265Allah'ın rızasını arayarak ve nefislerinden bir sebat ile mallarını infak edenlerin hali de yüksek bir tepenin üstünde bulunan güzel bir bahçeye benzer. Ona bol bol yağmur İsabet etmiş ve meyvelerini iki kat vermiştir. Ona bol yağmur isabet etmese de bir çisinti.. Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir. "Allah'ın rızasını arayarak ve nefislerinden bir sebat ile mallarını infak edenlerin hali de.." âyetinde geçen "arayarak" ifadesi, mef'ûlün leh'tir. (Yani, onlar bu maksatla mallarını infak ederler). "Ve nefislerinden bir sebat ile" âyeti de ona atfedilmiştir. Mekkî el-Müşkil'de şöyle demektedir: Her ikisi de mef'ûlün leh'tir. İbn Atiyye ise der ki: Bu görüş reddedilir. "Bir sebat ile" âyetinin mef'ûlün leh olması uygun olmaz. Çünkü infak nefislerinde bir sebat için yapılmaz. "Arayarak" âyeti ise hal konumunda masdar olarak nasbedilmiştir. Mefu'lun leh olarak mansub olması da uygun düşerdi. Ancak "bir sebat ile" şeklindeki masdarın ona atfedilmesi açısından masdar olarak mansub olduğu doğru olandır. Yüce Allah, sadakalarının hiçbir değeri olmayan bir topluluğun sadakalarının niteliğini sözkonusu edip mü’minleri de herhangi bir açıdan benzeri bir duruma düşmekten nehyettikten daha sonra bu âyet-i kerimede, şeriata uygun ve onun gösterdiği şekilde verildiğinden dolayı infakları artıp duran kimselerin harcamalarından söz etmektedir. İstemek (mealde; aramak) anlamındadır. Rıza kelimesi ise dan masdardır. "Nefislerinden bir sebat ile" âyetinin anlamı da şudur: Onlar, sadakalarını nereye verdiklerinden yana işlerini sağlam tutarlar. Bunu Mücâhid ve el-Hasen söylemiştir. el-Hasen der ki: Onlardan birisi bir sadaka vermek istedi mi, bu konuda sebatını araştırırdı. Eğer bu işi Allah için yapacaksa yerine getirir, şayet bu yapacağı işte bir şüphe karışırsa uzak dururdu. Bunun tasdik ve yakîn ile anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu açıklama da İbn Abbâs'a aittir. Yine İbn Abbâs ve Katâde şöyle derler: Bunun anlamı içlerinden ecrini umarak, bekleyerek demektir.. eş-Şa'bi, es-Süddî ve yine Katâde, İbn Zeyd, Ebû Salih ve başkaları da şöyle demektedirler: "Bir sebat ile" âyeti yakîn ile demektir. Yani onların nefislerinin özel bir basireti vardır. İşte bu basiret yüce Allah'a itaat yolunda infak üzere onlara tam bir sebat verir. Bu üç görüş, el-Hasen ve Mücâhid'in görüşlerinden daha isabetlidir. Çünkü onların benimsedikleri anlama göre "bir sebat ile" kelimesi masdar olmayan bir kelime üzerine atfedilmiş bir masdardır. İbn Atiyye ise şöyle demektedir: Bu, ancak masdarın sözkonusu edilmesiyle birlikte daha önce geçen fiilin de açıkça zikredilmesiyle mümkün olur. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Ve Allah sizi yerden bitki gibi bitirmiştir." (Nûh, 71/17); "Yalnız O'na yöneldikçe yönel." (el-Müzzemmil, 73/80) Bu şekilde fiil, açıklanmaksızın gelen (masdarlar) ise, o anlamı vermeyen bir masdar getirip de ondan sonra ben bunu şu manaya yorumluyorum diyerek daha önce sözü edilmeyen bir fiil ile açıklamaya kalkışmak mümkün değildir. İbn Atiyye der ki: Benim bildiğim kadarıyla Arap dilinini bu konudaki izlediği yol budur. en-Nehhâs da der ki: Eğer durum, Mücâhid'in dediği gibi