125Evet, sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize bu cihetlerinden gelirlerse, Rabbiniz size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir. Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: 1. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Gazaları ve Bunlar Arasında Bedircin Yeri: Şanı yüce Allah'ın: "Yemin olsun ki siz, düşkünler İken Bedir'de Allah size zafer vermişti" âyetinde sözünü ettiği Bedir gazvesi, hicretin onsekizinci ayında, Ramazan ayının onyedisine rastlayan cuma günü cereyan etmişti Bedir, bir suyun bulunduğu ve o suyun bölgeye ismini verdiği bir yerdir. Şa'bî der ki: Bu su, Bedir adında Cüheyne'li bir adama aitti. O yere de bu ad verilmişti. Ancak birinci görüşü kabul edenler daha çoktur. Vâkidî ve başkaları derler ki: Bedir, belli bir yerin adıdır. Başka bir şeyden aktarılmış (nakledilmiş) bir isim değildir. İleride yüce Allah'ın izniyle Enfâl Sûresi'nde (8/11. âyet-i kerimenin tefsirinde) Bedir'e dair açıklamalarda da bu husus gelecektir. "Düşkünler" kelimesinin buradaki anlamı, sayıca az kimseler demektir. Çünkü, o sırada mü si umanların sayısı üçyuz onüç yahut üçyüz ondört kişi idi. Düşmanları ise, dokuzyüz ile bin kişi idi. "Düşkünler" kelimesi, 'in çoğuludur. Burada bu (düşkünlük; zül) istiare yoluyla kullanılmış bir isimdir. Yoksa onlar, kendi özleri itibari ile aziz kimseler idiler. Şu kadar var ki, düşmanlarına ve yeryüzünde bulunan bütün kâfirlerin toplamına nisbetle sayıları düşünülecek olursa, onların düşkün görülmeleri ve yenilgiye uğramaları gerekirdi. Nasr, (mealde; zafer); yardım demektir. Allah, Bedir günü onlara yardım etmişti. O günde müşriklerin ileri gelenleri öldürülmüştü. Ve İslâm, o günün temeli üzerine bina edilmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ilk Savaşı idi. Müslim'in Sahihinde Büreyde'den şöyle dediği nakledilmektedir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onyedi gaza yapmış ve onların sekiz tanesinde fiilen çarpışmıştır." Yine Müslim'de İbn İshak'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Zeyd b. Erkam ile karşılaştım, ona şöyle sordum; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaç gazada bulundu? O; Ondokuz gaza yaptı, dedi. Peki sen bunlardan kaçında onunla birlikte bulundun, diye sordum, bu sefer: Onyedi gazada bulundum dedi. Yine: Hazret-i Peygamberin yaptığı ilk gaza hangisidir? diye sordum, O: Zatü'l-Useyre veya Zatü'l-Uşeyr dedi. Bütün bunlar; tarih ve siyer bilginlerinin kabul ettiklerine muhalif görülmektedir. Muhammed b. Sa'd, Tabakat adlı eserinde şöyle demektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın gazvelerinin sayısı yirmiyedidir. Seriyye sayısı ise elli altıdır. Bir başka rivâyette de kırk altıdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Savaştığı gazveler ise, Bedir, Uhud, Mureysi', Hendek, Hayber, Kurayza, Feth (Mekke'nin fethi), Huneyn ve Taif gazalarıdır. Yine İbn Sa'd der ki: Bize nakledenlerin İcma ile söyledikleri bunlardır Kimi rivâyetlerde de Hazret-i Peygamber, Nadiroğulları, Hayber dönüşü, Va'di'l Kura ve el-Gabe gazvelerinde de Savaşmıştır. Bu husus böylece ortaya çıktığına göre, şunları söyleyebiliriz: Zeyd de Bureyde de her biri kendi bildiklerini veya şahit olduklarını anlatmıştır. Zeyd'in: "Hazret-i Peygamber'in ilk gazvesi Zutü'l-Useyre (el-Uşeyre) gazvesidir" şeklindeki sözü de aynı şekilde tarih ve siyer bilginlerinin söylediklerine muhaliftir. Muhammed b. Sa'd der ki: Zatül-Uşeyre gazvesinden önce, Hazret-i Peygamber'in bizzat yaptığı üç tane gazve daha vardır. İbn Abdi’l-Berr de; "ed-Durer fi'l-Meğazi ve's-Siyer" adlı