286Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir. Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi sorguya çekme! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme! Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme! Bizi affet, bize mağfiret buyur ve bize merhamet eyle! Sensin bizim mevlâmız. Kâfirler topluluğuna karşı da bize yardım et! 4- Allah'ın İnsanlara Teklifi: Yüce Allah'ın: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez" âyetinde geçen teklif: İnsana zor ve ağır gelen şeyi emretmek, demektir. Tekellüf zor olan bir işin altına girmek, onu omuzlamaya çalışmak demektir. Bu açıklamaları el-Cevherî nakletmiştir. Gücün yetmesi (el-Vus'): Takat ve imkân anlamındadır. Bu, kat'î bir haberdir. Yüce Allah, bu âyetin nüzulünden itibaren, ister kalbin ister azaların yerine getireceği türden olsun, kullarını mükellef tutacağı her bir amelin, mutlaka mükellefin gücü çerçevesinde, idrâk ve bünyesinin kaldırabileceği boyutlarda olacağını açıkça nassa bağlamaktadır. İşte bu âyet ile müslümanların içlerinden geçip giden duygular ile ilgili kanaatlerinden dolayı içine düştükleri sıkıntı açılmış oldu. Ebû Hüreyre arab'ın naklettiği de bu âyet-i kerimenin anlamını ifade eder. O der ki: Cafer b. Ebi Talib müstesna hiçbir kimsenin annesinin beni doğurmuş olmasını arzulamış değilim. Bir gün aç olduğum halde Cafer'in arkasından gidiyordum. Evine varınca evinde etrafında ufak tefek artıklar kalmış bir yağ tulumundan başka birşey bulamadı. Onu önümde yardı. Onda bulunan yağı ve kaynatılmış hurma pekmezini sıyırmaya başladık. Bu arada şu beyiti okuyordu: "Allah hiçbir kimseye gücünden fazlasını yüklememiştir Ve hiçbir kimse cömertlik edip elinden bulunandan başkasını veremez." Hâkim, Müstedrek, II, 315. 5- Teklif-i mâ lâ yutak (Güçten Fazlasının Teklif Edilmesi): İnsanlar dünya ahkâmı hususunda güç yetirilemeyen şeylerin teklif edilmesinin câiz olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bununla birlikte şeriatte böyle bir mükellefiyetin bulunmadığını ve bu âyet-i kerimenin de böyle bir teklifin olmadığını ilan ettiğini ittifakla kabul ederler. Ebû'l-Hasan el-Eş'arî ve kelamcılardan bir topluluk şöyle demektedir: Güç yetirilemeyen teklif aklen caizdir (mümkündür) ve bu şeriatin öngördüğü akaid esaslarından herhangi bir şeye aykırı düşmez. Böyle bir teklif (olduğu takdirde) mükellefin azâb edilmesine ve bunun kat'î olacağına bir emare olur. Buna benzer bir teklif ise Suret yapanların (Hadîs-i şerîfte belirtildiği şekilde) bir arpayı düğümlemekle mükellef tutulması buna benzer. Bunun câiz olduğunu kabul edenler Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın risaletinde vaki olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim bu Ebû Leheb olayında gerçekleşmiştir. Çünkü ona şeriatin bütününe îman etme teklif edildiği halde; yine Şeriatin bir hükmü ile onun îman etmeyeceği bildirilmiştir. Çünkü onun hakkında iki elinin kuruması ve cehennemi boylaması hükmü verilmiştir. Bu ise onun îman etmeyeceği anlamına gelir. Bir taraftan o îman etmekle mükellef tutulurken, diğer taraftan etmemekle mükellef