olsaydı bu kelimenin şeklinde İşini iyice sağlama aldı, fiilinden gelmesi gerekirdi. Katâde'nin "ecrini umarak" şeklindeki açıklamasına gelince; bununla ancak onların nefisleri, ecrini umarak kendilerine sebat verir şeklinde bir anlam kastedildiği takdirde uygun görülebilir. Ancak böyle bir anlam da uzak bir ihtimaldir. en-Nehaî'nin açıklaması ise güzeldir. Yani yüce Allah'a itaat uğrunda o şeyin infakı üzre nefisleri kendilerine sebat vererek bunu yaparlar. Nitekim "filan kişiye bu işte sebat verdim" sözünün anlamı şudur: Bu konudaki kararlılığını sürdürmesini tasviye ettim, görüşünü güçlendirdim, ona sebat kazandırdım. Yani onların ruhları, nefisleri bu hususta sebat göstermelerine karşılık, Allah'ın va'dine kesin olarak inanmaktadır. Yüce Allah'ın: "Nefislerinden bir sebat ile" âyetinin şu anlama geldiği de söylenmiştir: Yani onlar, bu hususta kendilerine sebat verenin yüce Allah olduğunu kabul ederler, söylerler. Yani içten ve sebat ile: Onun sevabına inanırlar ve sevabını ummayan münafıktan bu bakımdan farklıdırlar. "Yüksek bir tepenin üstünde bulunan güzel bir bahçeye benzer." Bahçe (cennet); bostan demektir. Bu ise toprağını örten ağaçların yetiştiği arazi parçası demektir. Gizlendikleri ve örtülü oldukları için cin ve cenin lâfzından alınmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/25. âyet 3-başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. "Yüksek tepe (er-rabve)": Çoğunlukla kesif toprağın da bulunduğu çevresinden nisbeten yüksek yere denilir. Bu şekilde olan yerlerin bitkileri daha güzeldir. İşte özellikle er-rabve ayüksekçe tepeb bundan dolayı zikredilmiştir. İbn Atiyye der ki: el-Hazen (Necid) bahçeleri Taberî'nin iddia ettiği gibi bu kabilden değildir. Aksine bunlar, Necid'e nisbet edilen bahçelerdir. Çünkü Necid bahçeleri Tihâme bahçelerinden iyidir. Necid'in bitkilerinin kokusu daha hoştur. Biz bunlara ebred ve erek ismini veririz. Necid'e ise hazen denilir. Tihâme'nin havası gece dışında çok az uygun ve güzel olur. O bakımdan bedevî Arap kadın: "Benim kocam Tihâme'nin gecesi gibidir" demiştir. Bk. Buhârî, Nikâh 82; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 92. es-Süddî der ki: ": Yüksek bir tepe" demektir. Bu ise nisbeten alçak olan yer anlamına gelir. İbn Atiyye der ki: Bu tutarsız bir ibaredir. Çünkü "rabve" kelimesi, artmak anlamını veren dan alınmıştır. Derim ki: es-Süddî'nin ifadesinin bir kıymeti yoktur. Çünkü "radıyallahü anh-be-ve" fiilinin anlamı Arapçada fazlalık ifade eder. (Nefes darlığı dolayısıyla) yüksek sesle alınan nefese denilmesi de burdan gelmektedir. Şişkinlik için de bu kökten gelen kelime kullanılır. Çokça koşmaktan veya korkmaktan dolayı şişen at hakkında da bu fiil kullanılır. el-Ferrâ' da yüce Allah'ın: "O da onları şiddetlice bir yakalayışla yakalayıverdi." (el-Hakka, 69/10) âyetindeki anlamı ise fazlalıklı bir yakalayış demektir. Nitekim verilenden fazlası alındığı vakit de bu kökten gelen kelimeler kullanılır aribâb. Bir kavim arasında büyüyüp yetişmeyi ifade etmek için de bu kökten gelen kelimeler kullanılır. el-Halil der ki: Rabve: Yüksekçeve güzel bir arazi demektir. Yüce Allah özellikle içinde suyun akmadığı bir araziyi sözkonusu etmiştir. Çünkü