2

Allah O'dur ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Hay'dır, Kayyûm'dur.

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1-Tek İlâh Allah'tır:

Yüce Allah'ın:

"Elif, Lâm, Mîm. Allah O'dur ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Hay'dır, Kayyûm'dur" âyeti ile başlayan bu sûrenin Medine'de indiği icmâ' ile kabul edilmiştir. en-Nekkaş, bu sûrenin Tevrat'taki adının "Taybe" olduğunu nakletmektedir.

el-Hasen, Amr b. Ubeyd, Âsım b. Ebi'n-Necûd ve Ebû Ca'fer er-Ruâsî vasl "Elifini kat' ile şeklinde ve Bir, iki, üç, dört" gibi sayı isimleri vasl olmakla birlikte vakf takdir ettikleri gibi, "Elif, Lâm, Mîm" üzerinde de vakf takdir ederek "Elif, Lâm, Mîm Allahu..." şeklinde okurlar.

el-Ahfeş Said der ki: İki sakinin birarada bulunması dolayısıyla "Elif, Lâm, Mîm"'in "Mîm" harfini esreli olmak üzere şeklinde okumak da caizdir. ez-Zeccâc ise der ki: Bu, bir hatadır. Ağırlığı dolayısıyla Araplar böyle demezler.

en-Nehhâs der ki: Evla olan kıraat şekli âmmenin okuyuşudur. Eski nahiv âlimleri bu hususta değişik açıklamalarda bulunmuşlardır. Sîbeveyh'in görüşüne göre "Mîm"in fethalı okunması iki sakinin bir arada bulunması dolayısıyladır. "Mîm"in fethalı okunmasını seçmeleri esre, "yâ" ve yine ondan önce esrenin bir araya getirilmemesi isteğidir. el-Kisaî der ki: Hecâ (alfabe) harfleri ile vasl Elifleri bir araya gelecek olurlarsa, vasl Elifi hazfedilir ve hecâ harfi vasl Elifinin harekesi ile harekelenerek (meselâ) şöyle denilir: " Elif, Lâm, Mîmallah, Elif Lâm, mizkür, Elif, Lâm mîmiktarabet."

el-Ferrâ' da der ki: Asıl olan er-Ruâsî'nin de okuduğu şekilde "Elif, Lâm, Mîm Allahu..." şeklinde okumaktır. Böylelikle hemze'nin harekesi Mîm'e verilmiş olmaktadır. Ömer b. el-Hattâb da: "el-Hayyu’l-kayyâm" şeklinde okumuştur. Harice der ki: Abdullah (b. Mes'ûd)ın Mushafında: "el-Hayyu'l kayyimu" şeklindedir. Bakara Sûresi'nin baş taraflarında sûrelerin başlarında yer alan Mukatta Harflere dair ilim adamlarının görüşlerini önceden açıklamış bulunuyoruz.

Bu sûrede "Allah O'dur ki, O'ndan başka ilâh yoktur, Hay'dır, Kayyûm'dur" başlı başına bir cümle olarak geldiğinden dolayı bu hususa dair bu görüşlerin tümünün bir anda burada düşünülmesi mümkündür.

2- Aynı Sûreyi Birden Çok Rek'atte (Zammı Sûre Olarak) Okumak:

el-Kisâî'nin rivâyetine göre Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) yatsı namazını kıldırdığı bir seferinde Âl-i İmrân Sûresi'ni okumaya başlayarak "Elif Lâm Mim..." diye okumuş ve birinci rek'ate yüz âyet, ikinci rek'atte de geri kalan yüz âyeti okumuştur.

Bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Bir sûreyi iki rekatta okumamalıdır. Eğer namaz kılan böyle yapacak olsa bu da yeterli gelir.

Mâlik, el-Mecmua'da, bunda bir mahzur yoktur, fakat yapılması gereken de bu değildir, demektedir.

Derim ki: Sahih olan bunun câiz olduğudur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da akşam namazında A'raf Sûresi'ni iki rekate bölerek okumuştur. Bunu da yine Nesâî rivâyet etmiştir. Ayrıca Ebû Muhammed Abdulhak da bunun sahih olduğunu bildirmiştir ki, ileride gelecektir.

3- Bu Sûrenin Faziletine Dair Rivâyetler:

Bu sûrenin faziletine dair birçok haber ve rivâyet gelmiştir. Bunlardan bazılarına göre bu sûre yılan sokmasına karşı bir emân, yoksullara bir hazine, âhiret gününde bu sûreyi okuyanı sallallahü aleyhi ve sellemunacağı ve onun son âyetlerini geceleyin okuyan kimseye geceyi namazla kılmış gibi ecir yazılacağı ve buna benzer diğer haberler bu kabildendir.

