238Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin. Allah için huşû' ve itaatla durun. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1- Bütün Ümmet Namaz Kılmak Emrine Muhataptır: Yüce Allah'ın: "Devam edin" âyeti bütün ümmete yönelik bir hitaptır. Âyet-i kerîme namazlan vakitlerinde, bütün şartlarıyla birlikte kılmaya dikkat ve özen göstermeyi emretmektedir. Muhafaza etmek (mealde: Devam etmek); bir şeye devam etmek ve ısrarla onu sürdürmek demektir. "Orta" anlamına gelen " el-vustâ" ise "el-evsat" kelimesinin müennesidir. Birşeyin vasatı hayırlısı ve en mutedil olanı demekdir. Yüce Allah'ın: "Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık." (el-Bakara, 2/143) âyeti de bu kabildendir ki buna dair açıklamalar daha önceden (2/143. âyet 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı öven bir Bedevi Arap da şöyle demektedir: "Ey bütün insanların övünülmeye değer hususlarında en hayırlı ve mutedil (evsat) olanı Ve ey hayırlı bir anne ve bir babanın evladı olarak insanların en kerim olanı!" Özellikle "orta namaz (es-salâtu'l-vustâ)"nın sözkonusu edilmesi -daha önceden genel olarak namazların kapsamına girmiş olduğu halde- bu namazın şerefini ifade etmek içindir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Hani Biz peygamberlerden ahidlerini almıştık. Senden de Nûh'tan da..." (el-Ahzab, 33/7); "İkisinde pek çok meyve, hurma ve nar vardır." (er-Rahmân, 55/68) Ebû Cafer el-Vasıtî, teşvik anlamını (iğrâ) ifade etmek üzere şeklinde okumuştur. Özelikle orta namaza dikkat ediniz, demektir. el-Hulvanî de böyle okumuştur. Kalun ise Nafi'den rivâyetle sonrasında "ta" harfi geldiği için "el-Vusta" kelimesindeki "sin" harfini "sad" diye okumuştur. Çünkü bu iki harfin mahreçleri birdir. Aynı zamanda bunlar "es-Sırat" ve benzerlerinde olduğu gibi iki ayrı söyleyiştir. İlim adamları orta namazın hangisi olduğunu tayin etmek hususunda on farklı görüş belirtmişlerdir: 1- Birinci görüşe göre bu, öğlen namazıdır. Çünkü günün başlangıcı ile ilgili iki görüşten sahih olanına göre tan yerinin ağarması ile olur ve bu durumda öğlen namazı günün ortasında yer alır. Bu konudaki görüşleri sıralarken öğlen namazı olduğu görüşünden başlamamızın sebebi, İslâm'da kılınan ilk namazın öğlen namazı oluşundandır. Öğlen namazının orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Zeyd b. Sabit, Ebû Said el-Hudrî, Abdullah b. Ömer ve Âişe (Allah hepsinden razı olsun) de vardır. Bu namazın öğle namazı olduğuna delil olan hususlardan birisi de Hazret-i Âişe ile Hazret-i Hafsa'nın: "Namazlara ve özellikle orta namaza ve ikindi namazına devam ediniz" şeklinde söylemeleridir. Muvatta’', Salatu'l-Cemaa 25, 26; Müslim, Mesâcid 207. Rivâyet edildiğine göre bu namaz müslümanlar için en ağır gelen namazdı. Çünkü bu namazın vakti, öğlen sıcağında ve mallarında çalışmaktan oldukça yorgun argın düştükleri bir sırada gelirdi. Ebû Dâvûd, Zeyd'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğlen namazını öğlen sıcağında kıldırırdı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabına ondan daha ağır gelen hiçbir namaz olmazdı. Bunun üzerine: "Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin" âyeti nazil oldu ve dedi ki: Bu namazdan önce de iki namaz, ondan sonra da iki namaz vardır. Ebû Dâvûd, Salat 5. Mâlik Muvatta’''ında Ebû Dâvûd et-Tayalisî Müsned'inde Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Orta namaz öğlen namazıdır. Muvatta’', Salatu'l-Cemaa 27. et-Tayalisî şunu da ekler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu namazı oldukça sıcak vakitte kılardı. Ahmed A. Raman el-Benna, Minhatu’l-Ma’bud, 1, 70. 2- İkinci görüşe göre bu ikindi namazıdır. Çünkü ondan önce iki tane gündüz namazı ondan sonra da iki tane gece namazı vardır. en-Nen, beliğlerin üsluplarından değildir. Çünkü böyle bir anlayış aynı anlamdaki kelimelerin tekrarını gerektirir. Eğer bir kelimeyi mücerred bir manaya hamletmek mümkün ise insanların kullandıkları ifadelerde bile bunu tekrara hamletmeyiz . Nasıl herşeyi bihass der ki: Böyle bir delillendirmeden daha güzel bir delillendirme de şudur: Ona "orta" denilmesinin sebebi birisi ilk farz kılınan diğeri ise ikinci olarak farz kılınan iki namaz arasında olmasıdır. İkindi namazının orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî (Allah hepsinden razı olsun) de vardır. Bu Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının da tercih ettiği görüştür. Şâfiî ve eser ehlinin çoğunluğu da bu görüştedir. Abdülmelik b. Habib de bunu benimsemiştir. İbnu'l-Arabî "el Kabes" adlı eserinde İbn Atiyye de Tefsirinde bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: İnsanların çoğunluğu bu görüştedir, ben de bunu benimsiyorum. Bunlar görüşlerine bu konuda Müslim ve başkaları tarafından rivâyet edilen Hadîs-i şerîfleri delil gösterirler. Bunlar arasında en açık nas ise İbn Mes'ûd'un naklettiği şu Hadîs-i şerîftir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Orta namaz'dan ikindi namazından bizi alıkoydular..." Müslim, Mesacid 206; Tirmizî, Salat 19, Tefsir 2. SÛRE 32. Bu manadaki diğer hadisler ve kaynakları için biraz sonra gelecek üçüncü başlıktaki notlara bakınız. Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiş ve: Hasen sahih bir hadistir, demiştir. Bizler buna dair daha geniş açıklamalarımızı "el-Kabes fi Şerhi Muvatta’'i Maliki İbn Enes" adlı eserimizde yapmış bulunmaktayız. 3- Bu görüşün sahiplerine göre orta namaz akşa namazıdır. Bunu Kubaysa b. Ebi Züeyb bir topluluk ile birlikte söylemiştir. Bu konudaki delilleri ile rekat sayısı itibari le ortada olmasıdır. Rekat sayısı en aşağı sayıdakiler gibi de değildir, en fazla ol nlar gibi de değildir. Ve ayrıca yolculukta bu namaz kasredilmez. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da bu namazı ne vaktinden sonraya bırakmış ne de önceye almıştır. Bundan sonra ise cehri kılınan iki tane namaz, ondan önce ise sirrî (gizlice) okunan iki namaz vardır. Âişe (r. anha) yoluyla gelen Hadîs-i şerîfte de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah nezdinde namazların en faziletli olanı akşam namazıdır. Yolcudan olsun ikamet edenden olsun bu namazı kaldırmamıştır. Allah o namaz ile gece namazını açmış ve onunla gündüz namazını kapatmıştır. Her kim akşam namazını kılar, ardından da iki rekat kılarsa Allah ona cennette bir saray yaptırır. Her kim ondan sonra dört rekat namaz kılarsa, Allah ona yirmi yılın günahlarını -veya kırk yılın günahlarını- bağışlar." "En faziletli namaz akşam namazıdır; kim ondan sonra iki rekat kılarsa Allah ona cennette bir saray verir." şeklinde: el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, I, 309. 