Arap ülkelerinde bilinen budur. Onlara hissedip idrak edebildikleri şekilde misal vermiştir. İbn Abbâs da der ki: Rabve, içinde ırmakların akmadığı yüksekçe yer demektir. Çünkü yüce Allah'ın: "Ona bol bol yağmur isabet etmiş.." diye buyurması orada akan su olmadığını göstermektedir. Yüce Allah burada içinde akar su bulunan türü kastetmemiştir. Çünkü yüce Allah akarsuyu bulunan, rahat ve yüksekçe bir yerden (el-Mu'minun, 23/50)de söz etmektedir. Arapçada bilinen şu ki rabve, ister akarsuyu olsun ister olmasın çevresindeki arazilerden yüksekçe olan yer demektir. Bu kelimenin beş türlü okunuşu vardır. "Radıyallahü anh" harfi ötreli olarak "rubve" şeklinde. İbn Kesîr, Hamza, el-Kisaî, Nafi' ve Ebû Amr böyle okumuştur. "Radıyallahü anh" üstün olarak "rabve" şeklinde. Âsım, İbn Âmir ve el-Hasen böyle okumuştur. "Radıyallahü anh" harfi esreli olarak "Ribve" şeklinde. İbn Abbâs ve Ebû İshak es-Sebiî böyle okumuştur. Feth ile a "re" harfi üstün "be" harfinden sonra "elif" b ile: "Rabâve" şeklinde. Ebû Ca'fer ve Ebû Abdurrahman da böyle okumuştur. Şair der ki: "Yüksekçe yerdeki bir bahçede; Beki' el-Ğarkad'e kadar hurmalıklar arasında beni kim konuk eder?" Bir de "radıyallahü anh" harfi esreli olarak "ribâve" şeklinde. el-Eşheb el-Akilî de böyle okumuştur. el-Ferrâ' der ki: Rabâve ve ribâve de denilir. Hepsi de er-râbiye'den gelmekte olup bunların fiilleri de şeklindedir. "Ona" yani yüksekçe tepeye "bol bol yağmur" şiddetlice yağmur "isabet etmiş.." Şair der ki: "el-Hazn (sert), otu bol, yeşil ve kendisine çokça yağmur isabet etmiş Hiçbir arazi(nin kokusu onun kokusu gibi hoş) değildir." Parantez içindeki ifadeler, şairin daha sonraki sözlerinde yer almakta olup nefy için kullanılan "mâ" edatının haberidir. (Taberî, III, 71, not: 1) "... isabet etmiş de meyvelerini" yenecek meyvelerini "iki kat vermiştir." Yüce Allah'ın: "Rabbinin izniyle her zaman yemişini (meyvelerini) verir" (İbrahim, 14/25) âyeti bu kabildendir. Herşeyin yenilenine "ukül" denilir. Bir lokmaya da "ukle" denilir. Hadîs-i şerîfte de bu kelime kullanılmıştır: "Eğer yiyecek pek az ve azıcık olursa o yiyecekten eline adilencinin elineb bir lokma veya iki lokmacık (ukle, ukleteyn) koysun." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Eymân 42; Ebû Dâvûd, Et'ime 50 Meyvelerin bahçeye izafe edilmesi özellik (ihtisas) ifade eder. Atın eğer takımı, evin kapısı gibi. Yoksa meyve, bahçenin yediği şeylerden değildir. Nafi', İbn Kesîr ve Ebû Amr, hemzeyi ötreli, ukef" harfini de sakin olarak şeklinde okumuşlardır. Müennese yapılan bütün izafetleri de böyle okumuşlardır. Ancak Ebû Amr, müzekkere yapılan gibi izafetlerde veya "Ekşi yemişli" (Sebe', 34/16) gibi herhangi bir şeye izafe edilmeyen kelimelerde onlara muhalefet ederek Ebû Amr bunları sakîl akâf harfi de sakin değil de ötrelib okumuş, kendileri ise hafif (kâf harfi sakin) okumuşlardır. Âsım, İbn Amr, Hamza ve el-Kisaî ise sözünü ettiğimiz bütün bu hallerde sakîl okurlar. Bu her iki kullanım da aynı anlama gelir. "İki kat vermiştir." Yani kendisi gibi iki kat arazinin verdiği kadarını verir. Kimi ilim adamı ise şöyle der: Yani bir yılda iki defa ürün vermiştir. Birinci görüşün sahipleri ise daha