267Ey îman edenler! Kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden infak edin. Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki Allah Ganîdir, Hamîddir. Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Ey îman edenler... infak edin" âyeti bütün Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine bir hitaptır. Burada sözü geçen "infak" ile neyin kastedildiği hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ali b. Ebî Tâlib, Abide es-Selmanî ve İbn Sîrin der ki: Burada infaktan kasıt farz olan zekâttır. İnsanlara bu zekâtta iyi olan yerine kötü ve bayağı olanın infak edilmesi yasak kılınmaktadır. İbn Atiyye der ki: el-Berâ b. Âzib, el-Hasen ve Katâde'nin sözlerinden açıkça anlaşıldığına göre bu âyet-i kerîme, tatavvu infak hakkındadır. Muhammed ümmeti, ancak seçkin ve kaliteli olanı nafile olarak infak etmeye teşvik edilmektedir. Âyet-i kerîme -esasen- her iki şekli de kapsamına almaktadır. Fakat bunun zekât hakkında olduğunu kabul edenler, zekâtın emrolunmuş olduğunu, emrin de vücub ifade ettiğini, diğer taraftan adi ve bayağı olanı vermenin yasaklandığını ileri sürerler. Bu ise farz olan zekâta hastır. Nafile olana gelince; kişi az olanı vererek tatavvu'da bulunabileceği gibi; kıymet itibariyle düşük olanı da tatavvu olarak verebilir. Ve elbette ki bir dirhem bir hurma tanesinden daha hayırlıdır. Bunun mendupluk ifade ettiğini kabul edenler ise, "yap" lâfzının farz olanı ifade edebildiği kadar mendup bir hüküm de ifade edebildiğini söylerler. Adi ve bayağı olanın verilmesi farzda yasak kılındığı gibi nafilede de yasaklanmıştır. Ve Allah için hayırlı olanı seçmek en uygun olan iştir. el-Berâ'nın rivâyet ettiğine göre adamın birisi (giden gelen yesin diye) kuru, etsiz ve adi bir hurma salkımı asmıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görünce: "Bunun astığı ne kadar da kötüdür!" deyince bu âyet-i kerîme nazil oldu. Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiştir. İleride tamamıyla gelecektir. Tirmizî, Tefsir 2. sûre 35 Bu görüşe göre âyetteki emir mendupluk ifade eder. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti, kaliteli ve seçkin olandan başkasını tatavvu olarak infak etmemeye teşvik edilmişlerdir. Tefsir âlimlerinin çoğunluğu "kazandıklarınızın en güzellerinden" âyetinin, en kaliteli ve seçkinlerinden anlamına geldiğini söylemişlerdir. İbn Zeyd ise "kazandığınızın" helalinden demiştir. 2- Kazanç Yolları ve Şekilleri: Kazanç bazen bedenen çalışmakla elde edilir. Bu icare ismini alır. Bunun hükmü ileride gelecektir. Yahut karşılıklı ticarî bir sözleşme ile gerçekleşir. Buna da bey' yani alışveriş denilir. İleride de buna dair açıklamalar gelecektir. Miras da bunun kapsamına girer. Çünkü onu vaktiyle mirasçıdan başkası kazanmıştır. Sehl b. Abdullah dedi ki: İbnu'l-Mübarek'e kazanmak, kazancı ile de akrabalık bağını gözetmeyi, cihad etmeyi, hayır işler yapmayı niyet eden ve bu maksatla kazanmanın afetlerine dalan kimsenin durumu hakkında soru sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: Eğer bu kişi, kendisini insanlara muhtaç etmeyecek miktarda ve hayatta kalmasını sağlayacak kadar bir şeylere sahipse böyle bir işi terketmek daha