185Her nefs ölümü tadacaktır. Kıyâmet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır da, cennete sokulursa, artık o kurtulmuştur. Zaten dünya bayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: 1. Cimriler Dahil Herkes Ölecektir: Şanı yüce Allah cimrilik edenlerin halini ve onların: "Gerçekten Allah fakirdir, bizler zenginiz" deyip küfre saptıklarını bize haber verdikten sonra mü’minlere de (bundan bir sonraki âyette); "Yemin olsun ki... deneneceksiniz" âyeti ile sabretmelerini emr etmekte ve bu arada bu halin geçip giden ve devam etmeyen bir hal olduğunu beyan etmektedir. Çünkü dünya hayatı süresi pek kısadır, Kıyâmet günü de amellerin karşılığının görüleceği gündür. "Her nefis ölümü tadacaktır," Buradaki (tadacaktır anlamına gelen): "Zâika" kelimesi zevk'den gelmektedir. Bu insan için kaçınılmaz şeylerdendir. Hiçbir canlı bunsuz yapamaz. Umeyye b. Ebi's-Salt şöyle demiştir; "Her kim, sağlıklı bir gençken ölmeyecek olsa dahi yaşlı iken ölür. Ölümün bir yudumu vardır ki, kişi onu mutlaka tadacaktır." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ölüm bir kapıdır, herkes o kapıdan girecektir. Keşke o kapıdan sonra nasıl bir ev vardır, bir bilebilsem.” Genel olarak; "Ölümü tadıcıdır" ifadesini izafe ile okumuşlardır. Ancak el-A'meş, Yahya ve İbn Ebi İshak ise birinci kelimeyi tenvinli, İkinci kelime olan "ölüm" anlamındaki "el-mevt" kelimesini de esreli olarak; “.....” diye okumuşlardır, Ve bunu, çünkü henüz ölümü tadabilmiş değildir, diye açıklarlar, Çünkü ism-i fail iki türlüdür. Birincisi geçmişteki durumu ifade eden bir anlamı ihtiva eder, ikincisi ise gelecekte olacağı ihtiva eder. Şâyeî birinci anlamı kastetmek istiyor isek, bunda ancak ismi faili kendisinden sonrakine izafe etmek sozkonusudur. Mesela: " Zeydi vurandır. Bekri öldürendir," demek gibi. Zira burada ism-i fail câmid olan özel isim hükmündedir. "Sahibu Bekrin (Bekr'in arkadaşı)" demek gibi. Şair de der ki: "Onlar ki aşireti tehlikelere karşı koruyanlardır. Arkalarından onlara herhangi bir kusur gelip erişmez." Şayet ikincisini kast ediyorsa (yani gelecekte olacağı kastediyorsa) bu sefer cer, nasb ve tenvin câiz olur. Bu kabilden olanlarda asi olan İşte budur. Çünkü böyle bir ism-i fail -muzari fiil gibidir. Şayet fiil müteaddi değil ise ism-i faili de teaddi etmez. “Ayakta duran Zeyd, gibi. Eğer fiili de müteaddi olursa, sen de İsm-i faili müteaddi yapıp onunla sonraki kelimeyi nasb edersin ve dersin ki: "Zeyd Amr'ı vurucudur (yani vuracaktır)." Bu durumda hafifletmek maksİsmi ile tenvînin ve izafenin de bafe edilmesi caizdir. el-Merrar'ın şu beyitlerinde olduğu gibi: "(Sana) boyun eğen, rengi beyaz-kırmızıya çalan Her bir deve(nin sırtına binip gitmek sureti) ile kederlerini teselli ettir; İpleri (karnı büyük olduğundan) ancak yeterli gelen; boynu da oldukça uzun olan; İleriye atılan ve oldukça güçlü olan..." Görüldüğü gibi burada ism-i faillerdeki tenvinleri hafifletmek üzere nasb etmiş bulunmaktadır. Bunun aslı (meselâ) tenvin ve nasb ile; “.....” şeklinde olması gerekirdi. Yine yüce Allah'ın Kitab-ı Kerîmindeki: "Onlar onun zararını giderebilecekler midir?" (ez-Zümer, 39/30) âyeti ile bunun benzeri dıger âyetler da bunu andırmaktadır. 3. Ölümün Belirtileri ve Ölümü Yaklaşanlara Karşı Görevler; Şunu bil ki, ölümün bir takım sebeb ve emareleri (belirtileri) vardır. Mü’min kimsenin ölüm belirtilerinden bir tanesi alnının terlemesidir. Bunu Nesâî Hazret-i Bureyde yolu ile gelen bir Hadîs-i şerîfte zikretmektedir. Bureyde dedi ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururken dinledim: "Mü’min alnı terleyerek ölür," Biz bunu "et Tezkire" adlı eserimizde açıklamıştık. Mü’minin ölüm saati yaklaştığında ona şehadet kelimesi telkin edilir. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur; "Ölülerinize lâ ilahe illallah'ı telkin ediniz." Bundan maksat ise kelime-i şehadetin söyleyeceği son söz olması ve böylelikle son ameli olarak onun kaydedilmeğidir. Ölüye usanç gelmemesi için bu kelime ona fazlaca tekrar edilmez. Bu esnada Yâsîn Sûresi'ni okumak da müstehabdır. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize (ölüm döşeğinde olanlarınıza) Yâsîn Sûresi'ni okuyun." Bunu da Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. el-Âcurrî de "Kitabu'n-Nasîha" adlı eserinde Um ed-Derdâ yoluyla naklettiği şu Hadîs-i şerîfi zikremektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Yanında Yâsîn'in okunduğu her bir ölüye ölüm mutlaka hafifletilir." Ölüm gerçekleştiği ve göz ruhun arkasına takıldığı vakit - Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın -Müslim'in Sahih'inde bize haber verdiği gibi - artık ibadet mükellefiyeti ortadan kalkar, teklif son bulur. Bundan sonra ise hayatta kalanların yerine getirmesi gereken bir takım işler vardır. Bunlardan birisi ölenin gözlerini kapatmak, salih kardeşlerine öldüğünü haber vermektir. Bazıları ise bunu mekruh görür ve derler ki: Bu (şeriatte nehyedilen) naiy (ölünün arkasından feryad ve Figan) kabilindendir, Ancak birincisi daha sahihtir. Biz bu hususu bundan başka yerde açıklamış bulunuyoruz. Yapılacak işlerden birisi de onu yıkamak, defnetmek ve teçhizi için gereken hazırlıkları yapmaktır. Böylelikle onun bedeninin değişmesi önlenmiş olur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da ölülerini gömmeyi geciktiren bir topluluğa: "Siz, size ait olan cesetlerinizi defnetmekte acele ediniz" diye buyurmuştur. Bir başka Hadîs-i şerîfte: "Cenazeyi (kabre götürmekte) acele ediniz" diye buyurmuştur, İleride gelecektir. Ölünün yıkanması, önceden de geçtiği gibi -şehid dışında bütün müslümanlar için bir sünnettir Vacip (farz) olduğu da söylenmiştir. Bunu Kadı Abdülvehhab nakletmektedir. Birincisi el-Kitab'da (asıl nüshalarda da böyle) belirtilen görüştür. Sair ilim adamları da bu iki görüşten birisini benimsemişlerdir. Konu ile ilgili görüş ayrılığının sebebi ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın kızı Zeyneb'i yıkaması hususunda Um Atiyeye'ye -Müslim'in kitabında belirtildiği üzere- söylediği sözlerdir. Bir görüşe göre bu kızının ismi Um Gülsümdür. Ebû Dâvûd'un eserindeki ifadeye göre Hazret-i Peygamber: "Siz onu üç veya beş defa yahut uygun görür iseniz daha fazla yıkayınız," diye buyurmuştur. İlim adamlarına göre ölülerin yıkanması hakkında asıl delil budur. Bir görüşe göre buradaki emirden kasıt, ölüyü yıkamanın hükmünü açıklamaktır, o taktirde hüküm Vacip olur. Bir başka görüşe göre ise bundan kasıt, ölünün nasıl yıkanacağını öğretmektir. O taktirde Hadîs-i şerîfte vücuba delâlet eden herhangi bir şey olmaz, Bu görüşün sallallahü aleyhi ve sellemunucuları derler ki: Bunun nasıl yıkanacağını öğretmeye dair olduğunun delili de: "Eğer uygun görürseniz" ifadesinin Hadîs-i şerîfte yer almasıdır. Bu ise emrin zahirinin vücub ifade ettiği hususunun dışına çıkmayı gerektirir, Çünkü o bunu görüşlerine havale etmiştir. Ancak bu görüşü savunanlara şöyle cevap verilmiştir: Sizin yaptığınız bu açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Çünkü: "Uygun görürseniz" ifadesini, emir ile alakalı olarak