273

Allah yolunda kendilerini vakfetmiş, yeryüzünde dolaşmaya gücü yetmeyen, hallerini bilmeyenin iffet etmelerinden dolayı kendilerini zenginlerden sandığı, seninse onları simalarından tanıdığın ve yüzsüzlük ederek insanlardan birşey istemeyen fakirler içindir. Şüphesiz hayırdan neyi harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

1- Sadaka Verilecek Fakirlerin Nitelikleri:

Yüce Allah'ın:

"... fakirler içindir" âyetinde yer alan "lâm" harfi yüce Allah'ın:

"Hayırdan neyi infak ederseniz" âyeti ile alâkalıdır. (Yani her ne hayır infak ederseniz bu kabilden olan fakirlere verilir, demektir). Bunun "infak yahut sadaka.... fakirler içindir" takdirinde mahzuf bir kelimeye mutaallak olduğu da söylenmiştir.

es-Süddî, Mücâhid ve başkaları der ki: Burada sözü geçen fakirlerden kasıt, Kureyşlilerden ve başkalarından olan muhacirlerin fakirleridir. Daha sonra bu âyet-i kerîme Kıyâmete kadar fakirlerden sayılan herkesi kapsar. Özellikle muhacirlerin fakirlerinin zikredilme sebebi, o dönemde onlardan başka fakir olmayışındandır. Bunlar ise Suffe ehli diye bilinirlerdi. Yaklaşık dörtyüz kişi idiler. Fakirliklerine sebep ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına fakir olarak gelişleriydi. Aileleri, akrabaları ve malları yoktu. O bakımdan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mescidinde onlar için bir suffe yapıldı. Bundan dolayı da onlara Suffe Ehli denildi.

Ebû Zerr der ki: Ben Suffe ehlinden idim. Akşamı ettiğimiz vakit Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kapısında hazır olurduk. Huzurunda bulunan her bir adama emir verir, o da birisini alır götürürdü. Geriye ise Suffe ehlinden on kişi veya daha az sayıda kimse kalırdı. Bu sefer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a akşam yemeği getirilir ve kalanlarımız onunla birlikte akşam yemeği yerdik. Yemeğimizi bitirince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescidde uyuyun" diye buyururdu.

Tirmizî de el-Berâ b. Âzib'den yüce Allah'ın:

"Arasından göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin" (el-Bakara, 2/267) âyeti hakkında dedi ki: Bu âyet-i kerîme bizler yani biz Ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur. Bizim hurmalıklarımız vardı. Her birimiz fazlalık veya azlığı oranında hurmalardan birşeyler getirirdi. Kimisi bir salkım, kimisi iki salkım getirir, bunu mescide asardı. Suffe ehlinin ise yiyecek birşeyleri yoktu. Onlardan herhangi bir kimse acıktı mı o hurma salkımına varır, elindeki değnekle salkıma vurur, taze ya da kurumuş hurmadan düşeni alır yerdi. Hayır hususunda pek rağbetli olmayan birtakım kimseler de, arasında olgunlaşmamış ve kurumuş, tadı tuzu kalmamış bazan da kırılmış bir salkım getirir, mescide asardı. Bunun üzerine yüce Allah:

"Ey îman edenler! Kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden infak ediniz. Arasından göz yummaksızın alıcısı olamayacağınız adi şeyleri vermeye yeltenmeyin." (el-Bakara, 2/267) âyetini indirdi. Buyû' rdu ki: Eğer sizden herhangi birinize onun verdiğinin bir benzeri hediye edilecek olursa ancak göz yumarak ve utancından dolayı onu alır (diye buyurmaktadır). (el-Bera’) dedi ki: Artık bundan sonra herkes yanındakinin en iyisini getirir gelirdi. (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garib sahih bir hadistir. Tirmizî, Tefsir 2. sûre 35- Ayrıca: İbn Mâce, Zekât 19 yakın ifadelerle.

İlim adamlarımız (Mâlikî mezhebi âlimleri) der ki: "Onlar (Suffe ashabı, Allah onlardan razı olsun) zaruret dolayısıyla Mescidde idiler. Sadakadan (zekâttan) da zaruret kadarını yerlerdi. Allah müslümanlara zaferler nasib edince ihtiyaçtan kurtuldular, oradan çıktılar daha sonra da yönetici oldular, kumandan oldular.

