22İşte onlar, dünya ve âhirette amelleri boşa çıkmış olanlardır. Ve onların hiç bir yardımcıları yoktur. Bu âyete dair açıklamalarımızı da altı başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere...." âyeti ile ilgili olarak Ebû'l-Abbâs el-Müberred der ki: İsrailoğullarından birtakım kimselere kendilerini aziz ve celil olan Allah'a davet eden peygamberler geldi. Onlar da o peygamberleri öldürdüler. Daha sonra bazı mü’minler kalkıp onlara İslâm'a bağlanmalarını emrettiler. Onları da öldürdüler. İşte bu âyet-i kerîme onlar hakkında nazil olmuştur. Ma'kil b. Ebi Miskin de böyle demektedir: Peygamberler (Allah'ın salâtı selâmı üzerlerine olsun) İsrailoğullarına Allah'tan yeni bir kitap getirmeksizin- gelirlerdi. İsrailoğulları da o peygamberleri öldürürlerdi. O peygamberlere tabi olanlardan bir topluluk kalkar ve kendilerine adaleti emrederler, bunları da öldürürlerdi. İbn Mes’ûd'dan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İnsanlardan adeleti emredenleri öldüren topluluk ne kötü bir topluluktur! İyiliği emretmeyip kötülükten sakındırmayan bir topluluk ne kötü bir topluluktur! Mü’minin aralarından takiyye yaparak (kendisini gizleyerek) yürüdüğü topluluk, ne kötü bir topluluktur!" Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'ın rivâyetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İsrailoğulları bir günün başının kısa bir bölümünde tam kırküç peygamber öldürdü. İsrailoğulları arasında âbid kimselerden on iki kişi kalkıp iyiliği emrettiler, kötülükten sakındırdılar. Aynı günün son demlerinde de işte bunların hepsi öldürüldü. Bu âyet-i kerimede yüce Allah'ın sözünü ettikleri de bunlardır." Bunu da el-Mehdevî ve başkaları zikretmiştir. Şube, Ebû İshak'tan o Ebû Ubeyde'den o Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İsrailoğullarının bir günde yetmiş peygamber öldürdüğü olurdu. Daha sonra da günün sonuna doğru onların sebze pazarları kurulurdu. Birisi: Kendilerine bununla (bu âyet-i kerîme ile) öğüt verilen kimseler, herhangi bir peygamber öldürmüş değillerdir; diyecek olursa, buna şu şekilde cevap verilir: Ancak âyetlere muhatap olanlar peygamberleri öldürenlerin yaptıklarına razı idiler. O bakımdan onların seviyesindedirler. Yine bu âyetlere muhatap olanlar da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ve onun ashabı ile Savaştıkları gibi; onları öldürmeye de kalkıştılar. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Hani bir zamanlar o kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek ya da seni çıkarmak için tuzak kuruyorlardı..." (el-Enfal, 8/30) 2- Geçmiş Ümmetlerde Ma'rufu Emretmek ve Münkerden Alıkoymak: Bu âyet-i kerîme, önceki ümmetlerde de ma'ruf emrinin, münkerden alıkoymanın vacip (farz) olduğunu göstermektedir. Risaletin ve nebevî hilafetin asıl faydası da budur. el-Hasen der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsa o Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Rasûlünün halifesidir, kitabının halifesidir. " Ebû Leheb'in kızı Dürre'den ise şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde (hutbe irad etmekte) iken adamın birisi gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en hayırlısı kimdir? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Aralarında ma'rûfu en çok emreden, münkerden en çok alıkoyan, Allah'tan en çok korkan, akrabalık bağlarını en çok gözetendir. " Kur'ân-ı Kerîm'de de şöyle buyurulmaktadır: "Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendirler. Onlar münkeri emreder, mâruftan alıkoyarlar." (et-Tevbe, 9/67). Daha sonra şöyle buyurmaktadır: "Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velisidirler. Bunlar da iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar." (et-Tevbe, 9/71) Böylelikle yüce Allah iyiliği (mârufu) emredip münkerden (kötülükten) alıkoymayı mü’minler ve münafıklar arasındaki fark olarak göstermektedir. İşte bu da mü’minin en belirgin özelliklerinden