faziletlidir. Çünkü bir kimse helal kazanç elde etmek isteyip yine helal yoldan infak ederse ona bu isteğinden, kazancından ve infakından sorulur. Bunu terketmek ise zühddür. Çünkü zühd, helali terketmekle olur. 3- Baba Oğlunun Kazancından Yiyebilir mi? İbn Huveyzimendâd der ki: İşte bu âyet-i kerîme sebebiyle babanın oğlunun kazancından yemesi caizdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur: "Çocuklarınız güzel kazançlarınızdandır. O bakımdan çocuklarınızın mallarından afiyetle yeyiniz." Ebû Dâvûd, Buyû' 77; Tirmizî, Ahkâm 22; Nesâî, Buyû’ 1; İbn Mâce, Ticârât 1; Dârimî, Buyû' 6; Müsned, II, 179, VI, 31, 42, 127, 162, 173, 193, 202, 220. 4- Yerden Çıkan Bitki ve Madenlerden înfak ve Zekât: Yüce Allah'ın: "Ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden" bitki, maden ve rikazlardan (infak edin), demektir. İşte bu âyet-i kerîme bu üç hususu da ihtiva etmektedir. Yerden biten mahsuller ile ilgili olarak Dârakutnî Hazret-i Âişe'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen sünnet şöylece cereyan etmiştir: "Beş veskden daha aşağısında zekât yoktur." Buhârî, Zekât 32, 56; Müslim, Zekât 1, 6; Ebû Dâvûd, Zekât 2; Tirmizî, Zekât 7; Nesâi Zekât 5; İbn Mâce, Zekât 6; Dârimî, Zekât 11; Muvatta’', Zekât 1, 2; Dârakutnî, II, 129. Bir vesk altmış sa'dır. Buna göre buğday, arpa, hurma ve kuru üzümden üçyüz sa' eder. Yerde yetişen yeşilliklerden (sebzelerden) ise zekât olmaz. Bazdan yüce Allah'ın: "Ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden" âyetini Ebû Hanîfe lehine delil göstermişlerdir. Ancak bu âyet yerden çıkan az ve çok her miktarda ve sair sınıflar hakkında genel bir ifadedir. Bunların görüşüne göre de emir zahiren vücup ifade eder. İleride buna dair yeterli açıklamalar En'am Sûresi'nde (6/114. âyet 5. başlıkta) gelecektir. Maden ile ilgili olarak hadis İmâmları Ebû Hüreyre'den şunu rivâyet etmektedirler: "Hayvanın yarası hederdir. Kuyu hederdir. Maden hederdir. Rikâzda da beşte bir vardır." Buhârî, Zekât 66, Mûsakaat 3; Müslim, Hudûd 45, 46; Ebû Dâvûd, Diyât 27; Tirmizî, Ahkâm 37; Muvatta’', Ukûl 12... İlim adamlarımız der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Rikâzda da beşte bir vardır" diye buyurması madenlere dair hükmün rikâza dair hükümden farklı olduğunun delilidir. Çünkü Hazret-i Peygamber madenler ile rikâzın hüküm farklılığını arada "vav" harfini (ve bağlacını) zikrederek göstermiştir. Eğer ikisinin hükmü aynı olsaydı, "maden de hederdir ve onda beşte bir vardır" demesi gerekirdi. Fakat: "Rikâzda beşte bir vardır" dediğine göre rikâzın hükmünün; ondan alınacak miktar bakımından madenin hükmünden farklı olduğu anlaşılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Rikâzın sözlükteki asıl anlamı, yeryüzünde karar kılan, saklı bulunan altın, gümüş ve mücevherat kabilinden şeylerdir. Sair fukahaya göre de böyledir. Çünkü onlar, çalışma, çabalama ve yorulma ile elde edilmeyip yerde saklı bulunan maden arasında bulunan altın ve gümüşten beşte bir alınacağını söylerler. Çünkü bu bir rikâzdır. İmâm Mâlik'ten ise maden arasında bu şekilde bulunan altın ve gümüşün hükmü hakkında rikâz arasında bulunan madenden çıkartılan ve çalışıp çabalamayı gerektiren şeyin hükmü