Bundan sonra yüce Allah, hicret eden bu fakirlerden, onlara karşı şefkatli ve merhametli olmayı gerektiren ifade ve beyanlarla şöyle buyurmaktadır:

"Allah yolunda kendilerini vakfetmiş" yani alıkonmuş, engellenmiş. Katâde ve İbn Zeyd der ki: "Allah yolunda kendilerini vakfetmiş" âyeti kendilerini düşman korkusuyla mÂişetleri uğrunda tasarrufta bulunmaktan alıkoymuş kimseler anlamındadır. Bundan dolayı yüce Allah:

"Yeryüzünde dolaşmaya gücü yetmeyen" diye buyurmuştur. Çünkü bütün topraklar katıksız bir küfür ile dolup taşıyordu. Bu durum İslâm'ın ilk dönemlerinde böyle idi. İşte onların bu rahatsızlıkları cihad yoluyla kazanç sahibi olmalarını engelliyordu. Kâfirlerin müslüman olmalarına karşı gösterdikleri tepki ticaret yoluyla tasarrufta bulunmalarına engel oluyordu. O bakımdan fakir kaldılar.

Yüce Allah'ın:

"Yeryüzünde dolaşmaya gücü yetmeyen" yani kendilerini cihad etmeye adadıklarından dolayı (çalışamayan) kimseler demektir. Ancak birinci açıklama daha güçlüdür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

2- İffetli Oluşları Durumlarının Bilinmesini Engelliyordu:

Yüce Allah'ın:

"Bilmeyenin iffet etmelerinden dolayı kendilerini zenginlerden saydığı" yani içlerine kapanıp dilenmeyi terk ederek yüce Allah'a tevekkülleri dolayısıyla içyüzlerini bilmeyen kimse onları zengin diye zanneder. Bu âyette "fakirlik" adının belli bir değeri olan giyeceği bulunan kimseye fakir denilebileceğine ve bunun ona zekâtın verilmesine engel olmadığına delil vardır. Çünkü yüce Allah bu gibi kimselere vermeyi emretmektedir. Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çarpışan hasta ve âmâ olmayan muhacirlerden idiler.

Teaffüf aiffetli davranmab; birşeyden uzak durup onu istemeye tenezzül etmediği vakit kullanılan bir ifadedir. Katâde ve başkaları bu anlamda bunu açıklamışlardır.

" Kendilerini sandığı" âyetindeki "sin" harfinin üstün ve esreli okunması iki ayrı şivedir. Ebû Ali der ki: Üstün okunması kıyasa daha uygundur. Çünkü bunun mazisinin "ayn"ı (yani kökünün ikinci harfi) meksurdur. O bakımdan bunun babı, muzaride üstün gelmesidir. Bununla birlikte esreli okuyuş da güzeldir. Çünkü bu konuda kıyasa göre istisna teşkil etse bile bu şekilde kullanıldığı da işitilmiştir. Yüce Allah'ın: " İffet etmelerinden" âyetindeki " ....den" âyeti gayenin başlangıcını ifade eder.

Cinsin beyanı için olduğu da söylenmiştir.

3- Simaya Göre Hüküm Vermek:

Yüce Allah'ın:

"Seninse onları simalarından tanıdığın..." âyetinde şuna da delil vardır: Bir kimsenin üzerinde görülen alametleri (siması) durumunun değerlendirilmesinde itibara alınır. O kadar ki dar-ı İslâm'da üzerinde zünnâr bulunan ve sünnet edilmemiş bir ölü bulunacak olursa, müslümanlara ait kabristana gömülmez. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre; bu gibi alametlere göre hüküm vermek Dâr'a göre hüküm vermekten önce gelir. Yine yüce Allah'ın:

"Yemin olsun sen onları söyleyişlerinden de tanırsın" (Muhammed, 47/30) âyeti de bu kabildendir.

