275Riba yiyenler kabirlerinden ancak kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın, sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar. Bu onların: "Alışveriş de ancak riba gibidir" demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Bundan böyle her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur. İşi de Allah'a kalmıştır. Kim de tekrar dönerse onlar da ateşliklerdir. Orada ebedi kalıcıdırlar. Bu üç âyet, faiz ile ilgili hükümleri ve satış akidlerinin câiz oluşunu, faizi helal kabul edip faiz alıp vermek üzere ısrar edenin tehdide lâyık olduğunu ihtiva etmektedir. Bu konuya dair açıklamalarımızı otuzsekiz başlık Otuzsekiz başlıkta yapılan açıklamalar, yalnız üç âyet-i kerîmeyi değil kaydedilen beş âyetin tümünü kapsamaktadır. halinde sunacağız: 1- Ribâ (Faiz) ve Onu Yiyenler: Yüce Allah'ın: "Riba yiyenler" âyetinden kasıt faiz alanlardır. Almaktan "yemek diye söz edilmiştir. Çünkü almaktan kasıt onu yemektir. "Riba" kelimesi sözlükte mutlak olarak artış demektir. Artan birşey hakkında bu tabir kullanılır. Hazret-i Peygamber'in hadisinde de geçen bu kelime bu anlamdadır: "Allah'a yemin ederim bir lokma aldık mı, mutlaka onun altından -ondan fazla- bir artış (radıyallahü anhbâ) olurdu." Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25; Müslim, Eşribe 176; Müsned, I, 197, 198. Bundan kastettiği Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bereketlenmesi için dua ettiği yemektir. Bu hadisi Müslim (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) rivâyet etmiştir. Bu kelimenin yazılışı kıyasa göre baş harfindeki esre dolayısıyla "ya" ile olmalıdır. Ancak Kur'ân'ı Kerîm'de "vav" ile yazmışlardır. Daha sonra şeriat, mutlak olan bu artış ile ilgili olarak kendine has tasarrufta bulunarak, bu artışı, sözkonusu olduğu özel bazı yerlere münhasır kabul etmiştir. Kimi zaman bunu mutlak olarak haram kazanç hakkında kullanmaktadır. Yüce Allah'ın yahudiler hakkındaki şu âyetinde olduğu gibi: ".. kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen riba almaları..." (en-Nisâ, 4/161) Yüce Allah bu âyetinde, bizim hakkımızda haram kılınmış olma hükmü bulunan şer'î ribayı kastetmiyor. Bundan kasıt, haram olan maldır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlar alabildiğine yalan dinleyenler haram yiyenlerdir." (el-Maide, 5/42) Burada da kasıt, haram olan rüşvet malları ile şu sözlerinde dile getirdikleri şekilde ümmilere ait mallardan kendilerine ahaksız yereb helal kabul ettikleri mallardır: "Ümmîler hakkında bizim aleyhimize bir yol yoktur." (Âl-i İmrân, 3/75) Buna göre buradaki nehiy (yasak), hangi yoldan kazandırsa kazanılsın, haram bütün malları kapsayıcıdır Şeriatte bilinen riba iki şeydir: Birincisi nesâ avade faizibnin haram kılınması, ikincisi ise ileride açıklayacağımız üzere akidlerdeki ve yenecek şeylerdeki fazlalıktır. Çoğunlukla Araplar mesela borçluya şöyle diyerek bu işi yapıyorlardı: Borcunu öder misin, faiz mi verirsin? O bakımdan borçlu ödemesi gereken malın miktarını artırır alacaklı da bu konuda tesbit edilen süreyi beklerdi. İşte bütün bunlar ümmetin ittifakı ile haram kılınmıştır. 2- "Faiz Yiyenler"in Kapsamına Girenler: Yasaklanmış satışların çoğunluğunun yasaklanış sebebi, genelde ya malın aynındaki; veya ertelemek ve buna benzer şekillerde taraflardan birisi lehine menfaatteki bir artış dolayısıyladır. Kimi alışverişlerde böyle bir fazlalık sözkonusu değildir. Meyvenin olgunlaşacağının ortaya çıkmadan önce satışı, cuma günü ezan okunduğu vakit satış gibi. Bu gibi işleri yapanlara "faiz yiyicisi" denilecek olursa, bu tabiri aşmak olur ve bir çeşit benzetmedir. 3- Ribâ ile İlgili Hazret-i Peygamberden Gelen Rivâyetler: Lâfız Müslim'e ait olmak üzere hadis İmâmları Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Altın altına, gümüş gümüşe, buğday buğdaya, arpa arpaya, hurma hurmaya, tuz tuza karşılık olarak, misli misline ve elden ele (satılır). Her kim daha fazla verir yahut daha fazla isterse o faiz almış olur. Bunda alan ile veren arasında da fark yoktur." Müslim, Musâkat 82; Nesâi, Buyû’ 44; Müsned, III, 49-50, 65-66, 97. Ubade b. es-Samit'in rivâyet ettiği hadiste de şöyle denilmektedir: "Eğer bu sınıflar farklı olursa elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız." Ebû Dâvûd da, Ubade b. es-Samit (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Külçe olanı ile olmayanıyla altın altına, külçe olanıyla olmayanıyla gümüş gümüşe, buğday buğdaya karşılıklı olarak (satıldığında) bir müdy'e bir müdy'e karşılıktır. Arpa arpaya bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Hurma hurmaya bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Tuz tuza bir müdy'e bir müdy karşılıktır. Mudy: Şam halkının kullandığı ve onbeş mekkûk olan bir ölçek. Bir mekkûk ise bir buçuk sa'dır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, IV, 310). Bir sa' da 4.2 litre Her kim daha fazlasını verir veya fazlasını isterse faiz almış (veya) vermiş olur. Buna karşılık altının, gümüş daha fazla olmak üzere, gümüş ile elden ele satılmasında da bir mahzur yoktur. Nesie (vadeli) olarak ise olmaz. Buğdayın, arpa daha fazla olmak üzere, buğday karşılığında elden ele satılmasında bir mahzur yoktur. Vadeli olarak satılması ise olmaz." Ebû Dâvûd, Buyû’ 12. Yakın ifadelerle; Müslim, Musâkaat 80, 81; Tirmizî, Buyû’ 23; Nesâî, Buyû’ 43; İbn Mâce, Ticârât 48. İlim adamları bu sünnet gereğince icma ile görüş belirtmişlerdir. Müslüman fukaha topluluğu da bu görüştedirler. Ancak buğday ve arpa ile ilgili Mâlik’in görüşü bir istisna teşkil etmektedir. Mâlik her ikisini tek bir sınıf olarak değerlendirmiştir. Buna göre bunlardan herhangi birisinden iki ölçeği, öbüründen tek bir ölçek ile satmak câiz olmaz. Aynı zamanda bu el-Leys'in, el-Evzaî'nin, Medine ve Şam âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Mâlik bu ikisine Sült'ü (bir çeşit kabuksuz arpa) da ekler. el-Leys der ki: Sült, beyaz darı ve mısır tek bir sınıftır. İbn Vehb de bu görüştedir. Derim ki: Sünnet (bir hususta) sabit olduğu takdirde bununla birlikte söylenecek söz olmaz. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İşte bu sınıflar değişti mi elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız." Ayrıca: "Buğday buğday ile arpa arpa ile.." âyeti de buğdayın hurmadan farklı oluşu gibi bunların da birbirinden ayrı iki tür olduğunun delilidir. Çünkü nitelikleri de farklıdır, isimleri de farklıdır. Şeriat ona itibar etmediği takdirde bittiği yere ve biçildiği yere bakılmaz. Şeriat bunları birbirinden farklı görmüş ve ayırdetmiştir. İşte Şâfiî'nin, Ebû Hanîfe'nin, es-Sevrî'nin ve hadis ashabının da görüşleri budur. 