eserinde şöyle demektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bizzat katıldığı ilk gazvesi, Safer ayındaki Ebvâ gazvesidir. Şöyle ki, Hazret-i Peygamber Rebiül-evvel ayının onikisinde Medine'ye ulaştı. Rebiül-evvel ayının geri kalan zamanını Medine'de geçirdiği gibi, o yılın geri kalan süresini ve hicretin ikinci yılından da Saler ayına kadar olan süreyi Medine'de geçirdi. Daha sonra sözü geçen yılın Safer ayında Medine'ye Saad b. Ubâde'yi yerine vekil bıraktı ve Veddan'a kadar gitti. Orada Damraoğulları ile bir banş antlaşması yaptı. Oradan Medine'ye Savaşmaksızın geri döndü. İşte Ebvâ'a gazvesi diye bilinen gazve de budur. Sonra, Medine'de aynı yılın Rebiü'l-evvel ayma kadar kaldı. Daha sonra, aynı yıl içerisinde Medine'ye es-Saib b. Osman b. Maz'ûn'u yerine vekil tayin edip, Medine'nin dışına çıktı ve Radvâ tarafında Bavat denen yere kadar gitti. Ondan sonra da Medine'ye Savaşmaksızın geri döndü. Daha sonra Rebiul-ulâ ayının geri kalan süresi ile Cuma de'kıla'nın bir miktarını Medine'de geçirdikten sonra Medine'nin dışına gazada bulunmak üzere çıktı, Medine'ye de Ebû Seleme b. Abdülesed'i vekil bıraktı. Milk yolu üzerinden Zatül-Useyre'ye doğru yola koyuldu. Derim ki: İbn İshak, Ammâr b. Yâsir'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ben ve Ali b. Ebî Tâlib, Yenbû'un iç taraflarındaki Zatü'l-Uşeyre gazvesinde iki yol arkadaşı idik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya varıp konaklayınca, orada bir ay kadar bir süre ikâme etti. Orada Mudlicoğulları ile onların Damraoğullarından anlaşmalıları olanlarla bir barış antlaşması akdetti. Alî b. Ebi Talib bana şöyle dedir Ey Ebû'l- Yakzân (Ammar'ın künyesi), ne dersin, şu kendilerine ait (hurmalıktaki) pınar başında çalışan Mudlicoğullarına mensup bir topluluğun yanına gidip onların nasıl çalıştıklarını bir görelim mi? Biz de onların bulundukları yere gittik, bir süre onların çalışmalarını seyrettik. Daha sonra uyku bizi bürüdü. Biz de toprağı bol bir yerde küçük arıların bulunduğu bir yere gittik ve orada uyuduk. Allah'a yemin ederim ki, bizi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip ayağıyla uyandırıncaya kadar uyanmadık. Resûlüllah bizi uyandırınca, o topraklardan üstümüz başımız bulanmış olduğu halde kalkıp oturduk. İşle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün Ali'ye- (toprağa bulanmış olduğundan dolayı) "Bu ne hal Ey Ebû Turab (toprağın babası)! dedi. Biz de Hazret-i Peygambere durumumuzu anlatınca şöyle buyurdu: "Ben sizlere insanlar arasında en bedbaht iki adamın kimler olduğunu haber vereyim mi?" Biz: Bildir ey Allah'ın Rasûlü deyince, şöyle buyurdu: "Semud kavminden o dişi deveyi kesen Uhaymir ile ey Ali, sana şuranın üzerine vuran -deyip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini başına koydu- ve bu darbesi dolayısıyla da senin şuranı kana bulayacak olan kişidir" dedi ve elini de sakalının üzerine koydu. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cumadelûlâ'nın geri kalan'süresi ile Cumadeul-âhire'den bir kaç gün daha orada kaldı ve orada Mudlicoğulları ile barış antlaşması yaptıktan sonra Savaşmaksızın geri döndü. İşte bundan birkaç gün sonra Bedir gazvesi meydana geldi. İşte, tarih ve siyer bilginlerinin hakkında şüphe etmedikleri husus budur. Buna göre Zeyd b. Erkam, ancak kendi bildiği bir hususu anlatmış olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Zatü'l-Uşeyre'ye "Zatül-Useyr ve Zatül-Uşeyr" de denilir. İşte bundan sonra büyük Bedir gazvesi olmuştur ki, bu da o gazvede bu lunanlar için en üstün, en faziletli ve en büyük gazvedir. İlim adamlarının