129Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder; Allah Gafûr'dur, Rahîm’dir. Bu âyetlere dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1. Âyetin Nüzul Sebebi ve Peygamberin Kavmine Bedduası: Müslim'in Sahih'inde sabit olduğuna göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın Uhud günü ön dişi kırılmış, başı yaralanmıştı. Bunun üzerine akan kanlarını silmeye ve şöyle demeye koyulmuştu: Peygamberleri kavmini Yüce Allah'a davet edip durduğu halde. Peygamberlerinin başını yaralayan ve dişini kıran bir kavim nasıl felâh bulabilir!" Bunun üzerine yüce Allah: "Elinde emirden birşey yok" âyetini indirdi. ed-Dahhâk der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklere beddua etmek isteyince, Yüce Allah da: "Elinde emirden birşey yok" âyetini indirdi. Şöyle de denilmiştir: Hazret-i Peygamber, toptan imha edilmeleri için beddua etmek üzere izin istedi. Ancak, bu âyet-i kerîme nazil olunca, onlardan bazılarının müslüman olacaklarını anladı. Nitekim, aralarında Halid b. Velid, Amr b. el-Âs, İkrime b. Ebî Cehil ve başkalarının bulunduğu pek çok kimse de onlardan îman etmiş idi. Tirmizî"nin de rivâyetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dört kişiye beddua ediyordu. Şanı yüce Allah: "Elinde emirden birşey yok" âyetini indirdi. Allah onları İslâm'a hidâyet etti. (Tirmizî) der ki: Bu, hasen, garip, sahih bir hadistir. Yüce Allah'ın: "Ya onların tevbesini kabul eder" anlamındaki âyetin: "Küfre sapanların bir kısmını kessin" âyetine atfedildiği söylenmiştir. Yani, yüce Allah, ya küfre sapanların bir kısmını kessin yahut bozguna uğratmakla onları kedere boğsun yahut onların bir kısırımın tevbelerini kabul etsin, ya da bir kısmım azaplandırsın, demektir. Ya, yahut, veya" edatı, Tâ ki; ve ancak... sa, anlamında olur. Nitekim şair İmruu'l-Kays bu şekilde bu edatı şöylece kullanmıştır: "Yahut da (tâ ki) ölelim de mazur görülelim." İlim adamlarımız der ki: Hazret-i Peygamberin: "Peygamberlerinin başını yaralayan bir kavim nasıl iflah olabilir!" şeklindeki sözü, kendisine böyle bir şeyi yapanların hidâyete muvaffak kılınmalarını uzak gördüğünü ortaya koymakla birlikte, yüce Allah'ın: "Elinde emirden bir şey yok" âyeti, onun uzak gördüğü şeyin yakın bir ihtimal olduğunu ifade etmekte, müslüman olabilecekleri umudunu aşılamaktadır. Hazret-i Peygamber'e bu hususta ümit verilince: "Allah'ım! Sen benim kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar" diye dua buyurmuştur. Nitekim Müslim'in Sahihinde İbn Mes'ûd’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı, kavmi kendisini vurduğu için yüzünden akan kanları "Rabbim, kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar" diye silen peygamberlerden bir peygamberin halini anlatırken görür gibiyim. İlim adamlarımız derler ki; İbn Mes'ûd'un hadisinde anlatan kişi de, durumu nakledilen kişi de bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın kendisidir. Buna delil de Hazret-i Peygamber'in Uhud günü Ön dişi kırılıp yüzü yaralarınca, bu işin ashabına oldukça ağır gelmesi ve onların: Keşke onlara beddua etsen, demeleri üzerine, Hazret-i Peygamber'in: "Şüphesiz ki ben, lanet okuyan bir kişi olarak gönderilmedim. Aksine ben, bir davetçi ve bir rahmet olmak üzere gönderildim. Allah'ım! Kavmime