12

Çocukları yoksa, hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Şayet çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bunlar vasiyetlerinden yahut borç (ların) dan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Şayet çocuğunuz varsa yapacağınız vasiyet ve borçtan sonra sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına çocuğu ve babası olmadığı halde (kelâle) mirasçı olunuyor ve bunların erkek veya kız kardeşi varsa, herbirine altıda bir düşer, şayet daha çok iseler o halde hepsi yapacağı vasiyet ve borçtan sonra üçte bire ortak olurlar. Ancak zarar verici olmamalıdır.

(Bunlar) Allah'tan bir vasiyet olarak (gelen âyetlerdir), Allah her şeyi bilendir, Halimdir.

Bu âyetlere dair açıklamalarımızı otuzbeş başlık halinde sunacağız:

Ferâiz (Miras Hukukunun) in Önemi:

Yüce Allah daha önce: " Erkekler için birpay,- kadınlar için de bir pay vardır" (en-Nisâ, 4/7) âyetinde mücmel olarak sözünü ettiği hususları burada "Allah çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor..." âyet-i kerimesinde beyan etmektedir.

İşte bu, beyanın soru sorma zamanından sonraya bırakılmasının câiz olduğuna delil teşkil etmektedir.

Bu âyet-i-kerîme dinin hükümlerinden bir hüküm, ahkâmın esas dayanaklarından bir dayanak, ana âyetlerden bir âyettir. Çünkü feraiz (İslâm miras hukukunun) in kıymeti çok büyüktür. O kadar ki o, ilmin üçte biri kabul edilmiştir. Yarısı olduğuna dair rivâyet de vardır. İnsanlar arasından çekip kaldırılacak ve unutulacak ilk ilimdir. Bunu Dârakutnî, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan rivây er etmiştir Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Feraizi öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. Çünkü o ilmin yarısıdır. Unutulacak İlk şey o olduğu gibi, ümmetimin arasından çekip kaldırılacak ilk şey de odur," Dârakutnî, IV, 67.

Yine bu hadis Abdullah b. Mes'ûd yoluyla da rivâyet edilmiştir Abdullah b. Mes'ûd dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle buyurdu: "Kurân'ı öğreniniz onu insanlara Öğretiniz. Feraizi de öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. İlmi öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. Çünkü ben (zamanı gelince) ruhu kabz olunacak birisiyim. Şüphesiz ki, ilim de kabz olunacak ve fitneler ortaya çıkacaktır. O kadar ki, iki kişi bir miras taksimi hususunda anlaşmazlığa düşecekler fakat, aralarında hüküm verecek bir kimseyi bulamayacaklardır." Dârakutnî, IV, 81, 82.

Bu husus böylece sabit olduğuna göre; şunu bil ki, feraiz ashâb-ı kiram'ın bilgilerinin en önemli bölümüdür. Onların tartıştıkları hususların en büyükleridir. Fakat insanlar, bu ilmi zayi ettiler. Mutarrifin Mâlik'ten rivâyetine göre; Abdullah b. Mes'ûd şöyle demiştir: Bir kimse feraizi, boşamayı ve haccı (buna dair hükümleri) öğrenememiş ise çölde yaşayan (eğitim görmemiş) insanlara üstünlüğü nedir?

İbn Vehb de Mâlik'ten şöyle dediğini nakletmektedir; Rabia'yı zaman zaman şöyle derken dinlerdim: Her kim feraizi Kur'ândan öğrenmeksizin öğrenecek olursa, onu çok çabuk unutur. Mâlik der ki: Gerçekten doğru söylemiş.

2- Kitap ve Sünnete Dayalı İlmin Önemi:

Ebû Dâvûd ve Dârakutnî, Abdullah b. Amr b. el-As'dan şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İlim üç türlüdür Bunun dışında kalan ise bir fazlalıktır: Ya muhkem bir âyet, yahut uygulanan (kaim) sünnet veya âdil bir fariza," Ebû Dâvûd, Feraiz 1; İbn. Mâce, Mukaddime 8; Dârakutnî, IV, 68. Ebû Süleyman el-Hattabî der ki: Muhkem âyet, yüce Allah'ın Kitabıdır. Bunda muhkem olma şartını koşmasının sebebi şudur: Kimi âyet-i kerîme kendisi ile amel edilmeyen mensuh bir âyettir; onu nesheden ile amel olunur. Kaim sünnet ise, Hazret-i Peygamberden gelen sabit sünnetlerden olan her bir sünnettir.

"Âdil bir fariza" âyetine gelince, bunun iki türlü tevil edilme ihtimali vardır Birincisine göre bununla paylaştırmada adaletin kastedilmiş olması muhtemeldir. O taktirde bu. Kitap ve sünnette sözü geçen paylara uygun bir şekilde âdil olarak paylaştırılan bir fariza (miras hissesi)dır İkinci şekle göre, bu Kitap ve sünnetten ve bunların anlamlarından çıkartılmış bir fariza olabilir. O taktirde bu fariza (mirastaki hak) tıpkı Kitap ve sünnetten alınmış olana denk (ona muadîl) olur. Zira nass yoluyla Kitap ve sünnetten alınmış gibidir.

İkrime rivâyetle der ki: İbn Abbâs, Zeyd b. Sabit'e bir kişi göndererek; geriye kocasını ve anne-babasını bırakıp ölen bir kadın hakkında sordurdu. Zeyd dedi ki: Malın yarısı kocanındır. Geri kalanın üçte biri annenindir. Bu sefer ona şöyle sordu: Sen bunu Allah'ın Kitabında mı görüyorsun, yoksa görüşüne dayanarak mı söylüyorsun? Zeyd: Ben onu görüşüme dayanarak söylüyorum. Hiç bir zaman bir anneye babadan daha fazla bir pay veremem. Ebû Süleyman (el-Hattabî) dedi ki: İşte bu, nass bulunmadığı takdirde bir farîzanın tadil edilmesi kabilindendir. O da bunu nass ile tesbit edilmiş olan âyeti nazan itibara alarak söylemiştir. Sözü geçen nass ise yüce Allah'ın;

"Anne-babası da kendisine mirasçı olana gelince üçte biri annesinindir" âyetidir, Burada annenin payı üçte bir olarak tesbit edildiğine göre, geri kalan ve üçte ikiye eşit olan mal da babaya ait olur. Burada Zeyd, kocanın payını almasından sonra, malın arta kalan yarısını, eğer anne-baba ile birlikte evlat yahut pay sahibi başka bir kimse yoksa, malın tümüne kıyas etmiştir. Bu malı da. ikisi arasında (anne-baba arasında) üçte birlere ayırarak paylaştırmış, anneye bir payf babaya da geri kalan miktar olan üçte iki pay vermiştir. Böyle bir paylaştırma ise, anneye malın geri kalan bölümünden malın tümüne nisbetle üçte birinin verilip, babaya ise kalan ve altıda bire eşit olan miktarın verilmesinden daha bir adildir. Çünkü geri kalanın üçte biri anneye verilecek olursa, asıl itibariyle baba mirasın aslında anneden daha fazla bir pay sahibi olmakla birlikte, anneye babadan daha fazla verilmiş olur. Halbuki baba asıl itibariyle anneden önce ve daha fazla pay alır. Böyle bir paylaştırma ise, İbn Abbâs'ın kanaati olan genel malın üçte biri kadarının anneye verilerek daha fazla pay ayrılırken, babanın payını da altıda bire düşürüp azaltmaktan daha bir adildir İşte bundan dolayı İbni Abbas’ın görüşü terk edilerek, fukahânın geneli Zeyd'in görüşünü kabul edip benimsemiştir.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh) geriye kalan koca ve ebeveyn hakkında şöyle demiştir: Kocaya malın yarısı verilir. Anneye ise malın genelinin üçte biri verilir Babaya ise geri kalan verilir Bir kadın ve bir anne-baba hakkında da, dörtte biri kadının, anneye genel malın üçte biri, geri kalan ise babaya verilir, der. Kadı Şüreyh, Muhammed b. Şirin, Davud b. Ali ile aralarında İbn el-Lebbân diye tanınan Ebû'l-Hasen Muhammed b. Abdullah el-Faradî el-Mısrî'nin yer aldığı bir grup da her iki meselede de böyle söylemiştir. Ayrıca bunun Hazret-i Ali'nin müşterekeye Bu mesele "müştereke," "haceriyye" ve "himariyye" diye bilinir. dair görüşüne kıyasen verilmiş bir hüküm olduğunu da ileri sürmüştür.

(Ebû Ömer) bir başka yerde de şöyle demektedir: Bu Hazret-i Ali'den de rivâyet edilmiştir. Ebû Ömer der ki: Ali, Zeyd, Abdullah, diğer ashâb-ı kiram ile genel olarak ilini adamlarından meşhur olup bilinen görüş, Mâlik'in tesbit ettiği husustur. Bunların lehine ve İbn Abbâs'a karşı delillerden birisi de şudur: Anne-baba, beraberlerinde başka hiçbir kimse bulunmaksızın birlikte mirasçı olacak olurlarsa, anne üçte bir, baba da üçte iki alır. Aynı şekilde kocadan artan yanda da ortak oldukları takdirde yine üçte bir ve üçte iki alırlar. Bu hem aklî bakımdan konu üzerinde düşündüğümüz zaman doğrudur, hem de kıyasa göre doğrudur.

3- Mirasa Dair Ayetin Nüzâl Sebebi:

Mirasa dair âyetin nüzul sebebi ile ilgili farklı rivâyetler gelmiştir. Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Dârakutnî’nin Cabir b. Abdullah'tan rivâyetine göre Sa’d b. er-Rabrin hanımı dedi ki: Ey Allah'ın Rasülü! Sa'd öldü, geriye de iki kız çocuğu ve kendi kardeşi kaldı. Kardeşi kalkıp Sa'd'in bıraktıklarını aldı. Kadınlar ise sahip oldukları mallar üzre nikâhlanırlar. Hazret-i Peygamber o mecliste kendisine cevap vermedi. Daha sonra tekrar ona gelip dedi ki; Ey Allah'ım Rasûlü, Sa'd'ın kız çocukları (ne olacak)? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bana (Sa'dın) kardeşini çağır” Kardeşi gelince ona şöyle dedi: "İki kız çocuğuna üçte iki, hanımına sekizde bir ver, geri kalanı da senindir." Ebû Dâvûd'un rivâyetinin lâfızları böyledir. Ebû Dâvûd, Ferâiz 4; Tirmizî, Feraiz 3; İbn Mâce, Ferâiz 2, Dârakutnî, IV, 78. Tirmizî ve diğerlerinin rivâyetinde ise şöyle denilmektedir: Bunun üzerine miras âyeti nâzil oldu. (Tirmizî) dedi ki: Bu, sahih bir hadistir. Tirmizî, aynı yer.

Yine Hazret-i Cabir rivâyetle dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir ile birlikte ben Benu Selime arasında olduğum sırada beni (hastalığımda) yürüyerek ziyarete geldiler. Aklımın başımdan gitmiş olduğunu (baygın olduğumu) gördüler. Peygamber bir su getirilmesini istedi. Abdest aldı. Sonra o sudan üzerime serpti, ben de ayıldım. Ey Allah'ın Rasûlü! Malıma ne yapayım diye sordum. Bunun üzerine: "Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz)" âyeti nâzil oldu. Bu hadisi, Buhârî, ve Müslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Tefsir 4. sûre 4; Müslim, Ferâiz 6, 7 az farkla: Ebû Dâvûd, Ferâiz 2. Bunu Tirmizî de rivâyet etmiş olup orada ayrıca şu ifadeler yer almaktadır: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Malımı çocuklarım arasında nasıl paylaştırayım? Bana bir şey söylemedi. Bunun üzerine:

"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle rivâyet ediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz)" âyeti nâzil oldu, (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih) bir hadistir. Tirmizî, Ferâiz 6.

Buhârî'de İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre, bu âyetin nüzulü (önceleri) miras kalan malın çocuklara, vasiyetin ise anne-baba'ya yapılması şeklindeki uygulama dolayısıyla olmuştur. İşte o uygulama bu âyet-i kerimelerle nesh olundu. Buhârî, Tefsir 4. SÛRE 5.

Mukâtil ve el-Kelbî der ki: Bu âyet-i kerîme Um Kücce hakkında nâzil olmuştur. Bunu da daha önce zikretmiş bulunuyoruz.

es-Süddî der ki: Bu âyeti kerîme Hassan b. Sabit'in kardeşi olan Abdurrahman b. Sabit'in kız çocukları sebebiyle nâzil olmuştur.

Şöyle de denilmiştir: Cahiliyye dönemi insanları Savaşa katılıp düşmanla çarpışanların dışında kimseye miras vermezlerdi. İşte âyet-i kerîme küçük, büyük herkesin payını beyan etmek üzere nâzil oldu.

Bu âyetin herkese bir cevap olmak üzere nâzil olmuş olması da uzak bir ihtimal değildir. Nüzulünün gecikme sebebi de bundandır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

el-Kiyâ et-Taberî der ki: Bazı rivâyetlerde vârid olduğuna göre cahiliyye döneminde uygulanan küçüğe mirastan pay vermemek İslâm'ın ilk dönemlerinde de yapılıyordu. Bu âyetle bu uygulama nesh edilinceye kadar böyle sürdü. Halbuki, bizim şeriatimizde böyle bir şey sabit olmamıştır. Aksine bunun hilafına hüküm sabit olmuştur.

Bu âyet-i kerîme Sad b. er-Rabî'in mirasçıları hakkında nâzil olmuştur. Bunun Sabit b. Kays b. Şemmas'ın mirasçıları hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Ancak birinci görüş, nakil ehline göre daha sahihtir. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) amcaya verilmiş olan mirası geri aldı. Şayet onun şeriatimize göre önceden miras alacağı sabit olmuş olsaydı, o verileni ondan geri almazdı. Hiçbir zaman bizim şeriatimizde at üzerinde Savaşmayıp korunması gereken şeyleri koruyuncaya kadar küçüğe miras verilmez; diye bir hüküm sabit olmuş değildir.

Derim ki; Kadı Ebû Sekr İbnü'l-Arabî de bu görüştedir, O şöyle diyor: Bu âyet-i kerimenin nüzulü oldukça güzel bir nükteye de delâlet etmektedir. O da şudur Cahiliyye dönemi insanlarının uygulaması olan malı almak (ve mirasçılara vermemek) İslâm'ın ilk dönemlerinde ses çıkarılmamış ve ikrar edilmiş bir şer'î uygulama olmamıştır. Çünkü eğer ikrar ile kabul edilmiş bir şeriat (hukuki uygulama) olsaydı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kız çocuğunun amcası hakkında aldığı mallarım geri vermeleri şeklinde hüküm vermezdi. Herhangi bir hüküm uygulamaya konulduktan sonra neshedici hüküm gelecek otursa, bu ancak gelecekteki uygulamaları etkiler. Daha önce geçmiş hükümleri nakzetmez. Ancak bu, yapılmış haksız bir uygulama idi ve kaldırıldı. Bu açıklamayı İbnü'l-Arabî yapmıştır.

