19

Ey îman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi, -onlar apaçık bir hayasızlık işlemedikçe- kendilerine verdiğinizden bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadıysanız (sabredin). Çünkü hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah pek çok hayır takdir etmiş olabilir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1- Kadınların Miras Alması Hususunda Cahiliye Âdeti, İslâm'ın Bunu Reddi ve Nüzul Sebebi:

"Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi" anlamındaki bu âyet, daha önce sözü geçen hanımlar ile ilgili açıklamalarla ilgilidir. Bundan maksat, onlara yapılan zulmü ve zararı ortadan kaldırmaktır. Hitap, onların velilerinedir.

-Mastar anlamını veren-: âyeti ise,

"Helâl olmaz" âyeti ile ref mahallindedir. Yani kadınlara zorla mirasçı oluşunuz size helâl değildir.

"Zorla" anlamına gelen: hal mahallinde mastardır.

Bu âyetin nüzul sebebi ile ilgili yapılan rivâyetler ve müfessirlerin görüşleri farklı farklıdır. Buhârî,

"Ey Îman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi... kendilerine verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın" âyeti hakkında İbn Abbâs’ın şöyle dediğini nakletmektedir: Adam öldüğü vakit onun velileri, hanımı üzerinde daha bir hak sahibi idiler. Onlardan birisi istediği takdirde, onunla evlenebilirdi. İsterlerse onu başkasıyla evlendirirler, istemezlerse evlendirmeklerdi. Onlar, akrabalarından daha çok (kadın üzerinde) hak sahibi idiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu hadisi ayrıca Ebû Dâvûd bu manada rivâyet etmiştir. Buhârî, Tefsir 4. sûre 6; Ebû Dâvûd Nikâh 21, 22.

ez-Zührî ve Ebû Miclez der ki; Birisi öldü mü, onun başka anneden olma oğlu, yahut asabeleri arasında en yakın olan, elbisesini kadının üzerine atardı. Böylelikle kişi o kadın üzerinde bizzat kendisinden ve velisinden daha bir hak sahibi olurdu. İstediği takdirde ölenin verdiği mehir dışında ona mehir vermeksizin onunla evlenirdi. İsterse de başkası ile evlendirir, mehrini kendisi alır ona o mehirden birşey vermezdi. Dilediği takdirde ise Ölenden aldığı mirası kendisine fidye olarak versin diye ona engel olur yahut Ölüp de kendisi onun mirasını alsın diye bekletirdi. Bunun üzerine yüce Allah:

"Ey Îman edenler; Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi..." âyetini indirdi. Buna göre âyet-i kerimenin anlamı şöyle olur; Sizin o kadınları kocalarından miras alarak, sizin onlara koca olmanız helâl değildir.

Şöyle de açıklanmıştır: Mirasçı elini çabuk tutup (kocası ölen kadının) üzerine bir elbise bırakacak olursa, o kadın üzerinde kendisi daha bir hak sahibi olurdu. Şayet kadın çabuk davranıp ailesinin yanına gidebilirse, bu sefer kadın kendisi hakkında daha bir hak sahibi olurdu. Bunu es-Süddî söylemiştir.

Bir başka görüş de şöyledir: Adam yaşlı bir kadınla evli iken canı genç bir kadınla evlenmek İsterdi. Fakat sahib olduğu mal dolayısıyla yaşlı kadından ayrılmaktan hoşlanmaz, onu yanında alıkoyardı. Ona yaklaşmazdı da. Kadın malını ona fidye olarak verip kendisini kurtarıncaya veya kadın ölüp de kocası onun malına mirasçı oluncaya kadar bu böyle devam ederdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Koca eğer onunla birlikte olmaktan hoşlanmıyor ise boşamakla, onu zorla, istemeyerek yanında alıkoymamakla erarolundu. İşte yüce Allah'ın:

"Kadınlara zorla (hoşlanmaksızın) mirasçı olmanız helâl olmadığı gibi." âyetinde kastedilen budur.

Ayet-i kerimeden kasıt, cahiliye dönemindeki uygulamaları ortadan kaldırmak, kadınların malın miras alınması gibi erkeklerden alınacak mirasın bir mal gibi değerlendirilmemesini sağlamaktır.

"(......) kelimesinin "kef" harfinin ötreli okunuşu Hamza ve Kisaî'ye göredir. Geri kalanlar ise bunu üstün okurlar. Her birisi ayrı bir söyleyiştir, el-Kutebî der ki, "kef harfinin üstün okunuşu ikrah (zorlamak) anlamındadır. Ötreli okunuşu; zorluk ve sıkıntı manasına gelir.