mağfiret buyur. Çünkü onlar bilmezler" şeklinde açık ve sarih olarak gelen hadisi buna delildir. Sanki Hazret-i Peygambere, bu husus, Uhud'daki bu durum vukua gelmeden önce vahiy ile bildirilmiş ve bu peygamberin kimliği ona tayin edilmemiş gibidir. Bu durum kendi başına gelince, naklettiğimiz bu hadisin delili ile kastedilenin kendisi olduğu ortaya çıkmış oldu. Yine bunu, Hazret-i Ömer'in Hazret-i Peygambere söylediği şu söz de açıklamaktadır: Anam-babam sana feda olsun Ey Allah'ın Rasûlü, gerçekten Nûh, kavmine: "Rabbim, yer yüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma" (Nûh, 71/26) diyerek beddua etmiştir. Sen de bize bu şekilde beddua edecek olursan kimse kalmamak üzere toptan helâk oluruz. Halbuki senin sırtına basıldı, yüzün kanatıldı, ön dişin kırıldı. Bununla birlikte hayırdan başka bir şey söylemeyi kabul etmeyerek: "Rabbim, kavmime mağfiret buyur Çünkü onlar bilmezler, dedin." Hazret-i Peygamber'in: "Peygamberlerinin ön dişini kıran bir topluluğa, Allah, ileri derecede gazab eder" şeklindeki ifadesinde kastedilen ise; bu işi fiilen yapan kimsedir. Biz, bu kişinin ismini bu konudaki farklı görüşlerle birlikte zikretmiş bulunuyoruz. Durumun, özellikle bu işi yapana has olduğunu söylememizin sebebi ise, Uhud'da bulunanlardan bir topluluğun İslâm'a girmiş olup bunların güzel bir şekilde İslama bağlanmış olmalarıdır. 2. Sabah Namazında Kunut: Kûfeli ilim adamlarından birisi, bu âyet-i kerimenin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın, sabah namazının son rekatinde rükûdan sonra yaptığı kunûtu nesh ettiğini iddia etmiş ve bu hususta İbn Ömer'den gelen hadisi de delil göstermiştir. Buna göre İbn Ömer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı sabah namazının son rekatinde rükûdan başını kaldırdıktan sonra şöyle buyururken dinlemiş: "Allah'ım, Rabbimiz, sonunda da hamd yalnız sanadır" dedikten sonra: "Allah'ım, filâna ve filâna lanet et" demesi üzerine, şanı yüce Allah da: "Elinde emirden birşey yok. Allah, ya onların tevbesini kabul eder, ya da zalim oldukları İçin onları azaplandırır" âyetini indirdi. Bunu, Buhârî rivâyet etmiştir. Müslim de bunu, Ebû Hüreyre'den daha geniş olarak rivâyet etmiştir. Ancak, bunda nesih sözkonusu değildir. Şanı yüce Allah bununla, elinde emirden bîrşey olmadığına dair Peygamber efendimizin dikkatini çekmekte ve onu uyarmaktadır. Gayba dair Allah'ın kendisine bildirdiğinden başkasını bilemeyeceğini, işin bütünüyle Allah'a ait olduğunu haber vermektedir. O, dilediği kimsenin tevbesini kabul eder, dilediği kimseyi de acilen cezalandırır. İfadenin takdiri de şöyledir: Emirden elinde bir şey yok. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, ne senin, ne onların; yalnız Allah'ındır, O, dilediğine mağfiret eder, dilediğinin de tevbesini kabul eder. Buna göre nesih diye bir şey sözkonusu değildir. Doğrusunu en iyi bilen de Allah'tır. Yüce Allah'ın: "Elinde emirden bir şey yok" âyeti her bir işin Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğunu açıkça ortaya koymakta, böylelikle Kaderiyye'nin ve onlardan başkalarının görüşleri de reddolunmaktadır. 