4- "Çocuklar" İfadesinin Kapsamı:

Yüce Allah'ın:

"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor" âyeti ile ilgili olarak Şâfiî'ler derler ki: Yüce Allah'ın:

"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor" âyeti, kişinin sulbünden gelen çocukları hakkında hakikat anlamındadır. Oğlun çocukları ise bunun kapsamına mecaz yoluyla girmektedir. Buna göre bir kimse, oğlunun oğlu bulunduğu halde oğlu olmadığına dair yemin edecek olursa, yemininde hânis (yalan söylemiş) olmaz. Filanın çocuklarına vasiyette bulunacak olursa, filanın oğlunun çocukları bu vasiyetin kapsamına girmez. Ebû Hanîfe ise der ki: Eğer sulbünden oğlu yoksa, oğlunun çocukları bunun kapsamına girer. Bilindiği gibi lâfızlar söyledikleri ile değişiklik arzetmez.

5- Miras Alamayanlar:

İbnü'l-Münzir der ki: Yüce Allah:

"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor" diye buyurduğundan dolayı, âyetin zahirine göre mirasın mü’miniyle, kâfıriyle bütün çocukların bir hakkı olması icabeder. Şu kadar var ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın: "Müslüman kâfire mirasçı olmaz..." Buhârî, Hacc 44, Meğâzî 48, Ferâiz 261 Müslim, Ferâiz 1; -Ebû Dâvûd, Feraiz 10; Tirmizî Ferâiz 15; İbn Mâce, Ferâiz 6; Dârimî, Ferâiz 29; Muvatta’', Hacc 13. diye buyurduğu sabit olduğundan, yüce Allah'ın bu âyetinde çocukların bir kısmını kastetmiş olduğunu, bir kısmını da kastetmemiş olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Buna göre Hadîs-i şerîfin zahiri gereğince müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olmaz.

Derim ki: Yüce Allah:

"Çocuklarınız hakkında..." diye buyurduğuna göre; kâfirlerin elinde ashâb bulunan çocuklar da onların kapsamına girer.

Müslüman olarak hayatta olduğu bilindiği sürece o da mirasçıdır. Nehaî müstesna, bütün ilim ehli böyle demiştir. Nehaî ise, ashâb çocuk miras alamaz demektedir. Eğer bu çocuğun hayatta olduğu bilinmiyor ise, o takdirde hükmü mefkûd Mefkûd: İzi bilinmeyecek şekilde beldesinden ayrılıp gitmiş ve aradan uzunca bir zaman geçmiş olmasına rağmen, ölü mü sağ mı olduğuna dair haber alınamayan kişidir. hükmündedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mirası, şu âyeti dolayısıyla âyetin kapsamına girmez: "Bize mirasçı olunmaz. Bizim bıraktığımız sadakadır." Meselâ; Buhârî, Hums 1, Nafakât 3. Ferâiz 3; Müslim, Cihad 49-52; Ebû Dâvûd. tmâre 19; Tirmizî, Siyer 44; Nesâî, Fey 9; Muvatta’', Kelâm 27; Müsned 1,4, 6,9, II. 463, VI, 145, 262. İleride buna dair açıklamalar, yüce Allah'ın izniyle Meryem Sûresi'nde (18/7. âyet 2. başlıkta) gelecektir. Aynı şekilde babasını yahut dedesini, yahut kardeşini ya da amcasını kasten Öldüren kişi, hem sünnetteki delil dolayısıyla, hem de icma-ı ümmet dolayısıyla çocuklar arasına girmez. Yine daha önce Bakara Sûresi'nde (2/72, âyette.) geçtiği üzere öldürdüğü kimsenin malından da diyetinden de herhangi bir şeyi miras olarak alamam.

Eğer hata yoluyla öldürmüş İse, yine öldürdüğünün diyetinden miras alamaz, fakat onun malından miras alır. Mâlik'in görüşüne göre bu böyledir, Şâfiî, Ahmed, Süfyan ve Rey ashâbının görüşüne göre ise -yine daha önce Bakara Sûresi'nde (2/72. âyette)- açıklandığı gibi ne malından ne de diyetinden herhangi bir miras alamaz. Mâlik'in görüşü ise daha sahihtir, İshak ve Ebû Sevr de bu görüştedir. Aynı zamanda Said b. el-Müseyyeb, Atâ b. Ebi Rebâh, Mücahid, ez-Zührî, el-Evzaî ve İbnü'l-Münzir'in görüşü de budur. Çünkü yüce Allah'ın, Kitab-ı Kerîminde mirasçı kıldığı kimsenin mirası sabit bir mirastır. Ondan ancak sünnet ve icma ile herhangi bir kimse istisna edilebilir. Bu hususta, hakkında farklı kanaatlerin bulunduğu herbir husus, mirasın sözkonusu olduğu âyetlerin zahirine havale edilir.

6- İslâm'ın İlk Dönemindeki Mirasa Hak Kazanma Sebepleri:

Şunu bil ki, İslâm'ın ilk dönemlerinde birkaç sebepten dolayı mirasa hak kazanılıyor idi. Hilf (Kardeşlik antlaşması), hicret ve bu hususta yapılacak akidleşme bunlar arasındaydı. Daha sonra yine bu sûrede yüce Allah'ın izniyle:

"Herbiri için mirasçılar kıldık" (en-Nisâ, 4/33) âyetini açıklarken belirteceğimiz üzere, bu nesholundu. İlim adamları icmâ’ ile eğer çocuklarla beraber miktarı tesbit edilmiş farz hisse sahibi kimseler) bulunuyor ise, onlara o farz hisselerinin verileceği ve geri kalan malın ise erkeğe, iki dişinin payı verilmek üzere paylaştırılacağı üzerinde icma etmişlerdir. Çünkü Hazret-i Peygamber: "Farz hisseleri sahiplerine ulaştırınız" Buhârî, Ferâiz 5, 7, 9, 15; Müslim, Ferâiz 2, 3; Tirmizî, Fersiz S; Müsned, 1, 325. diye buyurmuştur. Bu hadisi hadis İmâmları rivâyet etmiştir. Kastettiği, yüce Allah'ın Kitabında yer alan farz hisselerdir. Bunlar ise: Yarım, dörttebir, sekizdebir, üçteiki, üçtebir ve altıdabir olmak üzere altı ayrı hissedir.

Yanın hisse; beş kişiye verilir Sulpten kızçocuğu, oğlun kızı, anne-baba bir kızkardeş, baba bir kızkardeş ve koca. Bütün bunlar bu hisseyi kendilerini o hisseyi almaktan hacb Hacb: Sözlükte engellemek demektir. Şer'ı bir terim olarak da; muayyen bir mirasçının, kendisi kadar miras almayan bir başka, mirasçı tarafından, kısmen ya da tamamen miras almasının engellenmesi demektir. Baba varken dedenin miras alamaması, oğlun varlığı dolayısıyla kocanın payının yarı hisseden dörttebire inmesi gibi. edecek bir kimse bulunmadığı takdirde söz konusudur.

Dörttebir; hacbedici kimsenin bulunması halinde, kocanın ve hacbedici kimse bulunmadığı takdirde ise hanımın ya da hanımların hissesidir.

Sekizde bir; hacbedici kimse olduğu takdirde hanımın ya da hanımların hissesidir.

Üçteiki; dört kişinin hissesidir. Sulben iki ve daha fazla kızçocukları, oğlun kızlarının, anne-baba bir yahut baba bir kız çocuklarınin. Bütün bunlar da kendilerini bu payı almaktan hacbedecek kimselerin olmadığı halde bu payı alırlar.

Üçtebir; iki kesimin payıdır. Çocuğun ve oğlun çocuğunun olmaması ile erkek ve kız kardeşlerden iki ve daha yukarısının bulunmaması halinde annenin payıdır. Bir de annebir çocuklardan iki ve daha yukarısının payıdır. Buradaki üçtebir bütün malın üçtebiridir. Geri kalanın üçtebiri ise, bu da koca yahut hanım ile birlikte anne-babanın bulunması halinde annenin payıdır. O takdirde anne kalanın üçtebirini alır. Buna dair açıklamalar az önce geçmişti. Yine dedenin, beraberlerinde pay sahibi kimse bulunması şartıyla, kardeşlerle birlikte bulunup, kalanın üçtebiri de dede için daha uygun bir pay olduğu meselelerde de böyledir.

Altıdabir; yedi kişinin hissesidir: Anne, baba, oğul ve oğlun oğlu ile birlikte dedet nine ve birden çok olmaları halinde nineler, sulb yoluyla kız ile birlikte oğlun kızları, anne-baba bir kızkardeşle birlikte baba bir kızkardeşler ile erkek yahut dişi olsun anne bir tek çocuk.

Bütün bu farz hisseler, yüce Allah'ın Kitabından alınmıştır. Ancak, tek nine ile birden çok ninelerin hisseleri müstesnadır. Bu, sünnetten çıkartılmıştır.

Miras yoluyla bu hisselerin alınmasını gerektiren sebebler ise üç tanedir; Sabit neseb, akdolmuş nikâh ve azad yoluyla velâ.

Kimi zaman bu üç sebep bir arada bulunabilir. Erkek, hem Ölen kadının kocası, hem onu azad etmiş olan mevlâsı, hem de amca çocuğu olabilir.

Kimi zaman da yalnızca bu iki sebep bir arada bulunabilir. Kocanın aynı zamanda hanımının mevlâsı olması; yahut kocası ve amcasının oğlu olması gibi. Bu durumda İki bakımdan miras alır ve tek başına olması halinde malın tamamı onun olur. Yarısını kocası olması hasebiyle, diğer yarısını velâ yahut neseb yoluyla alır. Bir diğer örnek: Kadın kişinin hem kızı hem de onun velâ yoluyla azad ettiği olabilir. Tek başına olması halinde malın tamamını kendisi alır. Yarısını neseb yoluyla, diğer yarısını da velâ yoluyla alır.

7. Terikeden Borcun Ödenmesi, Vasiyetin Yerine Getirilmesi...

Borç ödenip vasiyet yerine getirilmedikçe, mirasdn paylaştırılması) sözkonusu olmaz. Mütevaffanın ölümünden sonra terikesindeki muayyen haklar çıkartılır. Daha sonra kefenlenmesi ve kabre gömülmesi için gereken masraflar, sonra da mertebelerine göre borçlar, bundan sonra da üçtebirinden vasiyetler ile vasiyet manasını taşıyan diğer hususlar, yine mertebelerine uygun olarak çıkartılır. Bunların dışında kalan ise mirasçılar arasında (pay edilecek) mirastır

Mîrascıların hepsi onyedi kişidir. Bunların onu erkeklerdendir: Oğul ve aşağıya doğru istediği kadar gitse de oğlun oğlu, baba ve istediği kadar yukarıya gitse de babanın babası (ced, dede), erkek kardeş ile erkek kardeşin oğlu, amca ve amcanın oğlu, koca ve ni'met mevlâsı. Yani âzâd etmiş bulunan efendi.

Kadınlardan da yedi mirasçı vardır, bunlar: Kız, aşağı doğru ne kadar giderse gitsin oğlun kızı, anne ve ne kadar yukarı doğru giderse gitsin nine, kızkardeş, hanım ve ni'met'in mevlâsı yani âzâd eden hanımefendi.

Fazilet sahibi birisi bu mirasçıları şiir halinde şöylece sıralamaktadır:

"Erkek mirasçıları toplamak istersen

Kadın mirasçıları da onlarla beraber zikrederek:

Erkeklerden mirasçılar toplam on kişidir.

Kadın mirasçılar ise yedi kişidir.

Erkek mirasçıları şiir halinde şöylece sıraladım:

Oğul, oğlun oğlu ve amcanın oğlu,

Baba da onlardandır ve o bu tertipdedir,

Dede de yakın erkek kardeşten önce gelir,

Yakın kardeşin oğlu ve bir de amca,

Koca, âzâd eden efendi; sonra anne,

Oğlun kızı ondan sonra gelir, bir de kız,

Hanım da, nine de ve kızkardeş

Mevlâ olan kadın yani âzâd eden hanımefendi

İşte sen bunu kendin için takdir edilmiş bir araç olarak yanına al."

8- "Çocuklar" Tabirinin Kapsamı:

Yüce Allah'ın:

"Çocuklarınız hakkında" âyeti, ister fiilen var olsun, isterse de annesinin karnında cenin olarak bulunsun, ister yakın, ister uzak olsun, erkek yahut dişi olsun -az önce geçtiği gibi kâfir dışında kalan- bütün çocukları kapsamına alır. Kimisi der ki: Bu yakın çocuklar hakkında hakikat, uzaklar hakkında mecazdır. Kimisi de şöyle der: Hepsi hakkında da hakikattir. Çünkü "evlâd; çocuklar" kelimesi "tevellüd"den gelmektedir Şu kadar var ki, çocuklar ölene yakınlıklarına göre miras alırlar. Yüce Allah da:

"Ey Âdemoğulları" (el-Arâf, 7/26) diye buyurmaktadır. Hazret-i Peygamberde: "Ben Âdemoğullarının efendisiyim" Müslim, Fedâil 3; Ebû Dâvûd, Sünne 13; İbn Mâce, Zühd 37; Müsned, I, 5. diye buyurduğu gibi: "Ey İsmailoğulları! Ok atışı yapınız. Çünkü sizin atanız atıcı idi" Buhârî, Cihad 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4- İbn Mâce Cihad 19; Müsned, I, 364, IV, 50. diye buyurmuştur

Şu kadar var ki bu kelime mutlak olarak kullanıldığında örfen çoğunlukla hakikat üzere yakın ve a'yân çocuklar A'yân çocuklar (Benu'l-a'yân.); Ana-baba bir erkek ve kız kardeşler. (Ö. M. Bilmen, Hukuk-İslâmiyye, İstanbul 1969, V, 209). hakkında kullanılır. Şayet sulbünden gelen çocuklar arasında erkek çocuk varsa, artık çocuğun çocuğunun alacak birşeyi olmaz. İşte bu da ilim ehlinin icma ile kabul ettiği hususlardan birisidir. Şayet sulbünden gelen çocuklar arasında erkek çocuğu bulunmayıp torunları arasında erkek varsa, önce sülb'den gelen kızlardan başlanarak onlara üçte ikiye kadar verilir. Bundan sonra geriye kalan üçtebir yakınlıkta eşit olmaları halinde, yahut erkek kendisinden daha yukarıda bulunan kızlardan aşağıda bulunuyor ise, torunlar arasında erkeğe iki, dişinin payı kadar miras paylaştırılır.