ile aynısı olduğunu söylediği rivâyet edilmiştir. Birinci husus, mezhebinden anlaşılan hükümdür. Fukahanın Cumhûrunun fetvası da bu şekildedir. Ebû Sâid el-Makburî'nin oğlu Abdullah babasından, o dedesinden o da Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a rikâz hakkında soru soruldu, o da şöyle buyurdu: "Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün, yeryüzünde yaratmış olduğu altındır." Zeylaî, Nasbu'r-Rûye, II, 380. Burada rivâyeti nakleden Abdullah b. Said'in hadisi metruktür. Bunu İbn Ebî Hatim zikretmektedir. Bir diğer yoldan Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiş ise de bu da sahih değildir. Bu rivâyeti de Dârakutnî zikretmektedir. Cahiliyye dönemi insanlarının mallarını gömmeleri, bir grup ilim adamına göre aynı şekilde rikâzdır. Bunların Âdi mallardan (Âd kavmine mensup) olup İslâmdan önce gömülmüş olması halinde bu hususta görüş ayrılıkları yoktur. Şayet üzerinde îslâm sikkesi varsa onlara göre bunun hükmü lukata (buluntu mal ve eşya) hükmü ile aynıdır. Rikâz bulmanın hükmü hakkında (fukahânın) farklı görüşleri vardır. Mâlik der ki: Arapların topraklarında yahut müslümanların Savaşsız olarak ele geçirdikleri boş ve düzlük arazilerde bulunan ve cahiliye dönemine ait defineler, bulana aittir ve bunda beşte bir vardır. İslâm topraklarında bulunan ise lukata gibidir. Yine Mâlik der ki: Savaşla alınan topraklarda bu kabilden bulunanlar, bulana değil de o araziyi fetheden müslüman cemaate aittir. Bu kabilden sulh topraklarında bulunanlar ise; sair insanlar arasından o bölge halkına aittir. O yurdun halkından olması dışında; bulana da birşey verilmez. Eğer o bölge halkından olursa bulduğu define hepsinin arasından yalnız ona ait olur. Hayır, sulh kapsamına girenlerin tümüne aittir, de denilmiştir. İsmail der ki: Rikâz hakkında ganimetin hükmü ne ise o verilir. Çünkü rikâz müslüman tarafından bulunmuş kâfire ait bir maldır. Bu bakımdan bu rikâz da kâfir ile çarpışıp onun malını alan kimsenin elindeki mal değerinde kabul edilmiştir. O bakımdan onu bulan müslüman beşte dördünü hak eder. İbnu'l-Kasım ise der ki: Mâlik; mallar, mücevherat, demir, kurşun ve buna benzer rikâz olarak bulunan şeyler hakkında şöyle derdi: Böylesinde beşte bir vardır. Daha sonra bu görüşünden vazgeçerek şöyle dedi: Bunda birşey vermek gerektiği görüşünde değilim. Sonra da ondan son ayrıldığımız vakit; bunda beşte bir vardır, dedi. Sahih olan görüş de budur. Çünkü hadisin genel ifadesi bunu gerektirir, fukahânın Cumhûru da bu görüştedir. Ebû Hanîfe ve Muhammed bir evde bulunan rikâz hakkında şöyle derler: Bu rikâz, bulana değil de ev sahibine aittir. Ve bunda beşte bir vardır. Ebû Yûsuf bu görüşe muhalefet edip şöyle der: Bu rikâz ev sahibine değil de bulana aittir. Aynı zamanda bu es-Sevrî'nin de görüşüdür. Şayet bu sahipsiz bir arazide bulunacak olursa hepsinin görüşüne göre bulana ait olup onda beşte bir vardır. Onlara göre sulh arazisi (barışla İslâm topraklarına katılan arazi) ile kılıçla ele geçirilen arazi arasında bir fark yoktur. Yine onlar Arap toprakları ile sair topraklar arasında fark görmezler. Yine onlara göre rikâzı bulan kişi eğer muhtaç bir kimse ise, beşte birini kendisi için alıkoyabilir, yoksullara da dağıtabilir. Medine ehli ile Mâlik'in arkadaşları arasından, bunların hiç biririsi arasında fark gözetmeyen ve şöyle diyenler de vardır: Rikâz ister silah yoluyla alınan bir arazide bulunsun ister barış yoluyla, ister Arap topraklarında ister dar-ı harpte bulunmuş olsun, eğer belli bir kimsenin mülkü değil ve herhangi bir kimse onun kendisine ait olduğunu iddia etmeyecek olursa, o mal bulana aittir ve o bulunan rikâzda hadisin zahirinin gereğine uygun olarak beşte bir vardır. Bu aynı zamanda el-Leys'in, Abdullah b. Nâfi, Şâfiî ve ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüdür. 6- Bulunan Madenler ve Bu Madenlerden Çıkartılanların Hükmü: Bulunan madenler ile bu madenlerden çıkanlar hakkında görüş ayrılığı vardır. Mâlik ve arkadaşları der ki: Madenlerden çıkan altın yirmi miskale, gümüş de elli gümüş okkaya ulaşmadıkça bir şey düşmez. Altın ve gümüş bu miktara ulaştıkları takdirde her ikisinden de zekât vermek vacip olur. Bundan fazla olduğu takdirde madenden verim alındığı sürece ona göre hesabı yapılır. Şayet maden tükenir, sonra da bir başka yerden çıkartılırsa, zekât orada başlar. Onlara (fukahâya) göre rikâz, ekin gibidir. Zekât anında ondan alınır ve ayrıca üzerinden bir sene geçmesi beklenmez. Suhnûn birçok madeni bulunan bir adam hakkında der ki: Bu kimse birisinde bulunanı diğerine katıp ilave etmez. O her bir madenden ikiyüz dirhem veya yirmi dinar miktarı zekâtını öder. Muhammed b. Mesleme dedi ki: Bunları birbirine katıp ilave eder ve ekinde olduğu gibi hepsi için zekât öder. Ebû Hanîfe ve arkadaşları da der ki: Maden de rikâz gibidir. Beşte birinin çıkartılmasından sonra madende bulunan altın yahut gümüş bunların her birisi ayrı ayrı nazar-ı itibara alınır. Eline geçirdiği zekât düşen bir miktarı, eğer üzerinden bir sene geçtiği halde yanında nisab olarak kalmaya devam ediyor ise, senenin bitiminde zekâtını öder. Bu onun yanında zekâtı verilmesi gereken altın veya gümüşün olmaması halinde böyledir. Eğer onun yanında bunlardan zekât verilmesi gereken birşeyler varsa rikâzdan bu aldığını onlara katar ve böylece onun da zekâtını öder. Bu şekilde onlara göre sağlanan her türlü gelir, sene sonunda kendi cinsinden olan nisaba eklenir ve asıl malın üzerinde sene geçmesiyle birlikte asonradan katılanların da dahil olmak üzereb zekâtı ödenir. Aynı zamanda bu es-Sevrî'nin de görüşüdür. el-Müzenî, Şâfiî'den naklen şöyle der: Benim hakkında görüş belirtemediğim husus ise madenlerden çıkartılanlardır. el-Müzenî der ki: Şâfiî'nin benimsediği usule göre evlâ olan, madenlerden çıkartılanların çıkartıldığından sonra bir sene geçmesiyle birlikte zekâtı ödenecek bir gelir olarak görülmesidir. el-Leys b. Sa'd da dedi ki: Madenlerden çıkartılan altın ve gümüş, elde edilen bir kâr gibidir. Onun elde edilmesinden itibaren yeni bir sene başı kabul edilir. Bu el-Müzenî'nin, mezhebinden çıkardığı neticeye göre Şâfiî'nin de görüşüdür. Dâvûd ve arkadaşları da sahih bir mülkiyet ile elinde tutan bir malikin yanında bu malların üzerinden bir sene geçmesi şartıyla aynı görüştedirler. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir mal elde ederse üzerinden bir sene geçmedikçe onda zekât yoktur." Bu hadisi Tirmizî ve Dârakutnî rivâyet etmiştir. Tirmizî, Zekât 10; Dârakutnî, II, 92 Bunlar aynı şekilde Abdurrahman b. el-Um'un, Ebû Said el-Hudrî'den yaptığı böyle rivâyeti de delil gösterirler: Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), müellefe-i kulub'den bir topluluğa henüz arıtılmamış bir altın parçası vermişti. Bu altın parçasını Ali (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'e Yemen'den göndermişti. Buhârî, Enbiyâ 6, Tevhîd, 23; Müslim, Zekât 143; Ebû Dâvûd, Sünne 28; Nesâî, Zekât 79, Tahrimu'd-Dem 26; Müsned, III, 68. Şâfiî der ki: Müellefe-i kulübün hakları zekâttadır. Böylelikle madenlerde yapılacak uygulamanın zekât uygulaması olduğu açığa çıkmaktadır. Mâlik'in delili Rabia b. Ebi Abdirrahman'dan gelen Hadîs-i şerîftir. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilal b. el-Haris'e el-Fur' tarafında bulunan el-Kabeliye madenlerini ikta olarak vermişti. O madenlerden bugüne kadar zekâttan başka birşey alınmamaktadır. Ebû Dâvûd, Harâc 36; Muvatta’', Zekât 8. el-Fur': Mekke'den Medine'ye giderken yol üzerinde bulunan, Medine'ye bağlı büyükçe bir kasabanın adıdır. el-Kabellyye: Medine'de el-Fur' yakınlarında bir yer. Ancak bu, senedi munkatı' bir hadistir. Hadis ehli bunun gibi bir hadisi delil göstermezler. Fakat onlarca Medine'de yapılan uygulama ve amel böyledir. Ayrıca bunu ed-Derâverdî, Rabia'dan o Haris b. Bilal el-Müzenî'den o da babasından yoluyla rivâyet etmiştir. Bunu da el-Bezzâr zikreder. Diğer taraftan Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf babasından, o dedesinden o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiğine göre Hazret-i Peygamber Bilal b. el-Haris'e tepelerinde olsun çukurlarında olsun el-Kabeliye'deki madenleri ve Kuds'ten el-Kuds: Bilinen bir dağ adıdır. Ziraate elverişli yüksekçe yer, demek olduğu da söylenmiştir. (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, IV, 24). itibaren ziraate elverişli olan yerleri ikta olarak vermiş ve bunu yaparken bir müslümanın hakkını alarak ona vermemiştir. Ebû Dâvûd, Harâc 36 (had. no: 3063 de) Kesîr'den itibaren aynı senedle kaydetmektedir. Hadisin sonunda ise hadisi Kesir'den rivâyet eden Ebû Uveys'in şu senedle de bu hadisi rivâyet ettiğini kaydetmektedir: "Bana Sevr b. Zeyd anlattı: O, İkrime'den o İbn Abbâs'dan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den bunun gibi nakletti..." Ayrıca bk. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, III, 237; el-İstizkâr, IX, 55. Bunu da yine el-Bezzâr zikretmektedir. Kesir'in zayıf bir ravi olduğu da icma ile kabul edilmiştir. İşte yerden çıkartılanın hükmü budur. en-Nahl Sûresi'nde ise denizden çıkartılanlara dair hüküm (en-Nahl, 16/14; 4. başlıkta) gelecektir. Çünkü deniz de arzın ortağıdır. Enbiya Sûresi'nde de (el-Enbiya, 21/78-79. âyet 13. başlıkta) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Hayvanın yaralaması hederdir" âyetinin anlamına dair açıklamalar gelmektedir. Her birisine dair açıklama sırası geldikçe yüce Allah'ın izniyle gelecektir. 