tutulmuştur. Bir kesim de şöyle demiştir: Böyle birşey katiyyen vaki olmamıştır. Bu konuda icma olduğu da nakledilmiştir. Yüce Allah'ın: "Alevli bir ateşe girecektir" (Tebbet, 111/3) âyeti eğer bu haliyle ölürse böyle olacaktır, anlamındadır. Bunu da İbn Atiyye nakletmiştir. "Teklif etmek" fiili iki mef'ûle taaddî eder (geçiş yapar). Bunlardan bir tanesi mahzuftur. Bunun takdiri de bir ibadet veya bir şey olabilir. Şanı yüce Allah, bizim üzerimizdeki lütuf ve in'amı ile bize tek kişinin on kişiye karşı sebat göstermesi, insanın vatanından hicret edip çıkması, ailesinden vatan ve alışkanlıklarından ayrılması gibi ağır ve zor şeylerle mükellef tutsa bile, hiçbir zaman oldukça ağır gelen meşakkatli işlerle acı ve ıstırap veren şeylerle -bizden öncekileri kendilerini öldürmek, elbise ve tenlerinde sidiğin değdiği yerleri kesmek gibi mükellefiyetlerle- yüklü tutmamıştır. Aksine bizim için kolaylaştırmış, bize acımış, üzerimizden ağırlıkları ve bizden öncekilerin boynuna koymuş olduğu prangaları kaldırmıştır. O bakımdan Allah'a hamdederiz, minnet O'nadır, lütuf ve nimet O'ndandır. 6- Kazandıklarınız Lehinize veya Aleyhinizedir: Yüce Allah'ın: "Kazandığı kendisine yaptığı da onun aleyhinedir" âyetinde hasenat ve seyyiâtı kastetmektedir. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır. Müfessirlerden bir topluluk da bu görüştedir ve bu konuda aralarında görüş ayrılığı yoktur. Bunu da İbn Atiyye belirtmiştir. Bu âyet, yüce Allah'ın: "Hiçbir yük yüklenici bir diğerinin yükünü yüklenmez..." (el-En'am, 6/164); "Herkesin kazandığı yalnız kendi aleyhinedir" (el-En'am, 6/164) âyetine benzemektedir. İnsanın iradesi olmaksızın içinden gelip geçen duygular ve benzeri şeyler ise, insanın kazandığı şeyler arasında yer almaz. Hasenat ile ilgili tabir, onları kazanınca insan sevinip neş'elendiğinden dolayı" Kendisine, lehine" diye gelmiştir. Ve böylelikle bunlar âdeta onun mülkiyetine izafe edilmektedir. Seyyiâtı ifade etmek için ise ağırlıklar, ağır yükler ve zor taşınabilir şeyler oldukları için Aleyhinedir" tabiri kullanılmıştır. Bu, kişinin: Benim malım vardır ve üzerimde borç vardır" demesine benzer. "Kazanmak" fiili değişik kalıplarda kullanılmak suretiyle sözün akışına da güzellik kazandırılmıştır. Tıpkı: "Bundan ötürü o kâfirlere mühlet ver. Onlara azıcık bir mühlet ver" (et-Tarık, 86/17) âyetinde olduğu gibi. İbn Atiyye der ki: Bu âyetten ben şunu anlıyorum: Hasenat, herhangi bir zorlanma ve sıkıntı olmaksızın kazanılan şeyler arasında yer alır. Çünkü bunları kazanan kimse, yüce Allah'ın tesbit ettiği yolun ve şeriatinin çizgisi üzerindedir. Seyyiât ise mübalağa ifade eden bir kip ile kullanılarak, zorlukla kazanıldığına işaret edilmek istenmektedir. Çünkü bu günahları kazanan kimse, yüce Allah'ın yasak perdesini delmekte, bu perdeyi aşarak günahlara ulaşmaktadır. İşte böyle bir anlam dolayısıyla bu âyet-i kerimede aynı fiilin farklı şekilde gelmesi gerçekten güzeldir. 