280Eğer o darlık içindeyse geniş bir zamana kadar mühlet (veriniz). Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz. Bu âyete dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız: 1- Âyetin Nüzul Sebebi ve Borçlunun Ödeme Zorluğu Çekmesi: Yüce Allah, faizli alacaklıların ödeme imkânı bulanlardan mallarını alabilecekleri hükmünü verdikten sonra ödemekte zorluk çeken kimseler hakkında da: "Eğer o darlık içinde ise.." âyeti ile kolaylıkla ödeyebilecekleri duruma kadar mühlet tanınmasını hükme bağlamaktadır. Çünkü Sakifliler Muğireoğullarındaki alacaklarını isteyince Muğireoğulları sıkıntı içinde olduklarından söz ettiler ve: "Hiçbir şeyimiz yok" dediler. Mahsullerinin alınacağı zamana kadar süre tanınmasını istediler. İşte bunun üzerine bu: "Eğer o darlık içinde ise..." âyeti kerimesi nazil oldu. el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 96-97. 2- Alacaklının Borçlu Üzerindeki Bazı Hakları: Yüce Allah'ın: "Eğer o darlık içindeyse..." âyeti ile birlikte: "Eğer tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir" âyeti, alacaklının borçludan borcunu isteme hakkının sabit olduğunu ve rızası olmasa dahi malını almasının câiz olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde borçlu ödeme imkânı bulduğu halde borcunu ödemeyecek olursa, zalim olacağını da bu âyet göstermektedir. Çünkü yüce Allah: "Sermayeleriniz sizindir" diye buyurmakta ve alacaklı lehine ana malını isteme hakkını tesbit etmektedir. İsteme hakkına sahip olduğuna göre; kaçınılmaz olarak borçlunun da bu hakkı ödemesi vaciptir. 3- Cahiliyyede Borçlunun, Borcu Sebebiyle Satılması ve Âyetin Bu Hükmü Kaldırması: el-Mehdevî ve bazı ilim adamları şöyle demektedirler: Bu âyet-i kerîme cahiliyye döneminde görülen, borcunu ödeyemeyenin satılması şeklindeki uygulamayı kaldırmıştır. Mekkî'nin naklettiğine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İslâm'ın ilk dönemlerinde bu uygulamanın yapılmasını emretmiştir. İbn Atiyye der ki: Eğer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu işi yaptığı sabit ise o halde bu âyet o uygulamayı neshetmektedir. Aksi takdirde böyle bir nesih sözkonusu olmaz. Tahâvî der ki: İslâm'ın ilk dönemlerinde eğer borcunu ödeyecek bir malı yoksa hür bir kimse borcu karşılığında satılırdı. Şanı yüce Allah bu uygulamayı neshedip: "Eğer o darlık içindeyse geniş bir zamana kadar mühlet (veriniz)" âyetine kadar böyle idi. Bunlar Dârakutnî'nin Müslim b. Halid ez-Zinci yoluyla rivâyet etmiş olduğu hadisi de delil gösterirler. Müslim dedi ki: Bize Zeyd b. Eslem haber verdi, Zeyd İbnu'l-Beylemani'den o Sürrak'tan dedi ki: Bir adamın benim üzerimde bir malı -veya alacağı- vardı. Beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına götürdü. Benim herhangi bir malımı elde edemeyince beni ona sattı. Dûrakutnî, Sünen, III, 61. Hadisi el-Bezzâr bu sened ile bundan daha uzun bir şekilde rivâyet etmiştir. Müslim b. Halid ez-Zinci ile Abdurrahman el-Beylemani ise delil olarak gösterilmezler. İlim ehlinden bir topluluk ise şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın: "Geniş bir zamana kadar mühlet (veriniz)" âyeti, insanlar hakkında umumîdir, ödeme zorluğu çeken herkese mühlet verilir. Bu, Ebû Hüreyre, el-Hasen ve genel olarak fukahânın da görüşüdür. en-Nehhâs der ki: Bu âyet-i kerîme ile ilgili olarak söylenen en güzel söz Atâ, ed-Dahhak ve er-Rabi b. Haysem'in sözüdür. (en-Nehhâs) dedi ki: Bu âyet-i kerîme ödeme zorluğu çeken herkes hakkındadır. Faizde de bütün alacaklarda da azorluk çekeneb mühlet verilir. İşte bu, konu ile ilgili bütün görüşleri bir arada