4- Hazret-i Hazret-i Muâviye'nin Faiz ile İlgili Yanlış Kanaati: Hazret-i Hazret-i Muâviye b. Ebî Süfyan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yasak ve haram kılışının sikke halindeki dinar ile sikke halindeki dirhem hakkında olduğunu, külçe halindeki altın gümüşün sikke halinde ve aynı şekilde işlenmişin sikke halinde olan ile değiştirilmesinde yasağın sözkonusu olmadığı görüşünde idi. Onu yalnızca işlenmişler ile ilgili olarak bu kanaatte olduğu da söylenmiştir. Bu durum Müslim'in ve başkalarının rivâyet ettiği Hazret-i Muâviye ile Ubade b. es-Samit arasında cereyan eden olaya kadar devam etmiştir. (Ebû'l-Eş'as) dedi ki: Askerlerin başında Hazret-i Muâviye olduğu halde gazaya çıktık. Pek çok ganimetler ele geçirdik. Aldığımız ganimetler arasında gümüş kap kaçak da vardı. Hazret-i Muâviye birisine bunların askerlere verilecek atiyyeler (maaşlar) için satılmasını emretti. Bu hususta insanlar arasında anlaşmazlık başgösterdi. Durum Ubade b. es-Samit'e ulaşınca kalktı ve dedi ki: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı altının altın ile gümüşün gümüş ile buğdayın buğday ile arpanın arpa ile hurmanın hurma ile tuzun tuz ile eşiti eşitine aynıyla olmadıkça satmayı yasaklarken duydum. Kim fazla verir veya isterse faize düşmüş olur. Bunun üzerine herkes aldığını geri bıraktı. Durum Hazret-i Muâviye'ye ulaşınca bir konuşma yapmak üzere ayağa kalktı ve dedi ki: Bazı kimselere ne oluyor ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan birtakım hadisler naklediyorlar. Halbuki biz de onu görüyor, onunla arkadaşlık ediyorduk ve biz bu hadisleri ondan işitmedik. Bunun üzerine Ubade b. es-Samit kalktı, olayı tekrar anlattı. Sonra dedi ki: Yemin olsun Hazret-i Muâviye hoş görmese dahi -veya ona rağmen- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan işittiğimizi mutlaka anlatacağız. Karanlık bir gecede askerleri arasında onunla birlikte olmamak da hiç umurumda değil. (Hadisin ravilerinden birisi olan) Hammâd (b. Zeyd) bu şekilde veya buna yakın bir şekilde nakletti. Müslim, Müsâkaat 80; Nesâî, Buyû’ 44. İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu olayın Ebû'd-Derdâ ile Hazret-i Muâviye arasında olduğu da rivâyet edilmiştir. Her ikisinin başından Hazret-i Muâviye ile birlikte böyle bir olayın geçmiş olması da muhtemeldir. Fakat Hadîs-i şerîf örfte Ubade'den diye bilinir. Riba bahsinde ilim adamlarının üzerinde durdukları asıl delil de budur. Hazret-i Muâviye'nin bu konudaki uygulamasının câiz olmadığı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Ebû Derda ve Ubade (radıyallahü anhüma)'nın bildiği bir hususun Hazret-i Muâviye tarafından bilinmemesini olmayacak bir iş olarak değerlendirmemişlerdir. Çünkü her ikisi de ashabın fukahasından ve büyüklerinden saygın iki kişidir. Hatta Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'in dahi, kendilerinden daha aşağı mertebedeki kimselerin bildikleri bazı hususları bilmedikleri olmuştur. Hazret-i Muâviye'nin böyle bir durumda olması öncelikle sözkonusudur. Onun kanaatinin de İbn Abbâs'ın kanati gibi olma ihtimali de vardır. İlimde bir derya olduğu halde İbn Abbâs bir dirhemin iki dirhem karşılığında satılmasında bir mahzur olmadığı görüşünde idi. Merhum Kurtubînin kısaca işaret ettiği rivâyet şu manadadır: Ebû Said el-Hudrî, İbn Abbâs ile karşılaştığı bir seferinde ona şöyle sormuş: Sarf ile ilgili olarak insanlara verdiğin fetva, Allah'ın Kitabı'nda bulduğun bir delile mi, yoksa Allah Rasûlü'nden bellediğin bir sünnete mi dayanıyor? İbn Abbâs: İkisine de dayanmıyor. Sizler Allah Rasûlü'nün ashabısınız. Onu benden iyi siz bilirsiniz. Ancak Üsâme b. Zeyd bana, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)i: "Ribâ yalnızca nesîe (vadeli) alışverişte olur" diye buyurduğunu haber vermişti. (Buhâri, Buyû’ 79; Müslim, Müsâkaat 101; Nesâî, Buyû’ 50; İbn Mâce, Ticârât 49). Yani ben de buna dayanarak peşin olarak yapılacak sarf işlemlerindeki fazlalağın faiz olmayacağına hüküm vermiştim, demek istemektedir. Daha sonra İbn Abbâs, bu görüşünden -Ebû Said'in uyarısı ve rivâyeti dolayısıyla- vazgeçmiştir. (Bk. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkar, XIX, 209 vd.) Ebû Said (el-Hudri) bu kanaatten onu vazgeçirinceye kadar böyle devam etti. Hazret-i Muâviye'nin Hazret-i Ubade ile birlikte başlarından geçen bu olay, Hazret-i Ömer'in halifeliği döneminde olmuştur. Kabisa b. Züeyb dedi ki: Ubade, Hazret-i Muâviye'nin bir işini uygun bulmadı, o bakımdan: Senin bulunduğun bir toprakta seninle birlikte ben de kalmam, dedi ve Medine'ye gitti. Hazret-i Ömer ona: Ne diye geldin, diye sorunca ona durumu anlattı. Hazret-i Ömer ona şu cevabı verdi: Geldiğin yere dön. Senin ve senin gibilerinin bulunmadığı bir toprağı Allah kahretsin. Ayrıca Hazret-i Muâviye'ye de: "Senin bunun üzerinde emredicilik yetkin yoktur" diye mektup yazdı. İbn Mâce, Mukaddime 2, hadis no: 18; İbn Abdi’l-Berr, a.g.e., XIX, 214. 5- Faize Dair Hazret-i Ali'den Gelen Rivâyet ve İlim Adamlarının Görüşü: Lâfız Dârakutnî'nin olmak üzere hadis İmâmları Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Dinar dinar ile dirhem dirhem ile (alınıp satılır). Aralarında fazlalık olmaz. Her kimin gümüşe ihtiyacı olursa elden ele olmak şartıyla altın ile onu sarfetsin. Kimin de altına ihtiyacı varsa onu da gümüş ile sarfetsin (alsın)." Dârakutni, III, 25. İlim adamları der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Dinar dinar ile dirhem dirhem ile (alınıp satılır); aralarında fazlalık olmaz" âyeti sikke olarak vurulmuş aslın cinsine bir işarettir. Buna delil ise Hazret-i Peygamber'in: "Gümüş gümüş ile altın altın ile.." hadisidir. Beyaz gümüş ile siyah gümüşün, kırmızı altın ile sarı altının herhangi birisini öteki ile satmak halinde durum ne olursa olsun, ancak misli misline ve eşit olarak satmak câiz olur. Açıkladığımız üzere ilim ehli bunun üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Fikirlerle ilgili olarak Mâlik’ten farklı rivâyet gelmiştir. O eşyanın semeni (değeri) olması açısından bunları da dirhemlere katmıştır. Bir sefer de her beldede semen olmayıp kimi yerlerde semen olduklarından dolayı, bunların da gümüş gibi değerlendirilmesini uygun görmemiştir. 