7- Kulların Fiilleri Hakkında Kullanılması Gereken Uygun Tabir: Bu âyet-i kerimede İmâmlarımızın, kulların fiilleri hakkında: "Kesb ve iktisâb" fiillerini kullandığının doğru olduğuna delil vardır. Bundan dolayı fiilleri hakkında "yarattı ve yaratıcı" kelimeleri kullanmamışlardır. Bu konuda bu kelimeleri kullanan cür'etkâr bid'atçilere muhalif tutum izlemişlerdir. İmâmlarımız arasından bunu kul hakkında kullanıp kulun fail olduğunu belirtenler ise, katıksız mecazî anlamıyla kullanmışlardır. el-Mehdevî ve başkası der ki: Âyetin, kimse kimsenin günahından dolayı sorgulanmaz manasına olduğu da söylenmiştir. İbn Atiyye ise der ki: Bu, aslında doğru bir sözdür. Fakat bu âyet-i kerimeden değil, başkasından anlaşılan bir gerçektir. 8- Bu Âyetten Kısasa Dair Çıkartılan Hükümler: el-Kiya et-Taberî der ki: Yüce Allah'ın: "Kazandığı kendisine, yaptığı da onun aleyhinedir" âyeti başkasını ağır bir cisim ile yahut boğarak veya suda boğmak suretiyle öldürenin, kısas ya da diyet ödeyerek cezalandırılacağına delildir. Ve bu, böyle bir maktulün diyetini katilin akilesi öder, diyenlerin görüşlerine muhaliftir. Çünkü bu görüş zahire aykırıdır. Ayrıca kısasın, babadan sakıt olduğuna delildir. Ancak bu, katilin ortağından sakıt olmasını gerektirmez. Ayrıca bu âyet akıllı bir kadının, bir delinin kendisiyle zina etmesine fırsat verdiği takdirde ona haddin uygulanması gerektiğine de delildir. Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî der ki: "Bizim ilim adamlarımız, bu âyet-i kerimenin Ebû Hanîfe'ye hilafen baba ile ortak bir şekilde cinayet işleyene kısas uygulanacağına delil olduğunu zikretmişlerdir. Aynı şekilde hata yoluyla öldürenin ortağına da -Şâfiî ve Ebû Hanîfe'ye hilafen kısas uygulanacağını söylemişlerdir. Çünkü bunların her birisi öldürme fiilini kazanmıştır. Derler ki: Üzerine kısas düşmeyen kimsenin, kısas düşen kimse ile ortaklaşa cinayet işlemesi, şüphe dolayısıyla bertaraf edilmesi gereken hadlerin bertaraf edilmesi için şüphe teşkil etmez." 9- Unuttuk ya da Yanıldıysak Bizi Sorgulama: Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, unuttuk ya da yanıldıysak bizi sorguya çekme" âyetinin anlamı şudur: Bu iki halde veya birisine göre işleyeceğimiz günahları affet. Hazret-i Peygamber'in şu âyetinde olduğu gibi: "Ümmetimden hata, unutma ve yapmak için zorlandıkları şey(in sorumluluğu) kaldırılmıştır." İbn Mâce, Talâk 16; el-Azizî, es-Sirâcu'l-Munîr Şerhu'l-Câmü's-Sağîr, II, 294-295. Ayrıca bk. 284. âyet 1. başlık, 4. şıkta yer alan benzeri hadisin kaynakları. Burada kaldırıldığı belirtilen şey, bu tür davranışların günahıdır. Günahın kaldırıldığı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak buna bağlı olarak meydana gelen hükümler hakkında görüş ayrılığı vardır. Acaba bu hükümler de kaldırılıp herhangi bir şey uygulamak gerekmez mi, yoksa bütün bunların hükümlerini uygulamak gerekir mi? Bu konuda görüş ayrılığı vardır. Doğrusu bunun olaylara göre farklılık arzedeceğidir. Tazminatlar, diyetler ve farz namazlar gibi. Bir kısmı da ittifakla düşer, kabul edilmiştir. Kısas, küfür sözünü söylemek gibi. Bir kısmı hakkında da ihtilaf sözkonusudur. Ramazan ayında unutarak yemek yiyen yahutyanılarakyeminini bozan kimse ve buna benzer yanılarak ve unutarak yapılan sair işler. Bunların hangilerinin ne türden oldukları fürua dair (fıkıh) kitaplarından öğrenilir. Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yük yükleme!" âyetindeki: "Isr; ağır yük" ile ilgili olarak Mâlik b. er-Rabi' der ki: Oldukça zor ve ağır emir demektir. Said b. Umeyr: Zor amel demektir. İsrailoğullarına ağır gelen sidik vesair şeylere dair hükümlerdir, der. ed-Dahhâk der ki: Onlara oldukça zorlu işler yükletilirdi. Bu da Mâlik ve er-Rabi'in açıklamalarına yakındır. en-Nâbiğa'nın şu sözü de bu kabildendir: "Ey zulmün ve zilletin kavmini örtmesine mani olan Ve onlar suda boğulduktan sonra üzerlerinden ağır yüklerini kaldırıp taşıyan." Son kelime, nüshalardan birisinde yer aldığı belirtilen "arakû" şekline göre tercüme edilmiştir. Atâ der ki: Isr, maymun ve domuzlara dönüştürülmektir. Bunu İbn Zeyd de söylemiştir. Yine İbn Zeyd'den nakledildiğine göre, tevbe ve keffareti sözkonusu olmayan günahtır. Isr, sözlükte söz ve ahid demektir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "İkrar ettiniz mi ve buna dair ahdini aldınız mı (kabul ettiniz mi?)" (Âl-i İmrân, 3/81) Yine Isr, darlık, günah ve ağırlık anlamındadır. İşar ise yüklerin ve benzerlerinin kendisiyle bağlandığı ip demektir. Bu fiil aynı zamanda hapsetmek anlamında da kullanılır. İşte ısr da buradan gelmektedir. el-Cevherî der ki: Bunun mekân ismi "me'sır ve me'sar" gelir. Çoğulu da "meâsir"dir. Ancak halk bunu a"ayn" harfiyleb "me'âsir" diye kullanır. İbn Huveyzimendâd der ki: Bu âyet-i kerimenin zahiri, karşı görüşü savunanların ağır olduğu ileri sürdükleri her ibadet hakkında karşı delil olarak kullanılabilir (o ibadetin ağır olmadığı bununla isbatlanabilir). Bu, yüce Allah'ın şu âyetini andırmaktadır: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hacc, 22/78) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini da andırmaktadır: "Din kolaylıktır, o halde kolaylaşırınız, zorlaştırmayınız." Hadisin: "Din kolaylıktır" bölümünü: Buhârî, Îman 29; Nesâî, Îman 28; Müsned, V, 69'da; "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" bölümünü: Buhârî, Meğâzî 60, Ahkâm 22'de kaydetmektedir. Allah'ım, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmetine zorluk çıkartanlara sen de zorluk çıkart. Derim ki: el-Kiyâ et-Taberî de buna yakın ifadelerle şöyle demektedir: Bu âyet, zahiri itibariyle müsamahakâr Hanif dinine aykırı olan zorluk ve darlığın reddedilmesi hakkında delil olarak kullanılabilir ve bu açıkça anlaşılan bir husustur. 11- Gücümüzden Fazlasını Yükleme: Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme" âyeti ile ilgili olarak Katâde şöyle demektedir: Bunun anlamı şudur: Bizden öncekilere işi zorlaştırdığın gibi bize de zorlaştırma. ed-Dahhak der ki: Altından kalkamayacağımız, güç yetiremeyeceğimiz amelleri işlemekle bizi yükümlü tutma. İbn Zeyd de buna yakın bir açıklama getirmiştir. İbn Cüreyc der ki: Bizleri maymun ve domuzlara çevirme. Selam b. Sâbûr da der ki: Bizim takat getiremeyeceğimiz iş, şehvetin aşırı derecede kabarmasıdır. en-Nekkaş da bunu Mücâhid ve Atâ'dan nakletmiştir. Rivâyet edildiğine göre Ebû'd-Derda duasında şöyle dermiş: "Hazırlığı