birisinin, iyiliği emretmek, münkerden de alıkoymak olduğunu göstermektedir. Bunun başı ise İslâm'a davet etmek ve bu uğurda Savaşmaktır. İyiliği emretmek, herkesin yapabileceği bir iş değildir. Öncelikle bunu sultan (devlet yetkilisi) yerine getirmelidir. Çünkü hadlerin uygulanma yetkisi ona aittir, tazir de onun görüşüne göre yapılır. Hapsetmek, serbest bırakmak, sürgün etmek, gurbete göndermek, onun yetkisi içerisindedir. O her bir şehirde, salih, güçlü, alim ve emin bir kimseyi tayin eder ve bunları yerine getirmesi için emir verir. Herhangi bir ziyade sözkonusu olmaksızın o da gereği gibi hadleri uygular. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O mü’minlere ki eğer Biz yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, münkerden alıkoyarlar." (el-Hacc, 22/41) 3- Kötülükten Alıkoyanın Nitelikleri: Kötülüğü yasaklayan kimsenin adaletli bir kimse olması, Ehl-i Sünnete göre şart değildir. Bu görüş bid'atçilerin konu ile ilgili kanaatlerine muhaliftir. Çünkü bid'atçiler: Münkeri ancak adil olan bir kimse değiştirmeye kalkışır, derler. Bu ise yersizdir. Çünkü adalet, insanlar arasında çok az kimsede bulunabilen bir özelliktir. Buna karşılık ma'rûfu emretmek, münkerden alıkoymak ise bütün insanlar hakkında geneldir. Eğer yüce Allah'ın: "Siz insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?" (el-Bakara, 2/44) âyeti ile: "Sizin yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir hışmı gerektirir" (es-Saf, 61/3) âyetine ve benzerlerine delil diye sarılacak olurlarsa onlara şöyle denilir: Burada yasaklanmış bir işin yapılmasından dolayı kınama sözkonusudur. Yoksa bir kimsenin münkerden alıkoyması dolayısıyla yergi sözkonusu değildir. Bir kötülüğü işleyip de onu yasaklamanın onu işlemeyeninkine göre daha, çirkin olduğunda şüphe yoktur. İşte bundan dolayıdır ki böyle yapanlar, cehennem ateşi içerisinde eşeğin değirmen etrafında döndüğü gibi döneceklerdir. Nitekim biz bunu yüce Allah'ın: "Siz insanlara iyiliği emreder de..." (el-Bakara, 2/44) âyetini tefsir ederken açıklamış bulunuyoruz. İbn Abdi'l-Berr'in naklettiğine göre; müslümanlar, gücü yeten her kişinin, eğer münkeri değiştirdiğinden dolayı kınamaktan başka bir şeyle karşılaşmayacak ve bu ona eziyet etmek noktasına varmayacak olursa, gücü yeten her kimsenin o münkeri değiştirmesinin vacip olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Şayet kınamadan başka birşeyle karşılaşmayacak olursa, bu kınamanın onu münkeri değiştirmekten alıkoymaması gerekir. Eğer eliyle değiştirmeye güç yetiremiyorsa diliyle değiştirir. Buna da güç yetiremiyorsa kalbiyle değiştirir ve bundan fazlasını yapmakla mükellef değildir. Şayet kalbiyle değiştirerek red edecek olup başkasına gücü yetmiyor ise, üzerindeki sorumluluğu yerine getirmiş olur. (İbn Abdi’l-Berr) devamla der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı vurgulayan Hadîs-i şerîfler oldukça çoktur. Fakat bu hadisler "güç yetirmek" kaydı ile mukayyeddir. el-Hasen der ki: Bu konuda kendisiyle konuşulacak kimse, ancak düzelmesi umulan bir mü’min yahut da kendisine birşey öğretilecek bir cahil olabilir. Kılıcını yahut kamçısını eline alıp da: Benden kork! Benden kork! diyene gelince; böylesiyle senin bir ilgin yoktur. İbn Mes'ûd der ki: Değiştirme gücü bulunmayan bir münkeri gören bir kimse için kalbinden o münkerden tiksinmesi ve Allah'ın da bunu bilmesi, onun için yeterlidir. İbn Lehîa el-A'rec'den, o Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Mü’minin kendisini zelil kılması helâl değildir." Ey Allah'ın Rasûlü, kendisini zelil kılması ne demektir? diye sorulunca şöyle buyurdu: "Altından kalkamayacağı şekilde birtakım belâlara kendisini maruz bırakmasıdır. " Derim ki: Bu hadisi İbn Mâce, Ali b. Zeyd b. Cüd'ân'dan o el-Hasen b. Cündeb'den o Huzeyfe'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet etmiştir. Bununla birlikte her iki senet hakkında da tenkid edici sözler