Dârimî Ebû Muhammed, Müsned'inde şunu zikretmektedir: Bize Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm nakletti, dedi ki: Bana Ubeydullah el-Eşcaî naklederek dedi ki: Bana Mis'ar nakletti, dedi ki: Bana Câbir, içinde düştüğü duruma düşmeden önce en-Nehaî'den naklederek dedi ki: en-Nehaî dedi ki: Abdullah dedi ki: Gecenin son bölümünde kılacağı namazda Âl-i İmrân Sûresi'ni okumak yoksul bir kimse için ne büyük bir hazinedir.

Bize Muhammed b. Said anlattı, bize Abdusselam, el-Cüreyrî'den, o Ebû's-Sillîl'den naklederek dedi ki: Bir adam kısas dolayısıyla takip edilecek oldu. O da gidip Mecenne vadisine sığındı. Burası öyle bir vadi idi ki, orada yürüyen bir kimseyi mutlaka bir yılan sokardı. Vadinin kenarında yüksekçe bir yerde iki rahip de vardı. Akşam olunca rahiplerden biri diğerine: Allah'a yemin olsun ki bu adam helâk oldu demektir, dedi. Derken o adam Âl-i İmrân Sûresi'ni okumaya başladı. Bu sefer rahipler şöyle dediler: Bu adam Taybe Sûresi'ni okudu, kurtulması muhtemeldir Sabahı sağ salim etti.

Mekhul'den de müsned olarak şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Her kim Cum'a günü Âl-i İmrân Sûresi'ni okuyacak olursa, gece oluncaya kadar melekler ona rahmetle dua eder.

Osman b. Affân'dan da senedini kaydederek şöyle dediğini zikreder: Geceleyin Âl-i İmrân Sûresi'nin sonlarını okuyana bu kişi bir geceyi namazla geçirmiş gibi yazılır. Ancak bu rivâyetin senedinde İbn Lehîa vardır.

Müslim'de en-Nevvâs b. Sem'ân el-Kilâbî'den şöyle dediğini belirten bir rivâyet yer almaktadır: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyâmet günü Kur'ân-ı Kerîm ve onun gereğince amel eden ehl-i Kur'ân olanlar getirilir. Kur'ân'ın önünde Bakara Sûresi ve Âl-i İmrân yer alır." -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu iki sûreye üç örnek verdi ve ben daha sonra bu üç örneği unutmadım. Devamla dedi ki: "Bu iki sûre ya iki bulut yahut da aralarında ışık ve aydınlık bulunan iki siyah gölgelik veya sahiplerini savunan dizi dizi kuşlardan iki topluluk gibidir."

Yine Müslim, Ebû Umame el-Bâhilî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kur'ân-ı Kerîm'i okuyunuz. Çünkü o Kıyâmet gününde ashabına bir şefaatçi olarak gelecektir. İki ışık saçıcı sûre olan Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini de okuyunuz. Çünkü her ikisi de Kıyâmet gününde iki bulut yahut iki gölgelik ya da sahiplerini savunan dizi dizi iki bölük kuş gibi geleceklerdir. Bakara Sûresi'ni okuyunuz. O sûreyi almak (öğrenmek) bereket, onu terketmek hasrettir. Bâtılcılar da onun altından kalkamaz." Hazret-i Muâviye der ki: Burada geçen "batılcılar"dan kastın, sihirbazlar olduğu haberi bana ulaşmıştır.

4- Bakara ve Âl-i İmrân Sûrelerine "ez-Zehrâveyn" Adının Verilişi:

Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine "ez-Zehrâveyn" adının verilişiyle ilgili olarak ilim adamlarının üç görüşü vardır:

1- Bunlar, ışık saçan iki sûredir. Bu da "ez-Zehr ve ez-Zuhre" kelimesinden alınmadır. Bu adın veriliş sebebi ya o sûreleri okuyanın nurlarından yani manalarından aldığı aydınlık ile hidâyet bulmasıdır.

2- Ya da onları okumaya karşılık, Kıyâmet gününde (okuyucularına) verilmesi sözkonusu olan eksiksiz nûr dolayısıyladır. Bu da ikinci görüştür.