7- Sadaka İçin Kötü Olanı Seçmek: Yüce Allah'ın: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" âyetinde kastetmeyin, anlamındadır. İleride yüce Allah'ın izniyle Nisa Sûresi'nde (4/43- âyet 34. başlıkta) teyemmüm'ün kastetmek (mealde: Yeltenmek) anlamına geldiğine dair Arap şiirlerinden şahitler (kanıtlar) gelecektir. Âyet-i kerîme kazançlar arasında iyinin de kötünün de olabileceğine delil vardır. Nesâî'nin Ebû Umame b. Sehl b. Huneyf den yüce Allah'ın: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" diye buyurduğu âyet-i kerîme hakkında şöyle buyurmuştur: Bu hiçbir işe yaramayan bir hurma çeşidi olan el-cu'rûr ile yine bu türden olan levn hubeyk tipi hurmalardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların zekât diye alınmasını nehyetmiştir. Nesâî, Zekât 27. Ancak orada hadisin sonunda Allah Rasûlü'nün özel olarak bu iki tip hurmanın alınmasını değil, genel olarak, "bayağı ve adi şeylerin zekât alınmasını yasakladığını" belirtmektedir. Dârakutnî de Ebû Umame b. Sehl b. Huneyf ten, o basından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sadakanın getirilmesini emretmişti. Adamın birisi de şu henüz olgunlaşmamış hurmadan salkımları ile birlikte bir miktar getirmişti. -(Hadisin ravilerinden olan) Süfyan dedi ki: (Bu ifadeleriyle) herhangi bir sebep dolayısıyla olgunlaşmamış hurmayı kastediyor. -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bunu kim getirdi?" diye buyurdu. Her kim ne getirdiyse mutlaka o getirilen onu getirene nisbet edilirdi. İşte bunun üzerine: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" âyeti nazil oldu. Sehl b. Huneyf dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç bir işe yaramayan, kötü hurma ile yine bu kabilden olan bir hurmayı (el-cu'rûr ve levn hubeyk) sadaka (zekât) olarak alınmasını yasakladı. ez-Zührî dedi ki: Bunlar Medine hurmasından iki çeşittir. Dârakutnî, II, 130. Ayrıca bunu Tirmizî de el-Berâ' b. Âzib yoluyla rivâyet etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir. İleride de gelecektir. Tirmizî, Tefsir 2. sûre 35. et-Taberî ve en-Nehhâs'ın da naklettiğine göre Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatinde bu kelime şeklindedir. Bu ve diğeri iki ayrı söyleyiştir. Müslim b. Cundüb ise "te" harfini ötreli, "mim" harfini de esreli olarak şeklinde okumuştur. İbn Kesîr ise "te" harfini şeddeli olarak şeklinde okumuştur. Bu kelimenin değişik şekillerde söyleyişi vardır. Birinci "mim" şeddesiz olarak şeklinde; şeddeli olarak şeklinde ve şeklinde söylenir. Ebû Amr'ın naklettiğine göre ise İbn Mes'ûd şeklinde ötreli "te"den sonra bir hemze ile okumuştur. Yüce Allah'ın: "... vermeye" âyeti ile ilgili olarak el-Cürcanî, Nazmu'l-Kur'ân adlı eserinde şunları söylemektedir: Bir grup kimse şöyle demiştir: İfade yüce Allah'ın (infak edin) âyetinden sonra: "Adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" âyeti ile tamam olmaktadır. Daha sonra yüce Allah, bu adi şeylerin niteliği ile ilgili olarak bir başka haberi vermek üzere şöyle buyurmaktadır: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeylere yönelmeyin." Halbuki siz ancak göz yumduğunuz yani kolaylık gösterdiğiniz takdirde bu gibi şeyleri alabilirsiniz. Âdeta böyle bir ifade insanlara bir sitem ve bir azar gibidir. "Arasından" âyetindeki zamir ise "adi (el-habis)" kelimesine aittir. Bu ise aşağılık ve bayağı olan demektir. el-Cürcanî der ki: Bir grup da şöyle demektedir: İfade yüce Allah'ın: "Arasından adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" âyetine kadar kesintisiz olarak devam etmektedir. "Arasından" âyetindeki zamir ise "kazandıklarınız en güzellerinden" âyetine racidir. "Vermeye" âyeti de âdeta hal üzere nasb mahallindedir. Bu ise Allah yolunda cihad etmek üzere çıkıyorum, demeye benzer. 