Âyet-i kerîme, elbisesi, giyeceği ve güzelleşmek için kıyafeti olan kimselere sadaka vermenin câiz olduğunun delilidir. İlim adamları bu hususta ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte ihtiyacı olduğu takdirde, alacağı şeyin miktarı hakkında farklı görüşleri vardır. Ebû Hanîfe kendisinde zekâtın vacip olacağı kadar bir miktarı nazar-ı itibara alır. Şâfiî ise bir yıllık yiyecek ihtiyacını gözönünde bulundurur. Mâlik ise kırk dirhemi esas alır. Şâfiî kazanç sağlayabilen kimseye zekât verilemeyeceği görüşündedir.

Sima: Alamet demektir. Bazen (sonuna hemze getirerek) med'li de okunur. İlim adamları burada sîmânın muayyen olarak ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir.

Mücâhid der ki: Buradaki sîmâ huşu ve alçakgönüllülüktür. es-Süddî de der ki: Kasıt onların yüzlerindeki yoksuluğun ve ihtiyacın, ni'met azlığının etkileridir. İbn Zeyd der ki: Elbiselerinin eski püskü oluşudur. Mekki'nin naklettiği bir gruba göre ise secde izleridir. İbn Atiyye ise der ki: Secde izleridir. İbn Atiyye der ki: Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü bunlar başka işlerle uğraşmayan, Allah'a tevekkül eden, çoğunlukla namazdan başka uğraşacak işleri olmayan kimselerdi. O bakımdan secdenin etkileri üzerlerinde görülürdü.

Derim ki: Secdenin izi olarak kabul edilen bu sîmâda ashab-ı kiramın tümü (Allah hepsinden razı olsun) ortaktırlar. Çünkü yüce Allah, Fetih Sûresi'nin sonlarında şu âyetiyle bize bunu haber vermektedir:

"Secde izinden dolayı onların simaları yüzlerindedir." (el-Feth, 48/29) Bu açıdan onlarla başkaları arasında bir fark yoktur. Geriye sîmânın sadece fakirlik ve ihtiyacın izi olmasından yahut secde izinin daha fazla olmasından başka bir ihtimal kalmıyor. Bunlar geceleyin namaz kılıp gündüzün oruç tuttuklarından dolayı sararmış benizlerinden tanınırlardı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Huşû'a gelince; bunun yeri kalptir. Bu konuda zengin de fakir de ortaktır. O halde geriye bizim tercih ettiğimizden başka bir ihtimal kalmıyor. Başarı Allah'tandır.

4- Yüzsüzlük Etmezler:

Yüce Allah'ın:

"... ve yüzsüzlük ederek insanlardan birşey istemeyen fakirler içindir" âyetinde geçen:

"Yüzsüzlük ederek" anlamına gelen kelimesi hal konumunda masdardır. Dilenirken ilhâf, ihfâ ve ilhâh (ısrar) etmek aynı anlamdadır.

"İlhâf edene geri çevirmek (istediğini vermek) gibisi yoktur" denilir.

İlhâf kelimesi (örtü anlamına gelen) lihâf tan gelmektedir. Bu ismin veriliş sebebi ise, örtünün örterken altına aldığı şeyleri kapsadığı gibi dilenirken bütün dilenme şekillerini kapsadığındandır. Yani bütün insanlar dilencinin dilendiği kimseler kapsamına girer, o da böylelikle onları (örtü gibi) örtmüş olur. İbn Ahmer'in şu beyiti de bu kabildendir:

"Onları kanatları ile örtüp kapatmaya koyuldu

Kaba olmakla birlikte ince bir şekilde onları örtüyordu."

Şair burada kanatlarıyla yumurtalarını kucaklayan ve kaba olmakla birlikte incelikle kanatlarını âdeta bir örtü gibi yumurtaları üzerinde örten bir devekuşunu nitelendirmektedir.

Nesâî ve Müslim Ebû Hüreyre'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Yoksul kimse bir ve iki hurmanın bir ve iki lokmanın geri çevirdiği kimse değildir. Asıl yoksul iffetli davranan kimsedir. İsterseniz: «Yüzsüzlük ederek insanlardan birşey istemeyenler...» âyetini okuyunuz." Buhâri, Tefsir 2. sûre 48; Müslim, Zekât 102; Nesâî, Zekât 76.