4- Yatsı namazı olduğunu söyleyenler. Çünkü bu namaz kasredilmeyen iki namaz arasında yer alır. Uyku vaktinde bu namazın vakti girmekle birlikte, ertelenmesi müstehaptır. Bu ise ağır gelir. O bakımdan özellikle buna dikkat edilmesi için te'kidde bulunulmuştur. 5- Beşinci görüşe göre ise orta namaz sabah namazıdır. Çünkü kendisinden önce açıktan okunan iki gece namazı, kendisinden sonra da gizliden okunan iki gündüz namazı vardır. Ve bu namazın vakti insanlar uykudayken girer. Bu namaza soğuğun şiddeti dolayısıyla soğuk zamanlarda kalkmak, gecenin kısalığı dolayısıyla da yazın kalkmak ağır bir iştir. Bu namazın orta namaz olduğunu söyleyenler arasında Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah b. Abbas (r. anhuma) da vardır. Bunu Muvatta’''da İmâm Mâlik belağ yoluyla (yani Mâlik; bu ikisinden bana ulaştığına göre diyerek) nakletmiştir. Muvatta’', Salâtu'l-Cemaa 28. Tirmizî de bunu İbn Ömer ve İbn Abbâs'tan ta'lik yoluyla (senedini zikretmeksizin) kaydetmiştir. Tirmizî, Salât 19. Ayrıca bu Cabir b. Abdullah'tan da rivâyet edilmiştir. Bu Mâlik ve arkadaşlarının da görüşüdür. Kuşeyrî'nin kendisinden naklettiğine göre Şâfiî de buna meyletmiştir. Hazret-i Ali'den gelen sahih rivâyet ise bunun ikindi namazı olduğudur. Yine ondan bu husus sahih ve bilinen bir yolla rivâyet edilmiştir. Orta namazın sabah namazı olduğunu söyleyenler yüce Allah'ın: "Allah için kanitler olarak durunuz" yani o namazda kunut yapınız demektir. Sabah namazı dışında kunutun emrolunduğu bir başka namaz yoktur. Ebû Reca der ki: İbn Abbâs bize Basra'da sabah namazını kıldırdı. Rükûdan önce o namazda kunut okudu ve ellerini kaldırdı. Namazı bitirdikten sonra şöyle dedi: İşte yüce Allah'ın kendisinde kunut okuyanlar olarak kalkmamızı emrettiği orta namaz budur. Enes de der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında rüküdan sonra kunut okumuştur. Buhârî, Vitr 6; Müslim, Mesâcid 298; Nesâî, İftitâh 27; İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 120. Kunutun hükmü ve ilim adamlarının bu konudaki görüşleri Âl-i İmrân Sûresi'nde yüce Allah'ın: "İşten sana ait hiçbir şey yoktur." (Âl-i İmrân, 3/128) âyetini açıklarken gelecektir. 6- Cuma namazıdır, diyenler. Çünkü bu namazın cemaat ile kılınması, bu namazda hutbe okunması ve bu namazın bayram gibi değerlendirilmesi özellikleri arasındadır. Bunu İbn Habib ve Mekkî zikretmektedir. Müslim ise Abdullah (b. Mes'ûd)'dan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın cumadan geri kalan bir topluluğa şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Bir kimseye cemaate namaz kıldırmasını emredip sonra da cuma namazına gelmeyen birtakım kimselerin evlerini içlerinde oldukları halde yakmayı içimden geçirdim." Müslim, Mesâcid 254 7- Bu görüşe göre orta namaz aynı zamanda sabah ve ikindi namazlarıdır. Bunu eş-Şeyh Ebû Bekr el-Ebherî söylemiştir. Delil olarak da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini göstermiştir: "Gece melekleri ile gündüz melekleri sizin aranızda biri ötekinin arkasından gider gelirler... Buhârî, Mevâkît 16, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesâcid 210; Nesâî, Salât 21; Muvatta’', Kasnı's-Salât 82; Müsned, II, 257, 312, 486. Bunu Ebû Hüreyre rivâyet etmiştir. Cerir b. Abdullah da dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında oturuyorduk. Ondördünde aya baktı ve dedi ki: "Sizler şu ayı gördüğünüz şekilde onu görmek için nasıl herhangi bir sıkıntı çekmiyor iseniz Rabbinizi de böylece göreceksiniz. Şayet güneşin doğuşundan önce bir namaz ve batışından önce de bir namazı kaçırmamak gücünüz varsa bunu yapınız." -Bununla da ikindi ve sabah namazlarını kastetmektedir.- Daha sonra Cerir yüce Allah'ın: "Rabbine hamd ile güneşin doğmasından önce ve güneşin batmasından önce tesbih et." (Ta-ha, 20/130) Buhârî, Mevâkit 26; Müslim, Mesâcid 211; Ebû Dâvûd, Sünne 19; Müsned, IV, 362, 365. Umare b. Rueybe der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce namaz kılan hiçbir kimse asla cehenneme gitmeyecektir." Müslim, Mesâcid 213, 214; Ebû Dâvûd, Salât 9; Nesâî, Salât 13, 21; Müsned, IV, 126, 261. Yine bunda kastedilen sabah ve ikindi namazlarıdır. Yine ondan gelen rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim iki serinlik vaktindeki namazı kılarsa cennete girer." Buhâri, Mevâkit 26; Müslim, Mesâcid 215; Dârimi, Salât 136; Müsned, IV, 80 Bütün bunlar Müslim'in Sahih'inde ve başkalarında sabittir. Sabah ve ikindi namazlarına "iki serinlik" adının veriliş sebebi serin zamanlarda eda edilmelerinden dolayıdır. 8- Orta namaz yatsı ve sabah namazıdır. Ebû'd-Derdâ (radıyallahü anh) vefatı ile sonuçlanan hastalığında şöyle demiştir: Dinleyiniz ve geride kalanlarınıza da tebliğ ediniz. Şu iki namaza, yatsı ve sabah namazlarına gereken dikkati ve devamı gösteriniz. -Bunların cemaatle kılınmalarını kastediyor- Şayet sizler bu iki namazda neler olduğunu biliyor olsaydınız, dirsekleriniz ve dizleriniz üzere emekleyerek dahi olsa bu namazlara giderdiniz. Bunu Ömer ve Osman söylemiştir. Hadis İmâmları da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedirler: "Şayet onlar yatsı ve sabah namazlarında neler olduğunu bilselerdi emekleyerek dahi olsa o namazları kılmaya gelirlerdi. -Ve devamla buyurdu ki:- Şüphesiz bu iki namaz münafıklara en ağır gelenlerdir." Hadisin münafıklara dair bölümü dahil yer aldığı bazı kaynaklar; Müslim, Mesâcid 252; Ebû Dâvûd, Salât 47; Nesâî, tmâme 45; İbn Mâce, Mesâcid 18; Dârimî, Salât 53. Münafıklara dair bölümü müstesna olmak üzere yer aldığı bazı kaynaklar: Buhârî, Ezan 9, 32, 34, 73, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129; Nesâî, Mevâkît 22, Ezan 31; İbn Mâce, Mesâcid 18; Dârimi, Salât 54; Muvatta’', Salâtu'l-Cemâa 6, Salât 3... Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını cemaatle kılan kimsenin gecesini namazla geçirmiş gibi ecir alacağını, yatsıyı cemaatle kılanın da gecenin yarısını namazla geçirmiş gibi değerlendirileceğini ifade buyurmuştur. Bunu Mâlik, Hazret-i Osman'dan mevkuf olarak zikrederken Müslim de merfu olarak rivâyet etmiş, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de ondan (Hazret-i Osman'dan) şöylece rivâyet etmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim yatsı namazını cemaatle birlikte kılarsa gecenin yarısını namazla geçirmiş gibi olur. Her kim yatsı ve sabah namazını cemaatle birlikte kılarsa bir geceyi namazla kılmış gibi olur." Müslim, Mesâcid 260; Ebû Dâvûd, Salât 47; Tirmizî, Salât 51; Muvatta’', Salâtu'l-Cemaa 7. Bu ise Mâlik'in ve Müslim'in rivâyet ettiğinden farklı bir rivâyettir. 9- Bir görüşe göre de beş vakit namazın tümü orta namazdın Bunu da Muaz b. Cebel söylemiştir. Çünkü yüce Allah'ın: "Namazlara... devam edin" âyeti nafile olsun farz olsun bütün namazlan kapsar. Daha sonra özellikle farz olan namazı zikretmektedir. 