6- Sikke Altın, Gümüşe İhtiyacı Olan ve Elinde Külçe Altın ve Gümüş Bulunan Kimsenin Durumu: Mâlik'in arkadaşlarından birçoğundan rivâyet edilen, kimisinin de bizzat Mâlik'ten rivâyet ettiği tüccarlarla çıkmak durumunda olan kişi ile ilgili yapılan rivâyete itibar olunmaz. Sözkonusu bu tacir yola çıkmak ihtiyacında olmakla birlikte sikke halinde gümüş dirhemlere yahut altın dinarlara ihtiyacı olduğundan dolayı, gümüş ya da altınını alarak darphaneye gider ve oradaki görevlilere: Benim bu gümüşümü yahut altınımı al, bir de el emeği miktarını al, ondan sonra altınım karşılığında sikke olarak vurulmuş dinar veya gümüşüm karşılığında sikke haline getirilmiş dirhem ver. Çünkü benim çıkmaya ihtiyacım var. Beraber yola çıkacağım kimselerin de beni bırakıp gideceklerinden korkuyorum. Rivâyete göre bu, zaruret dolayısıyla caizmiş ve bazı kimseler de bu şekilde uygulama yapmıştır. Bunu İbnu'l-Arabî, el-Kabes adlı eserinde Mâlik'ten tacir' olmayan kimse ile ilgili olarak nakletmektedir. Ve Mâlik'in bu hususta kolaylık sağladığını belirtmektedir. Buna göre yüz dirhem ağırlığındaki gümüşünü beş dirhem ücret ile birlikte yüze karşılık satmış olur ki, bu da katıksız faizdir. Bunun câiz oluşunu kabul edenin şöyle demesi gerekirdi: Şu gümüşü sikke haline getir demeli, buna karşılık da onun ücretini tesbit etmeliydi. Gümüş sikke haline getirildikten sonra o gümüşü ondan alır ve darp ücretini de ona verirdi. Mâlik'in önce yaptığı iş, sonra olması gereken iştir. Mâlik burada malı gözönünde bulundurmuş ve hali hazırdaki durumun hükmünü ona göre vermiştir. Ancak sair fukaha bunu kabul etmezler. İbnu'l-Arabî der ki: Burada delilin Mâlik'in lehine olduğu açıkça ortadadır. Ebû Ömer (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) ise der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Her kim daha fazla verir ve daha fazla isterse o kimse faiz alıp vermiş olur" hadisinde haram kıldığı ribanın kendisi budur. İbn Vehb bu mes'elenin İmâm Mâlik tarafından bu şekilde hükme bağlandığını kabul etmez ve reddeder. el-Ebherî ise bunun ticaret kastıyla ve pazarı kaçırmamak için gösterilen bir müsamaha olarak mütalaa etmiştir. Faiz de zaten ancak maksadı bu olan ve bunu arayan kimse için sözkonusudur. Ancak el-Ebherı (Mâlik'in) zerai'i kesmek (harama giden yolları kapamak) ile ilgili asıl kaidesini ve Mâlik'in: Onu bir daha satın almak niyeti olmaksızın vadeli olarak bir kumaş sattıktan sonra çarşıda aynı kumaşın satıldığını gören kimsenin, o satan kişiden o kumaşı daha önce sattığı fiyattan aşağısına alması câiz değildir. İsterse böyle bir kastı olmamış ve bunu aramamış olsun, şeklindeki hükmünü de unutmuş gibidir. Bu konuda onun benzer kanaatleri pek çoktur. Şayet faiz ancak faiz almak kastı güdenler için sözkonusu olsaydı, sadece fakihler için haram kılınırdı. Halbuki Hazret-i Ömer şöyle demektedir: Bizim pazarımızda fakih olandan başkası ticaret yapmasın. Aksi takdirde faiz yer. İşte bu, kendisine insaf ihsan olunmuş ve doğru yol ilhamı verilmiş kimselere açıkça ortada olan bir durumdur. İbn Abdi'l-Berr, et-Temhtd, II, 246 vd. Derim ki: Fazlalığı yasaklamak hususunda Mâlik (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) oldukça aşırıya gitmiştir. O kadar ki o vehmî olan şeyi dahi tıpkı tahakkuk etmiş gibi değerlendirir. O bakımdan bir dinar ve bir dirhemin yine bir dinar ve bir dirheme karşılık satılmasını kabul etmez. Bundan maksat ise harama giden yolu kapatmak aseddü'z-zerâib ve vehmî olan şeyleri ortadan kaldırmaktır. Çünkü eğer (taraflar) bir fazlalık vehminde olmamış olsalardı, bunları değiştirmezlerdi. Bunun yasak kabul edilmesine, dağıtım esnasında mümaseletin sağlanmasının imkansız oluşu illet olarak gösterilmiştir. Çünkü böyle bir halde altın ve gümüşün bir arada altın mukabili satılmasını da gerektirir. Ancak bundan da daha açık gerekçe ise aradaki manevi bir fazlalık dolayısıyla bunu kabul etmemektir. . Şöyle ki; kaliteli altından bir dinar ve daha düşük kaliteli altından bir dinarın, kaliteli altın karşılığında kalitesizi yok sayarak, satılmasını kabul etmez. Bu ise onun konuyu inceden inceye tetkik etmesinden dolayıdır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. O bakımdan bu, sözü geçen rivâyetin ondan nakledilmesinin münker olduğunu, sahih olmadığını göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 7- Sikke ve Külçe Mübadelesinde Fark: el-Hattabî der ki: Külçe (tibr) sikke haline gelmeden önce ve dirhem ve dinar olarak basılan altın ve gümüş parçalarıdır. Bunun tekili "tibreh" şeklinde'gelir. Ayn ise sikke haline gelmiş dinarlar ve dirhemlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de, ayn olan bir miskal altının sikke, halinde vurulmamış külçe olan bir miskal ve biraz fazlası altın ile satılmasını haram kılmıştır. Aynı şekilde sikke olarak darbedilmiş gümüş ile darbedilmemiş gümüş arasındaki farkı da haram kılmıştır. İşte bu onun: "Bunların tibri (külçesi) de "ayn"ı (darbedilmişi) da aynıdır" Ebû Dâvûd, Buyû’ 12; Nesâî, Buyû’ 44. âyetinin anlamı budur. 8- Az veya Çok Yiyeceklerde Faiz: Hurmanın hurma ile ancak misli misline olması halinde câiz olacağı hususunda ilim adamları icma etmişlerdir. Ancak tek bir hurmanın iki tane hurma ile tek bir buğday tanesinin iki tane buğday tanesiyle satılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şâfiî, Ahmed, İshak ve Sevrî bunu kabul etmezler. Aynı zamanda Mâlik'in görüşlerine göre kıyas yapılırsa hüküm yine budur. Sahih olanı da budur. Çünkü çoğunda fazlalık dolayısıyla faizin cereyan ettiği birşeyin azı da kıyas gereği ve mantık gereği onun kapsamına girer. Bunu câiz kabul edenler ise, bir ve iki hurmayı telef eden bir kimsenin onların kıymetini ödemesi icab etmeyeceğini delil gösterirler. Derler ki: Çünkü bu şekilde bir ve iki tane mekîl (kile ile ölçülen) de değildir, mevzun (ağırlık ile tartılan) da değildir. O'bakımdan bu kadarında bir fazlalık caizdir. 