Bu Mâlik'in, Şâfiînin ve Rey ashâbının görüşüdür. Ashâbdan, tabiînden ve onlardan sonra gelenler arasındaki İlim adamları da genel olarak bu görüştedir.

Ancak, İbn Mes'ûd'un söylediği rivâyet edilen şu görüşü müstesnadır: Eğer erkek torun kız çocuğun karşısında bulunuyor ise, (kalan üçicbir) ona geri verilir. Şayet ondan daha aşağıda bulunuyor ise, kalan kız çocuğa geri verilmez. O bu görüşünü belirtirken yüce Allah'ın:

"Eğer kadınlar ikiden fazla ise, mirasın üçte ikisi onlarındır" âyetine riâyet eder ve kız çocuklara sayıları ne kadar çok olursa olsun üçte İkiden fazlasını vermez.

Derim ki: İbnü'l-Arabî İbn Mes'ûd'dan bu tafsilâtı böylece zikretmiştir. Ancak İbnü'l-Münzir ile el-Bâcî'nin İbn Mes'ûd'tan naklettikleri şöyledir: Sülb'den olan kızlardan anan, oğlun oğullarına verilir. Fakat oğlun kız çocuklarına verilmez. İkisi de (İbnü'l-Münzir ve el-Bâcî de.) bunun dışında her hangi bir tafsilat zikretmezler. Ayrıca İbnü’l-Münzir bunu Ebû Sevr'den de nakletmektedir.

Buna yakın bir görüşü Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) de nakletmiştir. Ebû Ömer der ki: Bu hususta İbn Mes'ûd muhalefet ederek der ki; Kız çocuklar üçte ikiyi tamamladıkları takdirde, geriye kalan yalnızca oğlun oğullarına verilir. Onların kızkardeşlerine birşey verilmeyeceği gîbib onlardan daha yukarıda bulunan oğlun kızlarına da, onlardan aşağıdakilere de birşey verilmez. Ebû Sevr ile Davud b. Ali (ez-Zâhirî) de bu kanaattedir. Buna benler bir görüş Alkame'den de rivâyet edilmiştir.

Bu kanaate sahip olanların delili, İbn Abbâs'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan naklettiği şu âyetidir: "Sız miras kalan malı, ferâiz sahipleri arasında Allah'ın Kitabına uygun olarak paylaştırınız. Ferâiz'den arta kalanı ise en yakın erkek kişiye veriniz"- Bunu Buhârî, Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir. Buhârî, Ferâiz 5, 7, 9, 15; Müslim, Ferâiz 2, 3: i; İbn Mâce, Feraiz 10; Dârimî, Ferâiz 28; Müsned, I, 325.

Cumhûrun delillerinden birisi yüce Allah'ın şu âyetidir: "Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor. Erkeğe iki dişinin payı kadar (veriniz)." Çünkü çocuğun çocuğu da çocuktur. Aklî düşünme ve kıyas bakımından da; malın genelinde kendi derecesinde bulunanı asabeleştiren herkesin, aynı şekilde malın arta kalan bölümünde de onu asabelik derecesine ulaştırması gerekir. Tıpkı sulben çocuklarda olduğu gibi- O halde bu yolla oğlun oğlunun, kız kardeşini mirasa ortak etmesi gerekir. Tıpkı sulb yoluyla'gelen oğlun kız kardeşini ortak etmesi gibi.

Herhangi bir kimse Ebû Sevr ile Davud'un lehine: Oğlun kızı, tek başına üçte ikiden artandan herhangi bir miras alamamakta ve kardeşi de onu asabe kılamamaktadır diyecek olursa, cevabımız, şu olur:

Böyle bir kız çocuğu eğer beraberinde kardeşi bulunacak olursa onunla güç kazanır ve onunla beraber asabe olur. Yüce Allah'ın:

"Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor..." âyetinin zahirinden anlaşıldığı gibi, o da burada anılan çocuklardandır.

9- Kız Çocukların Mirastaki Payları:

"Eğer kadınlar ikiden fazla iseler, mirasın üçte ikisi onlarındır" âyetinde yüce Allah, tek bir kıza mirasın yarısını, ikiden fazfa olanlara da üçte ikisini vermiş bulunmaktadır.

Ancak İki kız çocuğuna Kitab-ı Kerîm'inde nass ile belirttiği bir pay zikredilmemiştir.

İlim adamları, iki kız çocuğuna üçte ikiyi vermenin delilinin ne olduğu hususunda bir takım açıklamalarda bulunmuşlardır. Bir görüşe göre bu hususta delil İcmâ'dır.

Ancak bu iddia merduttur. Çünkü İbni Abbas'tan sahih olarak nakledildiğine göre o iki kız çocuğuna mirasın yarısını vermiştir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer kadınlar ikiden fazla iseler mirasın üçte ikisi onlarındır." Bu da şart ve ceza cümlesidir. Der ki: Ben o bakımdan iki kız çocuğuna üçte iki kadarını vermem.

Bir diğer görüşe göre iki kız çocuğuna mirasın üçte ikisi, iki kızkardeşe kıyasen verilmiştir. Çünkü yüce Allah sûrenin sonlarında şöyle buyurmaktadır:

"Eğer çocuğu bulunmayıp da kızkardeşi bulunan bir erkek Ölürse bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır,.. Eğer kızkardeşler iki (veya daha fazla) ise erkek kardeşin bıraktığının üçte ikisini alırlar," (en-Nisâ, 4/176) İşte burada üçte ikide ortak olmak noktasında iki kız çocuğu da iki kızkardeş gibi değerlendirilmiştir, Kızkardeşler de ikiden fazla oldukları takdirde üçte ikide ortak olmak bakımından kız çocuklar gibi değerlendirilmiştir.

Ancak buna da şöyle bir itiraz varittir: Kızkardeşler hususunda nass bunu belirlemiştir. İcma da bu şekilde olmuştur. O bakımdan buna dayanarak o kız çocukların payı böylece kabul edilir.

Bir diğer görüşe göre, âyet-i kerimede iki kız çocuğunun üçte ikiyi alacağına dair delil olacak bir yön vardır. Şöyle ki, erkek kardeşi ile birlikte bir kız çocuğu üçte bir aldığına göre; iki kız çocuğunun da üçte ikiyi alacaklarını öğrenmiş oluyoruz. Bu sözü söyleyen ve bunu delil diye gösterenler, İsmail el-Kadî ile Ebû'l Abbas el-Müberred'dir. en-Nehhâs ise der ki; Böyle bir delil getirme nazar ehlince (akli mantıki esaslara göre) yanlıştır Çünkü görüş ayrılığı iki kız çocuğu ile ilgilidir. Tek kız çocuğu hakkında değildir. Ona muhalif" olanlar ise şu cevabı verir: Ölen geriye iki kız çocuğu ile bir erkek çocuğu bırakacak olursa, kız çocukları yarısını abr (üçte ikisini almaz). O halde bu, onların farz hisselerinin bu kadar olduğunun delilidir.

Bir diğer görüşe göre "fazla" anlamına gelen kelimesinin zaid olduğu söylenmiştir. Buna göre; eğer kadınlar iki kişi iseler, demek olur. Allah'ın:

"Boyunların üstüne vurunuz." (el-Enfâl, 8/121) Yani (üstüne anlamına gelen kelime olan fevka kelimesi zaid olup") boyunlara vurunuz, demektir.

Şu kadar var ki en-Nehhâs ile İbn Atiyye bu görüşü reddederek şöyle derler Bu açıklama yanlıştır. Çünkü zarfların da bütün İsimlerin de Arap dilinde bir mana ifade etmeksizin zaid olarak gelmeleri câiz değildir. İbn Atiyye der ki: Diğer taraftan yüce Allah'ın:

"Boyunların üstüne vurunuz" âyetindeki ifade fasih olan ifadedir. Ve burada "üstüne" anlamındaki kelime zaid gelmemiştir. Aksine manayı daha bir sağlamlaştırmakta, pekiştirmektedir. Çünkü boyuna indirilen bir darbenin beyinden aşağıda, eklem yerlerinde, kemiklerin üzerinde olması İcabeder. Nitekim Dureyd b. es-Simme de şöyle demiştir: Sen darbeni beyinden aşağıda ve kemiklerin üzerine indir. Ben kahramanların boyunlarını böylece vuruyordum.

İki kız çocuğuna üçte ikinin verileceği hususundaki en güçlü delil, nüzul sebebinde rivâyet edilen sahih hadistir.

Hicazlılarla Esedoğulları üçtebir, dörttebir... ondabire kadar: şeklinde söylerler. Temimoğulları ve Rabialılar ise, üçte bir derken lâm'ı sakin okurlar ve: Onda bir'e kadar böylece söylerler Üçe tamamlamayı ifade etmek üzere: Onları üçe tamamladım, dirhemleri üçe tamamladım, derler Ancak yüze ve bine tamamlamayı ifade etmek için de derler.

10- Ötenin Tek Bir Kız Bırakması Hali:

Yüce Allah'ın:

"Şayet kız, bir tek ise mirasın yarısı onundur" âyetinde geçen: kelimesini Nâfi’ ve Medineliler: şeklinde ve yi "oldu, idi" anlamında olmak üzere tam kabul ederek, merfu okumuşlardır. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"Kış oldu mu artık beni ısıtınız,

Çünkü yaşlı bir kimseyi kış daha da yaşlandırır."

Diğerleri ise bu kelimeyi nasb ile okumuşlardır. en-Nehhâs der ki: Bu okuyuş güzel bir okuyuştur. Eğer geriye bırakılan yahut kalan çocuk "bir tek İse" anlamına gelir. Nitekim: "Eğer kadınlar... İseler" âyetinde de böyle okunmuştur.

Buna göre; sulbden gelen kız çocuklar ile birlikte oğlun kız çocukları varsa, sulbden gelen kızlar da iki ve daha fazla ise oğlun kız çocuklarını mirastan hacb ederek, farz hisse almalarını önlerler. Çünkü oğlun kız çocuklarının üçte ikilik miras hakları dışında farz hisse olarak miras almaları sözkonusu değildir.

Şayet sulbden gelen kız çocuk bir tek ise, o takdirde oğlun kızı, yahut kızları sulbden gelen kız çocuklarla beraber üçteikiyi tamamlayacak şekilde miras alırlar. Çünkü bu, iki ve daha fazla sayıdaki kız çocuğun miras olarak aldıkları farz hisseleridir. Oğlun kızları da, -yoklukları halinde- öz kızların yerini tutarlar. Aynı şekilde oğlun oğulları da hacb ve miras hususlarında bizzat öz oğulların yerini tutarlar. Bu şekilde kız çocukları arasında altıda bir hakeden kimse olmadığı takdirde bu pay, oğlun kızın? ait olur. Oğlun kızı, müteveffanın anne-baba bir kız kardeşinden altıdabiri almaya daha lâyıktır.

Ashâb ve tabiinden rukahânın Cumhûru bu görüştedir. Ancak Ebû Mûsâ ile Süleyman b. Ebi Rebîa'dan rivâyet edildiğine göre kız çocuğu mirasın yarısını alırken, geri kalan yarısını da kız kardeş alır. Oğlun kızının ise bunda bir hakkı yoktur. Ebû Mûsa'dan ise onun bu görüşünden dönmüş olduğunu gerektiren sahih rivâyet gelmiştir. Bunu da Bulları rivâyet etmektedir: Bize Âdem anlattı, bize Şu'be anlattı, bize Ebû Kays anlatarak dedi ki: Ben Huzeyl b. Şerahbîl’i şöyle derken dinledim: Ebû Mûsa'ya bir kız çocuk, oğlun krzı ve kız kardeşin (miras payları) hakkında soru soruldu. O da şöyle dedi: Kız çocuğuna yarısı, diğer kız çocuğuna da yarısı verilir. Bununla birlikte İbn Mes'ûd'a git, o da bana tabi olacaktır. İbnMes'ûd'a sorulup ona Ebû Mûsa'nın söylediği haber verilince; şöyle dedi: Yemin olsun o vakit ben sapıtmış olurum, hidâyet bulmuş olanlardan olmam. Ben böyle bir mesele hakkında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hüküm verdiği şekilde hükmümü vereyim: Kız çocuğa yarısı, oğlun kızına üçte ikiyi tamamlamak üzere altıda biri verilir Geri kalan ise kız kardeşe aittir. Bunun üzerine biz de Ebû Mûsa'ya gittik. Ona İbn Mes'ûd'un söylediğini haber verince şöyle dedi: Şu büyük bilgin aranızda bulunduğu sürece bana birşey sormayınız. Buhârî Ferâiz 8; Ebû Dâvûd, Ferâiz 4; Tirmizî, Ferâiz 4; İbn Mâce, Ferâiz 2; Dârimî, Feraiz 1, Müsned, I, 464- Dârakutnî, IV, 79. 80

Şayet oğlun kızı veya kızları ile birlikte o kızın derecesinde yahut ondan daha aşağıda ve onu asabe yapan bir oğul bulunuyor ise, geriye kalan -az önce geçtiği üzere İbn Mes'ûd'un görüşüne hilafen- yarım, ikisi arasında erkeğe iki dişinin hakkı olmak üzere pay edilir. Miktarı ne olursa olsun. Şu kadar var ki, sulbden gelen kız çocuklarının yahut sulbden gelen kız ve oğlun kız çocuklarının üçteikiyi tamamlamaları halinde bu böyledir. Anne-baba bir kız kardeş ile baba bir kız kardeş ve erkek kardeşler hakkında da şöyle denilir: Anne-baba bir kızkardeşe yarısı, geri kalan ise baba bir erkek ve kızkardeşlere verilir. Kızkardeşlere altıdabirden fazla pay isabet etmediği sürece bu böyledir. Şayet altıdabirden fazlası onlara isabet edetek olursa, üçte ikiyi tamamlamak üzere onlara altıda bir verilir ve bundan fazlası onlara verilmez. Ebû Sevr de bu görüştedir.

11- Ölümü Esnasında Hanımı Hâmile Bulunan Kimsenin Mirası:

Erkek ölüp de geriye hamile bir hanım terk edecek olursa, doğanın erkek mi, kız mı olduğu ortaya çıkıncaya kadar malı bekletilir.