bü yük bir topluluğunun kanaatine göre, Allah, melekleri ile Peygamberine ve mü’minlere bu gazvede yardımcı olmuştur. Ayetin zahiri de buna delalet etmektedir. Yardım, Uhud'da değil de bu gazvede olmuştur. Bu yardımın Uhud gününde olduğunu söyleyenler ise, yüce Allah'ın: "Yemin olsun ki...Bedir'de Allah size zafer vermişti" âyetinden "şükretmiş olasınız" âyetine (yani, 123. âyet-i kerimeye) kadar olan bölümü iki ifade arasında bir ara cümlesi olarak kabul etmektedir. İşte Amir eş-Şabînin görüşü budur. Ancak, diğerleri ona muhalefet etmişlerdir. Diğer taraftan meleklerin Bedir günü Savaşta bulunduğu ve çarpıştıklarına dair rivâyetler, ardı arkasına gelmiş ve birbirini pekiştirmektedirler. Bunlardan birisi de Ebû Useyd Mâlik b. Rabia’nın sözleridir. Ebû Useyd, Bedir günü hazır bulunanlardan idi. O şöyle demiştir: Şu anda sizinle birlikle Bedir'de bulunsam ve gözlerim görseydi, ben sizlere meleklerin çıkıp geldikleri dağ yolunu hiçbir şüphe ve tereddüde kapılmaksızın gösterecektim. Ebû Useyd Mâlik b. Rabia'nın bu sözünü, Akil, ez-Zührî’den, o, Ebû Hazım Seleme b. Dinar yoluyla rivâyet etmiştir. İbn Ebi Hatim der ki: ez-Zührî'nin Ebû Hazım yoluyla bu tek hadisten başka yaptığı bir rivâyeti bilinmemektedir. Ebû Useyd ise, denildiğine göre Bedire katılanlar arasında en son vefat eden kişidir. Bunu, Ebû Ömer elîstîâb adlı eserinde ve başkaları da ifade etmişlerdir. Müslim'in Sahih'inde de Ömer b. el-Hattâb'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Bedir günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere baktı, onların bin kişi, ashabının ise üçyüz ondokuz kişi olduğunu gördü. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi -Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun- kıbleye yöneldi, sonra da ellerini uzatarak Rabbine şöylece seslenmeye başladı: "Allah'ım, bana olan vadini gerçekleştir. Allah'ım, bana vadettiğini ver, Allah'ım, eğer şu müslümanlar topluluğu helâk olursa, yeryüzünde sana ibadet olunmayacaktır." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıbleye yönelmiş, ellerini uzatmış olarak Rabbine seslenmeye devam edip durdu, Sonunda ridâsı omuzlarının üzerinden düştü. Ebû Bekir yanına varıp rîdasını aldı ve tekrar omuzlarına koydu. Daha sonra arkasında durup şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, Rabbine bu kadar niyaz ettiğin yeter. Şüphesiz ki O, sana verdiği vadini yerine getirecektir. Bunun üzerine şanı yüce Allah: "Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz da, O da: Şüphesiz Ben, size, meleklerden birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim; diyerek duanızı kabul buyurmuştu" (el-Enfâl, 8/9) âyetini indirdi. Ve yüce Allah, meleklerle Peygamberine yardım etti. Ebû Zumeyl der ki: İbn Abbâs bana şunları anlattı: O gün müslümanlardan bir kişi önündeki müşriklerden birisini hızlıca takip ederken, üst taraflardan bir kamçı darbesi sesi ve bir süvarinin şöyle dediğini işitti; İleri ey Hayzûm! Önündeki müşrike baktı ve sırt üstü yere yıkıldığını gördü. Yere düşen bu müşriğe bakınca da burnunun kırılmış ve yüzünün de -bir kamçı yemişçesine- yarılmış ve yüzünün her tarafının morarmış olduğunu gördü. Ensar'dan olan bu kişi gelip bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a anlatınca, Hazret-i Peygamber de: "Doğru söyledin, bu üçüncü semadan yardıma gelen meleklerdendir." O gün müslümanlar, yetmiş kişi öldürmüş, yetmiş kişi de esir almışlardı... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu hadisin geri kalan bölümleri de yüce Allah'ın izniyle Enfâl Sûresi'nin sonlarında (8/67. âyet 2. başlıkta) gelecektir. Böylelikle sünnet de, Kur'ân-ı Kerîm de Cumhûrun dediğini destekler mahiyette vârid olmuştur. Yüce Allah'a hamd olsun. Harice b. İbrahim'den o, babasından rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Cebrâîl'e: "Bedir günü meleklerden ilerle ey Hayzum! diyen kimdi?" diye sorunca, Cebrâîl de: "Ben semadakilerin hepsini tanımıyorum ki ey Muhammed" diye cevap verdi. Ali (radıyallahü anh)'dan nakledildiğine göre, insanlara irad ettiği bir hutbesinde şöyle demiş: Ben, Bedir kuyusundan su çekmek isterken hiçbir şekilde benzerini görmediğim şiddetli bir rüzgâr gelip gitti. Daha sonra yine -ondan önce eseni müstesna- benzerini görmediğim şiddetli bir rüzgâr daha esti. (Hazret-i Ali'den bunu rivâyet eden kişi) dedi ki: Zannederim bir şiddetli rüzgârdan daha söz etti. Birinci rüzgâr, Cebrâîl idi. O, bin melek ile birlikte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yardımına geldi. İkinci rüzgâr ise; bin melek ile birlikte gelen Mikâil idi. Bunlar da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sağında yer aldılar. Ebû Bekr de onun sağında idi. Üçüncü rüzgâr ise İsrafil idi. O da bin melek ile birlikte gelip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın solunda yerini aldı. Ben de sol kanatta idim. Sehl b. Huneyf (radıyallahü anh)'dan dedi ki: Bedir günü, bizim herhangi birimizin kılıcı ile müşrikin kafasına işaret etmekle birlikte kılıcımız daha başına ulaşmadan kafasının vücudundan kopup düştüğünü görüyorduk. er-Rueyyı' b. Enes'den dedi ki: Bedir günü insanlar, melekler tarafından öldürülenleri, kendilerinin öldürdüklerinden boyunlar ve parmaklar üzerinde ateşte dağlanmışçasına bir alâmetten ayırt edebiliyorlardı. Bütün bunları, Beyhakî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmektedir. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Melekler de fiilen çarpışıyorlardı. Kâfirlere vurdukları darbelerin alâmeti apaçık belli oluyordu. Çünkü, darbelerinin isabet ettiği her bir yerde ateş alevi ortaya çıkıyordu. O kadar ki Ebû Cehil, İbn Mes'ûd'a: Beni sen mi öldürdün (sanıyorsun)? Hayır, beni bütün gayretlerime rağmen kılıcımın ucu atının tırnağına dahi ulaşmayan bir kişi öldürdü, demiştir. Meleklerin sayıca çok oluşunun faydası ise, mü’minlerin kalbine sükûn vermekti. Çünkü yüce Allah, bu melekleri Kıyâmet gününe kadar cihad edecek melekler kılmıştır. Allah için sabredip ecrini Allah'tan bekleyen herbir orduya melekler de katılır, onlarla birlikte Savaşırlar. İbn Abbâs ve Mücâhid der ki: Melekler ancak Bedir günü çarpışmışlardır. Bunun dışındaki günlerde ise, Savaşta hazır bulunurlar, fakat Savaşmazlar. Onlar, yalnızca bir sayı çokluğu veya bir yardım gücü teşkil ederler. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Meleklerin çokluğunun faydası, dua ve tesbih etmeleri ve o gün Savaşanların sayısını artırmalarıdır. Bu görüşe göre melekler Bedir günü çarpışmamışlar, sadece mü’minlere sebat verilmesi için dua etmek üzere hazır bulunmuşlardır. Ancak birinci görüşü kabul edenler daha çoktur. Katâde der ki: Bu olay Bedir günü olmuştu. Yüce Allah mü’minlere önce bin melek ile yardım göndermiş, sonra da bunlar üçbin melek olmuşlardı. Daha sonra da beş bin melek oldular. İşte Yüce Allah'ın; "Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da, O da: Muhakkak Ben size, birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurmuştu" (el-Enfâl, 8/9) âyeti ile; "İndirilmiş üçbin melekle Rabbinizin size yardım etmesi size yetmez mi (Âl-i İmrân, 3/124) âyeti ile: "Evet, sabreder sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize bu cihetlerinden gelirlerse, Rabbiniz