9- Kendiniz Almayacağınız Şeyleri İnfaka Kalkışmayın: Yüce Allah'ın: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" âyeti; sizler alacaklarınıza ve insanlardaki haklarınıza karşılık bu konuda kolaylık göstermeksizin ve haklarınızın bir kısmını terketmeksizin almayacağınız, hoşlanmadığınız ve beğenmediğiniz şeyleri vermeye kalkışmayınız, demektir. Yani sizler, kendiniz için razı olamayacağınız işleri Allah için yapmaya kalkmayın. Bu anlamda el-Bera' b. Âzib, İbn Abbâs ve ed-Dehhâk açıklamalarda bulunmuşlardır. el-Hasen der ki: Âyet-i kerimenin anlamı şudur: Sizler çarşıda satılmakta olduğunu görseniz fiyatı düşürülmedikçe almayacağınız şeyleri (vermeye kalkışmayın) Buna yakın bir açıklama Ali (radıyallahü anh)'dan da rivâyet edilmiştir. İbn Atiyye der ki: Bu iki görüş âyet-i kerimenin farz olan zekât hakkında olduğu intibaını vermektedir. İbnu'l-Arabî der ki: Eğer bu âyet-i kerîme farz olan zekât hakkında olsaydı yüce Allah: "Alıcısı olamayacağınız" demezdi. Çünkü adi ve kusurlu bir şeyin farz olan zekât için herhangi bir şekilde alınması câiz değildir. Göz yummak ister düşünülsün ister sözkonusu olmasın. Nafile olanda ise göz yummamakla birlikte (adi olan) alınır. Yine el-Berâ' b. Âzib şöyle demiştir: Bunun anlamı şudur: Eğer o size hediye olarak verilecek olur ise göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız (adi) şeyleri yani ancak hediye verenden utanarak, ihtiyacı olmayan ve bizatihi de bir değer taşımayan şeyi kabul edeceği kabilden olanları vermeyiniz. İbn Atiyye der ki: Bu açıklama ise bu âyet-i kerimenin nafile (tatavvu) sadaka hakkında olduğu intibaını vermektedir. İbn Zeyd de der ki: Sizler onun mekruhluğuna dair göz yummaksızın haram olanı almazsınız, demektir. 10- Âyetteki Kıraat Farkları ve Kelime Açıklamaları: Yüce Allah'ın: "Göz yummaksızın" âyetini Cumhûr bu şekilde okumuştur. Burada kelime, kişi bir iş hakkında kolaylık gösterip hakkının bir kısmına razı olup geri kalanını affettiği takdirde kullanılan Adam şu işte göz yumdu, tabirinden gelmektedir. et-Tırımmah'ın şu beyiti de bu kabildendir: "Kimse düşmanına acı tattırmakta bizi geri bırakamaz Zilletin de birtakım insanları vardır ki; bunlar göz yummaya razı olurlar." Bu kelimenin, göz yummaktan alınmış olma ihtimali de vardır. Çünkü hoşuna gitmeyen birşeye katlanmak isteyen bir kişi gözlerini yumar. Şair der ki: "Beni şüpheye düşüren senden gördüğüm nice nice şeylere Gözlerimi yumup geçiyorum; fakat onları da görmüyor değilim." Bu da hoşa gitmeyen şeyi görmezlikten gelmek kabilindendir. en-Nekkâş bu âyet-i kerimede böyle bir anlamı açıklama olarak zikretmiş, Mekkî de buna işaret etmiştir. Veya bu kelime, üstü kapalı bir iş yapan kimse hakkında kullanılan: şeklindeki Arapçadaki ifadeden de alınmış olabilir. Bu da