bulunmayan bir şehvet taşkınlığından Sana sığınırım!" es-Süddî der ki: Burada kasıt, takat getirilmeyen şeyler, İsrailoğullarına yükletilmiş bulunan ağır yükler ve prangalardır, (bk. el-A'raf, 7/157) "Bizi" yani günahlarımızı "affet." Terkedip ceza verilmediği vakit bu kelime kullanılır. "Bize mağfiret buyur." Yani günahlarımızı ört. Çünkü el-ğafr: Örtmek demektir. "Bize merhamet eyle." Sen üzerimize lütfunla rahmetini gönder! "Sensin bizim mevlamız" bizim velimiz, dostumuz, yardımcımız Sensin. Bu âyetler insanlara nasıl dua edeceklerini öğretmek sadedindedir. Muaz b. Cebel'den rivâyet edildiğine göre; o bu sûreyi okumayı bitirdi mi "amin" dermiş. İbn Atiyye der ki: Böyle söylemenin onun tarafından Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet edildiği zannedilmektedir. Eğer böyle ise bu bir mükemmelliktir. Şayet değilse Fâtiha Sûresi'ne kıyasen "amin" demektedir. Çünkü orada da dua vardır, burada da dua vardır. O bakımdan (burada da amin demek) güzel birşeydir. Ali b. Ebî Tâlib de der ki: Bu iki âyeti okumaksızın uyuyan bir kimsenin İslâm'ı akledip idrâk etmiş olduğunu sanmıyorum. Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân 14; yakın lâfızlarla. Derim ki: Müslim bu manada Ebû Mesud el-Ensarî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim bir gecede Bakara Sûresi'nin sonundaki şu iki âyet-i kerimeyi okursa bu iki âyet ona yeter." Buhârî, Meğâzî 12, Fedâilu'l-Kur'ân 10, 27, 34; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 255, 256; Ebû Dâvûd, Ramadân 9; Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 4; İbn Mâce, Bunları okumak, gece namazının yerini tutar şeklinde açıklanmıştır. Nitekim İbn Ömer'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah, üzerime bu iki âyeti cennet hazinelerinden indirdi ve bunlarla Bakara Sûresi'ni sona erdirdi. Rahmân (olan Allah) bu iki âyeti bütün mahlukatı yaratmadan bin yıl önce kendi eliyle yazdı. Her kim yatsı namazından sonra bu iki âyeti iki defa okursa, gece namazı yerine ona kâfi gelirler. Bunlar "Âmenerrasûlu"den itibaren Bakara'nın sonuna kadar olan âyetlerdir. " Bu iki âyetin şeytanın şerrine karşı kişiye yeterli olacağı da söylenmiştir. Şeytanın onun üzerinde herhangi bir etkisi olmaz. Ebû Amr ed-Dânî, Huzeyfe b. el-Yeman'dan isnadıyla şöyle dediğini zikretmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Aziz ve celil olan Allah gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. İşte o kitaptan, Bakara Sûresi'ni kendileriyle sona erdirdiği üç âyet-i kerîme indirdi. Her kim evinde bunları okursa üç gün süreyle şeytan onun evine yaklaşmaz." Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 6; Dârtmî, Fedâilu'l-Kur'ân 14. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu da rivâyet edilmektedir: "Bakara Sûresi'nin sonundaki bu âyet-i kerimeler bana Arşın altındaki bir hazineden verilmiştir. Benden önce bunlar hiçbir peygambere verilmiş değildir." Yakın lâfızlarla, Dârimî, aynı yer. Bu âyet, sahihtir. Fâtiha Sûresi'nin tefsirinde, meleğin Fâtiha ile birlikte bu âyetleri indirdiği belirtilmişti. Hamd Allah'a mahsustur. |
﴾ 286 ﴿