5- İffetle İstemek ve Yüzsüzlük Ederek İstemek:

Yüce Allah'ın:

"Ve yüzsüzlük ederek insanlardan birşey istemeyenler..." âyetinin anlamı hakkında ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır: Aralarında et-Taberî ve ez-Zeccâc'ın da bulunduğu bir topluluk şöyle der: Bu hiçbir şekilde dilencilik etmezler, anlamındadır. Bu ise onların tam anlamıyla iffetli hareket edip dilencilik yapmadıklarını kabul etmek esasına göredir. Müfessirlerin çoğunluğu da bu görüştedir. O takdirde iffetli davranmak, onların değişmez bir niteliğidir. Yani yüsüzlük ederek olsun etmeyerek olsun insanlardan hiçbir şekilde dilenmezler.

Bir kesim de şöyle demektedir: Burada kastedilen, yüzsüzlük etmenin nefyi (sözkonusu olmadığı)dır. Yani onlar yüzsüzlük etmeksizin isterler. İlk anda anlaşılan da budur. Yani onlar isterler ama yüzsüzlük ederek değil. Böyle bir anlayış insanlardan yüzsüzlük ederek dilencilik edenlerin durumlarının kötü oluşuna dikkat çekme özelliğine sahiptir.

Lâfız Müslim'in olmak üzere hadis İmâmları Hazret-i Muâviye b. Ebi Süfyan'dan Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet ederler: "Birşeyler isterken yüzsüzlük ederek ısrar etmeyin. Allah'a yemin ederim sizden herhangi bir kimse benden birşey isteyip de o istemesi sebebiyle benim çıkarıp ona birşeyler vermeme -ben ondan hoşlanmadığım halde sebep olursa- asla ona verdiğim o şeyde, ona bereket ihsan olunmaz." Müslim, Zekât 99; Nesâî, Zekât 88, Müsned, IV, 98.

Muvatta’''da da şöyle denilmektedir: Zeyd b. Eslem'den o Atâ b. Yesar'dan o Esedoğullarından bir adamdan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben ve aile halkım (hanımım) Baki' el-Ğarkad'da konakladım. Ailem bana: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına git, ondan bize yiyeceğimiz birşeyler iste, dediler ve ihtiyaçlarından söz etmeye koyuldular. Onun yanında Hazret-i Peygamber'den birşeyler isteyen bir adam gördüm. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Sana verecek birşey bulamıyorum" diyordu. Adam kızgınlıkla yanından ayrılıp gitti, giderken de: Ömrüm hakkı için sen dilediğin kimseye verirsin, diyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu bana kendisine verecek birşeyler bulamıyorum diye kızıyor. Sizden her kimin bir ukıyyesi veya ona denk birşeyi olduğu halde dilencilik ederse o kimse yüzsüzlük ederek dilencilik etmiş olur." Esedoğullarından olan adam dedi ki: Kendi kendime dedim ki: Doğumu yaklaşmış süt veren bir dişi deve bizim için bir ukıyyeden daha hayırlıdır. -Mâlik dedi ki: Ukıyye ise kırk dirhemdir-. (Esedoğullarından olan adam) dedi ki: Hazret-i Peygamber'den birşeyler istemeden geri döndüm. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a arpa ve kuru üzüm getirildi, ondan bize -Allah bizi ihtiyaçtan kurtaracak kadar- paylaştırıp verdi. Muvatta’', Sadaka 11; Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 90.

İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu hadisi Mâlik böylece rivâyet etmiş, Hişam b. Sa'd ve başkaları da bu konuda ona uymuştur. Bu sahih bir hadistir. İsmi verilmeyen sahabinin hükmü, ilim adamlarına göre; sahabî dışındakilerin ismi verilmemesi halindeki hüküm gibi değildir. Çünkü ashabın tümü hakkında cerh sözkonusu değildir ve onlar için adalet sabit olmuştur. Bu Hadîs-i şerîf de bir ukıyye kadar gümüşü bulunan kimse için dilenmenin mekruh olduğunun delilidir. Bu sınırda, bu sayıda, bu miktarda gümüşü bulunup da veya bunun yerini tutacak kadar malı olup bu mal da ona denk düştüğü halde dilencilik eden bir kimse, yüzsüzlük eden bir kişi (mülhif) olur. -Bu hadisin zahirine göre- bu kadar gümüşü veya buna denk altını bulunan kimse için dilenmeyi mekruh kabul etmeyen -bu hadisin zahirine göre- ilim ehli kimse bilmiyorum. Dilenmeksizin kendisine birşeyler ulaşan bir kimsenin eğer zekâttan başka birşeyden ise onu alıp yemesi caizdir. Bu da hakkında görüş ayrılığı bilmediğim hususlardan birisidir. Şayet zekâttan ise bu hususta görüş ayrılığı vardır ki buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle sadakalar ile ilgili âyet-i kerimede (et-Tevbe, 9/60'da) gelecektir.