ifade etmektedir. Çünkü âyet-i kerimenin ribâ hakkında nazil olmuş ve genel olarak neshedici bir âyet olması, sonra da başkasının hükmünün de faizin hükmü gibi olması mümkündür. Diğer bir sebep ise ref ile kıraatin anlamı şöyle olur: Eğer bütün insanlar arasında darlık içerisinde bulunursa... Şayet bu özel olarak fâiz hakkımda olsaydı uygun okuma şekli nasb olması gerekirdi. Ve bunun anlamı da şöyle olurdu: Eğer üzerinde fâiz borcu bulunan kimse darlık içerisinde ise... İbn Abbâs ve Şureyh der ki: Bu, özel olarak fâiz hakkındadır. Borçlar vesair ilişkilerde ise mühlet sözkonusu değildir. Aksine avakti gelinceb alacak sahibine ödenir veya borçlu ödeyinceye kadar hapsedilir. Bu İbrahim'in de görüşüdür. Delil olarak da yüce Allah'ın şu âyetini gösterirler: "Şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi... emreder." (en-Nisa, 4/58) İbn Atiyye de der ki: Böyle bir görüşün -eğer oldukça sıkıntıya düşürmüş bir fakirlik sözkonusu değilse- kabul edilmesi gerekir. Şayet yokluk ve apaçık bir fakirlik sözkonusu ise hüküm, zorunlu olarak mühlet vermektir. 4- Borca Batmış ve Alacaklıları Yakasına Yapışmış Kimsenin Durumu: Hakim borçları çok olup alacaklıları alacaklarını istedikleri bir kimsenin elindeki bütün malını alıp ona kendisi için zorunlu olan miktarı bırakma yetkisine sahiptir. İbn Nâfi' Mâlik'ten, ancak avretini örtecek kadarını o kimseye bırakacağını rivâyet etmektedir. Meşhur olan rivâyete göre ise fazlalık olmadığı sürece ona mutad olan elbisesini bırakır. Eğer onunla alay edilmesine sebep teşkil edecekse ridâsını üzerinden çıkarmaz. Hanımının elbiselerinin bırakılması ve eğer âlim bir kimse ise kitaplarının satılması hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Böyle bir kimsenin evi, hizmetçisi, kıymeti az olmadığı takdirde, cuma için giyindiği elbisesi de bırakılmaz. O takdirde de bu kimsenin aborcunu ödeyememesi dolayısıylab hapsedilmesi haram olur. Bu hükümlerin asıl dayanağı da yüce Allah'ın: "Eğer o darlık içindeyse geniş bir zamana kadar mühlet (veriniz)" âyetidir. Hadis İmâmları -lâfız Müslim'in olmak üzere- Ebû Said el-Hudrî arab'dan şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde bir adam satın aldığı meyveleri bir musibet sonucu kaybetti, borçları çoğaldıkça çoğaldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona sadaka veriniz" diye buyurdu. İnsanlar ona sadaka verdiler, fakat bu sadakalar borcunu karşılamaya yetmedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan alacaklı olan kimselere: "Bulduğunuzu alınız, bundan başka birşey alma hakkınız yoktur" buyurdu. Müslim, Musâkaat 19; Ebû Dâvûd, Buyû’ 58; Tirmizî, Zekât 24; Nesâî, Buyû’ 30, 95; İbn Mâce, Ahkâm 25; Müsned, III, 36. Ebû Dâvûd'un Mûsannefinde şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan alacaklı olanlara o adamın elindeki malı onlara vermekten başka birşey vermedi. İbn Mâce, Ahkâm 25'te: Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muâz b. Cebel'i oruçlularının elinden kurtardıktan sonra onu Yemen'e vali gönderdi. Muâz dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni (yanında bulunan kadarıyla) malım karşılığında kurtardıktan sonra vali olarak tayin etti. İşte bu, bu hususta açık bir nastır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) adamın hapsedilmesini emretmedi. Bu ise Şureyh'in dediği gibi Muaz b. Cebel'dir. Ayrıca Resûlüllah bu borçluya mulâzemet edilmesini (takib altında tutulmasını)de emretmemiştir. Bu da Ebû Hanîfe'nin konu ile ilgili görüşüne muhaliftir, çünkü o şöyle der: Onun bir malının ortaya çıkması mümkün olduğundan dolayı mulâzemet edilir. Belirttiğimiz sebep dolayısıyla da mal kazanmakla da yükümlü tutulmaz. Başarımız Allah'tandır. Mâlik'in, Şâfiî'nin, Ebû Hanîfe ve başkalarının görüşüne göre müflis, ödeyememe durumu ortaya çıkıncaya kadar hapsedilir. Mâlik'e göre eğer malını ortalıktan yok etmekle itham edilmiyor ve haksızlığı açıkça ortaya çıkarılamıyor ise hapsedilmez. Aynı şekilde belirttiğimiz üzere; ödeyememe imkânı sahih olarak tesbit edilebiliyorsa yine hapsedilmez. 