237Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını verin. Meğer ki kendileri veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun. Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızda fazileti unutmayınız. Allah işlediklerinizi muhakkak çok iyi görendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1- Bu Âyet ile Mut'a Hükmünden Söz Eden Diğer Âyetler: İlim adamları bu âyet hakkında farklı görüşlere sahiptirler? Aralarında Mâlik ve başkalarının da bulunduğu bir kesim der ki: Bu âyet-i kerîme, mehri tesbit edildikten sonra boşanan kadını mut'alandırma hükmü dışına çıkarmaktadır. Çünkü "onları metalandırın" âyeti bu durumdaki kadını da kapsamaktadır. İbnu'l-Müseyyeb de der ki: Ahzab Sûresi'ndeki (33/49) âyeti bu âyet-i kerimeyi neshetmiştir. Çünkü oradaki âyet-i kerîme kendisi ile gerdeğe girilmemiş bütün kadınlara mut'a verilmesi hükmünü ihtiva etmektedir. Katâde ise der ki: Bu âyet-i kerîme kendisinden önceki âyet-i kerimeyi neshetmektedir. Derim ki: Said ve Katâde'nin görüşleri su götürür. Çünkü neshin şartlan bulunmamakta ve bu âyetleri birlikte anlamak mümkündür. İbnu'l-Kasım el-Müdevvene'de der ki: Yüce Allah'ın: "Boşanan kadınlar lehine maruf bir şekilde metalandırma hakkı vardır." (el-Bakara, 2/241) âyeti gereğince, boşanan her bir kadının mut'a hakkı sözkonusu olur. Ahzab Sûresi'nde yer alan (33/49.) âyet ile de kendisiyle gerdeğe girilmemiş kadına da mut'a tesbit edilmiştir. Yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile de kendisiyle gerdeğe girilmeden önce ve mehir tesbit edilmiş bulunan kadını istisna etmekte ve mehri tesbit edilmiş bulunan kadın için yalnızca mehrinin yarısının verileceğini beyan etmektedir. Aralarında Ebû Sevr'in de bulunduğu bir grup ilim adamı ise şöyle demektedir: Mut'a genel olarak bütün boşanan kadınlar içindir. Bu âyet-i kerîme ise sadece mehri tesbit edilmiş bulunan kadının kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını alacağını beyan etmektedir. Bu âyet-i kerîme ile mut'asının düşürüldüğü kastı yoktur. Aksine böyle bir kadın için hem mut'a hem de tesbit edilen mehrin yarısı verilir. Yüce Allah'ın: "Tayin ettiğinizin yarısını verin" âyeti, vermeniz vacip olan tayin ettiğiniz mehrin yarısıdır, demektir. Bunun da anlamı şudur: Mehrin yarısı kocaya ait kalacaktır, yarısı da kadının olacaktır. Bunda icma vardır. "Yarı: Nısf: Bir bütünün iki eşit parçasından birisidir. Kendisinden başka şeyin yarısına ulaşan her bir şey hakkında: "Nesafa" fiili kullanılır. Cumhûr şeklinde merfu olarak okumuştur. Bir kesim ise "fa" harfini mansub olarak şeklinde okumuştur. Anlamı ise; mehrin yarısını ödeyiniz demek olur. Ali b. Ebî Tâlib ve Zeyd b. Sabit ise bu kelimenin Kur'ân-ı Kerîm'de geçtiği her yerde "nun" harfini ötreli olarak şeklinde okumuşlardır. Bu da bir şivedir. el-Esmaî de Ebû Amr b. el-A'la'dan kıraat yoluyla; şeklinde okunacağını rivâyet etmiştir ve bu "yanm" anlamına gelen kelimenin üç türlü okunacağım göstermektedir. Hadîs-i şerîfte ise şöyle denilmektedir: "Sizden herhangi bir kimse Uhud dağı kadar altın infak edecek olsa onlardan birisinin verdiği bir mudde ve onun yarısına dahi ulaşamaz." Buhârî, Fedâilu Ashâbı'n-Nebiyy 5; Müslim, Fedâüu's-Sahabe 221, 222; Ebû Dâvûd, Sünne 10; Tirmizî, Menâkıb 58; İbn Mâce, Mukaddime 11; Müsned, III, 11, 54, VI, 6 (Burada yarım anlamına kullanılan:) Nasîf kelimesi aynı zamanda örtü ve peçe anlamına da gelir. 