6- Dilencilik Hakkında Gelen Rivâyetler:

İbn Abdi’l-Berr dedi ki: Dilenmenin anlamı, mekruh oluşu, vera' ehlinin bu konuda tuttukları yol ile ilgili fukahânın verdiği cevaplar arasında gelen en güzel rivâyetlerden birisi de el-Esrem'in Ahmed b. Hanbel'den naklettiği şu rivâyettir: Ahmed b. Hanbel'e dilenmenin ne zaman helal olduğuna dair soru sorulmuş o da şöyle demiş: Sehl b. el-Hanzaliyye'nin hadisine göre Ebû Dâvûd, Zekât 24 eğer yanında sabah akşam yiyeceği yoksa (dilenmesi helal olur). Ebû Abdullah'a: Şayet dilenmek zorunda kalırsa? diye sorulunca o: Mecbur kalırsa dilenmek onun için helal olur, dedi. Şayet iffetli hareket ederse (ve dilenmezse)? diye sorulunca: Bu onun için daha hayırlıdır, dedi. Sonra da: Kimsenin açlığından öleceğini sanmıyorum. Allah ona rızkını gönderir, dedi. Sonra da Ebû Said el-Hudri'nin: "Her kim iffetli davranırsa Allah da onun iffetini korur" Buhârî, Zekât 18, Rikaak 20; Müslim, Zekât 124; Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâi, Zekât 85, 89; Dârimî, Zekât 18; Muvatta’', Sadaka 7; Müsned, III, 3, 9, 12, 93, 403, 434, IV, 138. hadisini ve Ebû Zerr arab'ın rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine söylediği: "İffetli ol" Müsned, V, 149, 163. hadisini de zikreder. Ebû Bekr (el-Esremî) dedi ki: Ben ona hiçbir şeyi olmayan bir kimse insanlardan dilencilik mi etsin yoksa meyte mi yesin? diye sorulurken işittim, şöyle dedi: Kendisinden dilenecek bir kimse bulduğu halde meyte yiyebilir mi? Bu kötü bir iştir.

Devamla dedi ki: Yine ona kişi başkası adına dilencilik yapabilir mi diye sorulduğunu işittim. Hayır dedi. Fakat bu konuda üstü kapalı işarette bulunur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine çıplak ayaklı, elbisesiz, siyah beyaz çizgili elbiseleri yırtarak kafalarından geçirmiş bir kavim geldiğinde: "Tasadduk ediniz" diye buyurmuş, bunlara veriniz, diye buyurmamıştır. Müslim, Zekât 69; ayrıca hadis yakın lâfızlarla: Müsned, IV, 358-359, 361'de de yer almaktadır.

Ebû Ömer dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şefaat ediniz (başkalarına iltimas ediniz) size ecir verilir." Buhârî, Zekât 21, Edeb 36, 37, Tevhîd 31; Müslim, Birr 145; Ebû Dâvûd, Edeb 117; Tirmizî, İlm 14; Nesâî, Zekât 65; Müsned, IV, 400. Bu âyette başkası adına dilenmenin mutlak olarak sözkonusu edildiği görülmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buna tasadduk edecek bir adam yok mu?" diye buyrumuştur. Ebû Dâvûd, Salât 55; Dârimî, Salât 98; Müsned, III, 64, V, 254, 269

Ebû Bekr dedi ki: Ona (yani Ahmed b. Hanbel'e) şöyle denildi: Adam bir başkasından sözederek: O muhtaçtır diyebilir mi? Ahmed b. Hanbel dedi ki:

Bu üstü kapalı bir ifadedir. Bunda bir mahzur yoktur. Dilencilik: Ona ver, demesidir. Daha sonra şöyle der: Kişinin kendi adına dilencilik yapmasın dahi hoşuma gitmezken başkasının adına dilencilik yapması nasıl olabilir? Burada üstü kapalı ifadeyi daha çok severim.

