olarak okumuşlardır. Ebû'l-Hasen, el-Ahfeş ve başkaları ise her iki okuyuş da aynı anlamdadır ve fasih iki söyleyiştir, derler. Ebû Zeyd de böyle nakletmektedir. "Bu kadar al" cümlesinde "kadr" kelimesinde "dal" harfi ister sakin, ister üstün okunsun mana aynıdır.

Yüce Allah'ın Kitabında:

"Vadiler kendi miktarlarınca sel olmuştur" (er-Radıyallahü anh'd, 13/17) âyetinde yer alan: "Kendi miktarlarınca" âyeti şeklinde de okunmuştur. Yüce Allah'ın:

": Allah'ı O'na lâyık bir şekilde hakkıyla takdir edemediler" (el-En'am, 6/91) âyetindeki "dal" harfi harekeli okunsa yine câiz olur.

"el Muktir (mealde; fakir)": Malı az olan kimse demektir. İşte bu durumdaki hanımlara "örfe uygun" yani şeriatte bilinen orta yola uygun "bir şekilde metalandırınız" demek olur.

11- İhsan Edenlerin Görevi:

Yüce Allah'ın:

"Bu, ihsan edenler üzerine bir haktır" âyeti, bu onlar üzerinde yapmaları gereken bir haktır, demektir. Bu âyet emredilmiş olmakla birlikte mut'anın vücubunun delilidir. Çünkü yüce Allah'ın:

"Bir haktır" âyeti vücubu tekid etmektedir.

"İhsan edenler üzerine" ile "takva sahipleri üzerine" âyetinin anlamı ise mü’minler üzerine demektir. Çünkü herhangi bir kimse: Ben ihsan edici değilim, takva sahibi değilim, diyemez. Çünkü insanlar hep birlikte ihsan edici ve takva sahibi olmakla emrolunmuşlardır. Onlar Allah'ın farzlarını eda etmekle ihsanda bulunuyorlar ve ateşe girmemek için de O'nun yasakladıklarından uzak duruyorlar. O halde bütün insanların ihsan edici ve takva sahibi olmaları bir farzdır, onlar için bir görevdir.

"İhsan edenler üzerine bir hak" âyeti emrin te'kidini daha bir pekiştirmektedir. Doğrunu en iyi bilen Allah'tır.

236 ﴿