çoktur. Yani, başka arazilerden iki yıl içerisinde alınan ekini kendisi bir defada vermiştir demektir. "Ona bol yağmur isabet etmese de bir çisinti." Bu âyetle yüce Allah, tümsekçe olan böyle bir yerin övgüsünü te'kid etmektedir. Eğer bu yere bol bir yağmur isabet etmese dahi bir çisinti onun için yeterlidir. İki kat mahsul alınması için çisinti, bol yağmurun yerini tutar. Buna sebep ise o arazinin güzel ve kaliteli olmasıdır. el-Müberred ve başkaları der ki: Bu ifadenin takdiri; ona çisinti dahi yeter, şeklindedir. ez-Zeccâc der ki: Ona isabet eden ise çisintidir, takdirindedir. Çisinti (et-tall): İnce, hafif damlalı, cılız yağmurdur. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve başkaları yapmıştır. Dilde meşhur olan açıklama da budur. Aralarında Mücâhid'in de bulunduğu bir topluluk ise: Tali: Çiğ demektir, derler. İbn Atiyye ise: Bu ifade mecaz ve teşbihtir, demektedir. en-Nehhâs der ki: Dilciler (bol yağmur demek olan vâbil ile çisinti anlamına gelen tali ile ilgili olarak çekim şekillerinin): şeklinde olduğunu nakletmektedirler. es-Sıhah'da. şöyle denilmektedir: et-Tall, en güçsüz yağmur demektir. Çoğulu talâl gelir. : Yere çiğ düştü ve: Oraya çiğ düştü; da çiğ düşen yer hakkında kullanılmıştır. el-Maverdî de der ki: Çisinti ekini, yağmur ekininden daha güçsüz, verimi daha azdır. Ancak az olsa dahi sık ve faydalıdır. Bazıları da şöyle demiştir: Âyet-i kerimede takdim ve te'hir sözkonusudur. Anlamı da şudur: Kendisine sağnak bir yağmur isabet eden yüksekçe bir yerdeki bahçeye benzer. Eğer buraya yüksekçe bir yağmur isabet etmese dahi bir çisinti (isabet eder) de mahsulünü iki kat verir. Yani bahçenin yaprakları yeşerir ve meyvesini iki kat verir, demek olur. Derim ki: Birinci te'vil daha isabetlidir. Takdim ve te'hirin varlığını kabule ihtiyaç yoktur. Şanı yüce Allah burada bu ihlâslı kimselerin nafakalarını büyütüp geliştirmesini bir benzetme ile anlatmaktadır. Allah bunların sadakalarını tıpkı bir tayın ve bir deve yavrusunun beslenip büyütülmesi gibi büyütür. Bu ihlaslıların infaklarını nitelikleri belirtilen, yüksekçe yerdeki bahçenin bitkilerinin büyüyüp gelişmesine benzetmektedir. Ve bu örnek, üzerinden toprağı açılıp giden ve dümdüz bir kaya parçası halini alan o yerden farklıdır. Müslim ve başkaları, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiklerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse helal bir kazançtan bir tek hurma sadaka olarak verirse, mutlaka Allah onu sağ eliyle alır ve sizden herhangi bir kimsenin tayını yahut da deve yavrusunu büyütüp beslemesi gibi büyütür, tâ ki bir dağ gibi veya ondan daha büyük miktara ulaşıncaya kadar." Bunu Muvatta’''da da (Mâlik) rivâyet etmiştir. Müslim, Zekât 63, 64; Tirmizî, Zekât 28; Nesâî, Zekât 48; İbn Mâce, Zekât 28; Dârimi, Zekât 35; Muvatta’', Sadaka 1; Müsned, III, 331, 381-382, 418, 419, 431, 471, 538, 541, VI, 251. Kısmen: Buhârî, Zekât 8, Tevhîd 23. Yüce Allah'ın: "Allah yaptıklarınızı çok iyi görendir" âyeti hem bir va'ddır, hem bir tehdittir. ez-Zührî ise "ye" ile: "Yaptıklarını" şeklinde okumuştur. Bu okuyuş ile bütün insanlar yahut da yalnızca infak edenler kastedilir gibidir. O vakit bu katıksız bir vaad olur. |
﴾ 265 ﴿