3- Bu iki sûreye bu ismin veriliş sebebi, her ikisini de Ebû Dâvûd ve başkalarının kaydettikleri şekilde yüce Allah'ın İsm-i Azam'ını müşterek olarak ihtiva etmeleridir. Yezid kızı Esmâ'dan gelen rivâyete göre Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz yüce Allah'ın İsm-i Azamı şu iki âyet-i kerimededir:

"Ve ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Rahmândır, Rahîmdir" (el-Bakara, 2/263) âyetiyle Âl-i İmrân Sûresi'nde yer alan:

"Allah O'dur ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur, o Haydir, Kayyûm'dur" âyetidir. Bunu aynı zamanda İbn Mâce de rivâyet etmiştir.

Hadîs-i şerîfte (bu iki sûreyi nitelemek üzere geçen) "el-ğamâm: Bulut" kelimesi, sarmaş dolaş bulut demektir. Tepeye yakın olduğu takdirde buna el-ğayaye (gölgelendirici herşey) ismi verilir. "ez-Zulle (gölgelik)" de aynı şeydir.

Hadîs-i şerîfin manası da şudur: Bu iki sûreyi okuyan kimse onları okumanın sağladığı sevabın gölgesindedir. Nitekim Hadîs-i şerîfte: "Kişi sadakasının gölgesindedir" denilmektedir.

Hadîs-i şerîfteki: "Onu sallallahü aleyhi ve sellemunurlar" ifadesinden kasıt da şudur: Yüce Allah, onların sevabı dolayısıyla, onun adına savunma yapacak melekler yaratır. Nitekim kimi Hadîs-i şerîfte: "Şüphesiz her kim: "Allah şahitlik etti ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur" (Âl-i İmrân, 3/18) âyetini okuyacak olursa Allah, Kıyâmet gününe kadar kendisine mağfiret isteyecek yetmiş melek yaratır" buyurulmuştur. Hadîs-i şerîfte geçen: "Aralarında (her iki bulut arasında) ışık ve aydınlık olacaktır" ifadesi ise bunlardaki aydınlığa dikkat çekmektedir. Çünkü "siyah" kaydı getirilince bunların karanlık olacağı vehmi uyanabileceğinden böyle bir vehim "her ikisi arasında da bir aydınlık vardır" âyeti ile ortadan kaldırılmaktadır. Yani bu iki bulutun siyah olmalarından kasıt, oldukça kesif oluşları ve bu kesiflikleri sebebiyle altlarında bulunan ile güneşin sıcaklığı ve aşın harareti arasında engel teşkil etmeleri dolayısıyla bu böyle olacaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Sûrenin Baş Taraflarının Nüzul Sebebi:

Bu sûrenin baş tarafları, Muhammed b. İshak'ın, Muhammed b. Cafer b. ez-Zübeyr'den naklettiğine göre Medine'ye gelen Necran heyeti dolayısıyla nazil olmuşun Bu heyette bulunanlar hıristiyan olup Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına Medine'ye altmış süvari olarak geldiler. Bunların arasında şereflilerinden ondört kişi vardı. Bu ondört kişi arasında da bütün işlerinin başı üç kişi vardı ki, bunlar heyetin emiri, görüş sahibi ve asıl ismi Abdulmesih olan el-Âkib, diğeri ise gerçek koruyucuları, efendileri, toplantılarının başkanı el-Eyhem ismini taşıyan kişi, diğeri ise papazları ve âlimleri bulunan, Bekr b. Vâiloğullarından birisi olan Ebû Harise b. Alkame idi. Bunlar ikindi namazının akabinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna girdiler. Üzerlerinde bir çeşit Yemen elbisesi olan hibârları, cübbe ve ridâları vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı: Biz onlar gibi güzel ve heybetli bir başka heyet görmedik, dediler. Dua vakitleri girince kalktılar ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidinde doğuya doğru ibadet ettiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onlara ilişmeyin" buyurdu. Arkasından Medine'de birkaç gün daha kaldılar. Bu süre zarfında ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Hazret-i Îsa hakkında tartışıp durdular. Onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettiler ve buna benzer daha başka oldukça çirkin ve tutarsız iddialarda bulundular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da gözkamaştırıcı apaçık delillerle onların görüşlerini cevaplandırıyor, iddialarını çürütüyordu. Fakat onlar bunu bir türlü görmüyorlardı. Onlar hakkında bu sûrenin başından itibaren seksen küsur kadar âyet nazil oldu. Nihayet iş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın onları Mübahaleye davet etmesi noktasına kadar gelip dayandı. İbn İshak'ın Siretinde ve başka eserlerinde zikredildiğine göre durum böyle olmuştur.

2 ﴿