sim nişanlı beş bin melekle yardım edecektir" (Âl-i İmrân, 3/125) âyetinde anlatılanlar bunlardır. Mü’minler, Bedir günü sabrettiler, Allah'tan korktular, sakındılar. Allah da vâdettiği üzere beş bin melek ile onlara yardım gönderdi. Bütün bunlar Bedir günü olmuştu. el-Hasen der ki: Bu beşbin melek, Kıyâmet gününe kadar mü’minler için yardımcı bir güç kalmaya devam edecektir. en-Nehaî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına Bedir günü şöyle bir haber ulaşmıştı: Muhariboğullarından Kürz b. Cabir, müşriklere yardımcı olmak istiyor. Bu ise hem Peygambere hem müslümanlara ağır gelmişti. Bunun üzerine de yüce Allah: "İndirilmiş üçbin melekle Rabbinizin size yardım etmesi yetmez mi?" âyetinden itibaren "... nişanlı beşbin melekle yardım edecektir" âyetine kadar olan bölüm nazil oldu. Kürz yolda iken müşriklerin bozguna uğradıkları haberini alınca, onlara yardıma gelmedi ve geri döndü. Yüce Allah da mü’minlere beşbin melek ile yardım göndermedi. Daha önceden ise, bin melek ile onlara yardım edilmişti. Şöyle de denilmiştir: Allah, Bedir günü mü’minlere, itaati üzere sabreder ve haramlardan sakınacak olurlarsa bütün Savaşlarında da onlara yardımcı göndereceğini vâdetmişti. Onlar Ahzap günü dışında sabretmediler ve yasaklarından çekinmediler. Bunun için yüce Allah da (Ahza) Gazvesi'ndeb Kurayzaoğullarını muhasara etmeleri üzerine onlara yardımcılar göndermişti. Şöyle de denilmiştir: Bu yardım, Uhud günü gerçekleşmişti. Allah, sabrettikleri takdirde onlara yardımcılar göndereceğini vâdetmişti. Onlar ise sabretmediler, o da tek bir melekle dahi onlara yardım etmedi. Eğer, onlara yardım gönderilmiş olsaydı bozguna uğramazlardı. Bu açıklamayı da İkrime ve ed-Dahhâk yapmıştır. Saa'd b. Ebi Vakkasdan şöyle dediği sabit olmuştur: Ben, Bedir günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sağ ve solunda beyaz elbiseleri bulunan iki adam gördüm. Bunlar onun önünde alabildiğine çetin bir şekilde Savaşıyorlardı. Bu iki kişiyi ne önceden görmüştüm, ne de sonra gördüm; ' buna ne dersiniz? diyene şu şekilde cevap verilir: Belki de bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a has bir durumdu. Allah, özel olarak ona, onu savunmak üzere iki melek göndermiş olabilir. Bu ise, Ashab-ı Kirama gönderilmiş bir yardım değildir. Meleklerin inmesi, şanı yüce Rabbin bizzat muhtaç olmadığı yardım sebeplerinden bir sebeptir. Böyle bir sebebe Yüce Rab değil, yaratıkların ihtiyacı vardır. O halde, kalbimiz yalnızca Allah'a taalluk etmeli, yalnızca Ona güvenmelidir. Sebepli sebepsiz biricik yardımcı Odur, "O, bir şeyi dilerse, Ö'nun emri sadece ona: Ol, demesidir. O da oluverir," (Yâsîn, 36/82) Ancak yüce Allah bunu, insanlar eskiden beri devam edegelen ve kendilerine emretmiş olduğu şekilde sebeplere yapışsınlar diye haber vermektedir. "Ve sen, Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın." (el-Ahzâb, 33/62) Bunun da tevekküle aykırı bir tarafı yoktur. Ayrıca bununla: Sebepler, ancak zayıflar için bir sünnet olmuştur. Yoksa güçlüler için değil, diyenlerin görüşleri de reddedilmektedir. Çünkü asıl güçlü olanlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı idi Onların dışındakiler de zayıfların tâ kendileridir. Fiilin şekli, kötülüklerde yardım etmeyi, şekli ise, hayırda, iyi hususlarda yardım etmeyi ifade etmek için kullanılır ki, buna dair açıklamalar daha önce Bakara Sûresi'nde (2/15. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ebû Hayve kelimesini, "z" harfi esreli ve şeddesiz olarak okumuştur. Yardımı beraberlerinde indirenler olarak, demektir. İbn Âmir ise "z" harfini şeddeli ve üstün olarak, çokluk anlamı İfade edecek şekilde okumuştur Daha sonra Yüce Allah: "Evet" diye buyurmakta ve ifade burada tamam olmaktadır. "Sabreder" ifadesi bir şarttır. Yani düşman ile karşılaşmanız halinde sabreder ve "sakınırsanız" demek olup, bu da ona atfedilmiştir. O'nun masiyetinden sakınırsanız demektir. Cevabı da: Yardım edecektir" âyetidir. " Bu cihetlerinden" âyeti, geldikleri bu taraftan demektir. Bu açıklama, İkrime, Katâde, el-Hasen, er-Rabi, es-Süddî ve İbn Zeyd'den rivâyet edilmiştir. Bunun; gazap ve öfkelerinden... anlamına geldiği de söylenmiştir ki, bu açıklama Mücâhid ve ed-Dahhâk’tan nakledilmektedir. Çünkü onlar, Uhud günü, Bedir günü gördükleri ve çektiklerinden ötürü bayağı öfkelenmiş idiler, Ancak bu kelimenin (mastar olarak) asıl anlamı, bir şeyi kast etmek ve ciddiyetle, ısrarla, gayretle o işe yönelmek, koyulmak demektir. Bu da Tencere kaynayıp taştı, ifadesinden alınmıştır İse, öfkeyle dolup taştı, demektir. Duraksamadan ve derhal o işi yaptı, manasına gelir. ise, tencereden taşan şey manasına gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de de: "Ve tandır kaynayıp taştı" (Hûd, 11/40) diye buyurulmaktadır. Şairde şöyle demiştir: "Tencereleri taşar üzerimize, biz de (ona su ve benzerî şeyler katarak) onun kaynayıp taşmasını önleriz." Yüce Allah'ın: "Nişanlı" kelimesi "vav" harfi üstün olarak ism-i mef'ûldür. İbn Âmir, Hamze, el-Kisaî ve Nâfi'in kıraati bu şekildedir. Belli birtakım alamet ve nişanları bulunanlar olarak, demektir. Şeklinde "vav" harfi esreli okunursa; ism-i fail olur. Bu da Ebû Amr, İbn Kesîr ve Âsım’ın kıraatidir. Önceki manaya gelme ihtimali de olabilir. Yani bunlar, birtakım alâmetler ile hem kendilerini, hem de atlarını nişanlanmışlardı. Taberî ve başkaları da bu kıraati tercih etmiştir. Çoğu müfessir de şöyle demiştir: Bu şekilde "vav" harfinin esreli okunuşu, onlar baskın ve hücumda atlarını serbest bırakmışlar olarak, salmışlar olarak demektir. el-Mehdevî, bu mananın "vav" harfinin üstün okunuşu halinde sözkonusu olacağını zikretmiştir. Yani yüce Allah onları kâfirler üzerine böylece göndermişti. İbn Fûrek de böyle açıklamıştır. Birinci kıraat ile ilgili olarak ilini adamları, meleklerin nişan ve alâmetleri hususunda farklı görüşler onaya atmışlardır. Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs ve diğerlerinden rivâyet olunduğuna göre melekler, uçlarını omuzları arasına saldıkları beyaz birtakım sarıklar sarmışlardı. Bunu, Beyhakî, İbn Abbâs'tan naklettiği gibi, el-Mehdevî de ez-Zeccâc'dan nakletmiştir. Ancak Cebrâîl (aleyhisselâm), ez-Zübeyr İbn Avvâm'io sarığına benzer sarı bir sarık sarmıştı. İbn İshak da böyle demiştir. er-Rabi der ki: Onların nişanları siyah beyaz renkli atlar üzerinde bulunmaları idi. Derim ki: el-Beyhakî, Süheyl b. Amr (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Ben, Bedir günü siyah beyaz renkli atlar üzerinde sema ile arz arasında nişanlı bir takım kimseler gördüm. Bunlar, hem müşriklerden adam öldürüyor, hem esir alıyorlardı. Burada Süheyl'in ayrıca "nişanlı" ifadesini kullanması, siyah beyaz renkli atların âyet-i kerimede sözü geçen nişanın kendisi olmadığını gösterir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Mücâhid de der ki: Meleklerin atlarının kuyrukları ve yeleleri kesilmiş, alınlarında ve kuyruklarında renkli yünler ile sade yünden alâmetler bulunuyordu. İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre melekler, Bedir günü atlarının alın ve kuyruklarına beyaz yün ile nişan koymuşlardı. Abbâd b. Abdullah b. ez-Zübeyr ile Hişam b. ürve ve el-Kelbî de şöyle demişlerdir: Melekler, Zübeyr gibi üzerlerinde omuzları arasına uçları sarkıtılmış sarı sarıklar giyinmiş oldukları halde indiler. ez-Zübeyr’in iki oğlu Abdullah ve Urve de böyle demişlerdir Abdullah der ki: Zübeyr (radıyallahü anh)’in sarık olarak kullandığı, sarı bir çarşaftan ibaretti. 