17Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler, kötülüğü ancak bilmeden yapanların, sonra da çarçabuk tevbe eden kimselerinkidir. İşte Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah Alimdir, Hakimdir. Bu iki âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız: 1- Tevbeleri Kabul Olunacak Kimseler ve Allah'ın Tevbeleri Kabul Etmesinin Hükmü: "Allah'ın tevbelerini kabul edeceği kimseler,.-" diye başlayan âyet-i kerimeyle ilgili olarak, bu âyetin günah işleyen herkes hakkında umumi olduğu söylendiği gibi, yalnızca bilmeyen kimseler hakkında olduğu da söylenmiştir. Günah işleyen herkesin tevbesi ise, başka bir yerde sözkonusu edilmiştir. Ümmet, mü’minlerin tevbe etmelerinin farz olduğunu ittifakla kabul etmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Ey mü’minler Allah'a topluca tevbe edin." (en-Nûr, 24/31.) Aynı türden olmayan bir başka günaha devam etmekle, belli bir günahtan dolayı yapılan tevbe, sahih olur. Bu, şöyle diyen Mutezile'ye muhalif bir kanaattir: Herhangi bir günahı işlemekte olan bir kimse tevbe etmiş olamaz. Hiç bir masiyet arasında fark gözetmek mümkün değildir. Ancak bizim açıkladığımız Ehl-i Sünnet'in bu konuya dair görüşüdür. Kul tevbe ettiği takdirde, Şanı yüce Allah muhayyerdir. Dilerse otevbeyikabul eder, dilerse etmez. Tevbenin kabul olunması, Ehl-i Sünnete muhalif kanaat belirtenlerin söyledikleri gibi, aklî bakımdan Allah için vacibtîr, denilemez- Çünkü, bir şeyin vacib olabilmesi için bunu o kimseye vacib kılanın rütbe itibariyle daha yukarıda olması şartı vardır. Gerçek ise şu ki, Allah, bütün yaratıkların yaratıcısı, onların maliki ve onlara mükellefiyetler koyandır. Dolayısıyla herhangi bir şeyin O'nun hakkında vacib olmakla nitelendirilmesi doğru değildir. O, bundan yüce ve münezzehtir. Şu kadar var ki, Şanı yüce Allah, -ki, O, va'dinde sadık olandır- kullarından isyan edenlerin tevbelerini kabul edeceğini şu âyeti ile bizlere haber vermektedir: "Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri de affeden O'dur." (eş-Şûra, 42/25) Yüce Allah'ın: "Onlar, Allah'ın kullarının tevbesini kabul eden... olduğunu bilmediler mi?" (et-Tevbe, 9/104) âyeti ile: "Muhakkak ki Ben, tevbe eden... olanlara çok çok mağfiret edenim" (Tâ-Hâ, 20/82). Âyeti ise, yüce Allah'ın kendisi için vacib kıldığı bir takım şeyleri haber vermesine gelince, bu âyetlerle haber verdiği o şeylerin kendisi için vacib olmasını gerektirir. Akide (inanç,) ise, aklen O'nun hakkında herhangi bir şeyin vacib olmadığı şeklindedir Bu konudaki sem'î âyetlerin zahiri ise, Onun tevbe edenin tevbesini kabul edeceğini ifade etmektedir. Ebûl-Meâlî ve başkaları der ki: Bu zahir ifadeler, yüce Allah'ın tevbeyi kabul edeceğine dair zannı galip bilgi vermektedir. Yoksa yüce Allah hakkında tevbeyi kat'î olarak kabul edeceğini ifade etmezler. İbn Atiyye der ki; Ancak bu hususta Ebû'l-Meâlî ile (aynı kanaati paylaşan) başkalarına muhalefet edilmiştir. Bir kişinin şanları tam ve nasuh bir tevbe ile tevbe ettiğini farzetsek, Ebû'l-Meâlî der ki: Böyle birisinin tevbesinin kabul olunacağına dair galip zan sözkonusudur. Başkası ise der ki: Yüce Allah'ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde, O’nun böyle bir kimsenin tevbesini kat'î olarak kabul edeceği söylenir. İbn Atiyye der ki: Babam (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) bu görüşe meyleder ve tercih ederdi. Ben de bu görüşteyim. Yüce