söylenmiştir. Ashab-ı kiramdan kimisinin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Şüphesiz bir kişi karşı çıkabilme gücü olmayan bir münkeri gördüğü takdirde üç defa: "Allah'ım, şüphesiz bu bir münkerdir" demelidir. Bunu söylediği takdirde üzerine düşeni yapmış olur. İbnu'l-Arabî'nin iddia ettiğine göre; eğer bir kimse o münkeri izâle edeceğini umuyor, bununla birlikte onu değiştirmeye kalktığı takdirde dövüleceğinden yahut öldürüleceğinden korkuyor ise, ilim adamlarının çoğunluğuna göre, kendisini böyle bir tehlikeye atması caizdir. Şayet onun ortadan kalkmasını umut etmiyor ise, böyle bir işe kalkışmanın faydası yoktur. (İbnu'l-Arabi) der ki: Benim kabul ettiğim görüşe göre; niyeti halis ise; durum ne olursa olsun o kendisini böyle bir tehlikeye atsın ve hiçbir şeye aldırış etmesin. Derim ki: Bu Ebû Ömer'in (İbn Abdi'l-Berr'in) sözünü ettiği icmaya muhaliftir. Bu âyet-i kerîme ise, öldürme tehlikesi olmakla birlikte iyiliği emretmenin ve münkerden alıkoymanın câiz olduğunu göstermektedir. Nitekim yüce Allah: "Mâ'rûfu emret, münkerden alıkoy. Ve sana isabet edenlere da sabret..." (Lukman, 31/17) diye buyurmaktadır ki; bu da (bu uğurda) gelebilecek eziyetlere bir işarettir. 5- Münkeri El, Dil, ve Kalp ile Değiştirmenin Mahiyeti ve Sorumluları: Hadis İmâmları Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sizden bir münker gören onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın en zayıf halidir. " İlim adamları der ki: El ile marufu emretmek, yöneticilere; dil ile ilim adamlarına; kalb ile değiştirmek ise zayıflara yani insanlar arasındaki avama ait bir görevdir. Şayet münkerin onu yasaklayan tarafından dil ile ortadan kaldırılması mümkün ise onu yapsın. Eğer ancak cezalandırmak yahut öldürmekle bu münkeri ortadan kaldırabilecekse onu da yapsın. Öldürmekten daha aşağısı ile münkeri izale etmek mümkünse öldürmek câiz değildir. Bu ise yüce Allah'ın şu âyetinden çıkartılmaktadır: "O haddi aşan grupla Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın." (el-Hucurât, 49/9) İlim adamları da bunu esas alarak şunu söylemişlerdir: Cana yahut mala saldıran bir kimseyi, canına yahut malına veya başkasının canına zarar vermeye kalkışanı önleyebilir ve bundan dolayı onun için sorumluluk sözkonusu değildir. Zeyd Amr'ı Bekr'in malını almak isterken görür ise, şayet mal sahibi Amr'a gücü yetmiyor ve malının alınmasına da razı değil ise Zeyd'in Amr'ı önlemesi ona engel olması gerekir. Hatta ilim adamları şöyle demiştir: İsterse bundan dolayı ona kısas uygulanacağını farzetsek dahi (Allah katında sorumlu tutulması sözkonusu değildir). Şöyle de denilmiştir: Bir şehirde eğer dört türlü insan varsa ora halkı beladan korunmuş olurlar: Zulmetmeyen adil bir başkan, hidâyet yolu üzere âlim bir kimse, ma'rûfu emreden münkerden alıkoyan, ilmin ve Kur'ân'ın tahsiline teşvik eden hocalar ve hanımları, ilk cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayanlar. 6- İyiliği Emredip Münkerden Alıkoymanın Terki: Enes b. Mâlik'in şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü! Biz ne zaman iyiliği emretmeyi münkerden alıkoymayı terkedelim? diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde başgösteren şeyler aranızda başgösterdiği takdirde." Ey Allah'ın Rasûlü, bizden önceki ümmetlerde neler başgösterdi? Şöyle buyurdu: "Yöneticilik küçükleriniz arasında, ahlâksızlık büyükleriniz arasında, ilim de sizin ayak takımınız arasında (olursa)." Zeyd der ki: Peygamber efendimiz'in: "İlim de ayak takımınız arasında" âyeti fasıklar arasında ilim yayılırsa demektir. Bu hadisi İbn Mâce rivâyet etmiştir. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar Mâide Sûresi'nde (5/89. âyette) ve diğerlerinde yüce Allah'ın izniyle gelecektir. Yüce Allah'ın: "Amelleri boşa gitmiş olanlardır" âyeti ile; "Onlara.... müjdele" âyetine dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır. Tekrarının anlamı yoktur. |
﴾ 22 ﴿