O bakımdan: sözü, isteyerek yahut istemeyerek, hoşuna gitsin veya gitmesin bu işi yapacaksın, anlamındadır.

Âyet-i kerimede hitab ve 1 üçleredir. Burada hitabın onun mirasına tamah ederek, kötü bir şekilde onlarla geçinerek, onları alıkoyan yahut mehirlerinin bir bölümünü fidye olarak verip vazgeçinceye kadar onları alıkoyan kadınların kocalarına olduğu da söylenmiştir, Bu görüş daha sahihtir. Bunu İbn Atiyye tercih ederek şöyle demiştir: Bunun delili ise yüce Allah'ın:

"Onlar apaçık bir hayasızlık işlemedikçe..." âyetidir. Eğer bir hayasızlık yapacak olurlarsa, artık velinin o kadının malını almak kastıyla alıkoyması, ümmetin icmaı ile (velinin) hakkı değildir. Böyle bir hak, bundan sonraki meselede açıklanacağı üzere kocaya aittir.

2- Hayasızlık Yapan Kadına Karşı Takınılacak Tavır:

Yüce Allah'ın:

"Onları sıkıştırmayın" âyeti ile ilgili açıklamalar daha önceden geçmiş ve bunun

"engellemek" anlamına geldiğine dair açıklamalar el-Bakara Sûresi'nde (2/232. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Onlar apaçık bir hayasızlık işlemedikçe" âyetinde yer alam

"Hayasızlık (el-fahişe)"nin anlamı hakkında insanların farklı görüşleri vardır. el-Hasen bunun zina demek olduğunu söylemektedir. Ona göre bakire zina ettiği takdirde ona yüz sopa vurulur ve bir sene sürgüne gönderilir. Kocasından almış olduğu (mehri) de kocasına iade eder.

Ebû Kilâbe der ki: Kişinin karısı zina ettiği takdirde, kendisine fidye verinceye (bul1 yapıncaya) kadar karısını sıkıştırmasında, ona zarar verecek uygulamalarda bulunup zorluk çıkartmasında bir mahzur yoktur.

es-Süddî de der ki: Kadınlar böyle yapacak olurlarsa, o takdirde mehirlerini geri alamazlar. İbn Sirîn ve Ebû Kilâbe der ki: Onun karnı üzerinde bir adam bulmadığı sürece ondan fidye alması helâl değildir. Çünkü yüce Allah:

"Onlar apaçık bir hayasızlık işlemedikçe" diye buyurmaktadır.

İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, ed-Dahhâk ve Katâde der ki: Âyeti kerimede yer alan "apaçık hayasızlık", nefret etmeleri ve serkeşlik etmeleridir. Devamla derler ki: Kadın serkeşlik ettiği takdirde kocasının, karısının malını alması helâl olur. Mâlik'in de görüşü budur.

İbn Atiyye der ki: Şu kadar varki, ben ondan nakledilmiş ve âyet-i kerimede geçen "hayasızlık (el-fahişe)"'nin anlamına dair açık bir ifade bellemiş değilim.

Bir başka topluluk da şöyle demektedir: Buradaki hayasızlıktan kasıt, dilinin müstehcen olması, söz ve davranışı ile kölü geçimdir. Bu aynı zamanda "en-nüşûz (serkeşlik)"in anlamlarından birisidir.

Kimi ilim ehli; serkeşlik eden kadından hul' olmak üzere mal almanın câiz olduğunu kabul ederler

Şu kadar varki, bu gibi kimseler ise, yüce Allah'ın:

"Kendilerine verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için" âyetini nazarı itibara alarak, ondan alacağı hul’ bedelinin ona vermiş olduğu (mehir) den fazla olmaması gerektiği görüşündedirler.