Allah'ın; "O, kullarının tevbesini kabul edendir" (eş-Şûrâ, 42/25) âyeti ile: "Şüphesiz ki Ben, çok çok mağfiret edenim" (Tâhâ, 20/82) âyetinin ifade ettiği mananın bu şekilde tevbe ettiği farzolunan kimse hakkında sözkonusu olmaması, yüce Allah'ın kulları hakkındaki merhameti ile bağdaşmaz. Bu husus bu şekilde anlaşıldığı takdirde, şunu bil ki, yüce Allah'ın: "Allah'ın tevbelerini kabul edeceği..." âyetinde bir hazf vardır. Zahiri üzere değildir. Çünkü âyetin zahirinden Allah'ın tevbeleri kabul etmekle yükümlü olduğu anlamında, "üzerinde" manası vardır. Ancak bunun anlamı, O'nun tevbeleri kabul etmesinin, kullarına lütuf ve rahmeti olduğunu bildirmektedir. Bu da Hazret-i Peygamber'in Muaz b. Cebel'e söylediği şu sözler kabilîndendin "Allah'ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?" O, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir deyince, Hazret-i Peygamber: "Onları cennete koymasıdır" Buhârî, Libas 101, Cihâd -46, İstizan 30, Rikaak 37, Tevhid 1; Müslim, Îman 49-51; Tirmizî, Îman 18; İbn Mâce, Zühd 35; Müsned, III, 260-261. diye buyurdu. İşte bütün bunların ifade ettiği mana şudur: Bu Allah'ın hak va'di ve doğru sözü dolayısı ile, Allah'ın lütuf ve rahmetinden ötürü böyledir. Buna delil ise yüce Allah'ın: "O, rahmeti kendi üzerine yazmıştır." (el-En'âm, 6/12) yani O, bunu vad etmiştir, demektir. Burada üzerine âyetinin : Yanında anlamına olduğu da söylenmişse de, ikisinin ifade ettiği mana birdir. İfadenin takdiri; Allah nezdinde... şeklindedir. Yani O, sahih kılan şartları bulunduğu takdirde, tevbeyi kabul edeceğine dair vaadde bulunmuştur ve va'dinden cayması sözkonusu değildir. Tevbenin sahih olmasının şartlan dört tanedir: Kalbten pişmanlık duymak, masiyeti derhal terk etmek, bir daha benzerini işlememek üzere karar vermek ve bu tevbeyi başkasından değil de, yüce Allah'tan haya ederek yapmış olmak. Bu şartlardan birisi yerine gelmeyecek olursa tevbe sahih olmaz. Günahın itiraf edilip, çokça mağfiret dilenmesinin de tevbenin şartlarından olduğu söylenmiştir. Bundan önce Âl-i İmrân Sûresi'nde, tevbenin anlamı ve hükümlerine dair geniş açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. (Bk. 3/90. âyet) Bildiğim kadarıyla tevbenin herhangi bir haddi düşürmediği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Farklı görüşler için bk. el-Maîde. 5/38. âyet, 26. başlık. Bundan dolayı ilim adamlarımız der ki: Hırsız erkek, hırsız kadın ve başkasına zina iftirasında bulunan kimse, tevbe eder ve aleyhlerine şahitilik edilecek olursa onlara had uygulanır. Buradaki "Üzerine" edatının "...den, dan" anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani Allah tarafından tevbeleri kabul olunacak kimseler., anlamındadır. Bunu Ebûbekr b. Abdus söylemiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İleride et-Tahrim Sûresi'nde (66/8, âyette) nasûh tevbe ile kendisinden tevbe olunacak hususlara dair açıklamalar gelecektir. 