10- Orta namazın hangisi olduğu tayin edilmemiştir. Bunu da Nafi', İbn Ömer'den nakletmiş, ayrıca er-Rabi' b. Heysem de böyle demiştir. Şanı yüce Allah, Kadir gecesini Ramazan ayı içerisinde, duanın kabul edileceği ayın cuma gecesinde ve gece saatlerinde saklamıştır ki; gece karanlıklarında kalkıp gizlilikleri bilene yalvarıp yakarsınlar diye. Orta namazı da aynı sebeple namazlar arasında saklı tutmuştur. Orta namazın müphem bırakılıp tayin edilmemiş olduğu görüşünün sahih olduğuna dair delillerden birisi de Müslim'in Sahih'inde ilgili babın sonlarında el-Berâ b. Âzib'den yaptığı şu rivâyettir. el-Berâ dedi ki: Şu "namazlara ve özellikle ikindi namazına devam ediniz" âyeti nazil oldu. Biz bunu yüce Allah dilediği kadar bir süre okuduk. Daha sonra yüce Allah bunu neshetti ve bunun yerine: "Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin" diye nazil oldu. Adamın birisi: O halde bu namaz ikindi namazıdır dedi. el-Berâ dedi ki: Ben sana bunun nasıl nazil olduğunu ve yüce Allah'ın bunu nasıl neshettiğini söyledim. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Müslim, Mesâcid 208. Orta namazın hangisi olduğuna dair görüşler ve delilleri toplu olarak meselâ, İbn Abdi’l-Berr, el-lstizkûr, V, 418 vd.; ile et-Temhîd, IV, 273 vd.; Suyûtî, ed-Durr, I, 718 vd. de görülebilir. O halde bu şunu gerektirir: Orta namaz önce tayin edilmiş iken daha sonra onun bu tayini neshedildi, müphem bırakıldı ve bu tayin ortadan kaldırıldı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Müslim'in tercihi de budur. Çünkü bu hadisi ilgili babın sonuna kaydetmiştir. Müteahhir ilim adamlarından birden çok kişi de böyle demiştir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. Çünkü bu konuda deliller çatışmakta, tercihi gerektiren bir sebep ortada bulunmamaktadır. Geriye bütün namazlara gereken dikkati göstererek devam etmek ve bunları vakitleri içerisinde eda etmekten başka birşey kalmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3- Bazı Rivâyetlerdeki "İkindi Namazı" İlavesinin Mahiyeti: Orta namaza dair bu görüş ayrılığı daha önce Hazret-i Âişe'nin azadlısı Ebû Yûnus yoluyla gelen ve sözünü ettiğimiz hadisteki: "Ve ikindi namazına" fazlalığının batıl olduğuna delildir. Ebû Yûnus bu fazlalığı Hazret-i Âişe kendisine Kur'ân okumak üzere bir mushaf yazmasını emrettiği vakit kaydetmişti. Orta namazın ikindi namazı olduğunu belirten ve burada Ebû Yûnus yoluyla Hazret-i Âişe rivâyetinin zikredildiği yerler. Müslim, Mesâcid 207; Ebû Dâvûd, Salât 5; Tirmizî. Tefsir 2. sûre 29; Nesâî, Salât 14; Muvatta’', Salatu'l-Cemaa 25; Müsned, VI, 73, 178. Orta namaz'ın ikindi namazı olduğuna delâlet eden sair rivâyetler: Buhârî, Tefsir 2. sûre 42; Müslim, Mesâcid 35; Ebû Dâvûd, Salât 5; Tirmizî, Tefsir 2. sûre 30, 31, 32; Nesâi, Salât 14; Muvatta’', Salâtu'l-Cemaa 26-28 İlim adamlarımız der ki: Bu fazlalık Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelmiş bir tefsir gibidir. Buna Amr b. Rafi'in hadisi delalet etmektedir. O der ki: Hafsa bana kendisine bir mushaf yazmamı emretti.. Bu rivâyette şu ifadeler de vardır: Bana: "Namazlara ve özellikle orta namaza -ki o da ikindi namazıdır- devam edin; Allah için huşu ve itaatla durun" diye okudu ve dedi ki: Ben bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan böylece okurken dinledim. Suyûti, ed-Dürru'l-Mensûr, I, 721-722. Buna göre Hazret-i Hafsa'nın: "Ki o da ikindi namazıdır" ifadesi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüce Allah'ın kelamında geçen "orta namazı" tefsir etmiş olduğuna delildir ki bu da onun: "Ki o da ikindi namazıdır" şeklindeki sözü ile olmuştur. Yine Nafi, Hazret-i Hafsa'dan; Hazret-i Âişe'den rivâyet edildiği gibi "Ve ikindi namazına" diye de rivâyet etmiştir. Yine Hazret-i Hafsa'dan "Ve" bağlacı olmaksızın sadece "ikindi namazına " diye de rivâyet edilmiştir. Ebû Bekr el-Enbarî der ki: Fazladan nakledilen bu sözdeki bu farklılık bu fazlalığın batıl olduğunun ve müslüman cemaatin ittifakla kabul ettiği mushaf olan İmâm Mushaf ta kaydedilen şeklin sıhhatinin delilidir. Bu görüş aleyhine bir diğer delil daha vardır. O da şudur: "Özellikle orta namaza ve ikindi namazına" diyenler orta namazı ikindi namazından farklı bir namaz olarak tesbit etmiş olur. Bu ise Abdullah (b. Mes'ûd)'un rivâyet ettiği Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu Hadîs-i şerîfini reddeder: Abdullah dedi ki: Ahzab günü (Hendek Savaşında) müşrikler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı güneş sararıncaya kadar ikindi namazını kılmaktan alıkoydular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu: "Bunlar bizleri orta namazı kılmaktan alıkoydular. Allah karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun.." Müslim, Mesâcid 206; İbn Mâce, Salât 6. Bu manada Ali (radıyallahü anh) yoluyla gelen rivâyet için de bk. Buhârî, Cihâd 98, Meğâzî 29, Tefsir 2. sûre 42; Müslim, Mesâcid 202-205; Tirmizî, Tefsir 2. sûre 31; Nesâî, Salât 14; İbn Mâce, Salât 6. Yüce Allah'ın: "Ve özellikle orta namaza" âyeti, vitir namazının vacip (farz) olmadığına delildir. Çünkü müslümanlar farz namazlarının sayılarının yediden az, üçten çok olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Üç ile yedi arasında tek sayı ise sadece beştir. Çift sayıların ortası ise yoktur. O bakımdan farz namaz sayısının beş olduğu sabit olur. İsra hadisinde ise: "Kılınacak namazlar beş tanedir ve bunlar elli (gibi)dir. Söz benim nezdimde değişikliğe uğramaz" Buhâri, Salât 1, Enbiyâ 5, Tevhid 37; Müslim, Îman 263; Tirmizî, Salât 45; Nesâî, Salât 5; İbn Mâce, İkametu's-Salât 194. diye buyurulmaktadır. 