Mâlik ve ilim ehlinden bir gurup ise şöyle demektedir: Koca serkeşlik eden kadından sahip olduğu malın tümünü dahi alabilir İbn Atiyye der ki: Kadının zina etmesi ise, kocaya serkeşlikten, de, eziyet vermesinden de daha ağırdır. Bütün bunlar ise, mal almayı helâl kılmayan hayasızlıklar (fahişe) dır.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: İbn Sirîn ve Ebû Kilâbe'nin görüşleri bana göre hiç bir kıymet ifade etmez. Çünkü hayasızlık (el-fahişe), kimi zaman müstehcenlik ve eziyet anlamına da gelebilir. Bundan dolayı müstehcen kimseye (el-berzî) fahiş ve mütefalıhiş ismi verilmiştir. Koca, karısının fuhuş yaptığına muttali olduğu takdirde onunla la ne deşebilir, dilerse de onu boşayabilir. Bu durumdaki karısını, kendisine malını fidye vermek üzere sıkıştırmasına gelince kocanın böyle bir hakkı yoktur. Ve ben herhangi bir kimsenin: Ebû Kitabe dışında, karısını zina ederken bulduğu takdirde ona hul' verinceye kadar karısını sıkıştırabileceğini, ona kötü davranabileceğini söyleyen başka bir kimse bilmiyorum. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

Yüce Allah'ın:

"Allah'ın sınırlarım korumayacaklarından korkarsanız" yani birlikte güzel geçinmek, kadının kocasının haklarını, kocanın da karısının haklarını yerine getirmesi hususunda bir endişeniz olursa,

"o halde kadının birşeyleri fidye vermesinde her ikisi için de bir vebal yoktur" (bk. el-Bakara, 2/229. ayet, 4. başlık) diye buyrulmaktadır. Bir başka yerde de:

"Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin" (en-Nisa, 4/4) diye buyrulmaktadır. İşte bu âyeti kerimeler bu hususta asıl delilleri teşkil etmektedir.

Atâ el-Horasanî der ki: Bir kocanın hanımı eğer bir hayasızlık işleyecek olursa, daha önce ona vermiş olduğu mehri geri alır ve onu dışarı çıkartırdı. Bu ise indirilen hadlerle nesh edildi.

Bu konuda dördüncü bir görüş de vardır: "Onlar apaçık bir hayasızlık işlemedikçe" âyeti, zina edip evlerde haps olunmadıkça anlamındadır. O takdirde bu neshten önceki bir âyettir. Atâ’nın sözünün anlamı da budur, ancak bu zayıf bir görüştür.

3- "Sıkıştırmama" Emrinin Muhatapları Veliler Kabul Edilirse...

Bizler, "sıkıştırmama" hitabında kast edilenlerin "veliler" olduğu görüşünü, kabul edersek; bunun fıkhı sonuçlan şöylece ortaya çıkar: Velinin, velayeti altındaki kadını sıkıştırdığı sahih olarak tesbit edilecek olursa, hakim, kadının ve kocasının durumuna bakar. Ancak kız çocuklarına yaptığı uygulamalarda baba bundan müstesnadır. Eğer babanın kız çocuklarını sıkıştırmasında bir salâh varsa, ona itiraz olunmaz ve bu konuda tek bir görüş vardır. Bu (sıkıştırma) da evlenmeye talip olan kimseler hakkında söz konusu olur. Eğer onun bu sıkıştırması, sahih olarak tesbit edilirse, İmâm Mâlik'in mezhebinde bu konuda iki görüş vardır; Birisine göre, baba da diğer veliler gibidir. Hakim kızı ile evlenmek isteyenler arasından dilediği kimse ile evlendirir ve babasını da mahkemeye davet eder. Diğer bir görüş ise, bu hususta durum babasına arz olunmaz.

4- Kadınları Sıkıştırma Yasağının Atfedildiği Cümle ve Bir Kıraat:

Onları sıkıştırmayın" âyetinin nehiy olması dolayısıyla cezm olması mümkündür. O takdirde bunun başında yer alan "vav" harfinin, birinci cümle ile ilişkisi bulunmayan bir atıf harfi olması sözkonusudur. Bununla beraber bunun mansub olmak üzere, Zorla mirasçı olmanız" âyetine atfedilmiş olması da caizdir O takdirde "vav" harfi bir fiili bir diğer fiile atfeden bir edat olur. İbn Mes'ûd ise, buradaki ibareyi: Ve onları sıkıştırmanız da" şeklinde okumuştur. Bu okuyuş ise, mansub olma ihtimalini kuvvetlendirdiği gibi, sıkıştırmanın nass ile câiz olmayan bir davranış olması ihtimalini de kuvvetlendirmektedir.

5- "Apaçık" Âyetinin Kıraat Farkları:

Yüce Allah'ın:

"Apaçık" âyeti Nâfi' ve Ebû Amr'ın kıraatine göre "ye" harfi şeddeli ve esreli olarak okunmuştur. Diğerleri ise "ye" harfini şeddeli olarak okurlar. İbn Abbâs ise, bir şeyin apaçık olması anlamını İfade eden: tabirinden "be" harfini esreli, "ye" harfini de sakin (med harfi) olarak; diye okumuştur. Bütün bu kıraat şekillerinin hepsi fasih söyleyişlerdir.