9- Faiz ile İlgili Meselelerin Çokluğu ve Faizin İlleti: Allah'ın rahmeti üzerine olasıca şunu bil ki; bu konunun meseleleri pek çok, dalı budağı oldukça yaygındır. Bu çokluk ve yaygınlığı, senin için birbirine bağlayacak olan husus, ilim adamlarından her birisinin faizin illeti ile ilgili olarak neyi muteber kabul ettiğine bakmaktır. Ebû Hanîfe der ki: Faizin illeti, cins itibariyle mekil (kile ile ölçülen) veya mevzun (tartılan) birşey olmasıdır. Buna göre tartılan yahut ölçülen herşey, ona göre aynı cinstendir. Eğer bunun bir kısmı diğer bir kısmı mukabilinde fazlalıklı ya da vadeli olarak satılırsa bu câiz olmaz. O bakımdan Ebû Hanîfe toprağın toprak mukabili fazalıklı olarak satışını kabul etmez. Çünkü toprak kile ile ölçülen birşeydir. Buna karşılık bir ekmeğin iki ekmeğe karşılık olarak satılmasını câiz kabul etmiştir. Çünkü ona göre; asıl illet kabul ettiği keylin kapsamına girmemektedir. Dolayısıyla ekmek faizin sözkonusu olduğu cinsin dışına çıkmış, başka bir cins olmuş olur. Şâfiî de der ki: Faizin illeti cins olarak yenilecek şey olmasıdır. Bu onun cedid (yeni) görüşüdür. Ona göre ekmeğin un karşılığında, ekmeğin ekmek karşılığırida biri ötekinden fazla olarak da vadeli olarak da satılması câiz değildir. Bu ekmek ister mayalanmış olsun, ister mayasız olsun farketmez. Yine ona göre bir yumurtanın iki yumurta karşılığında, bir narın iki nar karşılığında bir kavunun iki kavun karşığında elden ele satılması da câiz değildir, vadeli olarak satılması da câiz değildir. Çünkü bunların hepsi yenen şeylerdir. Kadim görüşünde ise (Ebû Hanîfe gibi) mekil veya mevzun olmasını illet kabul etmektedir. Bizim Mâlikî mezhebine mensup âlimlerimizin bu konudaki ibareleri ise farklı farklıdır. Bu husustaki en güzel ve yerindeki ifade; çoğunlukla besleyici bir gıda olan, mÂişet için saklanabilen ve aynı cinsten oldukları nasta zikredilmiş buğday, arpa, hurma ve tuz ile bunlar hükmünde olan pirinç, beyaz darı, mısır ve susam gibi gıdalar ile börülce, mercimek, fasulye, nohut gibi yazdan kurutulup kışa saklanan şeyler etler, sütler, sirkeler, sıvı yağlar; ayrıca üzüm, kuruüzüm, zeytin gibi meyveler de -ancak incir hakkında farklı görüşler vardır-. Ek olarak bal ve şeker de dahil olmak üzere, bunlar, nesâ ile (vadeli olarak) satıldıkları takdirde faiz kapsamına girerler. Ancak fazlalık bunlarda caizdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bu sınıflar farklı oldukları takdirde elden ele olması şartıyla istediğiniz gibi satınız." Müslim, Müsakat 81; Ebû Dâvûd, Büyu’ 12. Elma, kavun, nar, armut, acur, salatalık, patlıcan ve buna benzer kalıcılığı olmayan meyveler ve sair sebzelerde faiz olmaz. Mâlik der ki: Fazlalıklı olarak yumurtanın yumurta karşılığı satılması câiz değildir. Çünkü yumurta saklanan şeylerdendir. Ona göre bunların misli misline satılması caizdir. Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem ise der ki: Bir yumurtanın iki yumurta ve daha fazlası karşılığında satılması caizdir. Çünkü yumurta saklanmayan şeylerdendir. Aynı zamanda bu el-Evzaî'nin de görüşüdür. 10- Ribâ Lâfzı ile İlgili Nahivcilerin Görüşleri: Nahivciler "ribâ" lâfzı hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Basralılar bu kelimenin (son harfinin) "vav"lı kelimelerden olduğunu söylerler. Çünkü bunun tesniyesi diye söylenir. Bu görüş Sîbeveyh'e aittir. Kûfeliler ise şöyle derler: Bu kelime "ya" harfiyle yazılır, tesniyesi de "ya" ile gelir. Buna sebep ise başındaki esredir. ez-Zeccâc der ki: Ben bundan daha çirkin ve daha kötü bir hata görmedim. Bunlar yazılışta hata etmekle yetinmiyorlar mı ki kalkıp bir de bunu tesniye ederken hata ediyorlar? Halbuki: "Artış göstersin diye ribâ türünden insanlara verdiğiniz..." (er-Rum, 30/39) âyetini da: şeklinde okumaktadırlar. Muhammed b. Yezid dedi ki: Mushafta "er-ribâ" kelimesi "vav" ile yazılarak onunla 'ez-zinâ' kelimesinin birbirinden ayrılması sağlanmak istenmiştir. Zaten "er-ribâ" kelimesinin "vav" ile yazılması ötekinden daha uygundur. Çünkü bu kelimeden gelmektedir. 11- Faizciler Kabirlerinden Çarpılmış Gibi Kalkacaklardır. Yüce Allah'ın: "Kabirlerinden ancak kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar" âyeti; daha önce geçen "ribâ yiyenler..." mübtedâsının haberidir. Bunun anlamı ise "kabirlerinden... kalkarlar" şeklindedir. Bunu İbn Abbâs, Mücâhid, İbn Cübeyr, Katâde, er-Rabi', ed-Dahhak, es-Süddî ve İbn Zübeyr söylemiştir. Bazıları da şöyle demektedir: Onunla birlikte onu boğmakla görevli bir şeytan var eder. Bütün müfessirler hep birlikte şunu söylerler: Faiz yiyen kimse Mahşer halkının önünde bir ceza olmak ve Allah'ın gazabı üzerinde görülsün diye deli gibi diriltilecektir. İcma ile kabul edilmiş bu açıklamayı ise İbn Mes'ûd'un: Onlar kıyâmet gününde ancak .... kalkarlar" şeklindeki kıraatidir. İbn Atiyye der ki: Âyet-i kerimenin lâfızları, hırs ve tamahkârlık ile dünyevî ticarete kalkışan kimsenin durumunu delinin kalkışına benzetme ihtimalini de taşımaktadır. Çünkü onun bu tamahkârlık ve duyduğu şiddetli arzu dolayısıyla aklı başından gider; azaları çarpık bir hal alır. Bu ise çabucak yürürken ya korku veya başka sebepten dolayı davranışları bozulan bir kimse hakkında: Bu kişi delirmiştir, demeye benzer. el-A'şâ şu beyitinde devesinin sür'atlicg yürüyüşünü deliliğe benzetmektedir: "Gece boyunca aşırı yürümesinden dolayı âdeta Cinler çarptığından dolayı deliye dönmüş olur." Bir diğeri de şöyle demiştir: "Yemin olsun ki ben Esma'ya olan sevgiden dolayı deli gibiyim." Fakat İbn Mes'ûd'un kıraati ile müfesirlerin birbirini destekleyen görüşleri böyle bir açıklamayı zayıf düşürmektedir. Sar'aya düşürdüğü" kelimesiden gelmektedir. Onu mülk edindi ve köleleştirdi, demeye benzer. Yüce Allah bunu faiz yiyenlerin alameti kılmıştır. Çünkü faizi karınlarında artırmış ve bu kendilerine bir ağırlık vermiş olacaktır. Kabirlerinden çıkacakları vakit kalkıp düşeceklerdir. Şöyle de denilmektedir: Faiz yiyenler Kıyâmet günü hamileler gibi karınları şişkin bir şekilde diriltilecekler. Ayağa kalktıkları her seferinde onlar yere düşecek, insanlar da üzerlerinden yürüyüp gidecektir. Kimi ilim adamı şöyle demektedir: Bu, Kıyâmet gününde kendisi vasıtasıyla tanınacakları bir alametleri olacaktır. Daha sonra da bunun ardından azap gelecektir. Nitekim ganimetten hırsızlık yapan kimse de Kıyâmet günü kendisiyle teşhir edileceği bir alamet ile gelecek, daha sonra da ona azap edilecektir. Yüce Allah'ın: "Yiyenler" âyetinden kasıt, faiz kazancı elde edenler ve faiz alıp verenlerdir. Özellikle "yemek"ten sözedilmesi insanın maldan gözettiği en güçlü maksadın o oluşundandır. Ayrıca bu doymak bilmez tamahkârlığın ve aşırı hırsın da delilidir. Aç gözlü adam; Açgözlülük demektir. Aç gözlü kimseler, anlamındadır. Bu açıklamayı (İbn Fâris) el-Mücmel'de yapmıştır. İşte bundan dolayı kazanca bağlı olan bu kısım, kazancın tümünün yerine oturtulmuş ve öylece kullanılmıştır. Buna göre giymek, mesken için harcamak, saklamak, çoluk çocuğa harcamak masraflarını karşılamak (ve benzeri sair harcamalar) da: "Ribâ yiyenler..." tabirinin kapsamı içerisindedir. Bu âyet-i kerimede cinler tarafından sar'aya düşürülmeyi kabul etmeyen, bunun karakterlerin (tabiatların) etkisi ile ortaya çıktığını iddia eden, şeytanın insan içerisinde yol alabileceğini ve şeytanın insanı çarpmayacağını söyleyenlerin görüşlerinin tutarsızlığına bir delildir. Bu kitabın bundan önceki bölümlerinde bunların görüşlerini reddetmiş bulunuyoruz. Bk. el-Bakara, 2/102. âyet 7. başlık vd. Nesâî, Ebû'l-Yesar'den rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) duasında şöyle buyururdu: "Allah'ım, yüksekten düşmekten, göçük altında kalmaktan, suda boğulmaktan, yangından Sana sığınırım. Ölüm esnasında şeytanın beni çarpmasından Sana sığınırım. Senin yolunda geri kaçarken ölmekten Sana sığınırım ve zehirli bir hayvan tarafından sokularak ölmekten Sana sığınırım." Nesâî, İstiâze 60; Ebû Dâvûd, Vitr 32; Müsned, II, 356(da Ebû Hüreyre'den), III, 427 (de: Ebû'l-Yeser'den). Yine Muhammed b. el-Müsennâ yoluyla gelen bir hadiste şöyle rivâyet edilmektedir: (Muhammed dedi ki): Bize Ebû Dâvûd anlattı, bize Hemmam Katâde'den anlattı. Katâde, Enes'ten o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Allah'ım, delirmekten, cüzzamdan, alaca hastalığı ve kötü hastalıklardan Sana sığınırım." Ebû Dâvûd, Vitr 32; Nesâî, İstiâze 36; Müsned, III, 192. Âyet-i kerimede geçen çarpmak (el-mess): Delilik demektir. Deliren bir kimse hakkında köklerinden kelimeler kullanılır. Delirmiş birisine de denilir. İşte delirme, ahirette faiz yemenin alametidir. İsranın anlatıldığı Hadîs-i şerîfte de şöyle denilmektedir: "... Cebrâîl beni alıp götürdü. Her birisinin karnı kocaman ev gibi olan pek çok kimsenin yanından geçtim. Bunlar Fir'avun hanedanının (azâb için) gidip geldikleri yola koyulmuşlardı. Fir'avun hanedanı ise sabah akşam ateşe arz ediliyordu. Geriye ise susuzluktan dolayı çokça su içen, içtikçe kanmayan bundan dolayı da karnı şişkin develer gibi dönerler. Taşlar, ağaçlar arasında hiçbir şey işitmeksizin, akletmeksizin, gelişigüzel yürürler. İşte bu karınları büyük olan kimseler onların farkına vardıklarında ayağa kalkarlar, ancak karınları dengelerini bozar ve yere yıkılırlar. Daha sonra onlardan herhangi bir kimse kalkmak istedi mi yine karnı onun dengesini bozar ve yere yıkılır. Bir türlü yerlerinden kalkıp ayrılamazlar. Nihayet Fir'avun hanedanı üzerlerine gelir. Gidip gelirken onları ayakları altında çiğnerler. İşte dünya ve ahiret arasında berzahtaki azapları budur. Fir'avun hanedanı ise Allah'ım, ebediyyen kıyâmeti kopartma! derler. Çünkü yüce Allah: "Kıyâmetin kopacağı gün de: «Fir'avun hanedanını azâbın en şiddetlisine sokun» derler" (el-Mü’min, 40/46) diye buyurmaktadır. Dedim ki: Ey Cebrâîl bunlar kimler oluyor? O bana: Bunlar fâiz yiyen kimselerdir. Bunlar kabirlerinden kendilerine çarpmaktan dolayı şeytanın sar'aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar." Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, V, 196 Çarpmak (el-mess): Delilik demektir, el-evlak, el-uls ve er-raved de aynı anlamdadır. 13- Bu Azaba Uğramalarının Sebebi: Yüce Allah'ın: "Bu onların: «Alışveriş de ancak ribâ gibidir» demelerindendir" âyetinin ihtiva ettiği anlam, bütün müfessirlere göre kâfirler hakkındadır. İşte bunlara: "(Kim de) vazgeçerse geçen onundur" denilmiştir. Bu ise günahkâr (asi) bir mü’mine söylenecek bir söz değildir. Aksine onun yaptığı bir alışveriş -bilmeyen bir kimse olsa bile- nakzedilir yahut da bu iş reddedilir. Bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim bizim bu işimize uygun olmayan bir iş yaparsa o reddolunur" Buhârî, Buyû’ 60; Müslim, Akdiye 18; Ebû Dâvûd, Sünne 5 diye buyurmaktadır. Fakat fâiz alarak isyan eden kimselerin, bu âyet-i kerimedeki tehditten bir parça pay almaları da mümkündür. Yüce Allah'ın: "Alışveriş de ancak ribâ gibidir" (dediklerini aktaran) âyetinin anlamı şudur: Yani vade geldiği sırada vade sonunda istenen fazlalık akdin başında alınan asıl para gibidir. Şöyle ki; Araplar bundan başka bir ribâ (fâiz) bilmiyordu. O bakımdan herhangi birisinin alacağının vadesi geldi mi borçlusuna: Ya borcunu öde veya fâiz ver, yani borcun miktarını artır, derlerdi. Şanı yüce Allah, bunu haram kıldı ve onların bu şekildeki iddialarını kendi hak sözü olan: "Halbuki Allah alışverişi helâl ribâyı haram kılmıştır" âyeti ile reddetmekte ve vade geldiği takdirde eğer borçlunun borcunu ödeyecek imkânı yok ise kolaylıkla ödeyebileceği bir süreye kadar mühlet verileceğini açıklamaktadır. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Arefe günü: "Şunu bilin ki; her türlü ribâ (fâiz) kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk fâiz ise bizim faizimiz olan Abbas b. Abdulmuttalib'in faizidir. Şüphesiz ki o bütünüyle kaldırılmıştır" Müslim, Hacc 147; Ebû Dâvûd, Menâsik 56; Tirmizî, Tefsir 9- sûre 2; İbn Mâce, Menâsik 84; Dârimî, Menâsik 34; Müsned, V, 73. sözleri ile neshetiği fâiz işte budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), amcası, insanlar arasında en yakını olanının alacağı olan faizi kaldırmakla işe başladı. İşte bu İmâmın (devlet başkanının) adil uygulamasının bir gereği idi. İmâm adaleti önce kendisine ve en yakınlarına uygular ve ondan sonra adalet insanlar arasında yaygınlık kazanır. 15- Alışveriş Helâl, Fâiz Haramdır: Yüce Allah'ın: "Halbuki Allah alışverişi helâl ribâyı haram kılmıştır" âyeti Kur'ân-ı Kerîm'in genel hükümlerindendir. (Alışveriş anlamına gelen) el-bey' kelimesinin başına gelen elif ve lâm, ahd için değil cins içindir. Çünkü daha önceden kendisine raci olacak herhangi bir bey'den söz edilmedi. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Asra yemin olsun. Muhakkak insan ziyandadır." Daha sonra da: "Îman edenler ve salih amel işleyenler müstesna..." (el-Asr, 103/1-3) diye istisnada bulunmuştur. "Alışveriş"in genel olduğu sabit olduğuna göre; bu sözünü ettiğimiz ribâ (fâiz) ile bunun dışında kalan, yasaklanan ve akid konusu edilmesi kabul edilmeyen sair alışverişler ile tahsis edilmiştir. Şarap, leş, devenin karnındaki yavrunun ve onun da doğuracağı yavru üzerine akid ve buna benzer sünnette sabit olan ümmetin de yasakladığı üzerinde icma ettiği diğer hususlar gibi. Bu âyete benzer bir diğer âyet ise: "... Artık müşrikleri öldürünüz" (et-Tevbe, 9/5) âyeti ile geneli kapsaması gereken ve daha sonra tahsisin sözkonusu olduğu sair zahir âyetler da böyledir. Fukaha'nın çoğunluğunun kabul ettiği görüş budur. Kimisi de şöyle demektedir: Bu âyet, helâl ve haram kılınan alışverişler ile tefsir edilen Kur'ân-ı Kerîm'in mücmel âyetindendır. Dolayısıyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetinden bir beyan edicinin birlikte bulunmaksızın alışverişin helâl veya haram kılınışına dair (bu âyetin) kullanılmasına imkân yoktur. İsterse bu âyet etraflı bir açıklama sözkonusu olmaksızın genel olarak bütün alışverişlerin mubah olduğuna delalet etsin. İşte umum ile mücmel arasındaki fark budur. Umum ifade eden âyet, genelde de özelde de -herhangi bir delil ile tahsis olunmadığı sürece- alışverişlerin mubah olduğuna delalet eder. Mücmel olan âyet ise onunla birlikte herhangi bir beyan olmadıkça özel hususlarda (alışverişin) mubah olduğuna delalet etmez. Ancak birinci görüş (yani bu âyetin umum ifade ettiği görüşü) daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sözlükte bey' (alışveriş); bunu buna karşılık sattı abâ'abdan masdardır. Yani bir bedel verdi, onun karşılığında da bedeli ödenen şeyi aldı demektir. Bu ise malın sahibi veya onun durumunda bulunan bir satıcı abâi'b, satılan şeyin bedelini ödeyen (mubtâ') ve satın alınan şey (mebî') bulunmalıdır ki, bu da karşılığında bedel ödenen şeydir. Buna göre bey'in (alışverişin) rükünleri dört tanedir: Bâi' (satıcı), mubtâ' (satın alan), semen (bedel) ve müsemmen abedeli ödenen malb. Diğer taraftan Araplarda karşılıklı ivazlaşma, bu ivazın kendisine izafe edildiği şeyin değişmesine göre değişiklik arzeder. Eğer ivazlardan birisi bir malın karşılığında verilmiş ise buna bey' (alışveriş) denilir. Şayet birşeyin menfaati karşılığında olursa ve eğer bu menfaat cinsi bir menfaat ise buna nikâh ismi verilir. Başka türlü bir menfaat ise buna icare ismi verilir. Şayet aynın ayn ile değiştirilmesi (yani nakdin satışı) sözkonusu olursa buna sarf ismi verilir. Eğer mal daha sonra alınacak ise bu selem alışverişidir. Buna dair açıklamalar da deyn âyetinde (el-Bakara, 2/282. âyet 3. başlık ve devamında) gelecektir. Sarfa dair hüküm önceden geçmiştir. İcarenin hükmü Kasas Sûresi'nde (28/21. âyette), nikâhta mehrin hükmü ise Nisa Sûresi'nde (4/4, 20, 21. âyetlerde) her birisi yüce Allah'ın izniyle yerli yerinde gelecektir. 17- Fıkhı (Hukukî) Açıdan Bey' (Alışveriş) Bey' müstakbel (gelecek zaman) yani geniş zamanı da ihtiva eden muzari fiildir. Mazi (dili geçmiş) lâfızlarla yapılan, kabul ve icabtır. Kullanılan mazi lâfız hakikaten, müstakbel lâfız da kinaye yoluyla alışveriş hakkında kullanılır. Bey' hem sarih hem mülkiyetin el değiştirmesi manası anlaşılan kinaye sözlerle olur. Sana bu malı on liraya sattım, demesi ile ötekinin ben de satın aldım, demesi yahut da müşterinin satın aldım, deyip satıcının ben de onu sana sattım demesi yahut satıcının ben sana on liraya satarım, demesi müşterinin buna karşılık ben de satın alırım yahut satın aldım demesi arasında bir fark yoktur. Aynı şekilde bunu on liraya satarım yahut on lira karşılığında bunu sana verdim. Bu senin olsun ya da sana mübarek olsun ya da bunu sana teslim ettim, deyip her ikisinin de bey'i kastetmesi halinde; bütün bunlar lazım (bağlayıcı) birer bey'dir. Şayet satıcı on liraya sana sattım, deyip müşteri kabul etmeden önce vazgeçerse (Mâlik) dedi ki: Müşterinin kabul ettiğini yahut reddettiğini işitmedikçe sözünden geri dönmek hakkı yoktur. Çünkü o böyle bir işi kendiliğinden yapmış ve kendisi hakkında bunu vacip kılmış ve müşteriye böyle bir sözü söylemiş bulunmaktadır. Çünkü akid henüz onun aleyhine tamamlanmış bulunmamaktadır. Şayet satıcı; ben oyun olsun diye söyledim, diyecek olsa ondan (Mâlik'ten) bu konuda farklı rivâyet gelmiştir. Bir seferinde satış onun için bağlayıcı olur demiş, bir seferinde de onun sözüne bakılmaz demiştir. Bir diğer sefer de sattığı malın kıymetine bakılır. Şayet öngörülen bedel malın kıymetine yakın ise satış bağlayıcıdır. Şayet arada bir fark var ise -bir dirhem karşılığında köle, bir dinar karşılığında ev satmak halinde olduğu gibi- onu bu özüyle satmayı kastetmediği, bu konuda gerçekten laf olsun diye söylediği ve şaka yaptığı anlaşılır ve böylelikle bu akid, onun için bağlayıcı olmaz. 18- Ribâ'nın Haram Oluşu ve Kapsamı: Yüce Allah'ın: "Ribâ’yı haram kılmıştır" âyetinde yer alan "er-Ribâ" kelimesinin başındaki "elif" ve "lâm" harfleri ahid içindir. Bu da önceden de açıkladığımız gibi Arapların uyguladıkları faizdir. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın haram kıldığı ve yasakladığı faizin kapsamına giren ve onun hükmünde olup yasak kılınmış olan diğer türleri de onun kapsamına girmektedir. 19- Ribâ Akdinin Hükmü: Ribâ akdi hiçbir şekilde câiz olmayan ve feshedilen bir akiddir. Çünkü -lâfız Müslim'e ait olmak üzere- hadis İmâmlan Ebû Said el-Hudri arab'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Bilal (radıyallahü anh) berni (bir çeşit kaliteli güzel hurma) hurması getirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bunu nereden buldun?" diye sorunca Hazret-i Bilal: Yanımızda kalitesiz bir hurma vardı. O kalitesiz hurmadan iki sa'ı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yesin diye bir sa' karşılığında sattım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Eyvah, bu ribânın kendisidir. Böyle birşey yapma." Bu hurmayı satın almak istersen sendekini bir başka şekilde sat, sonra o bedel ile (öbür hurmadan) satın al!" Bir diğer rivâyette de şöyle denilmektedir: "Fâiz işte budur, bunu geri çeviriniz, sonra bizim hurmayı satınız ve bizim için bundan (onun parasıyla) satın alınız." Kurtubî'nin de işaret ettiği gibi bu hadisin değişik rivâyetleriyle kaydedildiği bazı yerler: Buhârî, Vekâlet 11; Müslim, Musâkaat 96-98, 100; Nesâî, Buyû’ 41; Dârimî, Buyû' ", 40; Müsned, II, 21, III, 10, 45, 62, 67. İlim adamlarımız der ki: "Eyvah, bu ribânın kendisidir" yani bizzat haram kılınan ribâ budur. Buna benzeyen değil, demektir. Hazret-i Peygamber'in: "Onu geri veriniz" âyeti, ribâ akdinin feshedilmesinin vacip olduğuna ve herhangi bir şekilde bu akdin sahih olamayacağına delildir. Cumhûrun görüşü -Ebû Hanîfe'ye hilâfen- böyledir. Çünkü Ebû Hanîfe şöyle demektedir: Ribâ satışı satış olması bakımından aslî itibariyle caizdir. Ancak ribâ olması açısından niteliği dolayısıyla men edilmiştir. O bakımdan ribâ kalkar ve satış sahih olur. Ancak durum belirtildiği gibi olsaydı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir akdi destekler ve sadece ona bir sa'dan fazla olan miktarını geri vermeyi emredip bir sa' karşılığında olanındaki alışverişi sahih kabul ederdi. 