Derim ki: Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkaları (Firâs b. Malikoğullarından) el-Fırası'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü dileneyim mi? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, fakat şayet dilenecek olursan ve bu senin için kaçınılmaz hale gelirse o takdirde salih kimselerden dilen." Ebû Dâvûd, Zekât 28; Nesâî, Zekât 84; Müsned, IV, 334.

Burada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ihtiyaç duyulması halinde fazilet ve sAllah ehli kimselerden dilenmeyi mubah kılmıştır. Şayet ihtiyacını Allah'tan dileyecek olursa elbette ki bu daha da üstündür.

İbrahim b. Edhem der ki: İnsanlardan ihtiyaçların istenmesi seninle yüce Allah arasındaki hicabın kendisidir. O bakımdan sen ihtiyacını zarar ve fayda vermeyi elinde bulundurana arzet. Sen yüce Allah'a sığın ki, Allah da seni kendisinden başkasına muhtaç etmesin ve sevinç içerisinde yaşatsın.

7- Dilenmeden Kendisine Birşeyler Ulaşan Kimse:

Dilenmeksizin kendisine birşeyler ulaşan kişi onu kabul edip red etmeyebilir. Çünkü bu Allah'ın kendisine verdiği bir rızıktır. Mâlik'in, Zeyd b. Eslem'den, onun da Atâ b. Yesar'dan rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer b. el-Hattâb'a bir hediye göndermiş, o da onu geri çevirmişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ona: "Bu bağışımı ne diye geri çevirdin?" deyince şu cevabı vermişti: Ey Allah'ın Rasûlü demiş. Sen bizlere bizden herhangi bir kimsenin birşey almamasının o kimse için daha hayırlı olduğunu bildirmemiş miydin? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Benim o sözünü ettiğim dilenmek ile ilgilidir. Dilenmeksizin gelene gelince o, Allah'ın sana verdiği bir rızıktır." Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb şöyle dedi: Nefsim elinde olana yemin ederim, kimseden birşey istemeyeceğim. Dilenmeksizin birşey de bana geldi mi mutlaka onu alacağım. Muvatia, Sadaka 9.

İşte bu, bu konuda açık bir nastır.

Müslim'in Sahih'inde, Nesâî de Sünen'inde ve onlardan başkaları İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Ben (babam) Ömer'i şöyle derken dinledim: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir bağışta bulunurdu, ben de: Bunu buna daha çok muhtaç olan birisine ver, derdim. Nihayet bir seferinde bana bir mal verdi. Yine: Bunu buna benden daha muhtaç birisine ver, dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sen bunu al. Bu maldan sana sen göz dikmeksizin ve dilenmeksizin birşey gelirse onu al. Böyle olmayana gelince nefsin onun ardından gitmesin. (Gözün onda kalmasın)? " Müslim, Zekât 110; Nesâî, Zekât 94 ayrıca Buhârî, Ahkâm 17.

Nesâî "onu al" sözünden sonra: "Onu al mal edin veya tasadduk et" ilavesini yapmaktadır. Nesâî, aynı yer; Buhârî, aynı yer

Müslim de Abdullah b. es-Sa'dî el-Mâlikî'den rivâyet ediyor: Hazret-i Ömer dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu: "Sen dilenmeksizin sana birşey verilecek olursa ye ve ondan tasadduk et." Buhârî, Ahkâm 17 ile Nesâî, Zekât 94'ün sonundaki rivâyet bu şekildedir. Ancak Müslim, Zekât lirdeki ifade: "Onu al, mal edin yahut onu tasadduk et!" şeklindedir. İşte bu, Mâlik'in mürsel hadisinin sahih derecesine ulaşmasını sağlamaktadır.