6- Kadınlarla İyi Geçinmek:

Yüce Allah'ın:

"Onlarla İyi geçinin" âyetine gelince, Allah'ın size emretmiş olduğu şekilde, güzel surette onlarla geçinin, demektir. Burada hitap herkesedir. Çünkü ister koca olsun, ister veli olsun, herkesin kadınlarla belli bir geçimi vardır. Buradaki emirde çoğunlukla kast olunanlar kocalardır. Bu da yüce Allah'ın:

"Ya iyilikle tutmak..." (bk. el-Bakara, 2/229. âyet, 4, baslık) âyetini andırmaktadır. Güzel geçim ise, kadının mehir ve nafaka gibi haklarını eksiksiz ödemek, suçsuz yere yüzüne karşı surat asmamak, onunla güzel konuşmak, kaba ve sert konuşmayıp başkasına meylettiğini izhar etmemek suretiyle olur. Geçim (işret): İse, içli dışlı olmak, samimi bir şekilde konuşup şakalaşmak gibi anlamlara gelmektedir. Tarafeynin şu beyiti de bu kabildendir:

"Bir eefer alabildiğine uzak bir yere uzaklaşıp gitse de

Beraber oturup kalktığımız sevgili(ler)le geçen zamanımız buna üstün gelir."

Bir kimse ile geçinmeyi ifade etmek üzere topluluk halindeki geçimi ifade etmek üzere de, denir.

Yüce Allah, kocalara, kadınları nikâhladıkları takdirde onlarla güzel bir şekilde geçinmelerini emretmektedir ki, beraberlikleri, arkadaşlıkları ve biribirleriyle içli dışlı olmaları mükemmel şekilde olsun. Çünkü böyle bir geçim şekli nefsi daha bir huzura kavuşturur ve geçimi daha bir tatlılaştırır. Bu ise koca hakkında vacib olan bir İştir. Mahkeme karan ile yerine getirmek zorunda olduğu bir husus değildir.

Kimisi de şöyle demektedir: Güzel geçim, kadının kendisi için süslendiği gibi, onun da karısına güzel görünmesidir. Yahya b. Abdurrahman el-Hanzalî der ki: Muhammed b. el-Hanefîyenin yanına gittim. O da benim yanıma kırmızı bir örtüye bürünmüş olarak çıktı. Sakalından ise misk, amber, ud ve yağ karışımı koku damlıyordu. Ona: Bu da ne? diye sordum. Dedi ki: Bu örtüyü hanımım üzerime sardı, bu kokulan da bana sürdü. Biz, canımızın çektiği şeyleri onlarda görmek istediğimiz gibi, onların da aynı şekilde bizde görmeyi arzuladıkları şeyler vardır.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) der ki: Ben hanımımın bana süslenmesini sevdiğim gıbt, aynı şekilde hanımıma süslenmeyi severim. Bu ise bizim sözünü ettiğimiz ifadenin kapsamına girmektedir İbn Atiyye der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in şu âyeti de âyet-i kerimenin anlamım ifade etmektedir: "Onda eğrilik olduğu halde, sen ondan yararlanmaya bak." Buhârî, Nikâh 19, Enbiya 1; Müslim. Radâ" 59, 60, 65; Tirmizî, Talâk 12; Dârimi, Nikâh 35; Müsned, II, 428, 449, 497, 530, VI, 279. Yani eğriliğine rağmen sen onunla kötü geçinmeye kalkışma. O takdirde ayrılıklar buradan başgösterir ve anlaşmazlıklar bununla ortaya çıkar. Bu ise hul" yapmaya bir sebeptir.

7- Hanıma Hizmetçi Tutma:

Yüce Allah'ın:

"Onlarla İyi geçinin" âyetini, ilim adamlarımız şuna delil göstermişlerdir: Şayet kadına tek bir hizmetçi yeterli gelmiyor ise, bu sefer kocası ona yeteri kadar hizmetçi tutar. Halife ve hükümdar kızlan ile tek bir hizmetçinin yeterli gelmediği benzeri hanımlar böyledir. İşte iyi bir şekilde geçinmek budur.