3- Kadına Mehir Tayin Edip de Onunla Gerdeğe Girmeden Boşamak: Kadına mehir verdikten daha sonra ve gerdeğe girmeden önce boşasa, verdiği mehir de elinde nemalansa (hüküm ne olur?) Bu hususta Mâlik der ki: Kadına mehir olarak verdiği ticaret malı veya köle olsun her ikisinin nemaları ikisine ait olur. Bunun eksilmesi de ikisinden gider. Telef olursa ikisinden telef olur. Kadının ondan birşey ödemesi gerekmez. Yani kadın harcadığı emeğin karşılığını isteyemez; erkek de ana maldan eksilenin tazminatını isteyemez. Şayet ona altın veya gümüş gibi aynî bir şeyi mehir olarak verirse o da bununla bir köle yahut bir ev satın alsa ya da o ayn ile ondan ya da başkasından koku yahut da ev eşyası veya daha başka çeyizi için tasarrufta bulunma hakkı olan başka birşey veya kocası ile birlikte kalacağı sırada işlerini kolaylaştıracak birşeyler satın alırsa; bütün bunlar bizzat kocasının ona bunları mehir vermiş olması ayarında olur. Bunların nemaları ikisine; eksilmeleri de ikisinden olur. Şayet kendisiyle zifafa girmeden önce boşayacak olursa kadının yarısından başka alacak bir hakkı yoktur. Ondan kabzettiğinin yarısını kocasına ödeme yükümlülüğü de yoktur. Şayet o mehir ile veya ondan kendisine has birşey satın alacak olursa, o takdirde ondan kabzetmiş olduğu mehrinin yarısını ödemesi gerekir. Aynı şekilde kocasından başkasından bir köle veya bir evi kendisine mehir olarak vermiş olduğu bin (dirhem) ile satın aldıktan sonra, kocası kendisiyle gerdeğe girmeden önce boşayacak olsa, koca o binin yarısını rücu edip boşadığı kadından alır. 4- Evlendiği Hanım ile Gerdeğe Girdikten Sonra Ölen Kimse: Hanımı için mehir tesbit etmiş olup onunla gerdeğe girdikten sonra ölen kişinin, hanımına tesbit edilen bu mehrin eksiksiz olarak ve hakettiği mirasın da verileceği, kadının iddet beklemekle yükümlü olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak karısı ile halvette bulunup da ondan ayrılıncaya kadar karısıyla cima etmeyenin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Kûfeliler ve Mâlik der ki: Mehrin tamamını ödemesi gerekir, kadının da iddet bekleme yükümlülüğü vardır. Çünkü İbn Mes’ûd'dan şöyle dediğine dair haber gelmiştir: Kapıyı kapatan yahut perdeyi indiren kimsenin hanımı hakkında Raşid Halifeler, miras alacağına ve iddet beklemekle yükümlü olduğuna hüküm vermişlerdir. Bu hadisi Dârakutnî merfu olarak da rivâyet etmiştir. Dârakutnî, III, 306-307. Ayrıca bk. İbn Abdi’l-Berr, ellstizkûr, XVI, 128. İleride Nisa Sûresi'nde (4/21. âyetin tefsirinde) gelecektir. Şâfiî ise Kur'ân-ı Kerîm'in zahir hükmü dolayısıyla duhul olmadığı takdirde tam bir mehrin verilmesini ve kadının iddet beklemesini vacip kabul etmez. Şureyh der ki: Ben yüce Allah'ın Kitabında bir kapı veya bir perde zikrettiğini işitmedim. Eğer erkek kadını ile temas kurmadığım iddia edecek