4. Askeri Birliklerin Nişan ve İşaretleri: Derim ki: Âyet-i kerîme, kabile ve askerî birliklerin bir takım nişan ve işaretler edinmelerine delil teşkil etmektedir Bunları, sultan (halife veya komutan) onlar için tayin ve tesbit eder. Böylelikle Savaş esnasında her bir kabile ve birlik diğerlerinden ayırt edilebilir. Aynı şekilde âyet-i kerîme, meleklerin bu türden atlar sırtında gelmiş oldukları dolayısıyla, ablak asiyah beyaz renklib atların faziletine de delildir. Derim ki: Meleklerin bu tür atlar üzerinde gelmeleri, el-Mikdâd'ın atına benzemesi için olabilir. Çünkü onun atı da ablak idi ve orduda başka bir at da yoktu. O bakımdan melekler el-Mikdad'a ikram için ablak atlar üzerinde İnmiş olabilirler. Nitekim Hazret-i Cebrâîl de ez-Zübeyr gibi sarı bir sarık sarınmış olarak inmişti. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Âyet-i kerîme yün giyinmeye de delil teşkil etmektedir. Peygamberler de salih kimseler de yün giyinmişlerdir. Ebû Dâvûd ve -lâfız kendisinin olmak üzere- İbn Mâce, Ebû Burde'den, o, babasından şöyle dediğini rivâyet ederler: Babam bana dedi ki: Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunduğumuz sırada yağmur üzerimize yağdıktan sonra yanımızda bulunmuş olsaydın, bizim koyunlar gibi koktuğumuzu görürdün. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) 'da yenleri dar, yünden bir Bizans cübbesi giyinmiştir. Bunu da hadis İmâmları rivâyet etmişlerdir. Hazret-i Yûnus da yün cübbe giyinmiştir. Bunu da Müslim rivâyet etmiştir. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar, Yüce Allah'ın izniyle Nahl Sûresi'nde (16/80. âyet, 3- başlıkta) gelecektir. 6. Meleklerin. Atlarının Şekli ve Mücâhid'in ifadeleri: Derim ki: Mücâhid'in nakline göre, meleklerin atlarının kuyruklarının ve yelelerinin kesilmiş olma ihtimali uzaktır. Çünkü, Ebû Dâvûd'un Mûsannef inde (Sünen'inde) Utbe b. Abd es-Sulemî den, onun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinlediği rivâyet edilmektedir: "Atların perçemlerini de yelelerini de kuyruklarım da kesmeyiniz. Çünkü atların kuyrukları, onların kendilerini korudukları araçları, yeleleri onların ısıtıcısıdır. Hayır ise onların alınlarında düğümlenmiştir." Buna göre Mücâhid'in bu sözünün kabul edilebilmesi için meleklerin atlarının bu şekilde olduklarını ortaya koyan ayrıca bir nakli gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ayrıca âyet-i kerîme beyaz ve sarı renginin güzelliğine de delil teşkil etmektedir. Çünkü melekler bu renkte sarıklar giyinmiş oldukları halde inmişlerdi. İbn Abbâs der ki; Sarı ayakkabı giyenin ihtiyacı giderilir. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Beyaz elbise giyiniz, Çünkü o, giyindiğiniz elbiselerin en hayırlısıdır. Ölülerinizi de beyaz renkli elbiselerle kefenleyiniz, Sarıklar ise Arapların tacları ve elbiseleridir." Rükâne –ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile güreşmiş, Hazret-i Peygamber de onun sırtını yere yıkmıştı- şöyle dediği rivâyet edilmiştir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim: "Bizlerle müşrikler arasındaki fark başımızdaki berelerimizin üzerine sarık sarmamızdır." Bunu Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir, Buhârî der ki: Bu hadisin senedinde meçhul raviler vardır. Ve onlardan kimin kimden hadis işittiği bilinmemektedir. |
﴾ 125 ﴿