6- Müflisin Malı Toplanıp Hak Sahibine Ulaşmadan Telef Olursa: Müflisin malı toplanıp sonra da hak sahiplerine ulaşmadan ve satılamadan önce telef olursa, müflisin bu malın tazminatını ödemesi gerekir. Alacaklıların alacakları onun zimmetinde kalmaya devam eder. Hakim onun malını satar ve bedelini kabzettikten sonra, fakat alacaklıların kabzından önce o bedel telef olursa, o takdirde bu telefin tazminatını ödemek, alacaklılara aittir ve müflis ondan ibra olmuş olur. Muhammed b. Abdulhakem ise der ki: Alacaklılara ulaşıncaya kadar o malın tazminatını ödemek ebediyyen müflise aittir. 7- Ödememeyi Mümkün Kılan Darlığın Mahiyeti Darlık (el-usre): Mal yokluğu dolayısıyla darlık halidir. İşte (zorluk ordusu anlamına gelen:) "ceyşu’l-usra" tabiri de burdan gelmektedir. Mühlet Ertelemek, demektir. "Geniş bir zaman "; ise kolaylık anlamına bir mastardır. merfu olması ise; var olmak, meydana gelmek anlamına gelen tam (nakıs fiil olmayan): oldu, iledir. Sîbeveyh, Ebû Ali ve başkalarının görüşü de budur. Sîbeveyh (bunu delillendirmek kastıyla) şu beyiti zikreder: "Feda olsun Şeybanoğlu Zühloğullarına benim dişi devem Eğer (parıldayan silahlar dolayısıyla) yıldızlan parlak bir gün gelirse." Bununla birlikte bu kelimenin (ıî şeklinde) mansup olması da mümkündür. Ubey b. Ka'b'ın Mushafında da şeklindedir. Bu okuyuş: Eğer alacaklı darlık içindeyse... anlamındadır. el-A'meş:" Eğer o darlık içindeyse., mühlet (veriniz)" şeklinde okumuştur. Ebû Amr ed-Dânî, Ahmed b. Mûsa'dan naklederek der ki: Ubey b. Ka'b'ın Mushaf'ında da böyledir. en-Nehhâs, Mekkî ve en-Nekkaş der ki: Buna göre âyetin lâfzı faizcilere has olur. Ancak diye okuyanlara göre ise bu bütün borçlular hakkında umumî bir hüküm ifade eder. Buna dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır. el-Mehdevî, Hazret-i Osman Mushafında "fe" harfiyle "Eğer o darlık içindeyse" diye okumuştur. el-Mu'temir ise Haccac el-Verrâk'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hazret-i Osman Mushafında: şeklindedir, der. Bunu da en-Nehhâs zikretmektedir. Çoğunluk da "zı" harfini esreli olarak mühlet" şeklinde okumuşlardır. Mücâhid, Ebû Recâ ve el-Hasen ise "zı" harfini sakin olarak (.......) diye okumuştur. Bu ise bir Temim şivesidir. Onlar "Zeyd'in lütufkârlığı" anlamında tabirini derler. Yine Karaciğer anlamında derler. Yalnızca Nâfi' " Geniş bir zaman" kelimesindeki "sin" harfini ötreli olarak okurken Cumhûr bunu fethalı olarak okumuştur. en-Nehhâs, Mücâhid ve Atâ'dan emir anlamı ifade edecek şekilde; " Kolaylık zamanına kadar ona mühlet tanı" şeklinde "sin" harfi ötreli, "radıyallahü anh" harfi esreli ve sonunda "ye" harfini isbat ile okumuştur. Ayrıca bu diye de okunur ise de Ebû Hâtim bu şekilde bir okuyuş câiz değildir, demiştir. Ancak böyle bir kelime en-Neml Sûresi'nde (27/35. âyette): "Bakarım" anlamındadır. Çünkü orada bu kelime kadın tarafından nazar etmek kökünden gelen bir kelimedir. Bakara'daki bu kelime ise ertelemek'ten gelir. Günlük konuşmada erteledim anlamında: Sendeki borcumu erteledim tabirinden alınmadır. Yüce Allah'ın: "Bana diriltilecekleri güne kadar mühlet ver" (el-A'raf, 7/14) âyeti de (nizar etmek: mühlet vermek) buradan gelmektedir. Ebû İshak ise bunu câiz kabul eder ve der ki: Bu ifade masdar isimlerdendir. Yüce Allah'ın: " Onun vaki olacağında yalan yoktur" (el-Vakıa, 56/2) ile "Kendisine bel kemiklerini kıracak bir belâlı iş yapılacağını bilir." (el-Kıyame, 75/25) ve: "Gözlerin hain bakışını... bilir" (el-Mu'min, 40/19) ve benzeri diğer âyetler gibidir. 