184

Seni yalanladılarsa senden önce açık belgeler, sahifeler ve nurlu kitaplar getirmiş rasûller de yalanlanmıştır.

Yüce Allah'ın; "" (yani diyenler âyetindeki çoğul takısına tekabül eden İsm-i mevsûl) daha önceki:

"Yemin olsun ki Allah... diyenlerin sözünü işitmiştir" âyetindeki ismi mevsûl'un bedeli olarak cer mahallinde yahutta: "Kullarına" âyetinin sıfatıdır. Yahut mahzûf bir mubtedanın haberidir. Yani onlar ... diyen kimselerdir, demek olur.

el-Kelbî ve başkaları der ki: Bu âyet-i kerîme Kab b. el-Eşref, Mâlik b. es-Sayf, Vehb b. Yahuza, Finhas b. Âzurâ ve bir grup kimse hakkında nazil olmuştur. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına gelip ona şöyle demişlerdi: Sen Allah'ın seni bize peygamber olarak gönderdiğini iddia mı ediyorsun? Halbuki Allah bize indirmiş olduğu bir kitabında: Allah tarafından bir peygamber olarak gönderildiğini iddia eden herhangi bir peygambere bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe îman etmememizi emr etmiştir. Eğer sen bize böyle bir şeyi getirecek olursan biz de senin doğru olduğunu kabul ederiz. Bunun üzerine yüce Allah, bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Denildiğine göre bu ifade Tevrat'ta vardı fakaı sözün devamı da şöyleydi: Mesih ve Muhammed gelinceye kadar böyle olacaktır, fakat bu iki peygamber size geldikleri taktirde, size böyle bir kurban getirmeksizin onlara îman edeceksiniz.

Bir diğer görüşe göre bu kurban emri Hazret-i Meryem'in oğfu Hazret-i Îsa vasıtası ile nesh edilinceye kadar sabit idi. Onlardan peygamber olduğunu iddia eden bir kişi bir kurban keser ve Allah'a dua ederdi. Daha sonra da dumansız ve hafif bir uğultusu olan beyaz bir ateş iniyor ve o kurbanı yiyordu.

O bakımdan yahudilerin söyledikleri bu söz, onların ileri sürdükleri bir iddiadan ibaretti. Çünkü ortada bir istisna yahut bir nesh vardı, onlarsa bunu gizlemişlerdi. O bakımdan onlar bu emre bağlı olduklarını ileri sürerken aslında gereksiz yere inatçılık ediyorlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın gösterdiği mucizeler, onların bu iddialarını çürütmek için kesin bir delildir. Diğer taraftan Hazret-i Îsa'nın mucizeleri de bu şekildedir. Doğru söylediği zorunlu olarak ortaya çıkanın: sözününün doğru kabul edilmesi de bir zorunluluktur.

Daha sonra yüce Allah onlara karşı delil ortaya koymak üzere şöyle buyurmaktadır: Ya Muhammed sen de

"de ki:" Ey yahudiler topluluğu

"Benden önce nice peygamberler size apaçık delillerle ve dediğiniz şeylerle geldi." Yani dediğiniz şey olan kurbanı da getirdi.

"Doğru söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?" Burada kasıt Hazret-i Zekeriya, Hazret-i Yahya ve Hazret-i Şa'yâ ile kendilerine îman etmeyip öldürdükleri diğer peygamberlerdir. Allah bu hitab ile onların geçmişlerini kastetmektedir. İşte Âmir en-Nehaî (radıyallahü anh)ın -az önce nakledilen olayda- okuduğu âyet-i kerîme budur. O bu âyet-i kerimeyi okuyarak - önceden de açıkladığımız gibi - Hazret-i Osman'ın öldürülüşünü güzel gören kimseye karşı delil göstermiştir. Şanı yüce Allah'ın geçmişlerinin yaptığı İşe rıza gösterdikleri için Kur'ân'ın çağdaşı olan yahudilerî de "katil" diye adlandırdığını belirtmişti. Aralarında yaklaşık 700 yıl gibi bir zaman farkı olmakla birlikte, o onlara bu ismi vermişti.

Kurban kendisi ile yüce Allah'a yaklaşılan kurban, sadaka ve salih amellerdir. Bu kelime (yakınlık anlamına gelen) "kurbet"ten fu'lân vezninde bir kelimedir. Bu vezin ise yerine göre isim, yerine göre mastardır. Meselâ, sultan ve burhan örnektir. Udvân ve husrân (düşmanlık ve ziyan) ise mastara örnektir.

Îsa b. Ömer bu kelimeyi "kafin ötresine tabi kılarak "re" harfini de ötreli olarak "kurubân" diye okurdu. Nitekim zulmet kelimesinin çoğulunun zulumat, hücre kelimesinin çoğulunun hucurat gelmesinde olduğu gibi.

Daha sonra yüce Allah, Peygamberini ceselli ederek ve onun kalbini hoş tutarak şöyle buyurmaktadır: "Seni yalanladilarsa senden önce açık beyyineler" yani deliller, "sabiteler" yazılı kitaplar "... getirmiş rasûller de yalanlanmıştır."

(Sahifeler) anlamında "ez-Zubur"; kitab, yazılı şey demek olan Zebur kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin aslı yazmak anlamına gelen "zebr"dir. Zebur diye adlandırılan her bir şey kitap demektir. İmruu’l-Kays der ki:

"Görüp te beni kederlendiren btı harabe izleri kimindir?

Yemeniden bir hurma ağacı üzerinde yazılmış bir (zebûr) hat gibi."

Tezbira da yazı demektir.

Zebur'un zecretmek anlamına zebrden geldiği de söylenmiştir. Bir kimseyi öfkeli bir şekilde azarlamak anlamına "zebera" denilir ki, buradan geldiği söylenmiştir. Kuyunun zebr edilmesi de taşlarla kapatılması demektir.

İbn Amr

"Nurlu kitap" anlamındaki âyeti "be" harfi ilavesi ile:

"Sahifeler ile ve nurlu kitaplar ile (gelmîş)" anlamında okumuştur. Şamlıların Mushafında da böyledir.

"Münir" ise apaçık aydınlatıcı demektir Bir şeyi açıklamayı ifade etmek üzere bu kökten gelen fiil kullanılır. İnâle ve istinâre aynı anlamda olup "aydınlanmak" demektir. Her birisi hem lazım hem müteaddi (geçişsiz ve geçişli -aydınlatmak- olur).

Aynı anlamda olmakla birlikte

"sahifeler ve nurlu kitab"ın birlikte zikredilmesi lâfızlarının farklı olduğundan dolayıdır, İkisinin de asıl anlamı belirttiğimiz şekildedir.

184 ﴿