Şâfiî ile Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Kocanın tek bir hizmetçiden başka hizmetçi tutma yükümlülüğü yoktur. Bu ise bizzat kadının kendi hizmeti için yeterlidir. Tek bir hizmetçinin yeterli gelmediği bir kadın dünyada yoktur.'Bu da birden çok atı bulunan bir Savaşçının durumuna benzer. Böyle birisine sadece tek bir at payı verilir. Çünkü böyle birisi ancak tek bir at üzerinde Savaşabilir.

Bizim (mezhebimiz olan Mâlikî mezhebine mensup) ilim adamlarımız der ki: Bu yanlıştır Çünkü görülecek işleri pek çok olan hükümdar kızları gibi kimselere tek bir hizmetçi yetmez. Zira böyle bir kadının elbiselerinin yıkanması, yatağının düzeltilmesi ve buna benzer tek bir kişinin yapamayacağı pek çok işleri vardır. Bu da açıkça görülen bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

8- Kadınlardan Hoşlanmamaya Rağmen Katlanma Emri:

Yüce Allah'ın:

"Şayet onlardan hoşlanmadıysanız..." âyeti şu demektir; Eğer -herhangi bir hayasızlık işlemeksizin ve serkeşlikte bulunmaksızın- çirkinlikleri, yahut kötü huylan dolayısıyla onlardan hoşlanmadınız ise, böyle bir durumda katlanma menduptur. Çünkü neticede Allah'ın o kadından, salih evlatlar ihsan etmesi umulur. şart edatı ise, ile merfu'dur ile birlikte fiil hoşlanmama fiili) mastardır.

Derim ki: Müslim'in Sahih’inde Ebû Hüreyre yoluyla varid olan şu Hadîs-i şerîf de bu manayı ifade etmektedir: Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mü’min bir erkek, mü’min bir kadından tiksinip nefret etmesin. Çünkü onun bir huyundan hoşlanmayacak olsa dahi bir diğer huyundan razı olur." Müslim, Radâ 61; Müsned, II, 329. Yani: Karısına ondan ayrılacak noktaya itecek kadar tam anlamıyla buğz etmesin. Bu da böyle bir noktaya gelmemeye çalışılmalıdır, demektir. Aksine onun kötü halini iyi hallerine versin ve sevdiği hallerini gözönünde bulundurarak hoşlanmadığı hallerine gözyumsun. Mekhûl dedi ki: İbn Ömer'i şöyle derken dinledim: Erkek, yüce Allah'tan hayırlısını dilerse, ona hayırlı olan verilir. Bu sefer o aziz ve celil olan Rabbine karşı (kendisi için hayırlı görüleni beğenmeyerek) kızgınlık gösterir. Aradan fazla zaman geçmeksizin kendisine yine en hayırlısının verilmiş olduğunu görür.

İbnu'l-Arabî naklederek dedi ki: el-Mehdiyye kentinde, Ebû'l-Kasım b. Habib bana, Ebû’l-Kasım es-Seyyuri'den haber verdi. Ebû'l-Kasım, Ebû Bekr b. Abdurrahman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

Şeyh Ebû Muhammed b. Ebi Zeyd, ilim ve din bakımından yüksekçe bir mevkide ve ileri derecede bilgi sahibi idi. Geçimi kötü bir hanımı vardı. Ona karşı haklarını yerine getirmiyor, diliyle kocasına eziyet veriyordu. Karısı hakkında ona birtakım sözler söyleniyor ve onun bu hallerine katlandığı için kınanıyordu O ise şöyle derdi: Ben bedenimin sağlığı, bilgim ve sahip olduklanmla Allah'ın bana eksiksiz nimet verdiği bir kimseyim Belki de bu kadın günahıma bir ceza olmak üzere baha gönderilmiştir. O bakımdan ondan ayrılacak olursam, başıma ondan daha ağır bir cezanın geleceğinden korkarım. İlim adamlarımız derler ki: İşte bu da mubah olmakla birlikte, boşamanın mekruh oluşuna bir delildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den da şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Şüphesiz Allah, boşama ve (aşın) yemek yeme dışında mubah kıldığı hiçbir şeyi mekruh görmez. Ve şüphesiz Allah, dolup taşan bir bağırsağa buğz eder. Karnı tıkabasa doyurmanın mekruh olduğunu ifade eden rivâyetler için bk. Tirmizî, Zühd, 47; Müsned, IV, 132. Yersiz talâk'in mekruh oluşuna dair rivâyetler için bk. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrû, VII, 527-528.

19 ﴿