20- Feshedilen Akidlerin Sonuçları: Apaçık bir haram olup feshedilen herbir satışta satın alanın aldığı malı aynen geri ödeme yükümlülüğü vardır. Eğer o mal elinde iken telef olup kıymeti olan şeylerden ise kıymetini geri verir. Akar, ticaret malları ve hayvan gibi. Eğer yiyecek veya mal olup da tartılan veya ölçülen şeylerden olup, misli bulunan şeylerden ise onun mislini geri verir. Mâlik der ki: İster ortadan kalksın ister kalkmasın apaçık haram olan şey geri çevrilir. Şayet insanların hoş görmediği (mekruh) şeylerden ise telef olması hali dışında geri verilir. Şayet telef olursa o vakit terkedilir. 21- Öğütten Sonra Vazgeçenler ve Seddu'z-Zerâi tikesi: Yüce Allah'ın: "Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse..." âyeti ile ilgili olarak, Cafer b. Muhammed es-Sadık (Allah ikisine de rahmet buyursun) şöyle demektedir: Allah insanlar birbirlerine ödünç versinler diye faizi haram kılmıştır. İbn Mes'ûd'dan da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "İki defa ödünç vermek bir defa sadaka vermeye denktir." Aynı zamanda ancak nisbeten farklı lâfızlarla: Beyhakî, Sünen, V, 578, 579; el-Âzizî, es-Sirâcu'l-Munlr Şerhu'l-Câmi’u's-Sağîr, III, 57. Bu hadisi el-Bezzâr rivâyet etmiştir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bazıları da şöyle demiştir: Yüce Allah'ın faizi haram kılmasının sebebi, malları telef eden insanları da helâk eden bir yol olmasından dolayıdır. Yüce Allah'ın de" âyetinde te'nis alametinin düşüş sebebi Öğüt" âyetindeki te'nisin hakiki olmayışından dolayıdır. Burada (müzekker olarak) "öğüt" anlamındadır. el-Hasen ise te'nis alametini belirterek Her kime., gelir de" diye okumuştur. Bu âyet-i kerimeyi Hazret-i Âişe Zeyd b. Erkam'ın yaptığı iş haber verilince okumuştur. Dârakutnî Enfâ' kızı el-Âl-iye'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben ve Umm Muhibbe Mekke'ye gittik. Âişe (radıyallahü anha)'nın huzuruna girdik, ona selam verdik. Bize: Sizler kimlerdensiniz? dedi. Biz: Kûfelilerdeniz, deyince bizden yüzçevirir gibi oldu. Ancak Um Muhibbe ona şöyle dedi: Ey mü’minlerin annesi benim bir cariyem vardı, onu Ensar'dan Zeyd b. Erkam'a sekizyüz dirhem karşılığında maaşı verileceği zamana kadar vadeli olarak sattım. Daha sonra o cariyeyi satmak istedi, ben de ondan otuz dirhem peşine aldım. (el-Aliye) dedi ki: Bize döndü, şöyle dedi: Satışın da çok kötü, satın alman da çok kötü. Zeyd'e şunu haber ver: O Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile yaptığı cihadını -tevbe etmesi müstesna- boşa çıkarmıştır. Bu sefer Umm Muhibbe ona: Peki sermayemden başka (altıyüz dirhemden başka) ondan birşey almayacak olursam görüşün ne olur? Bu sefer Hazret-i Âişe: "Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur" âyetini okudu. Dârakutnî, III, 52. Burada sözü geçen el-Âl-iye Kûfeli Ebû İshak el-Hemdanî es-Sebîî'in hanımı Yûnus b. Ebi İshak'ın annesidir. Bu hadisi Mâlik, İbn Vehb rivâyetinde "Buyû'u’l-Âcâl (Vadeli Satışlar)" bahsinde rivâyet etmiştir. Bu vadeli satışlardan, haram olana düşme sonucunu verenleri yasaklanır. Zahiren câiz bir alışveriş olsa bile. Bu asıl kaide hususunda fukahânın Cumhûru Mâlik'e muhalefet eder ve şöyle derler: Hükümlerin esası zahirdir, zanlar değildir. Ancak bizim delilimiz ise Seddü'z-Zerâî' ilkesini kabul etmektir. Bu hüküm kabul edilirse mesele yoktur, aksi takdirde biz bunun doğru ve sahih olduğuna delil getiririz. Buna dair açıklamalar daha önceden de geçmiştir. Ayrıca bu hadis açık bir nastır. Hazret-i Âişe: "Zeyd'e şunu bildir. O tevbe etmesi hali dışında cihadını boşa çıkarmıştır" sözünü ancak Hazret-i Peygamber'den duyduğu bir söze istinaden söylemiş olabilir. Çünkü böyle bir hüküm şahsi görüşe dayanılarak verilemez. Amellerin boşa çıkartılmasını -önceden de geçtiği gibi- ancak vahiy yoluyla bilmek mümkün olur. Müslim'in Sahih'inde en-Numan b. Bişîr'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Helâl apaçıktır, haram apaçıktır. İkisi arasında şüpheli bazı işler vardır. İnsanların pek çoğu onları bilmez. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa dini ve ırzı lehine zimmetini ibra etmiş olur. Her kim şüpheli şeylere düşerse harama düşer. Tıpkı yasak bölge etrafında sürüsünü otlatan çobanın o yasak bölgeye düşme ihtimalinin yüksek olduğu gibi. Şunu bilin ki; her bir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır. Şunu bilin ki Allah'ın yasak bölgesi ise, onun haram kıldığı şeylerdir." Buhârî, Îman 39, Buyû’ 2; Müslim, Müsakaat 107; Ebû Dâvûd, Buyû’ 3; Tirmizî, Buyû’ 1; Nesâî, Buyû’ 2, Eşribe 50; İbn Mâce, Fiten 14; Dârimî, Buyû’ 1; Müsned, IV, 269, 270. Bu hadisin delil olma yönü şudur: Haramlara düşme korkusuyla şüpheli şeyleri yapmaya kalkışmayı yasak kılmıştır. Bu da seddü'z-zerâî (yolun kapatılması)dır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Kişinin anne babasına sövmesi büyük günahlardandır." Ashab: Kişi anne babasına nasıl söver? deyince Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Kişi başkasının babasına söver, o da döner sövenin babasına söver. Annesine söver, o da döner sövenin annesine söver." Müslim, Îman 146; Tirmizî, Birr 4; Müsned, II, 164. Böylelikle Hazret-i Peygamber, babaya sövülmesi ile karşı karşıya kalmayı tıpkı kendi öz babasına sövmesi gibi değerlendirmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yahudileri kendilerine yenilmesi yasak kılınan şeylerin parasını yedikleri için lanetlemiştir. Hazret-i Peygamber, Mekke Fethi sırasında Mekke'de; "Allah ve Rasûlü'nün şarap, leş, domuz ve putların satışını haram kılmıştır" diye buyuranca, birisinin, leşin iç yağından faydalanmanın hükmünü sorması üzerine, Hazret-i Peygamber: "Hayır, onlar da haramdır" dedikten sonra şöyle buyurdu: "Allah yahudileri kahretsin! Onlara hayvanların iç yağlarını haram kılınca, onlar bu yağları erittiler, sonra da satıp parasını yediler." Buhârî, Buyû’ 112; Müslim, Mûsakaat 71; Ebû Dâvûd, Buyû’ 64; Tirmizî, Buyû’ 61; İbn Mâce, Ticârât 11. Kurtubî merhum bu hadise işaret etmektedir. Hazret-i Ebû Bekir de (zekâta dair) yazdığı mektubunda şöyle demektedir: Zekat (verecek kişi, vereceği zekât miktarı artar) korkusuyla dağınık olan sürüyü bir araya getirmez ve toplu olanı da dağıtmaz. Hazret-i Ebû Bekir'in mektubunda, ancak Resûlüllah'ın tespit ettiği belirtilerek: Buhârî, Zekât 34, Hiyel 3; Müsned, I, 12; Hazret-i Peygamber'in yazıp görevliye verdiği mektubundaki ibare olduğu