görmemiz ilk anda insanın hatırına gelen bir şey değildir. Aksine insanın hatırına ilk gelen şey, bu şartın en yakın sözü edilen şey hakkında olmasıdır, o da "yahut bundan fazla" sözü ile ilgili olmasıdır. Yani bu yıkama sayısı ile ilgili olarak bir seçimde bulunmaları ile onları muhayyer bırakmayı İfade eder. Genel olarak ölünün yıkanmasının meşru, şeriatte kendisi ile amel olunan ve terk olunmayan bir iş olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur Ölüyü yıkama şekli, bilinen şekli ile cünubluktan yıkanma şekli gibidir. Ebû Ömer (İbn Abdi'l-Berr)'in naklettiğine göre ölü icma ile yediden fazla yıkanmaz. Eğer yedi defa yıkandıktan sonra ondan bir şeyler çıkacak olursa yalnızca o yer yıkanır. Böyle bir şeyin de hükmü yıkandıktan sonra cünubun hadeste bulunması (abdestini bozması) hükmündedir. Ölünün yıkanması bitirildikten sonra kefenlenmesine geçilir. Bu da bir sonraki başlıkta ele alınacaktır: Bütün ilim adamlarına göre ölünün kefenlenmesi vaciptir. Eğer ölünün bir malı varsa bütün ilim adamlarına göre kefeni malından alınır, Bundan tek istisna Tavus'tan nakledilen şu sözüdür: Ölünün bıraktığı mal az olsun çok olsun onun malının üçte bîrinden yapılır. Şayet ölü hayatta iken nafakası başkası tarafından karşılanması gereken bir kimse ise, kölenin kefen masraflarını efendisi tarafından karşılanacağı ittifakla kabul edilmiştir. Ancak geçimi babasına, kocasına yahut oğluna ait olana gelince; bunların kefeni karşılamaları hususu ihtilaflıdır. Bundan sonra kefeni karşılamak ise beytülmale yahut müslüman cemaate (kifâye yoluyla) vaciptir. Kefenin muayyen olarak yerine getirilmesi gereken miktar, setredilmesi farz olan avret kadarıdır. Eğer bundan fazla kefen bulunur da cesedin tümünü kapatamayacak kadar ise, yüzüne ikram olsun diye ve değişen güzelliklerinin açığa çıkan kısmı orada olduğundan dolayı, başı ve yüzü örtülür. Bunda asıl dayanak İse Mus'ab b. Umeyr kıssasıdır. Mus'ab b. Umeyr, Uhud günü çizgili bir aba bırakmıştı- Bu aba ile başı örtüldüğü taktirde ayakları dışarda kalır, ayakları örtüldüğü taktirde de başı dışarda kalırdı. Bunun ürerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onun bu abasını baş tarafından itibaren Örtünüz, ayakları üzerine de bir miktar izhir otu bırakınız." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Kefen aparçaların hrı da tek sayıda olması bütün ilim adamlarınca müstehab görülmüştür, Hepsi de kefen hususunda belli bir sayı olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Kefenin beyaz renkli olması müstehab görülmüştür. Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Elbiselerinizi beyaz renkliler arasından tercih ediniz. Çünkü beyazlar en iyi elbiselerinizdir. Ölülerinizi de onlarla kefenleyiniz," Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) pamuktan sahûlî (beyaz elbise yahut Yemendeki bir kasabaya mensub bir kumaş)dan üç kumaş parçası ile kefenlenmiştir. Beyazdan başka renkle kefen de caizdir, Ancak ipek olmamalıdır. Şayet mirasçılar kefen hususunda cimrilik gösterecek olurlarsa, Cuma ve bayrama gittiği vakit giydiği elbiselere benzer bir kumaştan kefenini yapmaları şeklinde haklarında hüküm verilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kardeşini kefenleyecek olursa onun kefenini güzelinden yapsın." Bunu da Müslim rivâyet etmiştir. Şu kadar var ki vefat eden kimse bundan daha az olanını vasiyet eder, Eğer israfa gidecek bir şekilde vasiyette bulunmuş ise fazlası batıl olur. Üçte birden yapılacağı da söylenmiştir. Ancak birinci görüş daha sahihtir, Çünkü yüce Allah: "İsraf etmeyiniz" (el-En'âm, 6/141) diye buyurmuştur Hazret-i Ebû Bekir de: "Kefen dediğiniz şey, vücudun kan ve irini içindir" demiştir. Ölünün yıkanması, kelenlenmesi bitirilir, sediri üzerine yatırılıp da yakınları tarafından mezara götürülmek üzere taşınması ise bir sonraki başlığın konusudur: Ölüyü mezara götürmek üzere taşınması halinde çabucak yürümek gerekir. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Cenazeyi acele götürünüz eğer salih bir cenaze ise onu kendisi İçin hazırlanmış bir hayra götürüyorsunuz, eğer böyle değilse o boynunuzdan çıkaracağınız bir kötülüktür." Yoksa bugün cahillerin yavaş yavaş yürüyerek götürdükleri gibi ardı arkasına cenazeyi durdurmak, nağmeli bir şekilde Kur'ân okumak ve buna benzer Mısır halkının ölülerine yaptıkları şekilde helâl ve câiz olmayan şeyleri yapmaktan kaçınmak gerekir, Nesâî rivâyet ediyor: Bize Muhammed b. Abdul Âlâ haber verdi. Bize Halid anlattı, dedi ki: Bize Uyeyne b. Abdurrahman bildirerek dedi ki: Bana babam anlatarak dedi ki: Ben Abdurrahman b. Semura’nın cenazesinde hazır bulundum. Ziyad da dışarı çıkmış ve naaşmın önünden yürüyordu. Abdurrahman'ın ailesinden ve onların mevâlilerinden bazı kimseler önce naşı önden karşılıyor, sonra da geri geri yürüyerek; Yavaş olun, yavaş olun Allah size bereket ihsan etsin, diyorlardı, Böylelikle ağır ağır yürüyorlardı. Nihayet el-Mirbet yolunun bir bölümünü katetmişken Ebû Bekir'e (radıyallahü anh) bir katır üzerinde gelerek bize yetişti. Onların bu yaptıklarını görünce katır üstünde olduğu halde onlara hamle yaptı ve kamçısını üzerlerine İndirerek şöyle dedi: Bu işi bırakın, Ebul-Kasım (sallallahü aleyhi ve sellem)ın yüzünü şereflendirene yemin ederim ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte biz cenazeyi alelacele âdeta koştururcasına götürüyorduk. Bunlar cenazedekileri rahatlattı.' Ebû Madde de İbn Mes'ûd'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir, Bizler Peygamberimize asalat ve selam onab cenaze ile birlikle yürümeye dair soru sorduk da şöyle dedi: "Koşmadan daha yavaş olsun, eğer (cenazenin karşılaşacağı) bir hayır ise o hayra acilen götürülmüş olur, Karşılaşacağı bundan başkası ise cehennem ehli de uzaklaştırılsın." Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: İlim adamlarının bu hususta çoğunlukla kabul ettiği, normal yürüyüşten biraz daha hızlı götürmektir. Acele götürmek ilim adamları tarafından ağır davranmaktan daha müstehab görülmüştün Bununla birlikte cenaze arkasından gelen zayıflara ağır gelecek kadar çabuk yürümek de mekruhtur. İbrahim en-Nahâî der ki: Onu azıcık ağır götürünüz. Bununla birlikte yahudi ve hristiyanların yaptıkları gibi de ağır ağır yürümeyiniz. Bazıları da Ebû Hüreyre yoluyla gelen Hadîs-i şerîfte sözü edilen acele ve çabukluk defnetmekle ilgilidir; yürürken acele etmek değildir. Ancak yaptığımız bu rivâyetler dolayısıyla bu açıklamaların bir kıymeti yoktur Başarı Allah'tandır. Cenaze namazı cihad gibi kifaye yoluyla vacip (farz)dır. Mâlik ve diğer Hım adamlarının mezhebinde meşhur olan görüş budur. Çünkü Hazret-i Peygamber Necâşî hakkında: "Haydi kalkın onun, namazını kılın" diye buyurmuştur. Esbağ İse, cenaze namazı sünnettir, demiştir. Bu görüş Mâlik'den de rivâyet edilmiştir. Bu hususa dair daha fazla açıklamalar ileride Tevbe Sûresi'nde (9/84. âyette, 5. başlık ve sonrasında.) gelecektir. Ölünün toprağa gömülmesi toprağın içine bırakılması ve üstünün kapatılmasına gelince bu da vacip (farz)dır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Daha