2- Tevbe Bütün Günahkârlar Hakkında Umumidir: Yüce Allah'ın: "Kötülüğü ancak bilmeden yapanların..." âyetindeki: 'Kötülük (es-sû’; ile el-En'âm Sûresi'nde: "Aranızdan kim bilmeksizin bir kötülük işlerse" (el-En'âm, 6/54) âyetindeki "kötülük" tabiri küfür ve mahiyetlerin tümünü kuşatan umumi bir tabirdir. Rabbine asi olan herkes, o masiyetinden vazgeçinceye kadar cahildir. Katâde der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbı, herbir masiyetin ister kasten olsun, ister bilmeyerek olsun bir cehalet olduğunu icma ile kabul etmişlerdir, İbn Abbâs, Katâde, ed-Dahhâk, Mücahid ve es-Süddî de böyle demiştir. ed-Dahhâk ve Mücahid'den şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir; Burada cehaletten, bilmemekten kasıt, kasten işlemektir. İkrime der ki: Dünyanın bütün işleri cehalettir. O, bununla özellikle İnsanı Allah'ın itaati dışına çıkartanları kastetmektedir Böyle bir ifade de yüce Allah'ın: "Muhakkak dünya hayatı bir oyun ve bir eğlencedir" (Muhammed, 47/36) âyeti ile paralellik arzetmektedir, ez-Zeccâc der ki: Burada yüce Allah'ın: "Bilmeden" âyetinin anlamı, fani zevklerini ebedi zevklerine tercih etmeleri demektir. Yine bu "bilmeden" kelimesinin, cezanın mahiyetini bilmeyerek işlemek anlamında olduğu söylenmiştir. Bunu İbn Fûrek na ki etmiştir. İbn Atiyye der ki: Ancak İbn Fürek'in görüşü zayıf görülmüş ve bu kanaati reddolunmuştur. Yüce Allah'ın: "...sonra da çarçabuk tevbe eden kimselerinkidir" âyeti hakkında İbn Abbâs ve es-Süddî der ki: Bu âyet, "ölüm hastalığından önce tevbe edenlerinkidir...” demektir. ed-Dahhâk'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ölümden önce olan herşey yakın demektir. Ebû Miclez ve yine ed-Dahhâk, İkrime, İbn Zeyd ve başkaları ise derler ki: Melekleri ve ruhunun kabz edilmekte olduğunun görülmesinden ve kişinin kendisini kaybetmesinden önceki tevbe, yakın zamanda yapılmış tevbe demektir. Mahmud el-Verrak şu beyitleri ne güzel söylemiş: "Ölümden ve dillerin tutulmasından önce; Kabul edilmesi umulan bir tevbeyi önden gönder, kendin için. Nefislerin çaresiz kalmasından önce bunu acele yap. Çünkü öylesi bir tevbe bir azıktır, bir ganimettir; güzel hareket eden ve Rabbine dönen kimse için." İlim adamlarımız (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) derler ki: Böyle bir vakitte tevbenin. sahih oluş sebebi, henüz umudun devam etmesi, kişinin pişmanlık duymasının sahih olması, fiili terk azminin sahih olmasıdır. Tirmizî, İbn Ömer'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Kişinin cam boğazına gelip dayanmadığı sürece, şüphesiz Allah kulunun tevbesini kabul eder." Tirmizî der ki, bu hasen garip bir hadistir. Tirmizî, Deavat 98; İbn Mâce, Zühd 30; Müsned, II. 132, 153, III. Can boğaza gelip dayanmadıkça" ifadesi ise, canının boğazına gelip kendisiyle gargara yapılan şey durumuna ulaşmaması halidir. Bu açıklamayı el-Herevî yapmıştır. Şöyle de denilmiştir: Bunun anlamı; günah üzerinde ısrar etmeksizin, yakın bir zamanda (günahın işlenmesi üzerinden kısa zaman geçtikten sonra) tevbe etmeleri demektir. Sağlıklı iken acele edip tevbe edeninki daha faziletlidir. Ayrıca umduğu salih ameli daha çok yetişip yerine getirebilir. Ölüm ise, herşeyden uzak kalınan bir zamandır, Nitekim şair şöyle demiştir: "Benim bu yerim (mezarım) dışında uzak kalınan bir yet var mı ki, varsa neresidir?" Salih el-Murrî, el-Hasenden şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Her kim işlemiş olduğu bir günahtan dolayı Allah'a tevbe etmiş bulunan kardeşini o günahı dolayısıyla ayıplayacak olursa, Allah da o ayıplayanı mutlaka o günahla müptela kılar. Yine el-Hasen der ki: İblis yere indirilince şöyle dedi: İzzetin hakki için, ruh onun cesedinde bulunduğu sürece ben de Âdemoğlundan ayrılmayacağım. Yüce Allah da şöyle buyurdu: "Ben de izzetim hakkı için Âdemoğlun canı boğazına gelip dayanmadığı sürece tevbeyi kabul edeceğim." |
﴾ 17 ﴿