8- Ödeme Zorluğu Çeken Borçluya Bağışlamak: "Sadaka olarak bağışlamanız ise" âyeti mübtedâdır, "sizin için daha hayırlıdır" âyeti de onun haberidir. Yüce Allah bu buyruklarla borcunu ödeme zorluğu çeken kimseye sadaka vermeyi teşvik etmekte, bunu ona mühlet vermekten daha hayırlı olarak değerlendirmektedir. Bu açıklamayı, es-Süddî, İbn Zeyd ve ed-Dahhak yapmıştır. Taberi de der ki: Başkaları da şöyle demektedir: Zengine de fakire de sadaka vermeniz sizin için hayırlıdır. Ancak doğru olan birincisidir. Âyet-i kerimede zengin ile alakalı herhangi bir taraf yoktur. 9- Ödeme Zorluğu Çeken Borçluya Mühlet Vermenin Fazileti: Ebû Cafer et-Tahâvî, Büreyde b. el-Hasîb'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim ödeme zorluğu çeken borçluya mühlet verirse her bir gün için ona bir sadaka (ecri) vardır." Sonra: Her gün için onun misli bir sadaka mı vardır? dedim. O da şöyle dedi: Borç vadesi gelmediği sürece "her bir gün için bir sadaka, eğer vade geldikten sonra ona mühlet verirse her bir gün için onun gibi bir sadaka (ecri) vardır." İbn Mâce, Sadakat 14; Müsned, V, 351, 360. Müslim de Ebû Mes'ûd'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden öncekilerden bir adam hesaba çekildi. Hayır namına bir şeyi tesbit edilmedi. Ancak o insanlarla birlikte oturup kalkan, varlıklı bir kimse idi. Kölelerine ödeme zorluğu çeken kimseyi bağışlamalarını emrederdi. Aziz ve celil olan Allah da şöyle buyurdu: Böyle bir işi yapmaya biz ondan daha lâyıkız. Haydi onu affediniz." Müslim, Musâkaat 30, 31; Tirmizî, Buyû’ 67; ayrıca bk. İbn Mâce, Sadakat 14. Ebû Katâde'den rivâyet edildiğine göre bir alacaklısını aradı. Ancak bu alacaklısı ondan saklandı. Daha sonra onu bulunca adam: Ödeme imkanım yok, dedi. Allah adına ödeyemez misin? diye sorunca o: Allah adına yemin ederim ki ödeyemem. Bunun üzerine Ebû Katâde dedi ki: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyâmet günü sıkıntılarından Allah'ın kendisini korumasını arzu eden bir kimse ödeme zorluğu çekeni rahatlatsın yahut onun borcunu düşürsün." Müslim, Musâkaat 32 ve Dârimî, Buyû’ 50 (kısaca); Müsned, V, 308. İsmi Ka'b b. Amr olan Ebû'l-Yeser tarafından rivâyet edilen uzunca bir Hadîs-i şerîfe göre Ebû'l-Yeser Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Ödeme zorluğu çekene mühlet veren yahut onun borcunu indireni Allah (kıyâmet gününde) kendi gölgesi altında barındırır." Müslim, Zühd 74; Dârimî, Buyû’ 50; İbn Mâce, Sadakat 14; Tirmizî, Buyû’ 67 (Ebû Hüreyre'den) İşte Hadîs-i şerîflerde ve âyet-i kerimede açık nas ile belirtilen bu husus teşvik edilmektedir. Ebû Katâde'nin hadisi de alacaklı kimsenin eğer borçluyu zor durumda olduğunu bilse veya bunu zannedecek olsa ondan borcunu istemenin haram olduğuna delalet etmektedir. İsterse hakimin huzurunda ödeme güçlüğü çektiği sabit olmasın. Zorluk çekene mühlet vermek ise, ödeyebileceği vakte kadar onu ertelemektir. Onun borcunu düşürmek de borcunu zimmetinden iskat etmektir (silmektir). İşte Ebû'l-Yeser borç belgesini şilince alacaklısına her iki şekilde de davranmış oldu ve ona şöyle dedi: Eğer ödeyecek imkanrn olursa öde, aksi takdirde ben borcumu sana helâl ediyorum. |
﴾ 280 ﴿