el-Esrem der ki: Ebû Abdullah Ahmed b. Hanbel'e Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen dilenmeksizin ve ona göz dikmeksizin sana birşeyler gelirse" âyetinde "göz dikmek"ten neyi kastetmiştir? diye soruldu, şöyle dedi: Ona göz dikip içinden: Keşke bana gönderilse demendir. Ona: İsterse bunu üstü kapalı ifade etmesin, öyle mi? O: Evet, bu göz dikme kalb ile olur, dedi. Ona: Bu çok ağır birşeydir, denilince şu cevabı verdi: Ağır dahi olsa bu böyledir. Ona denildi ki: Eğer adam bana birşeyler göndermeye beni alıştırmamış, bununla birlikte içinden geçip bana birşeyler gönderse diyecek olsam nasıl olur? Dedi ki: İşte bu da bir göz dikmektir. Şayet sen beklemeden ve kalbinden de geçmeksizin sana birşey gelirse işte o vakit onda göz dikmek sözkonusu olmaz.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Göz dikmek (işrâf) sözlükte başı kendisinden birşeyler umulan kimseye ya da tamah edilen birşeye kaldırmak, insanın onu arzulayıp canının çekmesi, onu ele geçirmeye çalışmasıdır. Ahmed'in göz dikmeyi yorumlamakla ilgili söyledikleri ise işi daraltmaktır, sıkmaktır. Bana göre bu yorum uzak bir ihtimaldir. Çünkü yüce Allah bu ümmetin dili ile söylemedikçe yahut da bir azasıyla amel etmedikçe içinden geçirdiklerini affetmiştir. Kalbin kararlaştırdığı küfür dışındaki masiyetlere gelince; gereğince amel etmedikçe hiçbirşey değildir. Nefsin içinden geçenlerin bağışlanacağı ise icma ile kabul edilmiştir. Hem Ahmed b. Hanbel'den gelen bu yorum, hem de İbn Abdi'l-Berr'in farklı yorumu: İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd, V, 88-90'de yer almaktadır.

8- Muhtaç Olmadığı Halde Israrla Dilenmek:

Muhtaç olmamakla birlikte ısrarla yüzsüzlük ederek dilenmek haramdır, helal olmaz. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Her kim insanlardan malı daha çok artsın diye dilenirse kor ateş dileniyor demektir. O bakımdan ister az ile yetinsin isterse de daha çok istesin." Ebû Hüreyre'den gelen bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Zekât 105; İbn Mâce, Zekât 26; Müsned, II, 231.

İbn Ömer'den gelen rivâyete göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi biriniz dilenciliğe devam eder durur(sa), sonunda yüzünde tek bir parça et kalmamış olarak Allah'ın huzuruna çıkar." Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Buhâri, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, 104; Nesâî, Zekât 83; Müsned, II, 15, 88.

9- Dilenci İhtiyaç İçinde Olursa:

Dilenci muhtaç olduğu takdirde (karşısındakinin) mazereti kalmasın ve onu uyarmak üzere üç defa dilendiğini tekrarlamasında bir mahzur yoktur. Fakat evla olan bunu terketmektir. Şayet kendisinden dilenilen kişi bunu biliyor ve istediğini yerine getirebilecek güçte ise ona vermesi icabeder. Şayet onu bilmiyor ise dilenmesinde doğru olabilir korkusuyla ona verir. Çünkü onu geri çevirdiği taktirde iflah olmaz.

10- Bir Sünneti Yerine Getirmek İçin Birşeylere İhtiyaç Duyan:

Eğer bayramda veya cuma gününde süslenmek üzere elbise giymek gibi bir sünneti yerine getirmek için ihtiyacı olursa, böyle bir kimse hakkında İbnu’l-Arabî şunu zikreder: "Bağdat'ta halife Camii'nde bir adamı şöyle derken işittim: İşte bu sizin kardeşinizdir. Sizinle birlikte cuma namazına geliyor. Bununla birlikte onun cumanın sünnetini yerine getirecek kadar elbisesi yoktur. Ertesi cuma olunca o adamın üzerinde başka elbiseler gördüm. Bana şöyle denildi: Bu elbiseyi ona övülmeye lâyık olsun diye Ebû Tahir el-Bersenî giydirdi."

273 ﴿