olursa o takdirde kadına mehrin yarısı verilir. Bu İbn Abbâs'ın da görüşüdür. Yüce Allah'ın izniyle Nisa Sûresi'nde yer alan: "Birbirinize karıştınız" (en-Nisa, 4/21) âyetini açıklarken bu hususta ilim adamlarımızın görüşlerine dair açıklamalar yapılacaktır. Yüce Allah'ın: "Meğer ki kendileri veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" âyetinde geçen "meğer ki kendileri... bağışlamış olsun" âyeti munkatı' bir istisnadır. Çünkü onların hak ettikleri yarım mehri affetmeleri, onu almaları kabilinden değildir. "Bağışlamaları" ise onu terkedip almamaları demektir. Yani kocaları tarafından kendilerine verilmesi gereken mehrin yarısını terkedip almamaları hali müstesnadır. Bu âyet-i kerimede bağışlayacak olanlar, kendisini evlendirme imkanına sahip olan her bir kadındır. Şanı yüce Allah böyle bir hakka sahip olmalarından sonra bu hakkı düşürmelerine izin vermiştir. Çünkü bunu yüce Allah onların katıksız bir hakkı olarak tesbit etmiştir. O bakımdan istedikleri şekilde bu hakkı alabilir ya da iskat edebilirler. Şu şartla ki kendilerini evlendirmek yetkisine sahip olmalı, baliğ, akil ve reşid olmalıdırlar. İbn Abbâs, fukaha ve tabiinden bir grup da şöyle demektedirler: Velisi bulunmayan bakire kızın affetmesi de caizdir. Suhnun bunu el-Müdevene'de İbnu'l-Kasım'dan başkasından nakletmektedir. Bundan önce ise İbnu’l-Kasım'ın (velisiz bakirenin) mehrin yarısını affetmesinin câiz olmadığını zikreder. Baba ya da bir vasinin himayesinde bulunan kadının ise mehrin yarısını affetmesi câiz değildir. Bu konuda tek bir görüş vardır. Bildiğim kadarıyla bunda bir görüş ayrılığı da yoktur. 6- Nikâh Akdi Elinde Bulunan Kimdir? Yüce Allah'ın: "Veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" âyeti bir öncesine "kendileri" âyetine atfedilmiştir. el-Hasen: şeklinde "vav" harfini harekesiz olarak okumuştur. O bu okuyuşuyla "vav" üzerinde fethayı ağır görmüş gibidir. Yüce Allah'ın: "Veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" âyeti ile neyin kastedildiği hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler. Dârakutnî, Cübeyr b. Mut'im'den rivâyet ettiğine göre Cübeyr, Nasroğullarından bir kadın ile evlenmiş, onunla zifafa girmeden önce o kadını boşamış ve eksiksiz olarak mehrini ona gönderip şöyle demiş: Ben bağışlamaya ondan daha lâyıkım. Yüce Allah: "Meğer ki kendileri ve nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" diye buyurmaktadır ve ben bağışlamaya ondan daha lâyıkım. Dârakutnî, III, 279. Böylelikle o yüce Allah'ın: "Meğer ki kendileri ve nikâh akdi elinde bu lunan kimse bağışlamış olsun" âyeti ile talâktan önce de sonra da her durumda kendisinin kastedildiği şeklinde te'vil etmiştir. Yani nikâh akdini elinde bulunduranın kendisi olduğu kanaatinde idi. "Nikâh" kelimesinin başına elif lâm geldiği için "o" anlamına gelen "he" harfi hazfedilmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Şüphesiz cennet varılacak yerin ta kendisidir. " (en-Naziât, 79/41) Yani onun için varılacak yerin ta kendisidir, demektir. en-Nâbiğa da şöyle demektedir: "Onların öyle bir takım huyları vardır ki; Allah başkalarına