belirtilerek: Ebû Dâvûd, Zekât 5, hd. no: 1579, 1580; Tirmizî, Zekât 4; Nesâî, Zekât 5, 10, 12; İbn Mâce, Zekât 11, 13; Dârimî, Zekât 8; Müsned, II, 15, IV, 315; Hazret-i Ömer'in mektubundaki ibare olarak: Muvatta’', Zekât 23. İbn Abbâs aralarında (az da olsa) bir fazlalık taşıyan dirhemlerin dirhemlerle takas edilmesini yasaklamıştır. İlim adamları da alışveriş ve vadenin birarada yapılmasının yasaklandığını ittifakla kabul ettikleri gibi; şarabın -sarhoşluk vermese dahi- azının da haram olduğunu, iktidarsız olsa dahi yabancı kadınla başbaşa kalmanın haram olduğunu, genç kadının yüzüne bakmanın haram olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ve buna benzer daha pek çok bilinen örnekler. Kesinlikle ve kafi olarak biliniyor ki; şeriat bunlar hakkında yasak hükmünü haramlara götüren yollar (zerâî) olduklarından dolayı vermiştir. Fâiz ise; otlanması yasak bölgelerden olması, yollarının tıkanması en uygun ve en gerekli yoldur. Bunların yollarını mubah kılan kimse müslüman erkek ve kadınların helâk olması için kuyular kazmayı, tuzaklar kurmayı da mubah görmelidir. Böyle bir şeyin mubah olduğunu hiçbir kimse söyleyemez. Yine bizler bu işi yapmakla tanınıyor ve bunu adet edinmiş ise, 'îne alışverişi yapanı engellemek hususunda ittifak etmiş bulunuyoruz. Bu alışveriş de bu kabildendir. Doğruyu bulma başarısı Allah'tandır. Ebû Dâvûd İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sizler 'Îyne satışını yapıp ineklerin kuyruklarının arkasına takılıp ziraati beğenip cihadı terkettiğiniz takdirde, Allah üzerinize öyle bir zilleti musallat eder ki tekrar dininize dönünceye kadar o zilleti üzerinizden kaldırmaz." Ebû Dâvûd, Buyû’ 54; Müsned, II, 42, 84. Bu hadisin senedinde Ebû Abdurrahman el-Horasanî vardır. Bu ravi meşhur bir ravi değildir. Ebû Ubeyd el-Herevî, 'Îyne satışını açıklarken şöyle demektedir: Bir kimsenin herhangi bir malı belli bir bedeliyle belli bir vadeye satıp daha sonra o malı sattığı bedelden daha aşağı bir bedelle satın almasıdır. (Ebû Ubeyd) der ki: Eğer 'Îyne talebinde bulunan kişinin huzurunda malı bir başkasından belli bir bedel ile satın alıp kabzetse, sonra da satın aldığından daha pahalı bir fiyat ile belli bir vadeye kadar 'Îyne talebinde bulunana satsa, daha sonra bu satın alan birinci satıcıya daha aşağı bir bedelle nakden satacak olsa bu da 'Îyne alışverişidir. Ancak birincisinden daha ehvendir. Bazı fakihlere göre de bu caizdir. Bu alışverişe 'Îyne denilmesinin sebebi, 'Îyne talebinde bulunan kimsenin nakit almasıdır. Çünkü ayn hazır olan maldır. Müşteri ise bu hazır olan malı yine peşine satmak üzere ve derhal o peşini ele geçirmek arzusuyla satın alır. 23- 'İneye Benzer Satış Çeşitleri: İlim adamlarımız der ki: Bir kimse bir bedel karşılığında vadeli olarak bir mal satsa, sonra onu sattığı bedelin cinsinden bir başka bedelle satın alsa, bu malı ondan ya nakit ile yahut ilk sattığı vadeden daha kısa bir vade ile yahut daha uzun bir vade ile o semenin misli veya ondan az yahut daha fazlası ile satın almış olabilir. İşte bunlar üç ayrı mes'eledir. Birinci ve ikinci meselede, eğer o semenin misli veya daha fazlası ile satın almış ise caizdir. Daha aşağısı bir bedelle satın almışsa -Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği hadis gereğince- câiz olmaz. Çünkü sekizyüz dirhem almak üzere altıyüz dirhem vermiş olur. Aradaki mal ise yok gibidir. İşte bu bizatihi ribânın kendisidir. Daha uzun vadeye satmanın sözkonusu olduğu üçüncü meseleye gelince, şayet onu yalnız başına yahut bir fazlalıkla satın almışsa, semenin misliyle veya ondan daha az miktarıyla satın alması caizdir. Semenden daha fazlasını Ödeyerek alması câiz değildir. Eğer o malın bir kısmını satın almış ise, semenin misliyle de câiz olmaz, daha aşağısıyla da daha fazlasıyla da hiçbir durumda câiz olmaz. Bu konudaki mes'eleleri bizim ilim adamlarımız yirmiyedi mes'ele halinde derleyip toparlamışlardır. Hepsinin ise etrafında dönüp dolaştığı husus bizim açıkladığımız gibidir. Bu bilinmelidir. 24- Geçen Ona Aittir: Yüce Allah'ın: "... Kime bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur." Yani faizden aldıkları onun olmuştur. Dünyada da ahirette de bundan dolayı onun için bir sorumluluk olmaz. Bu açıklamayı es-Süddi ve başkaları yapmıştır. İşte bu Kureyş ve Sakif kâfirlerinden olup orada fâiz ticareti yapanlar arasında İslâm'a girenlerin lehinde yüce Allah'ın verdiği bir hükümdür. "Geçen;" zaman itibariyle önceden olan ve geçip gitmiş olan demektir. 25- "İşi Allah'a Kalmıştır" Âyetinin Anlamı: Yüce Allah'ın: "İşi de Allah'a kalmıştır" âyeti, dört türlü açıklanmıştır: Birincisine göre "işi" kelimesindeki zamir faize aittir. Yani faizin haram kılınma işinin devam ettirilmesi yahut başka türlü hususları Allah'a kalmıştır. Bir diğer görüşe göre zamir "geçen"e aittir. Yani o geçenin affedilmesi ve bundan sorumluluğun kaldırılması hususunda geçenin işi Allah'a kalmıştır. Üçüncüsü, zamir fâiz alacaklısına ait olur. Yani ona fâiz yasağına riâyet etmek üzere sebat vermek veya fâiz hususunda tekrar onu masiyete döndürmek hususunda işi Allah'a aittir. Bu görüşü en-Nehhâs tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu, güzel ve açık bir görüştür. Yani gelecekte onun işi Allah'a kalmıştır. Allah dilerse onu haram görmek hususunda ona sebat verir. Dilerse de o bunu mubah görür. Dördüncüsü ise zamirin yasağa riâyet eden kimseye ait olmasıdır. Ancak bu, ona bir çeşit ünsiyet ve hayır hususunda öğüt vermek anlamında olur. Mesela, artık onun işi itaat ve hayırdır, demeye benzer. Yine: Onun işi artış ve yönelişinde yüce Allah'a ve ona itaata doğrudur, demeye benzer. 26- "Tekrar Faize Dönenlerin Durumu: Yüce Allah'ın: "Kim de dönerse" âyeti, kim de ölünceye kadar tekrar fâiz işlemeye dönerse demektir. Bunu Süfyan söylemiştir. Başkaları da şöyle demektedir: Kim de geri dönüp tekrar alışveriş de fâiz gibidir, diyecek olursa kâfir olur. İbn Atiyye der ki: Bizler âyetin, (yani "kim de dönerse onlar da ateşliklerdir. Orada ebedi kalıcıdırlar" hükmünün) kâfirler hakkında olduğunu kabul edersek, buradaki ebedi kalış, gerçek anlamıyla bir ebediliği ifade eder. Şayet bunun isyankâr bir müslüman hakkında olduğunu göz önünde bulundurursak, bu mübalağa anlamını ifade etmek üzere istiare yoluyla bir ebedilik ifade eder. Nitekim Araplar gerçek anlamda ebedi olarak kalıcılığı olmayan bir devamlılığı ifade etmek üzere: Ebedi bir mülk (hükümdarlık) tabirini kullanırlar. |
﴾ 275 ﴿