İlim ehli icmâ' ile şunu kabul etmişlerdir: Erkek ölüp de hanımını hamile bırakacak olur ise, karnındaki çocuk miras alır. Canlı olarak doğup, doğum esnasında ağlayacak, olursa, bu sefer ondan da miras alınır.

Yine ilim adamları hep birlikte derler ki: Eğer ölü doğacak olursa miras almaz. Şayet canlı doğmakla birlikte, ağlamayacak olursa, bir kesimmirastahakkı olmadiğını söylerler. İsterse kıpırdasın yahut aksırmış olsun. Ağlamadıkça mirasta hakkı yoktur. Bu, Mâlik, Kasım b. Muhammed, İbn Sirîn, eş-Şâ'bî, ez-Zührî ve Katade'nin görüşüdür,

Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Hareket etmek, feryad etmek, süt emmek, nefes atmak suretiyle doğanın hayatta olduğu anlaşılacak olursa, o da hayatta olanların hükümlerine tabi olur. Bu da Şâfiî, Süfyân es-Sevrî ve el-Evzaî'nin görüşüdür.

İbnü'l-Münzir der ki: ŞâTıînin görüşünün kıyasen kabul edilebilme ihtimali vardır. Şu kadar var ki varid olmuş haber buna engeldir. Bu da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Doğan herbir çocuğu mutlaka şeytan dürter. O da şeytanın bu dürtmesi dolayısıyla ağlayarak dünyaya gelir. Bundan tek istisna Meryem'in oğlu ve onun annesidir." Müslim, Fedâil 146; Müsned, II, 233. İşte bu, konu ile İlgili varid olmuş bir haberdir. Böyle bir haber hakkında ise nesh sözkonusu olamaz.

12- Hunsânın Miras Alması:

Yüce Allah'ın:

"Çocuklarınız hakkında" âyeti, hunsâyı da kapsamına alır. Hunsâ ise iki ferci bulunandır.

İlim adamları icma ile onun mirasının küçük abdestini bozduğu yere göre verileceğini kabul ederler. Eğer küçük abdestini erkeklerin yaptığı yerden yapıyor ise, erkek mirası alır. Şayet kadının yaptığı yerden yapıyor ise kadın mirası alır.

İbnü'l-Münzir der ki; Ben bu hususta Mâlik'ten gelmiş herhangi bir rivâyet bellemiş değilim. Hatta İbnü’l-Kasım, Mâlik'e ona dair soru sormaktan çekindiğini de zikretmektedir.

Şayet her İki yerden de küçük abdestini yapıyor ise, o takdirde sidiğin öncelikle çıktığı yer muteberdir. Bu da Saki b. el-Müseyyeb, Ahmed ve İshak’ın görüşüdür, Bu aynı zamanda rey ashâbından da nakledilmiştir. Katade Said b. el-Müseyyeb'den huasâ hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Küçük abdeslini bozduğu yere göre ona miras verilir. Eğer her ikisinden de abdestîni bozuyorsa öncelikle hangisinden bozduğuna bakılır. Heriki yerden de aynı anda abdest bozuyorsa yarım erkek ve yarım kadın (hissesi verilir). Yakub, (Ebû Yûsuf) ile Muhammed der ki: Hangilerinden daha fazla çıkıyor ise ona göre mirasını alır. Bu görüş el-Evzâf den de nakledilmiştir. en-Numan b. Sabit (Ebû Hanîfe) de der ki: Şayet bir arada her İkisinden de çıkıyorsa o müşkildir. Ben hangi tarai'tan daha çok çıktığına da bakmam. Ondan gelen başka rivâyete göre; bu şekilde olduğu takdirde onun hakkında bir görüş belirtmekten kaçınmıştır. Yine ondan şöyle dediği de nakledilmiştir: Eğer müşkil olursa, ona iki paydan daha aşağısı hangisi ise o verilir. Yahya b. Âdem ise der ki; Erkeğin bozduğu yerden abdestini bozuyor, bununla birlikte kadın gibi ay hali oluyor ise, abdestini bozduğu yere göre miras alır. Çünkü konu ile ilgili gelen haberde; küçük abdestini bozduğu yere göre ona miras verilir, denilmektedir,

Şâfiî'nin görüşüne göre ise: Her iki yerden de abdestini bozuyor, onlardan biri ötekinden önce olmuyorsa, o takdirde bu hunsâ, müşkildir. Ona kız çocuk mirası verilir. Geri kalan miktar ise durumu açıkça ortaya çıkıncaya, yahut mirasçılar kendi aralarında sulh yaparak anlaşıncaya kadar kendisi ile sair mirasçılar arasında pay edilmek üzere bekletilir. Ebû Sevr de bu görüştedir.

en-Nehaî der ki: Ona erkek mirasının yarısı ile, kız çocuk mirasının yarısı verilir el-Evzaî de bu görüştedir. Mâlik'in görüşü de budur. İbn Şaş da "el-Cevahirü's-Sernine Alâ Mezhebi Mâlikin Âl-imi'l-Medine" adlı eserinde şunları söylemektedir: Eğer hunsânın biri erkek diğeri, dişi olmak üzere iki ferci var ise, hangisinden küçük abdesti bozduğuna bakılır ve abdestini bozduğu yere göre hükmünü alır. Her ikisinden de abdestini bozuyor ise hangisinden daha çok yaparsa o muteberdir. Şayet durum eşit olursa, öncelik nazarı itibara alınır. Her ikisinden de beraber yapıyorsa, bu takdirde sakalda tüy bitimi ile memelerin büyüklüğü, bu memelerinin kadınların memelerine benzemesine itibar edilir. Her iki durum bir arada görülecek olursa, o takdirde bulûğ halindeki durumu muteberdir. Şayet ay hali olursa ona göre hüküm verilir. Şayet yalnızca ihtilam olursa yine ona göre hüküm verilir. Eğer her İkisi bir arada bulunursa, o takdirde bu hunsâ, müşkildir. Şayet ne erkeklere has, ne de kadınlara has olan ferc'den birisi yoksa, bunun yerine sadece küçük abdestim yaptığı bir yer varsa bulûğu beklenir. Eğer ayırdedicî bir alâmet ortaya çıkarsa, o nazarı itibara alınır, aksi takdirde bu hunsâ müşkildîr. Artık müşkil olduğu hükmünü verdiğimiz takdirde ise, alacağı miras, erkek ve kız miraslarından yarımşar yarımşardır.

Derim ki: Sözünü ettikleri bu alâmetler müşkil hunsâ hakkındadır. Biz el-Bakara Sûresi'nde (2/35- âyet, 4. başlıkta) bu konuda bir alâmete, bu sûrenin başlığında da bir takım alâmetlere işaret ettik. Bu alâmetler onu bu iki türden birisine katar. Bu da kaburga kemiklerinin nazarı itibara alınmasıdır. Bu konudaki açıklama, Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilmiştir ve o buna göre hüküm vermiştir. Faziletli âlimlerden birisi, hunsânın hükmünü pek çok beyitlerde şiir halinde açıklamış bulunmaktadır. Bunların ilki şöyledir:

"O hallerine göre nazarı itibara alınır;

Meme, sakal ve küçük abdestini bozma yeri"

Yine bu şiirinde şair (devamla) der ki:

"Eğer bütün halleri birbirine eşit olur da,

Açıkça anlaşılmaz ve belirtileri, içerisinden çıkılamayacak hal alırsa,

Onun yakın akrabasının mirasından alacağı pay,

Payın sekizde altısıdır

Müşkil olması sebebiyle hakkettiği işte budur;

Onun bu payında bir eksilme vardır.

Gerçekten böyle birisinin nikâhlanmamak,

Dünyada yaşadıkça ve ona başkasını nikâhlamamak gerekir.

Çünkü o katıksız bir aile halkı (dişi) değildir

Ve artık o erkekler arasında (dişi) sayılmamaktadır

Benim bu şiirde sözünü ettiğim her hususu

İlim ehlinin ileri gelenleri söylemiştir.

Bazıları onun hakkında söz söylemek istememiştir,

Bunlara da bundan dolayı kınama meyli olmaz.

Çünkü o söz konusu edilirken, açıkça

Aşırı bir çirkinlik sözkonusudur ve besbellidir bu.

İşte onun bu gizli durumu hakkında geçmiş olan

İmâmı Murtaza Ali'nin hükmü şudur:

Eğer ki, kaburga kemikleri eksik ise

Artık onun erkeklere katılması gerekir

Mirasta, nikâhta ve ihramda

Hacda, namazda ve (sair) hükümlerde

Eğer erkeklerden fazla bir kaburga kemiği varsa

O takdirde o, kadınlar arasında sayılır

Çünkü kadınların fazladan bir kaburga kemikleri vardır

Erkeklere göre bu faydalı bilgiyi ganimet belle

Çünkü daha önceden beri Âdem'den bu kemik eksilmişti

Havva'nın yaratılması için ve bu söz, bir haktır

Çünkü Peygamberin söylediğinden de buna dair

Bir delil vardır; selâm olsun Rabbimizden ona.

Ebû'l-Velid b. Rüşd de der ki; Hunsâyı müşkil, koca da olmaz, hanım da olmaz, baba da olmaz, anne de olmaz.

Şöyle de denilmiştir: Sırtından ve karnından çocuk doğuranlar da görülmüştür. İbn Rüşd der ki: Eğer bu sahih ise, o takdirde sulbünden olan oğlundan tam bir baba mirası alır. Karnından olan oğlundan ise tam bir anne mirası alır. Ancak bu oldukça uzak bir ihtimaldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Dârakutnî'nin Sünen'inde Ebû Hâninin, Ömer b. Beşir'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Âmir eş-Şa'bi’ye erkek de olmayan dişi de olmayan, erkeğin de, dişinin de organına sahip bulunmayan, göbeğinin altından küçük ve büyük abdeste benzer birşeyler çıkartan yeni doğmuş bir çocuk hakkında sorulmuş. Âmir'e böylesinin mirası hakkında soru sorulunca Amir şu cevabı vermiş: (Ona) erkeğin payının yarısı ile dişinin payının yarısı verilir. Dârakutnî, IV, 81; Dârimî, Ferâiz 25.

13- Anne ve Babaların Mirası:

Yüce Allah'ın:

"Anne ve babanın her birine mirasın altıda biri (verilir)" âyetinde yer alan anne-babadan kasıt, ölenin anne-babasıdır. Bu ise ay rica zikredilmeksizin kinaye (zamirin zikredilmesi) yoluyla bilinir İfadenin buna delâleti dolayısıyla bu kinaye (yani hazf) câiz görülmüştür. Yüce Allah'ın:

"Nihayet o, (güneş) perdenin arkasına gizlendi." (Sâd, 38/32);

"Muhakkak Biz onu Kadir gecesinde indirdik." (el-Kadr, 97/1)

Altıdabir" kelimesi de mübtedâ olmak üzere merfû'dur. Ondan önceki ise onun haberidir.

Aynı şekilde "Üçte bir, altıdabir" ile: "Bıraktığının yarısı" da böyledir. "Dörttebir sizindir" âyeti de böyledir. Dörttebiri onlarındır” âyeti de; Sekizde biri onlarındır" âyeti de böyle olduğu gibi; Anne ve babanın herbirine mirasın altıda biri (verilir)” âyeti de böyledir.

"el-Ebevân (ebeveyn, anne ile baba)" kelimesi baba anlamına gelen: ile anne anlamına gelen: tesniyesi (ikili) dir. Ancak Arapçada "el-um: anne" lâfzı kullanıldığından baba anlamına gelen "eb" kelimesinin müennesi anne hakkında kullanılmamıştır. Bununla birlikte Araplar arasında birbirinden farklı iki şeyi birbirine uyan iki şeymiş gibi kullanarak, onlardan birisini ötekine ya söylenişi daha hafif, yahut da şöhreti dolayısıyla tağlib edenler vardır. Bu da buna elverişli birtakım İsimlerde semaî olarak gelmiştir. Anne ve babaya: "Ebevân," güneş ile ay'a; "el-Kameran," gece ile gündüze; "el-melevân" demeleri bu kabildendir. Aynı şekilde Hazret-i Ebû Bekr ile Hazret-i Ömer'e; "el-Umerarv' demeleri de böyledir.

Müzekkerliğin hafifliği dolayısıyla (ay anlamına gelen) el-Kamer'i, güneş anlamına gelen (eş-Şems)e tağlib ederek (el-Kamerân) demişlerdir. Aynı şekilde Hazret-i Ömer'in halifelik dönemi daha uzun ve daha ünlü olduğundan dolayı Hazret-i Ömer'in ismini Hazret-i Ebû Bekir adına tağlîb ederek (el-Umerân) demişlerdir, Arapların el-Umerân tabiri ile Ömer b. el-Hattâb ile Ömer b. Abdulaziz’i kastettiklerini ileri sürenin sözüne itibar edilmez. Çünkü Araplar bu kelimeyi Ömer b. Abdulaziz'i görmeden önce kullanmaya başladılar. Bu açıklamayı İbnü'ş-Şecerî yapmıştır.

"Çocuklarınız" âyetinin kapsamına aşağı doğru ne kadar İnilirse bütün çocuklar girdiği şekilde; "babalarınız" âyetinin kapsamına yukarı doğru ne kadar çıkılırsa çıkılsın bütün babalar girmez, Çünkü yüce Allah'ın:

"Anne-babanın herbirine" âyeti tesniye bir lâfızdır- Genel olma ihtimali de yoktur, çoğul olma ihtimali de yoktur. Halbuki "çocuklarınız" âyeti böyle değildir. Bu görüşün sıhhatine delil ise, yüce Allah'ın şu âyetidir: "Çocuğu olmayıp da anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince, üçte biri annesinindir." Yukarı anne ninedir. Ona ise farz hisse olarak üçtebirin verilmeyeceği icma' ile sabittir. O halde ninenin bu lâfzın dışında kaldığı kesindir Bunun dedeyi kapsadığı ise ihtilaflı bir husustur.

