173Onlar ki, insanlar kendilerine: "İnsanlar size karşı kuvvet topladılar, onlardan korkun" dedikleri zaman bu, onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Yüce Allah'ın: "Onlar ki, insanlar kendilerine... dedikleri zaman" âyeti hakkında farklı görüşler vardır. Mücâhid, Mukâtil, İkrime ve el-Kelbî der ki: Burada bu sözü söyleyen kişi, Eşca'lı Nuaym b. Mes'ûd'dur. Ancak lâfız umumî olmakla birlikte manası özeldir. Yüce Allah'ın: "Hayır, onlar insanları kıskanırlar..." (en-Nisâ, 4/54) âyetinde olduğu gibi. Burada insanlarla kastedilen özel olarak Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dır. es-Süddî der ki: Bu (Nuaym), bu iş karşılığında kendisine bir mükâfat vadedilen Bedevî bir Araptır. İbn İshak ve bir topluluk da şöyle demişlerdir: Burada "insanlar" ile Abdulkays kafilesi kastedilmektedir. Bunlar, Ebû Süfyanın yanından geçince o, müslümanların maneviyatını kırmak kastıyla onlara birtakım telkinlerde bulunarak onları gönderdi. Burada "insanlar"dan kastın münafıklar olduğu da söylenmiştir. es-Süddî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı, Ebû Süfyan ile sözleşme gereği küçük Bedir'e çıkmak üzere hazırlık yaptıklarında, münafıklar yanlarına gelip şöyle dediler. Biz size onlara karşı çıkmamanızı söyleyen arkadaşlarınızız. Siz, bize karşı geldiniz. Onlar sizin yurdunuzda sizinle Savaştılar ve galip geldiler. Eğer onların yurtlarında yanlarına gidecek olursanız, sizden kimse geri dönemeyecektir. Bunun üzerine mü'mînler: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! dediler." Ebû Ma'şer de der ki: Tihame halkından Huzeyl'lilere mensub bir gurup Medine'ye geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın arkadaşları onlara Ebû Süfyân'a dair soru sordular, Onlar da: Onlar size karşı çok büyük kalabalıklar topladılar. O bakımdan onlardan korkun ve çekinin. Sizin onlara karşı koyacak gücünüz yoktur, dediler Bu görüşlere göre ise "İnsanlar", ifade ettiği anlama uygun olarak çoğul anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yüce Allah'ın: "Bu, onların imanını artırdı" âyetine gelince, insanların sözleri onların imanlarını artırdı- Yani, onların dinlerine olan lasdik ve yakinlerinî, dinlerine yardımcı olmaktaki kararlılıklarını, onların güçlerini, cesaretlerini ve hazırlıklarım artırdı demektir. Bu anlamı ile imanın artışı, amellerdeki bir artışı ifade eder. İlim adamları imanın artıp eksilmesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bu husustaki inanç, şu esasa dayanır: Tek bir hususu ve tek herhangi bir şeyi bir tasdikten ibaret olan îman , başlı başına muayyen ve tek bir şeydir. Bu husule geldi mi, onunla beraber herhangi bir fazlalık sözkonusu olmaz. Ortadan kalktı mı da ondan geriye birşey kalmaz, O halde geriye yalnızca onun bizzat kendisiyle değil de ona taalluk eden hususlarda artış ve eksilmeden başka birşey kalmamaktadır, O bakımdan bir gurup ilim adamının kanaatine göre îman , kendisinden sadır olan ameller bakımından artıp eksilir. Özellikle de pek çok ilim adamı, itaatlere de îman ismini verirler. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Îman, yetmiş küsur bölümdür. Bunun en üstünü Lâ ilahe illallah sözü, en aşağısı ise yoldan rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır." Bunu Tirmizî rivâyet etmiştir. Müslim'de de şu fazlalık vardır: "Haya da imandan bir bölümdür." Hazret-i Ali'den de şöyle dediği nakledilmektedir: Îman, önceleri kalpte beyaz bir parıltı olarak ortaya çıkar. Îman arttıkça bu parıltı da artar. Hazret-i Ali'nin sözünde -parıltı anlamı verilen-: “.....” kelimesi ile ilgili olarak el-Asmaî şöyle demektedir: Bu kelime, nükte ve buna benzer bir beyazlıktır. Bundan dolayı dudağında bir parça beyazlık bulunan ata, (.........) denilir. Muhaddisler bu kelimeyi "lâm" harfini üstün ile kullanırlar. Araplar ise bunu ötreli kullanırlar, "Şüphe, duhme ve humre" kelimeleri gibi. Hazret-i Ali'nin bu ifadesinde de imanın artıp eksildiğini kabul etmeyenlere karşı bir delil vardır. Çünkü O: îman arttıkça bu parıltı da artar. Tâ ki, bütün kalp bembeyaz oluncaya kadar, demektedir İşte münafıklık da bu şekildedir. O da kalpte siyah bir karartı olarak ortaya çıkar. Münafıklık arttıkça kalp bütünüyle kararıncaya kadar kararmaya devam eder. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Îman bir arazdır. O, iki ayrı zamanda aynı şekilde olmaz, O bakımdan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve salih kimseler İçin îman , ardı arkasına değişkendir Mü’min kalbe onun mislinin ard: arkasına gelmesi ve fiilen bulunuşunun devamlılığı itibariyle artmaya devam eder. Mü’min kalbin gaflete ardı arkasına düşmesi sonucunda da eksilir. Ebû'l-Meâli bu hususa işaret etmiştir. Bu mana, şefaat hadisinde de görülmektedir. Sözkonusu bu şefaat hadisi, Ebû Said el-Hudrî rivâyet etmiş olup, Müslim de bunu Sahihinde kaydetmektedir. Bu hadiste şöyle denilmektedir: "Mü’minler derler ki, Rabbimiz, onlar bizim kardeşlerimizdir. Bizimle birlikte namaz kılar, oruç tutar, haccederlerdi. Onlara: Bildiğiniz kimseleri çıkartın, denilir ve cehenneme sûretlerini yakmak haram kılınır. Onlar da ateşin kimisinin bacaklarının ortasına kadar, kimisinin dizkapaklarına kadar ulaşmış olduğu pek çok kimseyi cehennemden çıkartırlar. Sonra da: Rabbimiz orada kendilerini çıkartmamızı emrettiğin kimselerden bir kimse kalmadı, derler. Yine; Geri dönün, kalbinde hayır namına bir dinar ağırlığı kadar bulduğunuz herkesi oradan çıkartının, buyurur. Yine pek çok kimseyi çıkartırlar. Sonra da: Rabbimiz, bize (çıkartmayı) emretmiş olduklarından kimse bırakmadık, derler. Sonra tekrar: Haydi dönünüz, kimin kalbinde hayır namına yarım dinar ağırlığı birşey bulursanız onu çıkartınız, der. Yine onlar, pek çok kimseyi çıkarttıktan sonra, Rabbimiz derler. Bize (çıkartmayı) emrettiğin kimselerden hiçbir kimse bırakmadık. Sonra söyle buyurur: Geri dönünüz, kalbinde hayır namına zerre ağırlığı kadar birşey bulduğunuz herkesi çıkartınız" diye hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Şöyle de denilmiştir: Bu Hadîs-i şerîfte îman 'dan kasıt kalbin amelleridir. Niyet, ihlâs, havf, nasihat ve buna benzer şeylerdir. Bunlara îman ismini vermesi, bunların îman mahallinde bulunmalarından dolayıdır. Yahut da îman ile, Arapların bir şeye yakın olanlara yahut da herhangi bir sebep dolayısıyla ondan olan şeylere de o şeyin isîmini vermeleri şeklindeki adetlerine uygun olarak başka şeyleri kastetmiştir. Bu açıklamanın delili de şefaatçilerin kalbinde hayır namına zerre ağırlığı kadar bir şey olan kimseleri çıkarttıktan sonra, "artık biz orada hayır namına birşey bırakmadık" demeleridir. Halbuki yüce Allah, bundan sonra da lâilâhe illallah diyenlerden pek çok kimseyi çıkartacaktır ki, bunlar kafi olarak mü’mindirler. Ve mü’min olmasalardı onları zaten çıkartmazdı. Diğer taraftan, üzerine mislinin de konulduğu ilk varlık (imanın esası) bulunmayacak olunsa, artış da eksiliş de sözkonusu olmaz. Böyle bir şey ise hareket hakkında kabul edilir. Şanı yüce Allah, bağımsız olarak bir ilmi yaratıp da bununla beraber onun mislini yahut da onun misli olan şeyleri bir takım bilgiler (malumat) dolayısıyla yaratacak olursa, onun ilmi artmış olur. Eğer, yüce Allah, misli olan şeyleri yok edecek olursa, ilmi eksilir. Yani, imanın artışı da sözkonusu olmaz. Aynı şekilde yüce Allah bir hareketi yaratıp onunla beraber o hareketin benzeri bir hareketi ya da benzerlerini yaratacak olursa aynı şey sözkonusudur. İlim adamlarından bir gurubun kanaatine göre, imanın artıp eksilmesi ise, ancak deliller dolayısıyla söz konusu olabilir. Bir kimsenin îmana dair sahip olduğu deliller artarsa, bu hususta: işte bu, imandaki bir artıştır, denilir. Bu husustaki görüşlerden birisine göre, işte peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü de bu bakımdandır. Çünkü onlar, imanı diğer insanların bildikleri şekil ve yollardan daha pek çok şekil ve yollarla öğrenip bilmişlerdir. Bu görüş âyetin muktezası dışındadır. Zira, imanın artışının deliller bakımından sözkonusu edilmesi abu âyet çerçevesindeb düşünülemez. Bir başka kesimin kanaatine göre, imanın artışı ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın hayatta olduğu süre içerisinde tarzlara ve haberlere dair âyetlerin inişi ile ve zaman boyunca da bunları daha önce bilmezken, sonradan bunları bilmek suretiyle sözkonusu olur. İşte imanın artışı ancak bundan ibarettir. Buna göre imanın artışını söylemek mecazî bir ifade olur. Ve bu açıklamaya göre de imanda eksilme düşünülemez. Ancak eksiklik, bilinen kimseye izafetle düşünülebilir. Bunu bilelim. Yüce Allah'ın: "Allah bize yeter! O ne güzel vekildir, dediler." Yani, Allah bize yeter. “.....”: Yetmek, “.....” kelimesinden alınmadır ki, kâfi gelmek demektir. Şair de şöyle demektedir: "Evimizi keş ve yağ ile doldurur(sun) Artık zenginlik, tokluk ve suya kanmışlık olarak bu kadarı yeter." Buhârî de İbn Abbâs'tan, yüce Allah'ın: "Onlar ki, insanlar kendilerine: İnsanlar size karşı kuvvet topladılar onlardan korkun, dedikleri zaman.., Allah bize yeter, O ne güzel vekildir dediler" âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bu sözü, İbrahim el-Halil (aleyhisselâm) ateşe atıldığı zaman söyledi, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) da insanlar kendisine: "Muhakkak, insanlar size karşı kuvvet topladılar" dedikleri zaman söyledi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
﴾ 173 ﴿