5- Allah'ın Huzurunda İtaatle Durmak (kunut): Yüce Allah'ın: "Allah için kunut edenler olarak durun" âyetinde kastedilen, namazlarınızda haliniz bu olsun, demektir. Yüce Allah'ın "Kunut edenler" âyetinin anlamı hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. en-Nehaî, itaat edenler diye açıklamıştır. Cabir b. Zeyd, Atâ ve Saîd b. Cübeyr de böyle demiştir. ed-Dahhâk da der ki: Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "kunut" kökünden gelen her kelime ile kastedilen itaattir. Ebû Said de bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan naklederek söylemiştir. Ebû Said el-Hudrî, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)den şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Kur'ân'da kunut'un sözkonusu edildiği her yerde, ondan kasıt, itaattir." (Müsned, III, 75) Her din mensubu bugün isyan edenler olarak kalkarken, bu ümmete: Allah için itaat edenler olarak namaza durun, denilmiştir. Mücâhid der ki: "Kunut edenler," huşu ile durun demektir. Kunut: Uzun süre rükû' yapmaktır. Huşu: Gözünü sakınmak ve alçak gönüllülüktür. er-Rabi' der ki: Kunut, uzun süre kıyamda durmaktır. İbn Ömer de böyle demiş ve şu âyet-i kerimeyi okumuştur: "Yoksa gece saatlerinde kıyamda durarak secde ederek itaatte bulunan (kânit) o kimse mi... "(ez-Zumer, 39/9) Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Namazın en faziletlisi kunûtu uzun olandır." Müslim, Salâtu'l-Müsafirîn 164; Tirmizî, Salât 168; Nesâî, Zekât 49; İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 200; Müsned, III, 202, 391, 412. Hadisi Müslim ve başkaları da rivâyet etmiştir. Şair de der ki: "Allah'a kânit, olarak Rabbine dua eder Ve kastî olarak insanlardan uzak durmuştur." Buna dair açıklamalar da önceden geçmiş bulunmaktadır, (bk. el-Bakara, 2/116. âyet 5. başlık) İbn Abbâs'tan: "Kânitler olarak"ın dua edenler olarak anlamına geldiği rivâyet edilmiştir. Hadîs-i şerîfte de şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ay boyunca Ri'l ve Zekvân'a beddua ederek kunut yaptı denilmektedir. Bazıları burada kunut dua etti demektir, derken; bazıları da uzunca kıyam yaptı demektir, derler. es-Süddî der ki: "Kunut edenler olarak" âyeti susanlar olarak demektir. Buna dair delili ise âyet-i kerimenin namazda konuşmayı yasaklamak üzere nazil olduğudur. İslâm'ın ilk dönemlerinde namazda konuşmak mubah idi. Sahih olan da budur. Çünkü Müslim ve başkaları Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Namazda olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a selam verirdik; o da bizim selamımızı alırdı. Necaşî'nin yanından geri dönünce ona selam verdik, selamımızı almadı. Ey Allah'ın Rasûlü, dedik. Önceleri namazda iken sana selam verir, sen de selamımızı alırdın. Şöyle buyurdu: "Namazda (başka şeylerle uğraşmayı engelleyecek kadar) bir meşguliyet vardır." Buhârî, el-Amel fi's-Salât 2, 15; Menâkıbu'l-Ensâr 37; Müslim, Mesâcid 34; Ebû Dâvûd, Salât 166; Müsned, I, 376, 409. Zeyd b. Erkam da der ki: Namazda iken konuşuyorduk. Namazda biri yanıbaşındaki arkadaşı ile konuşurdu. Ve bu yüce Allah'ın: "Allah için huşu ve itaatla (kânitler olarak) durun" âyeti nazil oluncaya kadar böyle sürdü. Bu âyetle susmamız emrolondu ve konuşmamız yasaklandı. Buhârî, el-Amel fi's-Salât 2, Tefsir 2. sûre 43; Müslim, Mesâcid 35; Tirmizî, Salât 180, Tefsir 2. sûre 33; Müsned, IV, 368. Sözlükte "kunut"un asıl anlamının birşeye devam etmek olduğu da söylenmiştir. Sözlükte "kunuf'un asıl anlamı bir şeye devam etmektir. Bundan dolayı itaate devam eden bir kimseye de "kânit" demek yerinde görülmüştür. Aynı şekilde namazda kıyamı, kıraat ve duayı uzunca yapana veya uzun boylu huşu ve sükûtu sürdürene de kânit demek mümkündür. Bütün bu davranışları gösterenler "kunût" yapan kimseler olurlar. 6- Namazda Kasten Konuşmanın Hükmü: Ebû Ömer der ki: Namaz kılan kimse eğer namazda olduğunu biliyor ve konuşması namazını düzeltmeye dair değil ise namazda kasten konuşmanın namazı ifsad edeceği hususunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Ancak el-Evzaî'den şöyle dediği de rivâyet edilmiştir: (Namazda iken) bir kişinin hayatını kurtarmak veya buna benzer büyük bir durum sebebiyle (kasten) konuşan kimsenin bu konuşma ile namazı bozulmaz. Ancak bu kıyas bakımından zayıf bir görüştür. Çünkü yüce Allah: "Allah için huşu ve itaatla durun" diye buyurmaktadır. Zeyd b. Erkam ise şöyle demektedir: Bizler "Allah için huşu' ve itaatla durun" âyeti nazil oluncaya kadar namazda konuşuyor idik... İbn Mes’ûd da der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Muhakkak Allah emrinden namazda konuşmamayı inzal buyurmuştur" demiştir. Buhârî, Tevhid 42; Ebû Dâvûd, Salât 166; Nesâî, Sehv 20; Müsned, I, 377, 415, 435, 463. Kendisi sebebiyle namazı kesmek gereken ve yine kendisi sebebiyle namaza yeniden başlamayı engel göreceğimiz bir olay hiçbir zaman büyük bir olay olarak görülemez. O bakımdan birisinin hayatını kurtarmak yahut malını veya bu kabilden olan faziletli bir davranış sebebiyle namazını kesen bir kimse, namazına yeniden başlar ve namaza kaldığı yerden devam etmez. Yüce Allah'ın izniyle bu meselede sahih olan görüş budur. Bu meseleye dair açıklamaları müfessirimiz adeti üzere İbn Abdi'l-Berr'den aktarmaktadır. Gerek bu iktibasları, gerek tarafların görüşleri lehine gösterdikleri delilleri ve Zu'l-Yedeyn Hadisi ile kaynaklarını bir arada görmek için bk. el-İstizkâr, IV, 309 vd. ile et-Temhtd, I, 341 vd. 7- Namazında Yanılarak Konuşan Kimsenin Hükmü: Namazda yanılarak konuşmanın hükmü hakkında fukahâ farklı görüşlere sahiptir. Mâlik, Şâfiî ve arkadaşları yanılarak namazda konuşmanın namazı ifsad etmeyeceği görüşündedirler. Ancak Mâlik şöyle der: Eğer namaza dair ve namazı daha muntazam hale getirmeye dair olursa kastî olarak konuşmak namazı bozmaz. Bu Rabia ve İbnu'l-Kasım'ın da görüşüdür. Suhnûn, İbnu'l-Kasım'dan, o Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İmâm cemaate iki rek'at kıldırıp yanılarak selam verse, cemaat ona: Sübhanallah dedikleri halde bunu anlamasa, onunla birlikte namaz kılanlardan arkasından bir kimse: Sen namazı tamamlamadın, namazını tamamla, dese o da cemaate dönüp: Bu adamın söylediği doğru mudur, diye sorsa cemaat: Evet dese (İmâm Mâlik) dedi ki: İmâm cemaate namazın geri kalan kısımlarını kıldırır, cemaat arasında konuşan da konuşmayan da onunla birlikte namazlarının geri kalanını kılarlar ve üzerlerine birşey düşmez. Bu hususta Zülyedeyn'in Hazret-i Peygamber'e hatırlatmada bulunduğu günkü gibi yaptığını yaparlar. Bu meseleye dair açıklamaları müfessirimiz adeti üzere İbn Abdi'l-Berr'den aktarmaktadır. Gerek bu iktibasları, gerek tarafların görüşleri lehine gösterdikleri delilleri ve Zu'l-Yedeyn Hadisi ile kaynaklarını bir arada görmek için bk. el-İstizkâr, IV, 309 vd. ile et-Temhtd, I, 341 vd. Zu’l-Yedeyn hadisi diye meşhur olan hadisin özetle mahiyeti şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kıldırdığı bir ikindi namazında ikinci rekatte selâm verince; Zülyedeyn diye tanınan bir zât: Namaz mı kısaldı, yoksa unuttun mu ey Allah'ın Rasulü? diye sorar. Hazret-i Peygamber ashabına: "Durum böyle midir?" deyince, ashab, Zulyedeyn'i doğrular. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber iki rekat daha kılıp sehiv secdesi yaparak selâm verir. Buhârî, Salât 88, Ezan 69, Sehv 3, 4, 5, Edeb 45, Ahbâru’l-âhâd 1; Müslim, Mesâcid 97, 99, 101; Ebû Dâvûd, Salât 189; Tirmizî, Salât 185; Nesâî, Sehv 22; İbn Mâce, İkametu's-Salât 134; Dârimî, Salât 175; Muvatta’', en-Nidâ, li's-Salât 58-60; Müsned, II, 271, 459-460, IV, 77, 427, 441. İbnu'l-Kasım'ın el-Müdevvene'de ve Mâlik'ten rivâyeti böyledir. Mâlik'in mezhebinde meşlur olan görüş de budur. İsmail b. İshak da bu görüşü takliden kabul etmiş ve bu görüşün lehine delil getirip: "er-Redd alâ Muhammed b. el Hasen" adlı eserinde delil getirip (Muhammed b. el Hasân'ın) görüşünü reddetmiştir. el Haris b. Miskin de şöyle der: Zülyedeyn mes'elesinde bütün arkadaşları Mâlik'in görüşüne muhaliftirler. Yalnız İbnu'l-Kasım bu mes'elede Mâlik'in görüşünü kabul eder. Diğerleri ise bu görüşü kabul etmeyip şöyle derler: Bu durum İslâm'ın ilk dönemlerinde idi. Şimdilerde ise artık insanlar namazlarını nasıl kılacaklarını bilmektedirler. Namazda konuşan bir kimse o namazı iade eder. İşte Iraklıların Ebû Hanîfe, arkadaşları es-Sevrî'nin görüşü budur. Onların kanaatine göre namazda konuşmak her durumda namazı ifsad eder. İster yanılarak olsun ister kasten olsun ister namaz dışı olsun, ister başka bir maksatla olsun. Aynı zamanda bu İbrahim en-Nehaî, Atâ, el-Hasen, Hammâd b. Ebi Süleyman ve Katâde'nin de görüşüdür. Ebû Hanîfe'nin arkadaşları Zülyedeyn kıssasına dair Ebû Hüreyre yoluyla gelen bu Hadîs-i şerîfin İbn Mes'ûd ile Zeyd b. Erkam hadisiyle neshedilmiş olduğunu iddia eder ve şöyle derler: Her ne kadar Ebû Hüreyre'nin İslâm'a girişi son dönemlere rastlıyor ise o: "Cünûb olduğu halde tan yeri üzerine doğan bir kimsenin orucu yoktur" Müslim, Siyam 75; İbn Mâce, Siyam 27; bilhassa Müslim'in rivâyetinde bu hadisin mürsel oluş mahiyeti açıkça belirtilmektedir. hadisini mürsel olarak rivâyet ettiği gibi; Zülyedeyn hadisini de mürsel olarak rivâyet etmiştir. Esasen Ebû Hüreyre (sahabilerden) çokça mürsel hadis rivâyet ederdi. Ali b. Ziyad şunu zikreder ve der ki: Bize Ebû Kurre anlattı, Mâlik'i şöyle derken dinledim: Namazda konuştuğu takdirde kişinin namazı tekrar iade etmesi ve kaldığı yerden devam etmemesi müstehaptır. (Ebû Kurra) der ki: Mâlik bize şöyle dedi: O gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da konuştu, onunla birlikte ashabı da konuştu. Çünkü onlar namazın kısalmış olduğunu sanmışlardı. Bugün ise böyle birşey, kimse için câiz değildir. Suhnun ise İbnu'l-Kasım'dan tek başına namaz kılıp kendisince dört rek'atlık namazı bitirdiğini zanneden kişi hakkında şunu rivâyet eder: Böyle bir kimseye yanında duran bir adam: Sen yalnızca üç rekat kıldın dese, o da bir başka adama dönüp: Bunun söylediği gerçek midir, diye sorsa: Evet dese (İbnu'l Kasım) dedi ki: Onun namazı bozulur, o kimseyle konuşmaması, ona herhangi bir şekilde dönmemesi gerekirdi. Ebû Ömer der ki: Onlar (Mâlik'in arkadaşları) bu mes'elede cemaate namaz kıldıran İmâm ile tek başına namaz kılan arasında fark gözetirler ve namaza dair söz söylemeyi İmâma ve beraberindekilere câiz gördükleri kadar tek başına namaz kılana câiz görmezlerdi. Bunların dışındakiler ise bu mes'ele ile ilgili olarak; tek başına namaz kılan ile İmâmla ve cemaatle birlikte namaz kılana dair İbnu'l-Kasım'ın verdiği cevabı, Zülyedeyn hadisini delil olarak kullanırken; farklı sözler söylemesine yorumluyor ve ona bağlıyorlardı. Nitekim İmâm Mâlik'in de bu konuda farklı görüşleri nakledilmiştir. İmâm Şâfiî ve arkadaşları da der ki: Henüz namazını tamamlamadığını ve namazda olduğunu bilerek kasten konuşan bir kimse namazını bozmuş olur. Yanılarak konuşsa ya da -kendince namazı tamamlamış olduğunu kabul ettiğinden- namazda değildir zannıyla konuşsa, namaza kaldığı yerden devam eder. Bu mes'eleye dair Ahmed'den farklı görüşler gelmiştir. el-Esrem'in ondan naklettiğine göre şöyle demiştir: Kişinin namazını ıslah etmek kastıyla söylediği sözler dolayısıyla namazı fasid olmaz. Başka bir maksatla konuşursa namazı fasid olur. Bu aynı zamanda İmâm Mâlik'in meşhur olan görüşüdür. el-Hirakî'nin ondan naklettiğine göre; Ahmed'in görüşü, kasten ya da yanılarak konuşan kimse hakkında namazının batıl olacağı şeklindedir. Bundan özel olarak İmâm olan kişi müstesnadır. Eğer böyle bir kimse namazının maslahatı için konuşacak olursa namazı batıl olmaz. Mâlikî mezhebine mensub Suhnun ise şunu istisna etmiştir: Dört rek'atli namazlarda ikinci rek'atte selam veren ve bu esnada konuşan bir kimsenin namazı batıl olmaz. Şayet başka bir yerde konuşacak olursa namazı batıl olur. Sahih olan görüş ise Mâlik'in kabul ettiği ve ondan meşhur olarak nakledilen görüştür. Hadîs-i şerîfe yapışmak ve bu Hadîs-i şerîfi genel aslî şekline yorumlamak bunu gerektirir. Bu şekilde hareket etmek, hükümleri ve şeriatın genel ilkelerini aşmaktan hayırlıdır. Ayrıca bu hadisin özel olduğuna dair vehmi de bertaraf etmektedir. Çünkü bunun özel olduğuna dair bir delil yoktur. Hem namazda, hem sehv halinde konuşulmuştur. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "(Yanılma esnasında) teşbih erkekler için, el çırpmak kadınlar için sözkonusudur" Buhârî, el-Amel fî's-Salât 5; Müslim, Salât 106; Ebû Dâvûd, Salât 169,170; Tirmizî, Salât 155; Nesâî, Sehv 15, 16; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât 65; Dârimî, Salât 95. diye buyurduğuna göre; Hazret-i Peygamber'le birlikte namaz kılanlar niye teşbih getirmediler- şeklinde sorulsa şu cevap verilir: O zamanda onlara bunu emretmemiş olması muhtemeldir. Eğer durum senin dediğin gibiyse ve buna rağmen teşbih getirmemiş iseler bunun sebebi namazın kısalmış olduğunu sanmalarıdır. Nitekim bu husus Hadîs-i şerîfte zikredilmiştir. Hadiste ravi şöyle demektedir: İnsanlar arasında aceleci olanlar (namazdan) çıkıp dediler ki: Namaz kısaldı mı? İşte o bakımdan konuşmak kaçınılmaz olmuştu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Farklı kanaat taşıyan bazıları şöyle demiştir: Ebû Hüreyre'nin: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırdı" sözleriyle; henüz kendisi onlardan değilken müslümanlara namaz kıldırdı demek istemiş olabilir. Nitekim en-Nezzal b. Sebra'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize dedi ki: "Bizler de sizler de önceden Abdimenafoğulları diye çağrılırdık. Bugün ise sizler de Abdullahoğullarısınız bizler de Abdullahoğullarıyız." Bk. İbn Hacer, el-İsabe, III, 583-584. Bununla onun bu sözleri (Ebû Hüreyre'nin) kendi kavmine söylemiş olduğunu kabul etmek uzak bir ihtimaldir. Çünkü Ebû Hüreyre henüz o sırada kâfir iken namaz kılmaya ehil değil iken: "Resûlüllah bize namaz kıldırdı" demesi mümkün değildir. Çünkü bu bir yalan olur. en-Nezzal'in hadisine gelince o sözü geçen kimselerden birisiydi ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittiklerini işitmişti. Hanefîlerin ileri sürdükleri hadislerin mensuh olduğuna ve Ebû Hüreyre'nin bunu bir başka sahabiden mürsel olarak rivâyet ettiğine gelince buna bizim (Mâlikî mezhebinin) âlimlerimiz de başkaları da cevap vermiş ve bu gerekçeyi çürütmüşlerdir. Özelikle hafız Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr "et-Temhid" adlı eserinde bu cevabı vermiş ve Ebû Hüreyre'nin Hayber'in fethedildiği yıl İslâm'a girdiğini ve o yıl Medine'ye geldiğini, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte dört yıl gibi bir süre arkadaşlık ettiğini, Zülyedeyn kıssasında hazır bulunduğunu ve ona şahit olduğunu Hanefîlerin ileri sürdükleri gibi bu olayın Bedir'den önce olmayıp Zülyedeyn'in de Bedir'de öldürülmediğini açıklamaktadır. İbn Abdi’l-Berr der ki: Ebû Hüreyre'nin Zülyedeynin başından geçen olay günü hazır olduğu sika hafızların rivâyetinden bellenilmiş ve öğrenilmiştir. Bu hususta kusurlu davrananların eksikliği, hiçbir zaman bunu bilip belleyen ve bu şekilde zikredenler aleyhine bir delil olamaz. Bk. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd, I, 356 vd. Kunut, kıyam demektir. Ebû Bekr İbnu'l-Enbarî'nin zikrettiğine göre kıyam, kunut'un kısımlarından biridir. Ümmet ister tek başına kılsın, ister İmâm olarak kıldırsın sıhhatli ve gücü yeten herkese namazda kıyamın farz ve vacip olduğu üzerinde icma etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Gerçek şu ki İmâm kendisine uyulsun diye İmâm olmuştur. O ayakta namaz kıldı mı siz de ayakta kılınız...." Buhârî, Salât 18, Ezan 51, 82; Müslim, Salât 77-79; Ebû Dâvûd, Salât 68; Nesâî, İmâme 40; İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 144; Dârimî, Salât 44, 71; Muvatta’', Salâtu'l-Cemaa 16. Bu hadisi hadis İmâmları rivâyet etmiştir. Ve bu, yüce Allah'ın: "Allah için huşu ve itaatla namaza durun" âyetini beyan etmektedir. Sıhhatli olup İmâma uyan kimsenin, ayakta duramayan hasta İmâmın arkasında oturarak namaz kılıp kılamayacağı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İlim ehlinden bir kesim hatta onların Cumhûru, bunu câiz kabul etmişlerdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İmâm hakkında şöyle buyurmuştur: "İmâm oturarak namaz kıldığı takdirde siz de hep birlikte oturarak namaz kılınız." Buhârî, Ezan 51, 74, 82, Merdâ 12; Müslim, Salât 77, 86; Ebû Dâvûd, Salât 68; Tirmizî, Salât 150; Nesâî, İmâme 40; İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 13, 144; Dârimî, Salât 44, 71; Muvatta’', Salâtu'l-Cemaa 16. Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra açıklayacağımız üzere bu mesele hakkında sahih olan görüş budur. İlim adamlarından bir grup ise hasta İmâm arkasında ayakta namaz kılmayı câiz kabul etmişlerdir. Çünkü onların her birisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a uyarak takati oranında üzerindeki farzı eda etmektedir. Çünkü Hazret-i Peygamber vefatı ile sonuçlanan hastalığında oturarak namaz kılmıştır. Hazret-i Ebû Bekir de onun yanında ayakta namaza durmuş. Hazret-i Peygamber'in namazına uyuyordu. Sair insanlar da onun arkasında ayakta idiler. Hazret-i Peygamber ise Hazret-i Ebû Bekir olsun diğer cemaate olsun oturmaları için işarette bulunmadı. Kendisi oturmuş cemaat de ayakta olduğu halde namazını tamamlamıştı. Bilindiği gibi bu durum atından düşmesinden sonra olmuştu. Böylelikle bu tutumunun konu ile ilgili son uygulaması olduğunu ve birincisini neshedici olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Ebû Ömer der ki: Bu görüşü kabul eden ve bunu delil olarak ileri sürenler arasında Şâfiî ve Dâvûd b. Ali de vardır. Aynı zamanda bu el-Velid b. Müslim'in Mâlik'ten yaptığı rivâyettir. (Mâlik) dedi ki: Onun yanında insanlara İmâmın namazını bildirecek bir kimsenin durmasını daha çok severim. Ancak bu rivâyetin Mâlik'ten gelmesi gariptir. Medine halkından olsun başkalarından olsun bir topluluk da bu görüştedir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kıldığı en son namaz budur. Mâlik'ten meşhur olan görüş ise şöyledir: Ayakta duran kimselere oturan herhangi bir kimse İmâmlık edemez. Şayet oturarak onlara İmâmlık yaparsa onun da namazı batıl olur, cemaatinin de namazı batıl olur. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak İmâmlık yapmasın." Hadisin kaynağı ve sıhhat derecesine dair açıklamalar birazdan gelecektir. (İmâm Mâlik) dedi ki: Şayet İmâm, hasta ise İmâmın namazı tamamdır, fakat arkasında namaz kılanların namazı fasid olur. (Yine) der ki: Hasta olmadan oturarak namaz kılan bir kimse namazını iade eder. İşte Ebû Mus'ab'ın Muhtasarında Mâlik'ten rivâyeti böyledir. Buna göre oturarak namaz kılan kimsenin vakit içerisinde olsun daha sonra olsun namazını iade etmesi gerekir. Bu hususta Mâlik'ten şu da rivâyet edilmiştir: Cemaat, yalnızca namazın vakti içerisinde namazlarını iade ederler. Bu hususta Muhammed b. el-Hasen'in görüşü Mâlik'ten meşhur olan görüş gibidir. Konu ile ilgili görüş ve kanaatine Ebû Mus'ab'ın zikrettiği hadisi delil gösterir. Bu hadisi Dârakutnî Cabir'den o eş-Şâbi'den rivâyet etmektedir. Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak namaz kıldırmasın." Dârakutnî dedi ki: Bu hadisi eş-Şâbi'den Cabir el-Cufi’den başkası rivâyet etmemiştir. O ise hadisi metruk birisidir. Ayrıca hadis mürseldir ve delil olmaya elverişli değildir. Dârakutnî, I, 398. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Cabir el-Cufi'nin müsned olarak dahi rivâyet ettiği hiçbir şeyi delil olamaz. Ya mürsel olarak rivâyet ettiği nasıl delil olsun? Muhammed b. el-Hasen der ki: Hasta olan İmâm aralarında hastaların da sağlıklıların da bulunduğu bir cemaate kendisi de cemaat de otararak namaz kıldırsa, İmâmın da namazı ve arkasında bulunup da ayakta duramayanların da namazı sahih ve caizdir. Şu kadar var ki arkasında namaz kılanlardan ayakta durmaları gerekenlerin namazı batıldır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf der ki: İmâmın da namazı cemaatin de namazı caizdir. Hepsi (Ebû Hanîfe ve iki arkadaşı) derler ki: İmâm rüku ve sücud yapabilen bir cemaate ima ile namaz kıldıracak olsa -hepsinin görüşüne göre- cemaatin namazı olmaz, ancak İmâmın namazı olur. Züfer ise şöyle dermiş: Hepsinin namazı da geçerlidir. Çünkü herkes (cemaat) kendisi için farz olan şekilde kılmıştır. Onlara İmâm olan kimse de kendisi için farz olan şekilde kılmıştır. Tıpkı Şâfiî'nin dediği gibi. Derim ki: Ebû Ömer'in ve ister ondan önce, ister ondan sonra gelmiş olsun diğer ilim adamlarının sözünü ettiği şekilde sözkonusu edilen namazın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın son kıldığı namaz olduğuna dair açıklamalarını ele alalım. Ben onların dışında kalan ilim adamlarının buna muhalif kanaate sahip olduklarını gördüm. Bu ilim adamları konu ile ilgili Hadîs-i şerîfin rivâyet yollarını bir araya getirip toplamış, onlar hakkında açıklamalarda bulunmuş, konu ile ilgili fukahanın görüş ayrılıklarını sözkonusu etmişlerdir. Biz de burada bu ilim adamlarının zikrettiklerini özetle kaydetmek istiyoruz ki; yüce Allah'ın izniyle size de bu konuda doğrunun ne olduğu açık seçik bir şekilde ortaya çıksın. Ve sağlıklı olup İmâma uyan kimsenin oturarak hasta İmâm arkasında namaz kılmasının câiz olduğunu söyleyenlerin sözlerinin de doğruluğu ortaya çıksın. Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban el-Büstî, el-Müsned es-Sahih adlı eserinde İbn Ömer'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şunu rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir grup ashabı ile birlikte iken şöyle buyurdu: "Sizler benim Allah'ın size göndermiş olduğu elçisi olduğumu biliyorsunuz değil mi?" Onlar: Evet şahitlik ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün, dediler. Hazret-i Peygamber yine şöyle sordu: "Bana itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağını, bana itaat etmenin Allah'a itaatin kapsamında olduğunu da biliyorsunuz değil mi?" Ashab yine: Evet, şehadet ederiz ki sana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur, sana itaat etmek de Allah'a itaat etmenin kapsamındadır dediler. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Bana itaat etmeniz Allah'a itaat cümlesindendir. Emirlerinize itaat etmeniz de bana itaat etmeniz cümlesindendir. Eğer onlar oturarak namaz kılarlarsa siz de oturarak namaz kılınız." Bu hadisin senedinde Ukbe b. Ebû's-Sahba da vardır. Güvenilir bir ravidir. Onun güvenilir olduğunu Yahya b. Main söylemiştir. Ebû Hâtim der ki: Bu rivâyette; İmâmlar oturarak namaz kıldıkları takdirde İmâma uyanların da oturarak namaz kılmalarının yüce Allah'ın kullarına emretmiş olduğu kendisine itaatin kapsamında olduğunu açıkça ifade etmektedir. Ve bu benim kanaatime göre cevazı üzerinde icma bulunan icma türlerinden birisidir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından dört kişi buna dair fetva vermişlerdir. Bunlar Cabir b. Abdullah, Ebû Hüreyre, Useyd b. Hudayr ve Kays b. Kahd'dır. Vahyin inişine, Kur'ân'ın indirilişine şahit olan ve tahrif yapmaktan, değiştirmekten korunmuş bulunan ashab-ı kiramdan herhangi bir kimseden bu konuda bu dört sahabiye muhalif bir rivâyet -ister muttasıl, ister munkatı' bir isnadla olsun- gelmiş değildir. Âdeta ashab-ı kiram İmâm oturarak namaz kıldığı takdirde ona uyanların da oturarak namaz kılmaları hususu üzerinde icma etmiş gibidirler. Nitekim Cabir b. Zeyd, el-Evzaî, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, İshak b. İbrahim, Ebû Eyyub Süleyman b. Dâvûd el-Haşimî, Ebû Hayseme, İbn Ebî Şeybe, Muhammed b. İsmail ve onlara tabi olan Muhammed b. Nasr, Muhammed b. İshak b. Huzeyme gibi hadis ashabından olan kimseler hep bu görüşü benimsemişlerdir. Bu sünneti de Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Enes b. Mâlik, Âişe, Ebû Hüreyre, Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb ve Ebû Umame el-Bahilî rivâyet etmiştir. Bu ümmet arasında İmâm oturarak namaz kıldığı taktirde cemaatin de oturarak namaz kılışını iptal eden ilk kişi en-Nehaî'nin arkadaşı el-Muğire b. Miksem'dir. Bu kanaati ondan Hammâd b. Ebî Süleyman almış, Hammâd 'dan da Ebû Hanefe almıştır. Bu hususta da ondan sonra gelen arkadaşlarından bazı kimseler de ona tabi olmuşlardır. Görüşlerine dair elle tutulabilecek bir tarafı olan ileri sürdükleri en üstün delili, Cabir el-Cu'fî, eş-Şâbî'den rivâyet etmiştir. eş-Şâbî dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Benden sonra hiçbir kimse oturarak namaz kıldırmasın." Bu hadisin isnadı sahih olsa dahi yine mürseldir. Bize göre mürsel gelen haber ile hiç de rivâyet senedi olmaksızın gelen haber hüküm itibariyle birbirine eşittir. Diğer taraftan Ebû Hanîfe şöyle der: Ben karşılaştığım kimseler arasında Atâ'dan daha faziletlisini görmedim. Yine karşılaştığım kimseler arasında Cabir el-Cu'fi'den daha yalancı birisini görmedim. Ben ona hangi görüşü götürecek olsam mutlaka ona dair bir hadisi bana aktarıverirdi. Bu adam kendisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen ve henüz kimseye nakletmediği şu kadar bin hadis bildiğini iddia etmiştir. İşte Ebû Hanîfe Cabir b. el-Cu'fî'yi cerh ediyor, onu yalanlıyor... Onun bu sözleri Ebû Hanîfe'nin arkadaşları arasından onun görüşünü kabul edenlerin sözlerinin zıddınadır. Ebû Hâtim der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hastalığı esnasında kıldırdığı namaza gelince bu hususa dair haberler mücmel ve muhtasar gelmiştir. Kimi rivâyetler de mufassal ve mübeyyindir. Bazı rivâyetlerinde şöyle denilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi, Ebû Bekir'in yanına oturdu. Ebû Bekir Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a uyuyordu. Sair cemaat de Hazret-i Ebû Bekir'e uyuyordu. Kimisinde de şöyle denilmektedir: Hazret-i Ebû Bekir'in sol tarafına oturdu. İşte bu da müfesser bir rivâyettir. Yine bunda şöyle denilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cemaate oturarak namaz kıldırıyor, Hazret-i Ebû Bekir de ayakta. Ebû Hâtim der ki: Bu haberin mücmel oluşuna gelince; Hazret-i Âişe bu namazı buraya kadar nakletmiştir. Kıssanın (olayın) son kısımları ise Cabir b. Abdullah tarafından nakledilmiştir: Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) atından düştüğü sırada kendilerine emrettiği şekilde bu namazda da oturmalarını emretmiştir. Bize Muhammed b. el-Hasen b. Kuteybe haber vererek dedi ki: Bize Yezid b. Mevheb haber vererek dedi ki: Bana el-Leys b. Sa'd anlattı, o Ebû'z-Zübeyr'den o Cabir'den rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalandı, biz de onun arkasında o oturmuş olduğu halde namaz kıldık. Ebû Bekir ise insanlara Hazret-i Peygamber'in tekbirini işittiriyor idi. (Cabir) dedi ki: Hazret-i Peygamber bize döndüğünde bizim ayakta olduğumuzu gördü. Bize işaret etti, biz de oturduk. Oturup ona uyarak namazımızı kıldık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verince dedi ki: "Siz de nerdeyse Farisîlerin ve Rumların yaptıklarını yapacaktınız, onlar da hükümdarları huzurunda hükümdarları otururken ayakta dururlar. Böyle yapmayınız. Siz İmâmlarınıza uyunuz. İmâm ayakta namaz kılarsa siz de ayakta kılınız; oturarak namaz kılarsa siz de oturarak namaz kılınız." Ebû Hâtim dedi ki: Bu müfesser haberde açıkça şu belirtilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'in sol tarafına oturup Hazret-i Ebû Bekir Hazret-i Peygamber'in namazına uyarak tekbir alıp Hazret-i Peygamber'in namazına uysunlar diye insanlara alınan tekbirleri yüksek sesle işittiren bir cemaat ferdi oldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onların ayakta olduklarını görünce oturmalarını emretti. Kıldığı namazı bitirince yine onlara; İmâmları oturarak namaz kıldıracak olursa, oturmalarını emretti. İşte Cabir b. Abdullah da Hazret-i Peygamber'in atından düşüp sağ tarafı yaralanınca kıldırdığı namaza da şahit olmuştu. Hazret-i Peygamber