Dedenin, baba olduğunu söyleyip onun sebebiyle çocukları hacb edenlerden birisi de Ebû Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh)'dır. Hayatta olduğu sürece bu hususta ashâb-ı kiramdan ona kimse muhalefet etmemiştir. Ancak onun vefatından, sonra bu hususta anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Dedenin baba olduğunu söyleyenler arasında, İbn Abbâs, Abdullah b. ez-Zübeyr, Âişe, Muâz b. Cebel, Ubeyy b. Kâdb, Ebû'd-Derdâ ve Ebû Hüreyre de vardır. Bunların hepsi de baba bulunmadığı takdirde dedeyi tıpkı baba gibi kabul ederler ve onun vasıtasıyla bütün kardeşleri hacb ederek, dedenin varlığı ile birlikte kardeşler hiç miras almazlar. Bu görüşü aynı zamanda Atâ, Tâvüs, el-Hasen ve Katâde de kabul etmiştir. Ebû Hanîfe, Ebû Sevr ve İshak da bu kanaattedir. Bu konuda onların lehine olan delil ise, yüce Allah'ın:

"Babanız İbrahim'in dînine"(el-Hacc, 22/28) âyeti İle:

"Ey Âdemoğulları" (el-A'raf, 7/26) âyeti ve Hazret-i Peygamberin: "Ey İsmail oğulları ok atınız, çünkü sizin babanız atıcı idi" âyetidir.

Ali b. Ebî Tâlib, Zeyd ve İbn Mes'ûd ise, kardeşlerle birlikte dedeye de miras verileceği kanaatindedirler. Anne-baba bir kardeşler, yahut baba bir kardeşlerle birlikte olduğu takdirde de payı -farz sahibi ile birlikte olması hali müstesna- üçtebirden aşağı olmaz. Farz sahibleri ile birlikte olduğu takdirde Zeyd'in görüşüne göre de payı altıda birden aşağı olmaz. Aynı zamanda bu, Mâlik, Evzaî, Ebû Yûsuf, Muhammed ve Şâfıînın de görüşüdür.

Hazret-i Ali ise, kardeşler ile birlikte olması halinde dedeyi altıda bire kadar kardeşlerle birlikte (mirasa) ortak yapar ve ister farz sahipleriyle birlikte olsun, ister başkaları ile beraber bulunsun ona altıda birden aşağı pay vermezdi. Bu, İbn Ebi Leylâ ile bir kesimin de görüşüdür.

İlim adamları icmâ ile şunu kabul ederler: Dede, baba ile birlikle miras alamaz. Oğul babasını hacb eder. Onların dedeyi hacb ve miras hususunda baba seviyesinde değerlendirmeleri, ölen kişi geriye bütün konumlarda ondan daha yakın bir baba terketmediği halde sozkonusudur.

Cumhûrun kanaatine göre dede, kardeş çocuklarını mirastan düşürür. Ancak Şa'bî'den, onun Ali'den yaptığı rivâyet bundan müstesnadır. O, paylaştırma hususunda kardeş çocuklarını tıpkı kardeş gibi değerlendirmiştir.

Cumhûrun görüşünün delili şudur: Buradaki kardeş erkek olarak kız kardeşini asabe yoluyla mirasçı kılmaz. O bakımdan tıpkı amca ve amcanın oğlu gibi dede ile mirası paylaşmaz.

en-Nehaî ise der ki: İslâm'da kendisine miras verilen ilk dede, Ömer el-Hattab (radıyallahü anh)'dır. Ömer'in oğlu Âsım'ın bir oğlu öldü. Geriye iki kardeş bıraktı. Ömer onun malının tamamını almak istedi. Hazret-i Ali ile Hazret-i Zeyd'e bu hususta danışınca, onlar kendisine bir misal vermeleri üzerine şöyle dedi: Eğer ikiniz de aynı görüşte birleşmcmiş olsaydınız, ben kendi görüşüme göre onu oğlum gibi değerlendirmez, kendimi de onun babası gibi değerlendirmezdim.

Dârakutnî'nin Zeyd b. Sâbit'ten rivâyetine göre Ömer b. el-Hattâb bir gün yanına girmek üzere izin istedi. O da Hazret-i Ömer'e izin verdi. Bu sırada cariyenin biri onu taramakta idi. Zeyd başını çekince Hazret-i Ömer ona: Bırak seni tarasın, dedi. Zeyd: Ey mü'mînlerin emiri, bana haber göndermiş olsaydın ben senin yanına gelirdim, deyince Hazret-i Ömer şöyle dedi: Hayır, ihtiyaç benimdir, ben sana dede hususunu tetkik etmen için gelmiş bulunuyorum, Zeyd: Allah'a yemin ederim ki? senin bu hususta söylediğin doğru değildir. Bunun üzerine Ömer dedi ki: Benim bu söylediğim vahiy değildir ki (farklı bir şey söylemekle) ona bir şeyler eklemiş yahut eksiltmiş olalım. Bu konuda da senin söyleyeceğin sana ait bir görüş olacaktır. Eğer senin görüşünün bana uygun düştüğünü görürsem ona uyarım. Aksi takdirde bu hususta senin aleyhine bir şey olmaz. Zeyd yine kanaat belirtmeyi kabul etmedi- Ömer kızgın bir şekilde çıkıp dedi ki: Ben senin yanına benim ihtiyacımı karşılarsın zannıyla gelmiştim.

Daha sonra yine daha önceki geliş saatinde geldi. Kanaatini açıklaması için ısrar etti. Nihayet Zeyd dedi ki: Bu hususta kanaatimi yazacağım. Zeyd, bu kanaatini bir bağırsak parçası üzerine yazdı ve ona bir misal verdi. Ona verdiği misal, tek bir gövde üzerinde biten bir ağacın misali idi.

Bu ağaçtan önce bir dal çıkar, sonra bu daldan bir başka dal daha çıkar. Dala suyu ulaştıran gövdedir. Eğer sen ilk dalı kesecek olursan su öbür dala kadar ulaşır. İkinci dalı da kesersen bu sefer su ilkine ulaşır. Hazret-i Ömer bu örneğin yazılı olduğu parçayı alarak insanlara bir hutbe irad etti. Daha sonra bu bağırsak parçası üzerindeki örneği onlara okuyup dedi ki: Gerçekten Zeyd b. Sabit dede hakkında bir söz söyledi ben onu uygulamaya koydum. (Zeyd) dedi ki: Ömer bu şekilde ilk dede idi. O, oğlunun oğluna ait mirasın tamamını diğer kardeşlerine (Ölenin kardeşlerine) bir şey vermeksizin almak İstemişti. Bundan sonra Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) o malı paylaştırdı. Dârakutnî, IV, 93-54.

14- Ninenin Durumu:

Ölenin annesi yoksa ninenin altıda bir alacağı hususunda ilim ehlinin icmâ'ı vardır. Annenin kendi annesini de baba annesini de hacbedeceği üzerinde de icma etmişlerdir. Ancak babanın anneanneyi hacb edemeyeceği üzerinde de icmâ’ vardır.

Şu kadar var ki oğlu hayatta iken ninenin miras alması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir grup, oğlu hayatta olduğu takdirde nine miras almaz, demektedir. Bu, Zeyd b. Sabit, Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali'den rivâyet edilmiştir. Mâlik, es-Sevrî, el-Evzaî, Ebû Sevr ve rey ashâbı da bu görüştedir.

Bir diğer kesim ise, ninenin oğlu ile birlikte miras alacağını söyler. Bu görüş de Hazret-i Ömer, İbn Mes'ûd, Osman, Ali, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den rivâyet edilmiştir. Şüreyh, Câbir b. Zeyd, Ubeydullah b. el-Hasan, Şureyk, Ahmed, İshak ve İbnü'l-Münzir de bu görüştedir. Ayrıca

İbnü’l-Münzir de der ki: Nasılki dedeyi babadan başka kimse hacb edemiyor ise, nineyi de anneden başka bir kimse hacb edemez. Tirmizî'nin rivâyetine göre Abdullah, oğlu hayatta bulunan nine hakkında şöyle demiştir: "Ob oğlu hayatta iken oğlu ile birlikte olduğu halde Resûlüllah'ın kendisine altıda bir yedirdiği ilk ninedir." Tirmizî, Ferâiz 11. Tirmizî, hadisin sonunda şu kaydı düşmektedir. "Bu, ancak bu yolla merfû' olarak bildiğimiz bir hadistir. Nineyi oğlu ile birlikte Peygamber ashâbından bazıları misarçı kabul ederken; bazıları mirasçı kabul etmemiştir." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

15- Miras Alan Nineler ve Konu ile İlgili Görüş Ayrılıkları:

İlim adamları ninelerin miras almaları hususunda farklı görüşlere sahiptir. Mâlik der ki: Miras alan ancak iki nine vardır. Bunlar annenin annesi, baba anne ile her iki tarafın anneleridir, Ebû Sevr de Şâfiî'den böylece rivâyette bulunduğu gibi, tabiînden bir grup da bu görüştedir. Şayet bu iki nineden birisi tek başına bulunuyor ise, altıda bir alır. İki nine bir arada bulunur da yakınlıkları eşit olursa, altıda biri aralarında paylaşırlar. Aynı şekilde ikiden çok olur ve yakınlıkta biri birlerine eşit olmaları halinde de durum böyledir. Bütün bunlar üzerinde icmâ' vardır

Eğer anne tarafından olan nine yakın olursa, yalnız başına o altıda biri alır. Şayet baba tarafından olan nine yakın olursa, uzak olsa dahi, anne tarafından olan nine ile altıda bir aralarında pay edilir. Anne tarafından da yalnızca tek bir nine miras alır. Annenin babasının annesi olan nine, hiçbir halde miras alamaz. Zeyd b. Sabit'in kabul ettiği görüş budur. Bu hususta gelen en sağlam rivâyet de budur. Mâlik'in ve Medinelilerin görüşü de böyledir.

Bir diğer görüşe göre nineler, anne durumundadır. Birarada bulundukları takdirde altıda bir onlar arasından en yakın olanlarına verilir. Nitekim babalar da bir arada bulundukları takdirde, onların en yakınları mirasa hak kazanır. Erkek çocuklar da erkek kardeşler de erkek kardeşlerin oğulları, amca çocukları da birarada bulundukları takdirde onların en yakın olanları mirasa hak kazandığı gibi, annelerde de durum böyledir.

İbnü'l-Münzir der ki: Bu daha sahihtir ve ben de bu görüşü kabul ediyorum. Evzaî üç nineye miras veriyordu. Bunların birisi, anne tarafından nine, diğer İkisi de baba tarafından ninedir. Bu aynı zamanda Ahmed b. Hanbel'in de görüşüdür. Bunu Dârakutnî Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan mürsel olarak rivâyet etmiştir. Dârakutnî, IV, 91.

Zeyd b. Sabit'den ise bunun aksi rivâyet edilmiştir. O üç nineye miras veriyordu. Bunların ikisi anne tarafından, birisi ise baba tarafından nine idi. Dârakutnî, IV, 92. Ali (radıyallahü anh) ın görüsü de Zeyd'in bu görüşü gibidir. Altıda biri nineleri ister anne tarafından, ister baba tarafından olsun daha yakın olanlarına verirlerdi. Onların yakınlık derecesinde olmayanlarını da altıda birde kendilerine ortak etmezlerdi. es-Sevrî, Ebû Hanîfe, arkadaşları ve Ebû Sevr de bu görüştedirler.

Abdullah b. Mes'ûd ile İbn Abbâs ise, dört nineye de miras veriyorlardı. Aynı zamanda bu Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Sirîn ve Cabir b. Zeyd'in de görüşüdür. İbnü’l-Münzîr der ki; Nesebi müteveffaya ulaşan her bir nine, eğer neseb esnasında iki anne arasına bir baba giriyor ise, o nine miras alamaz. Bu kendisinden ilim bellenen her ilim adamının görüşüne göre böyledir.

16. Anne Babanın Mirası:

"(Ölenin) çocuğu varsa anne ve babanın her birine mirasın altıda biri (verilir)" âyetinde yüce Allah, çocuğunun bulunması halinde ebeveynin her birisine altıda biri farz hisse olarak tayin etmiş ve çocuğu müphem bırakmıştır. O bakımdan bu hususta erkek ile dişi arasında bir fark yoktur. Buna göre bir kimse ölüp de geriye bir oğul ve anne-babasını bırakacak olursa, anne-babanın her birisi aluda birini alır, geri kalan ise oğlundur. Geriye bir kız çocuğu ile anne-baba bırakacak olursa, kız çocuk yarısını alır, anne-babanın her birisi altıda bir alır. Geriye kalan en yakın asabe olan babaya verilir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Farz hisselerden geri kalan en yakın erkek mirasçıya aittir." Hadis 8. başlığın sonlarında geçmişti. Kaynakları için oraya bakınız. Böylelikle baba iki yönüyle bir arada hak almaktadır. Birincisi asabe olarak, diğeri de farz hisse olarak.

"Çocuğu olmayıp da anne ve babası kendisine mirasçı olana gelince; üçte biri annesinindir" âyetinde şanı yüce Rabbimiz şunu bildirmektedir: Eğer anne ve baba çocuklarına mirasçı oluyorlarsa, anne mirasın üçte birini alır.

"Anne ve babası kendisine mirasçı oluyorsa" âyeti ile üçte birin anneye ait olduğunu bildirmesi, geriye kalan üçte ikinin babaya ait olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da iki kişiye: Bu mal aranızda paylaştırılacaktır dedikten sonra, onlardan birisine: Ey filan, bunun üçte biri senindir, demeye benzer. Böylelikle diğerine o maldan ait olan miktarın üçte iki olduğunu açık ifade ile (nass ile) ifade etmiş oluruz- Çünkü yüce Allah'ın:

"Anne ve babası kendisine mirasçı olana" âyetindeki ifadenin kuvveti, her ikisinin de çocuk olsun, başkası olsun bütün pay salnplerinden ayrı olduğunu göstermektedir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur

Derim ki: Buna göre üçte İki, babaya ait miktarı tesbit edilmiş farz bir hisse olur Asabe yoluyla alınmış miktar onun kapsamında yoktur. İbnü’l-Arabî'nin naklettiğine göre ise, babaya çocuğun olmaması halinde fazladan bir üçtebir pay verilmesinin manası (hikmeti), erkek olması, yardımcı olması, geçimi kendisinin sağlamakla yükümlü olmasıdır. Anne ise sadece akrabalığı dolayısıyla asıl payı üzere kalır.

Derim ki: Ancak bu, reddedilen bir görüştür. Çünkü bu, çocuğun hayatta bulunması halinde de sözkonusudur. Neden altıda birden mahrum edilmektedir? Ancak zahir olan şu ki, çocuk hayatta, olduğu takdirde akıda birden mahrum edilmesi, küçük çocuğa şefkat ve onun malını korumak maksadına matufdur. Zira bu şekilde çocuğun malından bir miktarın çıkartılması (ve ölenin babasına verilmesi), çocuğa karşı bir çeşit haksızlık olabilin Yahut da bu emir, taabbudî bir emirdir (sebebini kavramamız mümkün değildir. Bize itaat düşer). Bu konuda söylenen en uygun görüş budur, Başarıya ileten Allah'tır.