vermemiştir onları; Cömertlik ve başlarından gitmeyen akıllara sahiptirler." Onların akılları başlarından gitmez, demektir. Aynı şekilde yüce Allah'ın: "Nikâh akdi" âyeti de böyledir. Yani nikâhının akdi demektir. Dârakutnî, merfu olarak Kuteybe b. Said yoluyla şöyle rivâyet etmektedir. Bize İbn Lehîa, Amr b. Şuayb'dan o babasından, o dedesinden rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Nikâh akdinin velisi kocadır." Dârakutnî, III, 279. Ayrıca bu hadisi Ali, İbn Abbâs, Said b. el-Müseyyeb ve Şureyh yoluyla müsned olarak da rivâyet etmiştir. Dedi ki: Nafi b. Cübeyr, Muhammed b. Ka'b, Tavus, Mücâhid, eş-Şâbi ve Saîd b. Cübeyr de böyle demişlerdir. Başkası ise Mücâhid ve es-Sevrî'yi de ilave eder. Ebû Hanîfe de bunu tercih etmiştir. Şâfiî'nin sözlerinden sahih olan da budur. Bunların hepsi velinin, kadının mehrinden herhangi bir şeyde tasarrufta bulunabileceği görüşünde değildir. Çünkü veli boşamadan önce kocayı mehir ödeme yükümlülüğünden ibra edecek olursa, bunun câiz olmayacağı üzerinde icma vardır. O halde boşamadan sonra da durum böyledir. Yine velinin kadının malından birşey hibe etmek hakkına sahip olmadığı ve mehrin kadının malı olduğu üzerinde de icma etmişlerdir. Ayrıca veliler arasından bağışlamaları câiz olmayanların bulunduğu üzerinde de icma etmişlerdir ki bunlar amca çocukları ve kardeş çocuklarıdır. Baba da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kimisi de: Burada (nikâh akdi elinde bulunduğu) belirtilen kişi velidir, der. Dârakutnî bunu İbn Abbâs'tan senedini kaydederek nakletmekte ve Dârakutnî, III, 280'de rivâyet bu kadardır. Aynı görüşte oldukları belirtilen ilim adamlarından ayrıca söz edilmemektedir. şöyle demektedir: Bu İbrahim, Alkame ve el-Hasen'in de görüşüdür. Ondan başkaları ise İkrime, Tavus, Atâ, Ebû Ziyad, Zeyd b. Eslem, Rabia, Muhammed b. Ka'b, İbn Şihab, el Esved b. Yezid, eş-Şa'bi, Katâde, Mâlik ve eski görüşünde Şâfiî'yi de ilave ederler. Buna göre babanın boşanmış olması halinde, ister ay hali olmak yaşına gelmiş olsun, ister gelmemiş olsun bakire kızının mehrinin yarısını bağışlaması caizdir. Îsa b. Dinar der ki: Mehrinden herhangi bir miktarı babasından rücu edip alamaz. Burada kastedilenin veli olduğunun delili ise şanı yüce Allah'ın âyet-i kerimenin baş tarafında: "Kendilerine mehir tayin etmiş iken hanımları, onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını verin" diye buyurmasıdır. Yüce Allah burada kocaları sözkonusu edip bu şekilde onlara hitap etmekte sonra da onlara: "Meğer ki kendileri., bağışlamış olsun" âyetinde kadınlardan; "Veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" buyurarak da üçüncü bir kimseden söz edilmektedir. Bu üçüncü kimsenin daha önce sözü geçen kocaya ait olması ancak başkasının var olmaması halinde sözkonusudur. Ancak bu başkası vardır. Bu da maksat olarak gözetilen velidir. Bu anlamda Mekki bir açıklamada bulunmuş, İbnu’l-Arabî de bunu zikretmiştir. Aynı şekilde şanı yüce Allah: "Meğer ki kendileri.. bağışlamış olsun" diye buyurmaktadır. Bilindiği gibi bütün kadınlar bağışlama yetkisine sahip değildirler. Küçük ve hacr altında