hicretin beşinci yılının sonu Zülhicce ayında düşmüştü. Yine Hazret-i Cabir, bu tarihten başka bir vakte rastlayan Hazret-i Peygamber'in hastalığı döneminde kıldırdığı namaza da şahit olmuş ve bunların her birisine dair haberi lâfzıyla bizlere ulaştırmıştır. Nitekim onun, sözü geçen bu namaz hakkında şunu zikrettiğini görüyoruz: İnsanlar kendisine uysunlar diye Ebû Bekir yüksek sesle tekbir aldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın atından düştüğü sırada evinde kıldığı namazda ise Hazret-i Âişe'nin odasının küçüklüğüne rağmen cemaate tekbirini işittirmesi için yüksek sesle tekbir almasına ihtiyaç yoktu. Yüksek sesle tekbir alması Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hastalığı sırasında namaz kıldığı büyük mescidde olmuştu. Bizim açıkladığımız bu şekil, sahih olduğuna göre; bu haberlerin bir kısmının diğer bir kısmını neshedici olduğunu kabul etmemiz câiz olamaz. Hastalığı esnasında kıldırdığı namaza Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), iki kişi arasında (onların desteğiyle) çıkmıştı. Bu namazda kendisi İmâmdı. Müslümanlara oturarak namaz kıldırmış, onlara da oturmalarını emretmişti. Ömrünün sonunda kıldırdığı namaza Berîre ile Sevbe arasında namaza çıkmıştı. Bu namazda kendisi cemaat idi. Hazret-i Ebû Bekir'in arkasında oturarak ve tek bir elbiseye bürünmüş olarak namaz kıldı. Bunu Enes b. Mâlik rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı ile kıldığı son namaz, sırtına attığı ve bir tarafını sağ kolunun altından getirip diğer tarafı ile göğsü üzerine bağladığı bir elbiseye bürünmüş olarak Hazret-i Ebû Bekir'in arkasında oturarak kıldığı namazdı. Hazret-i Peygamber (buna göre) mescidde cemaatle tek bir vakit değil, iki vakit namaz kılmış olmaktadır. Ubeydullah b. Abdullah'ın Hazret-i Âişe'den naklettiği rivâyete göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kişi arasında tutunarak namaz kılmıştır. Bunlardan birisinin Hazret-i Abbas, öbürünün Hazret-i Ali olduğunu kastediyor. Mesrûk'un Hazret-i Âişe'den naklettiği rivâyette de şöyle denilmektedir: Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinde bir hafiflik buldu. (Hastalığının azaldığı kanaatine vardı) Berîre ve Sevbe arasında dışarı çıktı. Ben çakıllar arasında ayakkabılarının yol çizdiğini; ayaklarının iç taraflarını görür gibiyim... İşte bu da Hazret-i Peygamber'in (bu şekilde) tek bir vakit değil, iki vakit namaz kıldığını bize göstermektedir. Ebû Hâtim (devamla) der ki: İbn İshak İbn Huzeyme dedi ki: Bize Muhammed b. Beşşâr anlattı. Bize Bedel b. el-Muhabber anlattı, dedi ki: Bize Şu'be. Mûsa b. Ebû Âişe'den anlattı. O Ubeydullah b. Abdullah'tan, o Âişe'den naklettiğine göre Hazret-i Ebû Bekir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) safta arkasında duruyor iken insanlara namaz kıldırdı. Ebû Hâtim der ki: Şu'be b. el-Haccac bu haberin metninde Mûsa b. Ebû Âişe'den rivâyetinde Zaide b. Kudame'ye muhalefet ederek Şu'be Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisi otururken, cemaat de ayakta iken Hz Peygamber'i cemaatten birisi olarak zikrederken; Zaide ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oturup cemaat ayakta iken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın İmâm olduğunu belirtmiştir. Bu ravilerin ikisi de itkan sahibi (rivâyetleri sağlam belleyenler) ve hafız kimselerdir. Durum böyle olduğuna göre; aynı fiil ile ilgili ve zahiren birbirine zıt iki rivâyetten birisini daha önce olmuş ve mutlak bir emri neshedici kabul etmek nasıl câiz olabilir? Bu şekildeki iki haberden birisini daha önce geçen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emrini neshedici kabul edip de; ortada kendisinin sahih olduğuna dair herhangi bir delili bulunmaksızın ötekini terkeden bir kimse, aynı şekilde karşı görüşü savunan kimsenin de bu iki haberden kendisinin terkettiğini almasına, aldığını da terkemesine hak vermiş olur. Sünnetteki uygulamalar arasından bu türün bir benzeri de İbn Abbâs'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı Hazret-i Meymune'yi ihramlı iken nikâhladığına dair haberi ile Ebû Rafi'in, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın her ikisi de ihramsız oldukları halde Hazret-i Meymune'yi nikâhladığına dair haberidir. İhramlı iken nikâhlandıklarına dair rivâyetler: Müslim, Nikâh 46, 47; Ebû Dâvûd, Menâsik 38 (1844. hadis); Tirmizî, Hacc 24; Nesâî, Menâsik 90; İbn Mâce, Nikâh 45; Dârimî, Menâsik 21. Nikâhlandıklarında ihramlı olmadıklarına dair rivâyetler: Müslim, Nikâh 48; Ebû Dâvûd, Menâsik 38 (1843. hadis), Said b. el-Müseyyeb, İbn Abbâs'ın bu hususta yanıldığını söyler (1845. hadis); Tirmizî, Hacc 23; İbn Mâce, Nikâh 45; Dârimî, Menâsik 21; Muvattâ, Nikâh 69. Burada zahiren aynı fiil hakkında iki haber çelişmiş olmaktadır. Bize göre ise bu ikisi arasında herhangi bir çelişki yoktur. Hadis ashabından bir topluluk Hazret-i Meymune'nin nikâhlanmasına dair rivâyet edilen iki haberi mütearız haberler (çelişen haberler) olarak kabul etmişler ve Osman b. Affan (radıyallahü anh)'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan naklettiği: "İhramlı bir kimse ne nikâhlar ne nikâhlanır" Müslim, Nikâh 41-44; Ebû Dâvûd, Menâsik 38; Tirmizî, Hacc 23; Nesâî, Menâsik 91; İbn Mâce, Nikâh 45; Dârimî, Menâsik 21, Nikâh 17; Muvatta’', Nikâh 70. hadisini benimseyip bunu delil almışlardır. Çünkü bu, Hazret-i Meymune'nin nikâhlanması ile ilgili gelen iki rivâyetten birisine uygundur. İbn Abbâs'ın ise ihramlı olduğu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın onu nikâhladığına dair haberini delil almamışlardır. Böyle bir uygulamaya giden bir kimsenin şöyle demesi de gerekir: Hazret-i Peygamber'in -önceden açıkladığımıza uygun olarak- hastalığı esnasında namazına dair gelen iki haber birbirleriyle tezat halindedir. O halde İmâmları oturarak namaz kıldıkları takdirde İmâma uyanların da oturarak namaz kılmalarını emreden haberi alıp kabul etmesi gerekir. Çünkü bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hastalığı halinde kıldığı namaza dair gelen iki rivâyetten birisine uygun düşmektedir. Bunu kabul ederken bunlardan ayrı olan haberi de bırakması gerekir. Hazret-i Meymune'nin nikâhlanması olayında yaptığı gibi. (Devamla) Ebû Hâtim der ki: Kûfelilerin mezhebini benimseyen kimi Iraklılara Hazret-i Peygamber'in: "İmâm oturarak namaz kıldığı takdirde siz de oturarak namaz kılınız" âyeti ile şunu anlatmak istediğini söylemişlerdir: Yani oturarak teşehhüd getirdiğinde siz de hep birlikte oturarak teşehhüd getiriniz. Böylelikle bu haberi bu hususta varid olduğu genel kapsamı dışına çıkararak; böyle bir te'vil için bu hususta sabit olmuş bir delil olmaksızın, tahrif etmiş olmaktadırlar. |
﴾ 238 ﴿