17- Anne-Babanın Mirastan Pay Oranları İkili, Birlidir:

Eğer yüce Allah'ın:

"Anne ve babası kendisine mirasçı oluyorsa" âyetinde fazladan "vav" harfinin gelmesinin faydası nedir? Halbuki ifadenin zahirine göre bu harf eklenmeksizin: Eğer onun çocuğu olmayıp anne-babası ona mirasçı ise, denilmeliydi.

Böyle soran birisine cevabımız şudur: Bu harfin getirilmesi ile bu hususun karar kılmış ve sabit bir durum olduğu haber verilmek istenmiştir. Böylelikle bu hususun sabit olup karar kıldığını bildirmektedir.

Bu da; tek başlarına kalmaları halinde anne-babanın durumunun çocukların durumu gibi olduğunu ortaya koymaktadır. Yani onların paylarının nisbeti de erkeğe, iki dişinin payı nisbetindedir.

Böylelikle baba, birisi farz hissesi, diğeri ise asabe hissesi olmak üzere iki türlü payı bir arada alır. Çünkü o da tıpkı çocuk gibi kardeşleri hacb eder. Bu da hükümde bir adalettir, hikmeti zahir olan bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

18- Bir Kıraat:

Yüce Allah'ın: "Üçte biri annesinindir" âyetini Kûfeliler: şeklinde hemzeyi esreli olarak okumuşlardır. Bu da Sîbeveyh'in naklettiği bir söyleyiştir el-Kisai der ki: Bu, Hevâzîn ile Huzeylilerden çoğunun söyleyişidir. Çünkü "lâm" harfi esreli olup, bir başka harfe bitişik olduğundan, esreden sonra o bitişik harfi (burada hemze'yi) ötreli okumak istemediklerinden, o harfin ötresini esreye değiştirir. Zira Arap dilinde vezninde bir isim yoktur. Buradaki hemzeyi ötreli okuyanlar ise asla uygun olarak okumuşlardır. Diğer taraftan "lâm" harfi ayrılabilmektedir. Zira bu harf, başına gelmektedir. Bütün bu açıklamaları en-Nehhâs yapmıştır.

19- Kardeşlerle Birlikte Annenin Mirası:

"Şayet (Ölenin) kardeşleri varsa o vakit altıda biri annesinindir." âyetinde görüldüğü gibi, kardeşler annenin payını üçtebirden altıdabire hacb etmektedirler. Bu da "hacb-ı noksan" (eksiltme hacb'ı) diye bilinir. Kardeşlerin anne-baba bir, baba bir yahut anne bir olmaları arasında bir fark yoktur. Bununla birlikte kardeşlerin bir payları da yoktur.

İbni Abbas’tan onun zaman zaman şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kardeşlerin anneden hacb ettikleri altıdabir kardeşlere aittir. Yine ondan diğerlerinin görüşü gibi bu payın babaya ait olacağı da rivâyet edilmiştir.

Katade der ki: Bu payı kardeşler değil de babanın alış sebebi, babanın kardeşlerin ihtiyaçlarını karşılayıp onların nikâhlarının velisi olması ve onlara nafakalarım harcaması dolayisıyladır.

İlim ehli icma ile şunu belirtirler: İki ve daha yukarı kardeşler ister erkek, ister kız olsunlar, ister anne-baba bir, ister baba bir, isterse de annebir olsunlar, annenin üçtebir olan payını hacb ederek altıdabire indirirler. Bundan tek istisna İbn Abbâs'tan gelen şu rivâyettir: Buna göre iki kardeş, tek bir kardeş hükmündedir. Annenin üçtebir payını üç kardeşten daha aşağısı hacb edip indirmez.

Bazı kimseler ise, kız kardeşlerin annenin payını üçtebirden altıdabire hacb etmiyeceği kanaatindedirler Çünkü yüce Allah'ın hitabı kardeşler hakkındadır. Dişilerin mirastaki kuvvetleri ise, erkeklerin mirastaki kuvvetleri gibi değildir ki, itibara alınmalarını, onların biribirlerine katılmalarını gerektirsin.

el-Kiyâ et-Taberî der ki: Bu şekilde kanaat belirtenlerin görüşleri, kız kardeşlerin erkek kardeşlerle birlikte olmamalarını gerektirir. Çünkü "İhva (erkek kardeşler)" lafa mutlak olarak kullanıldığı takdirde "ahavât (kız kardeşler)"i kapsamaz. Nitekim "benûn (erkek çocuklar)" lâfzı da, "benat (kız çocuklar)"ı kapsamaz. Bu ise, bir erkek ve bir kız kardeşin varlığı ile annenin payının üçtebîrden altıdabire hacb edilmemesini gerektirir. Ancak bu müslümanların icmâının hilâfınadır. Eğer âyet-i kerimede erkek kardeşlerle birlikte kast ediliyor iseler, tek başlarına da kastediliyorlar, demektir.

Hepsi de çoğulun asgarî miktarının iki olduğunu da delil göstermişlerdir. Çünkü tesniye bir şeyin kendi misline cem edilmesi (katılması) dır. O halde anlam bunun çoğul olmasını gerektirir. Nitekim Hazret-i Peygamber de: "İki ve daha yukarısı cemaat (çoğul)'tır." Buhârî Ezan 35 (zikrettiği bir hadisin anlamından hareketle, bâb başlığı olarak); İbn Mâce, İkametu's-Salât 44; Müsned, V, 254, 269; Beyhâkî, es-Sünenu'l-Kübra, III, 97, 98. Bir başka şair de şöyle demektedir: Sîbeveyh'ten de şöyle dediği nakledilmektedir: Ben el-Halil'e: "Bu şekillerin en uygun olanı hangisidir?" diye sordum. O da: İki kişi cemaattir, dedi. Şairin şöyle dediği de sahih olarak nakledilmiştir;

"Suyu da, bitkisi de bulunmayan, oldukça uzak, son derece korkunç ve kurak

olan o iki arazi parçası; Onların yüksekçe olan yerleri, iki kalkanın dış tarafını andırmaktadır."

el-Ahfeş de şöyle bir beyit nakletmektedir:

"Kadınlar bizlere haberi getirip gelince

Dediler ki: Durum aramızda oldukça yaygınlık kazandı.

"Bir kavmin zenginine saygıyla selâm verilirken

Fakir olana cimrilik edilip selam verilmiyor

İkisi arasında ölüm eşit değil midir

Ölüp de kabirlere gömüldüklerinde."

Bu beyitlerin hepsinde önce ikilden söz edilmekte, daha sonra da bunlara üç ve yukarısı için kullanılan çoğul zamiri gönderilmektedir.

Bu hususta (yani annenin mirasının kardeşler dolayısıyla üçtebirden altıdabire hacb edilmesi hususunda) Hazret-i Osman ile İbn Abbâs arasında görüş alış verişi yapılırken, Hazret-i Osman dedi ki: Senin kavmin -Kureyşlileri kastediyor- fesahat ve belagat ehli oldukları halde anneyi hac bettiler.

Bu hususda çoğulun asgari miktarı üçtür, demese dahi, (başka hususlarda) "çoğulun asgarisi üçtür" diyenler arasında İbn Mes'ûd, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve başkaları da vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

20- Bir Kıraat Farkı:

Yüce Allah'ın:

"Bu; yapacağı vasiyetten yahut borcundan sonradır." Âyetinde yer alan: Yapacağı vasiyyet" kelimesini İbn Kesîr, Ebû Arar, İbn Âmir ve Âsım "sâd" harfini fethalı olarak; Yapılacak vasiyyetden..." diye okumuştur. Diğerleri ise bu kelimenin bu harfini esreli olarak okumuştur. Bu vasiyet fiilinin geçtiği diğer yerlerde de böyledir.

Şu kadar var ki, iki yerde de Asımdan gelen rivâyet farklı gelmiştir "Sâd" harfinin esreli okunuşu, Ebû Ubeyd ve Ebû Hakim'in tercihidir. Çünkü bundan önce ölenden söz edilmektedir.

el-Ahfeş ise der ki; Bunun doğrulayıcı delili de yüce Allah'ın:

"Yaptıkları vasiyet" ile; "Yapacağınız vasiyet" âyetleridir.

21- Vasiyetin Yerine Getirilmesiyle Borcun Ödenmesi:

Borcun vasiyetten önce geldiği hususunda icmâ' bulunduğu halde; âyet-i kerimede vasiyetin borçtan önce sözkonusu edilmesinin hikmeti nedir?

Tirmizî'nin el-Hâris’ten rivâyet ettiğine göre Hazret-i Ali şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), vasiyetten önce borcun ödenmesini hükme bağladığı halde, sizler borcun ödenmesinden önce vasiyeti yerine getirmeye kalkışıyorsunuz. (Tirmizî ayrıca) der ki: Bütün ilim ehlince de uygulama buna göredir.

Vasiyetten önce borcun ödenmesine başlanır. Tirmizî, Vesayâ 6.

Dârakutnî de Âsım b. Damra yoluyla Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Borç, vasiyetten öncedir. Mirasçıya da vasiyet yoktur." Dârakutnî, IV, 97. Bu hadisi onlardan (Haris ile Asımdan) Ebû İshak el-Hemdânî rivâyet etmiştir.

Böyle bir soruya beş türlü cevap verilebilir:

Birincisi: Bu iki hususun (yani vasiyet ile borcun) mirastan öne alınacağı kastedilmiştir. Yoksa bunların kendileri arasında ayrıca bir öncelik sıralaması kastı yoktur. Bu bakımdan vasiyet lâfzan önce geçmiştir.

İkinci cevap: Vasiyet bağlayıcılık (lüzum) itibariyle borçtan daha aşağıda olduğundan dolayı ona önem verilmek için öne alınmıştır. Nitekim yüce Allah:

"Küçük büyük hiç birşey bırakmayıp sayıp dökmüş" (el-Kehf, 18/49) diye buyurmaktadır.

Üçüncü cevap: Çokça vuku bulduğu ve meydana geldiğinden dolayı öne alınmıştır. Bundan dolayı şeriatın da nassıyla birlikte âdeta her ölenle beraber ondan ayrılmaz birşey gibidir. İstisnaî olduğundan dolayı da borcu sonraya bırakmıştır. Çünkü borç kimi zaman olabilir, kimi zaman olmayabilir. O bakımdan öncelikle kaçınılmaz gibi olanı sözkonusu etti, daha sonra da zaman zaman meydana gelen bir şey olan borcu ona atfetti Bu açıklamayı ayrıca "ev; veya" ile atfedilmesi de pekiştirmektedir. Şayet borç, eğer rütbe itibari ile sonradan gelen bir şey olsaydı, atfın "vav" edatıyla olması gerekirdi.

Dördüncü cevap: Vasiyetin öne alınmasının sebebi, yoksul ve zayıfların payı oluşundan dolayıdır. Borcun sonraya bırakılması ise, güç, kuvvet, otorite ve bu hususta söz söyleme hakkı bulunan bir alacaklının istediği pay olu şundandır.

Beşinci cevap: Vasiyeti kişi kendiliğinden inşa ettiğinden dolayı öne alınmıştır. Borç ise onu ister sözkonusu etsin, ister etmesin nasıl olsa ödenmesi gereken bir haktır.

22. Zekât ve Hac Gibi Allah'a Ait Hakların Terikeden Ödenmesi:

Bu husus bu şekilde sabit olduğundan dolayı Şâfiî, zekât ve Hacc borcunun mirastan önce alınması gerektiğine delil göstererek der ki: Kişi zekâtını ödemekte kusurlu hareket etmiş ise, bunun sermayesinden alınması icabeder. Bu ilkin açık ve kuvvetli bir görüş gibi görülür. Çünkü bu da haklardan bir haktır. Âdemoğlunun hakları gibi ölümden sonra ölenin yerine edâ edilmesi icabeder. Özellikle de zekâtın harcama yeri insanlardır.

Ebû Hanîfe ve Mâlik ise söyle demektedir: Eğer ödenmesini vasiyet edecek olursa, malının üçte birinden edâ edilir. Birsey söylemezse, onun adına malından birşey çıkartılmaz. Devamla derler ki: Çünkü böyle bir uygulama mirasçıları fakir bırakmayı gerektirir. Hatta bunu bazan kastî olarak yapar ve tamamıyla ödemez. Tâ ki, kendisi öldükten sonra bütün bu tür borçları malının tamamını kuşatır ve mirasçılara hiç bir hak bırakmamış olur.

23- Babalarınız ve Oğullarınız...

Yüce Allah'ın:

"Babalarınız ve oğullarınız..." âyeti mübtedâ olarak merfu'dur. Haber ise gizlidir. Takdiri şöyledir: İşte bunlar; kendilerine pay tesbit edilenler ve miras verilenlerdir.

24- Akrabaların Faydası:

Yüce Allah'ın:

"Size faydaca hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz" âyeti ile ilgili olarak, bunun dünyada dua ve sadaka ile bir yakınlık olduğu söylenmiştir. Nitekim seleften rivâyet edildiğine göre: "Şüphesiz kişi kendisinden sonra evlâdının duasıyla yüceltilir.” Sahih hadiste de şöyle buyrulmuştur: "Kişi öldüğü takdirde ameli kesilir. Üç şeyden müstesna..." Bunlar arasında da: "Yahut kendisine dua edecek salih bir evlat." Müslim, Vasiyye 14; Ebû Dâvûd, Vesâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vesayâ 8; Müsned, II, 372.

Bu yakınlığın âhirette olduğu da söylenmiştir. Evlat daha faziletli olduğundan babası hakkında şefaatçi olabilir. Bu açıklama İbn Abbâs ve el-Hasen'den nakledilmiştir. Kimi müfessirler şöyle demektedir: Evlât, âhirette derece itibariyle babasından daha yüksekte ise, Allah'tan dilekte bulunarak babasının da kendi derecesine yükseltilmesini ister. Aynı şekilde baba da mevki itibariyle evladından daha yukarıda ise istekte bulunur. Buna dair açıklama ileride Tür Sûresi'nde (52/21. âyette) gelecektir. Hem dünya hem âhirette sözkonusu olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn Zeyd demiştir. İfadenin lâfzı da bunu gerektirmektedir.

25- Bu Şekilde Paylaştırma Allah'ın Emri ve Hikmetinin Tecelliyidir:

"Bunlar Allah'tan bir farz olarak (böyle tayin edilmiştir)" âyetinde yer alan: kelimesi tekid edici mastar olarak nasb edilmiştir, Çünkü "vasiyet ediyor" âyetinin anlamı zaten size farz kılıyor, demektir.