sonra Allah ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi..." (el-Mâide, 5/31) Orada kabir binasının hükmü ve bunun müstehab olan bölümü ile ölünün kabre nasıl gömüleceğine dair açıklamalar gelecektir. Kehf Sûresi'nde de (18/21. âyetin tefsirinde) kabir üzerine mescid bina etmenin hükmüne dair açıklamalar gelecektir, yüce Allah'ın izni ile. İşte bunlar ölülere dair ve ölülerin hayattakiler üzerindeki haklarına dair bir takım hükümlerdir, Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır; "Ölülere sövmeyiniz. Çünkü artık onlar önden gönderdiklerine kavuşmuş bulunuyorlar." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Nesâî'nin Sünen'inde de yine Hazret-i Âişe'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan ölen birisinden kötülükle söz edildi. Şöyle buyurdu: "Ölülerinizi hayırdan başkası ile yad etmeyiniz," "Kıyâmet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir." Mü’minin ecri sevaptır, kâfirin ecri ise cezadır. Dünya hayatında karşı karşıya kalınan nimet ve belâ dolayısıyla ecir veya mükâfat sözkonusu değildir. Çünkü dünya bir yok oluş meydanıdır. "O vakit kim ateşten uzaklaştırılır, cennete sokulursa artık o kurtulmuştur." Umduğunu elde etmiştir, korktuğundan da kurtulmuştur. el-A'meş'in Zeyd b. Vehb'den rivâyetine göre, Abdurrahman b. Abdi Rabi’l-Ka'be, Abdullah b. Amr'dan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Ateşten uzaklaştırılmayı ve cennete konulmayı arzu eden bir kimse Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederken, ölümü gelip onu bulsun ve kendisine yapılmasını istediği şeyleri de başkalarına yapsın." Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennette bir kamçılık kadar bir yer, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Arzu ederseniz: "Kim ateşten uzaklaştırılır cennete sokulursa artık o kurtulmuştur" âyetini okuyunuz.!" "Zaten dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." Yani mü’mini aldatıp kandırır, o da orada çok uzun bir süre kalacağını sanır. Halbuki o fanidir Meta' (geçimlik); kendisi ile faydalanılan ve yararlanılan şey demektir, balta, tencere, kap-kacak gibi. Sonra da bu yok olur ve mülkiyeti kalmaz, Müfessirlerin çoğu bunu böyle telsir etmişlerdir, el-Hasen der ki: Bu bitkinin yeşilliği, çocukların oyuncağı gibi bir şeydir. Bundan bir netice elde edilmez. Katâde der ki: Dünya terkedilmiş bir metadır. Fazla zaman geçmeden ehli ile birlikte yok olup gidecektir. O bakımdan insana yakışan şey bu metadan gücü yettiğince Allah'a itaat olan şeyleri almaktır. Şu beyitleri söyleyen şair ne güzel söylemiş: "Bu dünya yurdu, eziyet ve pislik yurdudur. Yok oluş ve değişip duran haller yurdudur. Sen onu her şeyi ile elde edecek olsan dahi; Yine ondan muradını alamaksızın öleceksin. Ebediyyen yaşamak, aleyhine bir zarar olduğu halde; Ebediyyen yaşayacağı umuduna kapılan kişi! Saçların ağarır ve bu aklık ortaya çıkınca, Şunu bil ki yaşlandıktan sonra yaşamakta bir hayır yok," (Aldanış anlamına gelen) Gurur'un "ğayn" harfi üstün olarak "el-Garûr" diye söylenişi şeytan anlamındadır Şeytan yalan vaatlerde bulunmakla ve umutlandırmakla İnsanı aldatır. İbn Arefe der ki: Ğurûr zahiren görüp de sevdiğin fakat onun hoşa gitmeyen yahut bilinmeyen bir iç yüzü de bulunan şeydir. Şeytan da ğarûr'dur. Çünkü o insanı nefsin sevdiği şeylere iter. Halbuki bunun ötesinde insanın kötülüğüne olan şeyler vardır. Yine der ki: İşte ğarar satışı da buradan gelmektedir. Ğarar satışı ise zahiren insanı aldatan ve iç yüzü bilinmeyen satış şeklidir. |
﴾ 185 ﴿