3- Sabah Namazında ve Diğer Namazlarda Kunut İle İlgili Görüşler: İlim adamları, sabah namazında ve diğer namazlarda kunut hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Kûfeliler, sabah namazında olsun, diğer (farz.) namazlarda olsun kunut yapmayı kabul etmezler. Leys, Mâlik’in arkadaşı olan Yahya b. Yahya el-Leysî el-Endenlüsî'nin görüşü de budur, Şa'bî de bunu kabul etmez. Muvatta’''da İbn Ömer'den nakledildiğine göre o, hiçbir namazda kunut yapmazdı. Nesâî'de de şu rivâyet vardır: Bize Kuteybe, Haleften haber verdi. O, Ebû Mâlik el-Eşcaî'den, o, babasından dedi ki: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın arkasında namaz kıldım. Kunut okumadı. Ebû Bekir'in arkasında namaz kıldım o da kunut okumadı, Ömer'in arkasında da namaz kıldım, o da kunut okumadı. Osman'ın arkasında da namaz kıldım o da kunut okumadı. Ali'nin arkasında da namaz kıldım, o da kunut okumadı. Sonra şöyle dedi: Oğulcağızım o, bir bid'attir. Bir görüşe göre de sabah namazında her zaman, diğer namazlarda ise müslümanların başına bir musibet geldiği vakit kunut okur. Bu görüşü, Şâfiî ve Taberî ifade etmiştir Bir başka görüşe göre kunut, sabah namazında müstehabtır. Bu görüş Şâfiî'den rivâyet edilmiştir. el-Hasen ve Suhnûn ise kunut sünnettir, demişlerdir. Ali b. Ziyad'ın Mâlik'ten kunutu kasti olarak terkedenin namazı iade edeceğine dair naklettikleri rivâyet bunu gerektirmektedir, Taberî ise, kunûtu terketmenin, namazı ifsad edici olmadığına dair icma bulunduğunu nakletmektedir el-Hasen'den nakledildiğine göre ise, kunutu terketmek, sehiv secdesi gerektirir. Şâfiî'nin iki görüşünden birisi de budur. Dârakutnî ise, Said b. Abdülaziz'den, sabah namazında kunut yapmayı unutan kimse hakkında sehiv secdesi yapar, dediğini nakletmektedir. Mâlik ise, rüküdan önce kunut yapmayı tercih etmiştir. İshak'ın görüşü de budur. Yine Mâlik'ten, rükûdan sonra kunut yapacağına dair rivâyet yapılmıştır. Bu şekildeki kunut dört halifeden de rivâyet edilmiştir. Aynı zamanda bu Şâfiî, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür, Ashab-ı Kiram'dan bir topluluktan ise bu hususta, namaz kılanın muhayyer olduğunu ifade ettikleri görüşü rivâyet edilmiştir. Dârakutnî de sahih bir sened ile Enes'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyadan ayrılıncaya kadar sabah namazında kunut okumaya devam edip durdu. Ebû Dâvûd da "el-Merâsîl" adlı eserinde, Halid b. Ebi İmrân'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudarlılara beddua ederken, Cebrâîl ona gelerek: "Sus" diye işaret etti, o da sustu. Daha sonra Cebrâîl şöyle dedi: Ey Muhammed, şüphesiz ki Allah, seni, ne sövüp sayan, ne de lanet okuyan birisi olarak göndermiştir. O, seni ancak bir rahmet olmak üzere gönderdi. Seni bir azâb olasın diye göndermedi. "Elinde emirden hiç bir şey yok. Allah, ya onların tevbelerini kabul eder yahut zalim oldukları İçin onları azaplandırır." Daha sonra Cebrâîl Hazret-i Peygambere şu kunûtu öğreterek dedi ki; "Allah'ım, şüphesiz biz, yalnız Senden yardım dileriz. Yalnız Senden mağfiret dileriz. Sana îman eder, Sana zillet ve İtaatle boyun eğeriz. Sana karşı nankörlük edenleri hal’ (iktidardan alaşağı) eder, terk ederiz. Allah'ım, yalnız Sana ibadet eder, Sana namaz kılar ve secde ederiz. Sana doğru gelir, hizmetine koşarız. Rahmetini umar ve kesin azabından korkarız. Şüphesiz Senin azâbın kafirlere yetişir." |
﴾ 129 ﴿