Mekkî ve başkaları da; bu tekid edici bir haldir, demektedir. Bunun amili ise, "vasiyet ediyor" âyetidir, Ancak bu açıklama zayıf bir açıklamadır. Bu âyet-i kerîme bundan önce geçen âyetlerle ilgilidir. Şöyle ki, yüce Allah akrabalık hususunda ortak yanları bulunmakla birlikte akrabalara vasiyet için alabildiğine gayret gösterme külfetinden kurtarılmış olduklarını kullarına öğretmektedir. Burada akrabalık noktasında müştereklikten kasıt şudur: Babalar ve evlatlar dünyada yardımlaşmak, koruyup, gözetmek, âhirette de şefaat ile birbirlerine faydalı olurlar. Bu husus baba ve çocuklar hakkında sözkonusu olduğu gibi, bütün akrabalar hakkında da aynı şekilde sözkonusudur. Eğer paylaştırma insanların kişisel kanaatlerine bırakılmış olsaydı, akrabaların her birisinin zenginlik durumlarına bakmak, onu gözönünde bulundurmak gerekirdi. Bu halde ise, işin belli bir disiplin ve kıstası olmak imkânı olmazdı. Çünkü durum alabildiğine farklılık arzederdi.

Bundan dolayı şanı yüce Allah şunu beyan etmektedir: Kula en yakışan şey, mirasın miktarlarım tesbit hususunda onu kişisel kanaatine terk etmemektir. Aksine yüce Allah, miras miktarlarını şer'i olarak alabildiğine açıklamış; daha sonra da: şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah" mirasın ne şekilde paylaştırıldığını çok iyi bilen "Alimdir, Hakimdir." O bakımdan mirasın paylaştırılmasına dair hükümlerini koydu ve bu miktarların sahiplerini geniş geniş açıkladı .

ez-Zeccâc der ki: "Alimdir." Yani her şeyi yaratmadan önce en iyi bilendir. "Hakimdir." Takdir ettiği şeylerde ve tayin ettiği takdirleri yerine getirmekte hikmeti sonsuz olandır.

Bazılan da şöyle demiştir: Şanı yüce Allah, ezelden beri de öyledir ve ebediyete kadar böyledir. Onun geçmişe dair verdiği haber, geleceğe dair haber vermesi gibidir. Sibevyh'in görüşüne göre ise, onlar (Araplar) bu hususta bir hikmet ve bir ilim olduğunu gördüler. Onlara: Muhakkak aziz ve celil olan Allah ezelden beri böyleydi ve ebede kadar gördüğünüz şekilde Alîm ve Hakimdir.

26- Eşlerin Mirası:

Yüce Allah'ın:

"Çocukları yoksa, hanımlarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir..." diye başlayan iki âyet-i kerimede hitap erkekleredir. Burada geçen çocuklar, sulben çocuklardır ve ne kadar aşağıya giderlerse gitsinler, onların çocuklarıdır Erkek ya da kız olmaları bir yada daha fazla olmaları arasında fark yoktur. Bu icma ile kabul edilmiştir.

İlim adamları İcmâ' ile şunu da kabul etmişlerdir; Çocuğun yahut çocuğun çocuğunun olmaması halinde koca mirasın yarısını alır. Çocuğun bulunması halinde ise, dörtte biri kocanındır. Kadın ise, çocuk olmadığı takdirde kocasının terikesinin dörttebirini miras alır. Çocuğu varsa sekizde bir alır.

Yine icmâ' ile şu hükmü kabul etmişlerdir: Hanımın bir, iki, üç ya da dört olması halinde, eğer kocanın çocuğu yoksa dörtte birde, tek bir çocuğu varsa sekizde birde ortaktırlar. Çünkü yüce Allah, tek bir kız çocuğu ile tek bir kız kardeşin hükmü ve bunlardan daha fazla olmaları halinde hükümleri arasında fark gözetmediği gibi; burada hanımların bir tane olmaları ile birden fazla olmalarının hükmü arasında da fark gözetmemiştir.

27- "Kelâle'nin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Eğer bir erkek veya kadına çocuğu ve babası olmadığı (kelale) halde mirasçı olunuyor..." âyetinde geçen "kelâle" nesebin kişiyi kuşatması anlamını ifade eden: “.....” tabirinden mastardır. (Taç anlamına gelen): "el-lklîl" ismi de buradan gelmektedir. Kelâle, aynı zamanda ay'ın menzillerinden birisinin adıdır. Çünkü ay, bu menzile ulaştığında, onun etrafını kuşatır. Taç ve başın dörtbir yanım kuşatan bağ anlamına gelen "el-İklîP de buradan gelmektedir.

Kişi, oğlu ve babası bulunmaksızın ölürse, işte onun mirasçıları kelafe'dir. Ebû Bekr es-Sıddîk, Ömer, Ali ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur, Yahya b. Âdem ise, Şerik, Züheyr ve Ebû’l-Ahvas'tan, bunların da Ebû İshak'tan, onun Süleyman b. Abd'den rivâyetine göre Süleyman şöyle demiştir: Ben onların kelâle'nin oğlu ve babası olmaksızın ölen kimsenin ismi olduğu hususu üzerinde icma edip anlaşmış olduklarını gördüm. "Kitabü'l-Ayn"ın müellifi (Sîbeveyh) ile dilci Ebû Mansur, İbn Arefe el-Kutebî, Ebû Ubeyd ve İbnü’l-el-Enbârî de böyle demiştir.

Baba ve oğul kişinin iki yanını temsil eder. Bunlar gittikleri takdirde, neseb onu zayıf düşürmüş olur. O bakımdan etrafı beyaz çiçeklerle kuşatılmış bulunan bahçeye; denilmesi de bundan dolayıdır. Şöyle bir beyit nakledilmiştir:

"Onun mesken tuttuğu yer,

Her tarafim roka ve taze acurdun kuşattığı bir bahçedir."

Şair burada iki çegit bitkiden söz etmekte (bunların bahçesinin her tarafını kuşattığını anlatmak istemekte)dir. Şair İmruu'l-Kays da der ki:

Arkadaş! Bir şimşek görüyorsan -ben de sana onun parıltısını göstereyim-

Etrafı şimşeklerle kuşatılmış bulut içerisinde hareket eden iki elin parıltısı gibi,"

İşte bundan dolayı yakın akrabalara "kelâle" denilmiştir. Çünkü bunlar, öleni dörtbir yanından çevrelemiş olmakla birlikte onlar da kendisinden değil, o da kendilerinden değildir. Onun etrafını çevrelemeleri ise neseblerinin onunla beraber olmasıdır. Nitekim bedevi bir Arap şöyle demiş: Malım pek çok, bununla birlikte mirasçılarım bana nesebleri oldukça gevşek olan (kelâle) kimselerdir. el-Ferazdak da der ki:

"Şan ve şeref mızrağını (yahut asasını) miras aldınız; (ama) kelâleden değil;

Fakat Menafoğullarından ikisi olan: Abdi Şems ile Haşim'den"

Bir diğer şair ise şöyle demektedir:

"Şüphesiz kişinin babası kendisini daha candan himaye eder.

Kelâle olan akraba (akrabalığı uzak, neseb bağı gevşek) olan ise hiç (senin için) gazaplanmaz."

Kelalenin bitkin düşmek anlamına gelen "el-Ketâl’den alınmış olduğu da söylenmiştir. Âdeta miras, uzak akrabalıktan ve zorluk ve bitkinlikten sonra sahibine ulaşıyor gibi olduğundan (bu tip mirasçılara bu isim verilmiştir),

el-A'şâ der ki:

"Yemin ettim kelâkliği dolayısıyla da.

Ayakları çıplak olduğu için de ona mersiye okumayacağım diye;

Muhammed ile karşılaşacağın zamana kadar."

Ebû Hatim ve el-Eslem de Ebû Ubeyde'den şöyle dediğini nakletmektedir: Kelâle, baba, oğul veya kardeşin mirasçı olmadığı herkesin adıdır. Böyle bir kimseye Araplar kelâle ismini verirler.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Ebû Ubeyde'nin burada baba ve oğul ile birlikte kardeşi de kelâlelik için bir şart olarak zikretmesi, açıklanacak tarafı bulunmayan bir yanlışlıktır. Kelâle hakkında ondan başka bunu şart olarak zikreden kimse de yoktur.

Ömer b. el-Hattâb'dan rivâyet edildiğine göre kelâle, özellikle çocuğu olmayan kimsedir. Bu Ebû Bekir'den de rivâyet edilmiş olmakla birlikte daha sonra her ikisi de bu görüşlerinden dönmüşlerdir.

İbn Zeyd der ki: Kelâle, hem hayatta olan hem ölen kimse hakkında kullanılır. Atâ'dan nakledildiğine göre kelâle, Oöylelerinin miras olarak bıraktığı) mal demektir. İbnü'l-Arabî ise der ki: Bu ilginç bir görüştür, fakat açıklanabilir bir tarafı da yoktur.

Derim ki: Bunun az önce i'râbını yaparken açıklanan şekilde açıklanabilir bir tarafı vardır. İbnül-Arabî'den, kelâlenin uzak amca çocukları olduğu rivâyet edilmiştir, es-Süddî'den ise kelâlenin, ölenin ismi olduğu nakledildiği gibi, yine ondan Cumhûrun görüşüne benzer bir görüş nakledilmiştir.

Bütün bu açıklamaların, uygun izahları i'râb ile ortaya çıkmaktadır

Şöyle ki; kimi Kûfeliler "re" harfini esreli ve şeddeli olarak " Kelâleye miras bırakırsa" diye okumuşlardır. el-Hasen ve Eyyûb ise, -onlardan farklı rivâyetler de gelmiş olmakla birlikte- "re" harfini esreli ve şeddesiz olarak: diye okumuşlardır. Bu iki kıraate göre kelâle, ancak ya mirasçılar, yahut malın kendisi olabilir. Meânî bilginleri de böyle nakletmişlerdir. Çünkü birinci okuyuş den ikincisi ise; den gelmektedir.

Kelâle kelimesi ise onun mef'ûlü; (........) ise vaki oldu anlamında (tam bir fiil)dır.

Bu kelimeyi "re" harfini üstün olarak diye okuyanların okuyuşuna gelince, bu okuyuşa göre kelâle'nin mal olma ihtimali vardır. İfade: Eğer bir takım mirasçılar kelâle olan mala mirasçı olurlarsa, ...takdirinde olur. Böylelikte bu kelime hazfedilmiş bir mastarın sıfatı olur. Yine kelâle'nin mirasçıların ismi olması ve Vin haberi olması da mümkündür. Buna göre ifadenin takdiri: Mirasçıları olan bir kelâle... şeklinde olur.

Yine bu edatın vaki olduğu anlamında tam bir fiil olması da mümkündür O takdirde, da "erkek" kelimesinin sıfatı olur ve, erkek kelimesi de ile ref olmuş olur. ise temyiz veya hal olmak üzere mansûb olur. Buna göre, "kelâle" Ölünün kendisi demektir, ifade: Eğer bir erkeğe ölene nesebi mütekellil (zayıf) birisi taralından mirasçı olunuyor ise... takdirinde olur.

28- Kelâle'nin Geçtiği İki Yer ve Anlamları:

Aziz ve celil olan Allah, kelâle'yi Kitab-ı Kerîm'inin iki yerinde zikretmektedir. Sûrenin son tarafında ve burada. Her iki yerde de kardeşlerin dışında bir mirasçı zikretmemektedir.

Bu âyet-i kerimede ilim adamlarının icmaı ile sözü geçen kardeşlerden kasıt annebir kardeşlerdir. Çünkü yüce Allah:

"Şayet bundan daha çok iseler... üçte bire ortak olurlar" diye buyurmaktadır. Sâd b. Ebî Vakkâs da burayı: Annebir erkek yahut kız kardeşi varsa..." açıklamasıyla birlikte okurdu,

Anne-baba bir kardeşlerin, yahut baba bir kardeşlerin miraslarının bunun gibi olmadığı hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur O halde onların bu icmâlan sûrenin son tarafında zikredilen kardeşlerin, ölenin anne-baba bir yahut baba bir kardeşi olduğunun delilidir. Çünkü yüce Allah'ın:

"Şayet (mirasçılar) erkek ve kız kardeşler iseler, o zaman erkek için kadının iki payı vardır" (en-Nisâ, 4/176) âyetinden dolayı bu böyledir.

Yine ilim adamları annebir kardeşlerin mirasının bu şekilde olmadığı hususunda ihtilâf etmemişlerdir. O halde her iki âyet-i kerimede, bütün kardeşlerin hep birlikte kelâle olduklarının da delilidir. es-Şa'bî der ki: Kelâle, çocuk ve baba dışında kalan kardeş yahut onların dışında asabeden olan mirasçılardır. Ali, İbn Mes'ûd, Zeyd ve İbn Abbâs da böyle demiştir. İste bu, bizim ilk olarak zikrettiğimiz birinci görüşün aynısıdır. Taberî der ki: Doğrusu şu ki, kelâle, ölüye mirasçı olan baba ve oğlunun dışındaki mirasçılardır. Çünkü Hazret-i Cabir'den şu sahih haber nakledilmiştir: Ey Allah’ın Rasûlü! dedim. Bana sadece bir kelâle mirasçı oluyor, malımın tümünü vasiyet edeyim mi? Hazret-i Peygamber: "Hayır" buyurdu. Bk.; Buhârî, Vudû' 44, Merdâ 21; Müslim, Ferâiz 8; Dârimî, Vesâyâ 8, Müsned, III, 298

29- Kelâle Kelimesinin Dilde Kullanılışına Dair Bazı Açıklamalar:

Dil bilginleri der ki: Arapça'da: Kelâle erkek ve kelâle kadın," denilebilmektedir. Bunun tesniyesi de çoğulu da yoktur. Çünkü bu kelime de vekâlet, delâlet, semahat, ve şecaat gibî bir mastardır.

Yüce Allah'ın:

"Ve onun kardeşi varsa" âyetinde zamir tekil olarak gelmiş ve ikile delâlet eden: İkisinin, dememiştir. Arapların iki isim zikredip daha sonra ikisinden haber verilen hükümleri aynıysa kimi zaman onlardan birisine, kimi zaman her ikisine bu hükmü izafe ederek kullanmaları adetine uygun bir şekilde bu ifade kullanılmıştır.

Meselâ Araplar şöyle derler: Her kimin yanında bir köle yahut bir cariye varsa (erkeğe ait zamir kullanarak) ona (yine kadına ait tekil zamir kullanarak) o cariyeye (tesniye zamiri kullanarak) ikisine (ve çoğul zamiri kullanarak) onlara iyilikte bulunsun" derler.

Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Sabır ve namaz ile yardım dileyin. Şüphesiz ki o çok büyüktür." (el-Bakara, 2/45). Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Zengin yahut fakir olsa dahi, Allah ikisine de daha yakındır."(en-Nisâ, 4/135)

Burada (çoğul zamir kullanılarak) "Allah onlara daha yakındır" denilmesi de el-Ferrâ' ve başkalarından nakledildiğine göre caizdir, (Kadın anlamına gelen): kelimesinde hemzesiz olarak denilebilir, aslolan da budur. (Kardeş anlamına gelen): kelimesinin aslı da: şeklindedir.

Bunun böyle olduğunun delili ise (tesniyesi yapıldığı Zaman): denilmesidir. Burada "vav" hazf edilmiş ve kıyasa uygun olmayarak değişikliğe uğratılmıştır.

el-Ferrâ' der ki: (Kız kardeş anlamına gelen): kelimesinin ilk harfinin ötreli olması, ondan hazfedilen harfin "vav" oluşundan dolayıdır. Tıpkı (kız çocuğu anlamına gelen): kelimesinin ilk harfinin esreti olması gibi. Çünkü ondan da hazf edilen harf "ye" harfidir. Yine böyle bir hazf ve böyle bir talil (gerekçelendirilmesi) kıyasa uygun değildir.

30- Kardeşlerin Mirasları:

"Şayet bundan daha çok iseler o halde hepsi üçte bire ortak olurlar" âyetindeki bu ortaklık, sayıca çok olsalar dahi erkek ile kız kardeşlerin eşit olmalarım gerektirmektedir. Şayet anne dolayısıyla mirasçı oluyorlarsa, erkek, kızdan daha fazla miras almaz. Bu hususta ilim adamlarının icmâ'ı vardır. Erkek ve kızların mirastaki farz hisselerinde eşit aldıkları annebir kardeşlerin mirasları dışında söz konusu değildir.

Bir kadın ölür, geriye kocasını, annesini ve annebir erkek kardeşini bırakacak olursa, kocası mirasın yarısını, annesi üçte birini, anne bir erkek kardeşi ise altıda birini alır. Şayet geriye bir kardeş yerine iki erkek ve iki de kız kardeş bırakacak olursa, -ve mesele aynı durumda ise- yine koca mirasın yarısını, annesi altıda birini, İki erkek ve iki kız kardeş ise üçte birini ahrlar. Böylelikle de fariza tamamlanmış olur. Ashâbın geneli bu görüştedir. Çünkü onlar, erkek ve kız kardeşler dolayısıyla annenin payını üçte birden altıda bire hacb ettiler. İbn Abbâs ise, Avl'ı Avl: Farz hisse sahiplerinin alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olduğu miras meselelerine verilen İsimdir. Ö. N. Bilmen, Hukuki İslamiyye, V, 210. Diğer bir ifade ile; meselenin ortak paydasının payların toplamından küçük olmasıdır. kabul etmiyordu. Eğer anneye üçte biri verecek olursa, meselede avl olurdu, o da bu görüşü kabul etmiyordu. Avl ise başka yerde sözkonusu edilmiştir. Onun sözkonusu edileceği yer burası değildir.

Eğer ölen kadın geriye kocasını, annebir kardeşler ile baba-annebir bir kardeş bırakacak olursa, koca mirasın yarısını, annebir kardeşleri üçte birini alırlar. Geriye kalan ise anne-baba bir kardeşine ait olur. İşte bu şekilde kendisi için tesbit edilmiş farz hissesi bulunanlara o hisseleri verilir, geriye bir şey artacak olursa asabeye kalır.

Eğer kadın, farklı (anne-bababîr ve annebir) kardeşler olmak üzere altı kardeşi terkedecek olursa, işte bu meseleye "Himariye Meselesi" ismi verilir. Aynı zamanda "Müştereke" diye de bilinir. Bu durumda bâzılarına göre taksimat şöyle yapılır: Annebir kardeşlere üçte bir, kocaya yarısı, anneye de altıda bir verilir. Anne-baba bir erkek ve kız kardeşler ile, baba bir erkek ve kız kardeşler ise sakıt olur. Bu görüş Ali, İbn Mes'ûd, Ebû Mûsâ, en-Nehaî, Şüreyk ve Yahya b. Âdem'den nakledilmiştir. Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir. İbnü'l-Münzir'in tercih ettiği görüş de budur.

Çünkü koca, anne ve annebir kardeşler miktarları belli farz hisse sahibidirler. Asabeye ise herhangi birşey kalmamaktadır.

Bir başka kesim ise şöyle demektedir. Babalarının eşek olduğunufarzetsekdahi, anneleri birdir. Böyle diyerek bütün kardeşleri üçte birde ortak kabul ederler. İşte bundan dolayı bu meseleye "müştereke" ve "himariye meselesi" ismi verilmiştir. Bu görüş de Ömer, Osman yine İbn Mes'ûd’dan, Zeyd b. Sabit, Mesrûk ve Şüreyh'den nakledilmiştir Mâlik, Şâfiî ve İshak da bu görüştedir. Şu kadar var ki bu mesele ölenin erkek olması halinde istikamet bulmaz.

İşte bunlar, Ferâiz ilminin genel bir özelidir. Âyet,i kerîme bütün bunları ihtiva etmiş bulunmaktadır. Hidâyete ileten Allah'tır.

Câhiliye Dönemi ile İslâm'ın İlk Yıllarında Mirasçılık Sebepleri:

Cahiliye döneminde mirasçılığa sebep, erkek olmak ve güç kuvvet sahibi olmaktı. Onlar kadınlara miras vermez, yalnız erkeklere miras verirlerdi. Yüce Allah da önceden de geçtiği gibi:

"...Erkeklerin de bir payı vardır... Kadınlarında bir payı vardır" (en-Nisâ, 4/7) âyeti ile bunu iptal etti.

Yine cahiliye dönemi ile İslâm'ın ilk dönemlerinde antlaşma da miras sebeplerindendi. Yüce Allah, ileride de açıklanacağı üzere:

"Ve sağ ellerinizle anlaşma yaptıklarınız..." (en-Nisâ, 4/33) âyeti ile buna işaret etmektedir. Daha sonra antlaşma sebebiyle mirasçılık yerini hicret sebebiyle mirasçılığa bıraktı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"îman edip de hicret etmeyenler ise, hicret edene kadar sizin onlarla hiçbir velayet bağınız yoktur." (el-Enfal, 8/72) Bu da ileride gelecektir. Yine orada yüce Allah'ın izniyle "Zevi'l erhâm" hakkında ve onların mirasına dair açıklamalar gelecektir. Ayrıca en-Nür Süresi'nde (24/6-10'ncu âyetler, 29'ncu başlıkta) Liân dolayısıyla nesebi sabit olan çocuğun mirası, veled-i zinanın ve mükâtebin mirası -yüce Allah'ın izniyle- gelecektir.

İlim adamlarının Cumhûrunun görüşüne göre, hayatta olduğu bilinen esirin mirası sabittir (mirası hak eder, onun adına saklanır"). Çünkü o da üzerlerinde İslâm hükümlerinin cereyan ettiği müslümanlar cümlesindendir. Said b. el-Müseyyeb'den rivâyet edildiğine göre o, düşman elinde bulunan ashâb hakkında, miras almaz, denmiştir. Mürted'in mirasına dair açıklamalar ise daha önce el-Bakara Sûresi'nde (el-Bakara, 2/ 217-218, âyetler, 11. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.

31. Vasiyette Mirasçılara Zarar Vermemek:

Yüce Allah'ın:

"Ancak zarar verici olmamalıdır" anlamındaki âyet hal olarak nasb edilmiştir. Âmil ise "yapacağı vasiyet" anlamına gelen: dır. Yani o zarar vermeksizin vasiyetini yapar. Bu da mirasçılara zarar vermeyecek şekilde vasiyetini yapmalıdır, demektir. Daha da açacak olursak, mirasçılara zarar vermek maksadıyla, olmayan borcunu, borçmuş gibi vasiyet etmemeli ve bu türden herhangi bir borç ikrarında bulunmamalıdır.

Buna göre zarar vermek, vasiyet ve borca râcidîr. Bunun vasiyete râci olması ya üçte birden fazla vasiyette bulunması yahut miras alan birisine vasiyette bulunması şeklinde olur. Eğer yaptığı vasiyet üçte biri aşarsa o red olunur. Mirasçıların onu geçerli kabul etmeleri hali müstesnadır. Çünkü burada mirasçıların hakları engellenmektedir Allah'ın bir hakkı değildir.

Eğer mirasçı olan birisine vasiyette bulunacak olursa, yaptığı o vasiyet miktarı da miras gibi işlem görür. İlim adamları icmâ' ile mirasçıya vasiyetin câiz olmayacağını kabul etmişlerdir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/180. âyet, 7-8. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır.

Zarar vermemenin borca raci olmasına gelince, bu da kişinin ikrarda bulunması câiz olmayan bir durumda borç ikrarını yapması suretiyle olur. Meselâ ölümü ile neticelenen hastalığında mirasçı olan birisine yahut iyilikte bulunsun diye arkadaşı olan birisine borç ikrarında bulunması böyledir. Bize göre böyle bir ikrar câiz değildir.

el-Hasen'den onun:

"Ancak zarar verici olmamalıdır. Allah'tan bir vasiyet olarak." anlamındaki âyeti izafeten: Allah'tan gelen bu vasiyete (riâyet edip) zarar vermemek üzere" diye okumuştur, en-Nehhâs der ki: Kimi dilciler bunun bir lahn (yanlış okuma) olduğu iddiasında bulunmuştur. Çünkü ism-i fail mastara izafe edilmez. Şu kadar var ki bir hazf sözkonsu olmak suretiyle bu kıraat güzel bir kıraattir. Anlamı da şöyle olur; Vasiyet sahibi zarar vermeksizin. Yani o, yapacağı bu vasiyet ile mirasçılarına alacakları miraslarında zarar vermeksizin...

İlim adamları hastalığı halinde mirasçı olmayan birisi lehine borç ikrarında bulunmasının -eğer sağlıklı iken üzerinde borç bulunmuyor ise- câiz olduğunu icmâ' ile kabul etmişlerdir.

32- Hastalık Halinde Yabancı Lehine Borç İkrarının Hükmü:

Şayet sağlığı halinde beyyine ile ispatlanan borcu bulunmakla birlikte, yabancı birisine borç ikrarında bulunacak olursa, kimileri önce sağlıklı iken üzerindeki borçlar ödenmeye başlanılır, demektedir. Bu en-Nehaî ile Kûfelilerin görüşüdür. Derler ki: Bu şekilde alacaklı olan alacağını aldıktan sonra, hastalık halinde lehlerine ikrarda bulunulan kimseler de hisselerine göre alacaklarını alırlar.

Bir diğer kesim ise şöyle demektedir: Eğer bu ikrar mirasçıdan başkası lehine yapılmış ise, bütün alacaklılar arasında fark yoktur. Bu da Şâfiî, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd'in görüşüdür. Ebû Ubeyd'in naklettiğine göre bu, Medirtelilerin de görüşüdür. Bunu el-Hasen'den de rivâyet etmiştir.

33- Vasiyette Zararın Tehlikesi ve Bunun Şekilleri:

el-Bakara Sûresi'nde (2/182. âyet, 6. başlıkta) vasiyette mirasçılara zarar vermek ve bunun şekillerine dair tehditler açıklanmış bulunmaktadır.

Ebû Dâvûd (tenkide uğramış bir ravi olan) Şehr b. Havşeb yoluyla gelen hadiste, Ebû Hüreyre'den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisine şöyle dediğini nakletmektedir: "Şüphesiz er kişi yahut kadın, altmış yıl süreyle Allah'a itaat üzere amel eder. Daha sonra ölüm gelip onları bulur da vasiyette zarar verirler. Bu sefer onlara cehennem vacib olur,"

Şehr dedi ki: Ebû Hüreyre de bana:

"Hepsi yapacağı vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra... ancak zarar verici olmamalıdır." Ebû Dâvûd Vesâyâ 3; Tirmizî, Vesâyâ 2; İbn Mâce, Vesâyâ 3. âyetinden itibaren;

"işte en büyük kurtuluş budur" âyetine kadar olan bölümü okudu. İbn Abbâs der ki: Vasiyette (mirasçıya) zarar vermek, büyük günahlardandır. Ayrıca bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet etmiştir. Dârakutnî,lV, 151.

Şu kadar var ki, Mâliksin mezhebinde ve İbnü'l-Kasım'dan meşhur olan görüş şudur: Vasiyetle bulunan kişi kendisine ait olan üçtebirinde vasiyette bulunduğu takdirde onun yaptığı bu iş zarar vermek değildir. Zira bu, onun hakkıdır. O, bu miktarda dilediği şekilde tasarrufta bulunabilir. Yine Mâlikî mezhebinde şöyle bir görüş de vardır: Böyle bir vasiyet zarar vericidir ve red olunur. Başarı Allah'tandır.

34- Vasiyet Kelimesinin Kıraati:

"Vasiyet" kelimesi, hal mevkiinde mastar olmak üzere nasb edilmiştir. Âmili:

"Vasiyet ediyor" (11. âyet) âyetidir. Bunda âmilin: "Zarar verici" lâfzı olması da uygun düşer. İfadenin anlamı şu olur: Yani vasiyetle zararın vaki olma(ma)veya vasiyet sebebiyle zararın vukua gelme(me)sidir. Bu kelimenin bu şekilde ameli uygun görülmüştür. Bu açıklamayı İbn Atiyye yapmaktadır.

Yine el-Hasen b. Ebil-Hasen izafet yapmak suretiyle; Vasiyet ile zarar verici olmaksızın, şeklînde okumuştur.

Nitekim: Savaş kahramanı demek böyledir, Tarafa b. el-Abd'in: "Çıplağın üzerindeki ucuz beyaz elbise" tabiri de böyledir.

Bunun ifade ettiği anlam ise, mananın sahih olması dolayısıyla öncedende belirttiğimiz gibi ifadedeki geniş bir kullanım tasarrufudur.

Daha sonra yüce Allah:

"Şüphesiz ki Allah Âl-imdir, Halim'dir" diye buyurmaktadır. Yani O, mirasa lâyık miras ehlinin kimler olduğunu çok iyi bilendir, aranızdan bilmeyenlere karşı çok Halimdir Öncekilerden bazıları da: "Allah Âl-imdir, Hakim'dir" diye okumuşlardır. Yani O, miras ve vasiyetin taksimi hususunda hikmeti sonsuz olandır.

12 ﴿