bulunan kadınların bağışlamaları sözkonusu değildir. O bakımdan yüce Allah her iki kısmı da beyan ederek: "Meğer ki kendileri., bağışlamış olsun" diye buyurmaktadır. Yani buna ehil oldukları takdirde demektir. "Veya nikâh akdi elinde bulunan kimse bağışlamış olsun" diye de buyurmaktadır ki; burada da kasıt velinin kendisidir. Çünkü bu hususta iş, onun yetkisindedir. Aynı şekilde İbn Vehb, Eşheb, İbn Abdilhakem ve İbnu'l-Kasım da Mâlik’ten, burada sözü geçenin bakire kız hakkında babası, cariyesi hakkında da efendisi olduğunu rivâyet etmektedir. Velinin bağışlaması ise ancak aklı başında ve doğru bir kimse olması halinde caizdir. Sefih bir kimse olduğu taktirde onun da bağışlaması câiz olmaz. Denilse ki: Bizler burada kastedilenin veli olduğunu kabul etmiyoruz. Aksine o kocadır. Bu adın (yani "nikâh akdi elinde bulunan" vasfının) kocaya verilmesi daha uygundur. Çünkü önceden de geçtiği üzere veliye göre nikâh akdine daha bir sahip olan odur. Buna cevabımız şu olur: Bizler kocanın, bakire kızı hakkında babaya göre akdi daha çok elinde bulundurduğunu kabul etmiyoruz. Aksine bakire kızın babası, koca bir tarafa, tek başına bu hakka sahiptir. Çünkü akde konu olan şey, bakire olan kızın namus ve iffetini ilgilendirir. Koca ise bu konuda akid yapma hakkına sahip değildir. Aksine baba buna sahiptir. Şureyh erkek kardeşin mehrin yarısını bağışlamasını câiz görür. İkrime de böyle der: İkisi arasında nikâh akdini yapan kimsenin affetmesi caizdir. Bu kimse ister amca, ister baba, ister kardeş olsun. Ve isterse kadın bundan hoşlanmasın. Ebû Nehik ve en-Nehaî: "Veya.. bağışlamış olsun" şeklinde "vav" harfini "elife benzeterek sakin olarak okumuştur. Şairin şu sözü de buna benzemektedir: "Âmir (oğulları) beni miras yoluyla liderliğe getirmedi, Anne vasıtasıyla olsun, baba vasıtasıyla olsun yücelmemi Allah kabul etmedi." 7- Bağışlamak ve Fazileti Unutmamak: Yüce Allah'ın: "Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır" âyeti mübteda ve haberdir. İbn Abbâs'ın görüşüne göre hem erkeklere hem kadınlara hitaptır. Bu şekilde bağışlamanızın takvaya daha yakın olduğu belirtilmektedir. Cumhûr " Bağışlamanız" şeklinde "te" harfiyle okumuştur. Ebû Nehik ve eş-Şâbi ise şeklinde "ye" harfi ile okumuştur. (O takdirde mana: Onların bağışlamaları... şeklinde olur). Bu ise nikâh akdini elinde bulunduran kimseye raci olur. Derim ki: şeklinde "te" ile okunmamıştır. O takdirde bu fiil (bağışlamak), kadınlara ait olurdu. Cumhûr: " Fazileti unutmayınız" âyetini "vav" harfini ötreli olarak okumuş, Yahya b. Ya'mer ise esreli olarak okumuştur. Ali, Mücâhid, Ebû Hayve ve İbn Ebû Able ise: " Karşılıklı olarak aranızdaki fazileti unutmayınız" şeklinde okumuştur ki; bu da manası sağlam bir okuyuştur. Mücâhid der ki: Fazilet, erkeğin mehrinin tamamını vermesi ya da kadının hak ettiği yarım mehri de terketmesidir. 8- Allah Yaptıklarınızı Görendir: Yüce Allah'ın: "Allah işlediğinizi muhakkak çok iyi görendir" âyeti, iyilik yapana vaad, iyilik yapmayana da mahrum bırakılmayı ihtiva eden bir haberdir. Yani sizin affetmeniz de hakkınızı almanız da ona gizli kalmaz. |
﴾ 237 ﴿