Uman'a giden bir kimse hakkında: Irak'a giden hakkında: Necid'e ve Tihame'nin diğer bir ismi olan el-Ğavr'a giden kimse hakkında da: demeye benzer. ez-Zührî "te" harfini üstün "mim" harfini esreli ve şeddesiz olarak okumuştur. Yine ondan "te" harfi ötreli "ğayn" üstün, "mim" esreli ve şeddeli olarak şeklinde okuduğu da nakledilmiştir. Birinci okuyuş, ancak sizin o malı size satan kimseyle pazarlık ederek fiyattan düşürmesini istemek, anlamında olur. İkincisi ise en-Nehhâs'ın naklettiğine göre; Katâde'nin de kıraati olup yani (hakkınızı) eksik olarak almanız müstesna, demek olur. Ebû Amr ed-Dânî de der ki: ez-Zührî'nin iki ayrı kıraatinin anlamı: Eksik olarak alıcısı olamayacağınız... şeklindedir. Mekkî ise el-Hasen'den "mim" harfini şeddeli ve üstün olarak şeklinde okumuştur. Yine Katâde "te" harfini ötreli, "ğayn" harfini cezmli, "mim" harfini de üstün ve şeddesiz olarak şeklinde okumuştur. Ebû Amr ed-Dânî der ki: (Bu iki okuyuşun) anlamı size karşı bu konuda göz yumulmadıkça alınmayacak olan; anlamındadır. Bunu en-Nehhâs da bizzat Katâde'den nakletmiştir. İbn Cinni der ki: Bu kıraatin anlamı şudur: Sizler o iş hakkında kendi yorumunuz yahut kolaylık göstermeniz suretiyle göz yumar halde bulunmanız ve hatıra ilk gelenden farklı bir uygulama yapmanız (hali müstesna almazsınız). Bu ise kişinin: "Ben adamı övdüm ve onun övülmeye değer olduğunu buldum" demeye ve buna benzer sair örneklere benzer. İbn Atiyye der ki: Cumhûrun kıraati bu konuda müsamaha göstermeye ve göz yummaya yorumlanır. Çünkü ile aynı anlamdadır. Bu okuyuş, şu manaya da gelir. Ayrıca şu şekilde de anlaşılır: Sizler böyle bir şeyi ancak görmezlikten ya da üstünkörü bir yorum yaparak alırsınız. Bu ise; ya -İbn Zeyd'in görüşüne göre- haram oluşundan dolayıdır; ya da -başkalarının görüşüne göre- hediye olarak verildiğinden yahut bir borç karşılığında alındığından dolayı böyledir. el-Mehdevî der ki: şeklinde okuyanın kıraatinin anlamı şudur: Onu almak hususunda basiret gözlerinizi kapatmaksızın... el-Cevherî der ki: Alım veya satımda bir kimseye kolaylık gösterildiği vakit ile tabiri kullanılır. Yüce Allah da: "Göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri..." diye buyurmaktadır. Satın alınan mal, adi ve bayağı olduğu için ve kıymeti düşük olduğundan daha fazla verilmesi isteniyor gibi bir anlam ifade etmek üzere de: Bu sattığın şeyde bana göz yum, denilir. Yüce Allah'ın: "Bilin ki Allah Ganîdir, Hamiddir" âyeti ile şanı yüce Allah, Ğanilik sıfatına dikkatimizi çekmektedir. Yani onun sizin sadakalarınıza ihtiyacı yoktur. Her kim Allah'a yakınlaşmak ister ve sevap arzu ederse bunu bir değer ve bir önem taşıyan şeylerle yapsın. O bu yaptığını kendisi için yapmış olur ve hayrını önden gönderir. "Hamîd" âyetinin anlamı ise herhalde övülen demektir. Bu iki ismin anlamlarına "el-Kitabu'l-Esnû..." adlı eserimizde açıklamalarda bulunduk. Hamd, Allah'adır. ez-Zeccâc da yüce Allah'ın: "Bilin ki Allah Ganidir Hamiddir" âyeti hakkında şunları söylemektedir: Yani o sizlere kendisi muhtaç olduğu için tasâddukta bulunmanızı emretmiyor. Fakat O, sizin durumunuzu, halinizi sınamaktadır. O bakımdan bütün nimetlerine karşılık O, hamde lâyık olandır. |
﴾ 267 ﴿