20Bir eşi bırakıp da yerine bir başka eş almak İsterseniz, öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın. Onu bir iftira veya apaçık bir günah diye alır mısınız? Bu âyetlere dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: Bundan önceki âyet-i kerimede, kadının sebep teşkil ettiği ayrılmanın hükmü ile, kocanın ondan (bu durumda) mal alabilme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra, bunun akabinde kocanın sebep teşkil ettiği ayrılıktan söz edilmekte ve eğer herhangi bir serkeşlik ve kötü geçim sözkonusu olmaksızın boşanmak istiyor İse, erkeğin kadından herhangi bir mal isteme hakkına sahip olmadığı beyan edilmektedir. 2- Kötü Geçim ve Serkeştik Her İki Taraftan İse, Eşler Ayrılmak İsterlerse: Eğer karı-koca da serkeşlik ediyor, biribirleriyle kötü geçiniyor ise, bununla, ikisi de ayrılmayı arzu ediyorlarsa, hükmün ne olduğu hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Mâlik (radıyallahü anh) der ki: Kadının ayrılığa sebep teşkil etmesi halinde, kocanın kadından mal alma hakkı vardır. Bu durumda da erkeğin bu ayrılığa sebep teşkil etmesi nazarı İtibara alınmaz. Bir gurup ilim adamı da şöyle demektedir: Serkeşliğin yalnızca kadın tarafından olması ve bu konuda kadının kocadan istekte bulunması hali müstesna, kocanın kadından mal alması câiz değildir. Yüce Allah'ın: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile..." âyeti mehirleri yüksek tutmanın câiz olduğuna delildir. Çünkü yüce Allah, mubah olmadık bir şeyi misal göstermez. Ömer (radıyallahü anh) irad ettiği bir hutbesinde şöyle demişti; Şuna dikkat edin, kadınların (nehirlerini yüksek tutmayın. Şayet bu, dünyada bir şeref, Allah nezdinde de bir takva olsaydı, bunu sizden ziyade elbette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yapması gerekirdi. Halbuki O, hanımlarından olsun, kızlarından olsun, hiçbir kimsenin mehrini onikî ukiyeden fazla tesbit etmiş değildir. Bu sefer bir kadın karşısına dikilerek; ey Ömer dedi, Allah bize vermişken sen bizi mahrum mu edeceksin? Şanı yüce Allah: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın" demiyor mu? Hazret-i Ömer: Evet bir kadın isabet etti, Ömer hata etti, diye cevap verdi. Bir rivâyete göre de, Hazret-i Ömer başını önüne eğdi ve bir süre sessiz durduktan sonra dedi ki: Bütün insanlar senden daha fakihtir ey Ömer! Bir diğer rivâyete göre de şöyle demiştir: Bir kadın isabet etti ve bir erkek de hata etti. Sonra böyle bir şeye (çok mehir vermeye) karşı tepki göstermekten vazgeçti. Bunu Ebû Hatim el-Büstî, "Sahih Müsned"inde, Ebû'l-Acfa es-Sülemî'den rivâyet ederek şöyle demiştir: Ömer insanlara hutbe irad etti... Daha sonra bu rivâyeti oniki ukiyye ibaresine kadar nakletti. Ancak bu arada bir kadının kalkıp ona karşı söylediklerinden sonraki bölümü nakletmedi. İbn Mâce de bunu Sünen'inde Ebû'l-Acfa'dan rivâyet eder ve: "...ukiyyeden sonra şu fazlalığı nakleder: Erkek hanımına verdiği mehri öyle bir ağırlaştırır ki, sonunda bundan dolayı içinde kadına karşı bir düşmanlık besler ve der ki: Ben senin yüzünden kırbanın İpine dahi muhtaç oldum -veya kırba gibi terleyinceye kadar çalışıp didinmek zonanda kaldım- (Ebû’l-Acfâ dedi ki): Ben, Arap doğmuş bir kimse olduğum halde kırbanın ipinin yahut kırbanın terlemesinin ne olduğunu bilmiyordum." İbn Mâce, Nikâh 17; ayrıca bk.: Dârimî, Nikâh 18; Ebû Dâvûd Nikâh 27, 28; Tirmizî, Nikâh 23. el-Cevherî der ki: Aslında; : Kırbanın ipi tabiri ibaresinin başka bir söyleyişidir. Ondan başkaları ise şöyle demektedir: Kırbanın ipinden kasıt, kırbanın asıldığı bağı demektir. Burada hadiste şunu söylemektedir: Ben kırba ipine varıncaya kadar senin için mükellefiyet altına girdim. Kırbanın teri ise, kırbanın suyu demektir. Bununla da şu söylenmek istenmektedir: Senin için o kadar sıkıntılara katlandım ki, yolculuklar yaptım ve kırbanın terine dahi muhtaç oldum. Bu da kırbanın içindeki suyu demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Kırbanın teri tabiriyle, kırbanın terlemesi; terleyinceye kadar senin için yoruldum ve mükellefiyetler altına girdim, kast edilir, Bir diğer görüşe göre: Araplar yolculuklarında beraberlerinde su alırlar. Bu suyu da develere asarlardı. Bunu da sırayla yapıyorlardı. Çünkü bu su sırta ağır bir yük teşkil ediyordu. Bu açıklama ile hem "arak : ter" hem de, "alak : askı ipi" kelimeleri açıklanmış olmaktadır. el-Esmaî der ki; Kırbanın arakı (teri) sıkıntı anlamındadır. Bunun aslının ne olduğunu da bilemiyorum demiştir. Yine el-Esmaî der ki: Ben Ebû Tarafe'nin oğlunu -ki gördüklerimin en fasih konuşanı idi- şöyle derken dinledim; Bizim yaşlılarımızın şöyle dediklerini dinlemişimdir: Ben filandan kırbanın arakını (terini) gördüm diyorlar, bundan da çektikleri sıkıntıyı anlatmak istiyorlardı. Sonra bana İbnü'l Ahmer'e ait şu beyıti okudu: "Onun bu söyledikleri bir sövgü sayılmaz. O sözün affedilmesi ise, yorgun deve üstündeki kırbanın teri gibidir" Ebû Ubeyd der ki: Şairin anlatmak istediği şudur: Kendisini öfkelendiren, fakat sövgü de olmayan ve kendisine "kırbanın teri" gibi ulaştırılan bir söz işitir ve bundan dolayı o sözü söyleyeni sorumlu tutmaz. Şairin burada kırba kelimesini kullanması mümkün olmadığından yine aynı anlama gelen "es-sika" kelimesini kullanmış, bundan sonra da yorgun deve sırtındaki tabirini kullanmıştır. Bunun da anlamı şudur: Araplar yolculuklarında kırbaları develere yükletirlerdi. Bu ifade ise el-Ferrâ''nın naklettiklerini andırmaktadır, el-Ferrâ''nın iddiasına göre Araplar yolculuklarında dağlardan geçtiklerinde, beraberlerinde su taşırlar ve bunu da nöbetleşe develerin sırtına asarlardı, Çünkübu suyun sırt üzerinde taşınması bir yorgunluk ve bir meşakkat veriyordu. el-Ferrâ' bu açıklamayı, "arak" kelimesi hakkında değil de, "alak" kelimesi hakkında yapıyordu. Bir kesim de şöyle demektedir: Âyet-i kerimeden yüksek miktarlarda mehir vermenin cevazı anlaşılmamaktadır. Çünkü burada kantarın misal verilmesi mübalağa yoluyladır. Şöyle buyurulmuş gibidir: Ve siz bu kadınlara kimsenin vermediği kadar büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahî... demektir. Bu da Hazret-i Peygamberin: "Her kim Allah için bir mescid yapacak olsa, -velev ki bu bir kekliğin oturup yumurtladığı yer kadar dahi olsa- Allah da o kimseye cennette bir ev yapar" İbn Mâce, Mesacid 1; Müsned, I, 241. âyetine benzemektedir. Bilindiği gibi bir kekliğin oturabileceği kadar bir yer mescid olamaz. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ödeyeceği mehrinde kendisinden yardım istemek üzere gelmiş bulunan İbn Ebi Hadred'e bu mehrinin ne kadar olduğunu sormuş, o da ikiyüz deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkelenmiş ve şöyle buyurmuştu: "Sanki siz, altını ve gümüşü Medine'nin kara taşlığının bir tarafından veya bir dağdan kesiyormuş gibisiniz." Müslim, Nikâh 75 (yakın lâfızlarla). Bazıları bunlardan mehirlerin fazla miktarda verilmesinin yasaklandığı sonucunu çıkartmışlar. Ancak böyle bir sonuç çıkartmayı gerektiren bir durum yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın evlenen böyle bir adama bu şekilde tepki göstermesi, mehrin fazlalığı ve çok verilmesi dolayısıyla değildir. Onun bu şekilde tepki göstermesi, fakir olduğu bu halinde kendisini yardım istemek ve dilenmek ihtiyacına sokması dolayısıyladır. Çünkü bu, ittifakla mekruhtur Hazret-i Ömer ise, Hazret-i Ali'nin, Hazret-i Fatıma'dan olma kızı, Um Gülsum'e (Allah hepsinden razı olsun) kırkbin dirhem mehir vermişti, Ebû Dâvûd, Ukbe b. Âmirden, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir adama: "Seni filan kadın ile evlendirmeme razı mısın?" diye sormuş; evet deyince, bu sefer kadına: "Seni de filan erkekle evlendirmeme razı mısın?" diye sormuş, kadın da evet demişti. Hazret-i Peygamber de bunları birbirleriyle evlendirmişti. Erkek, kadın için herhangi bir mehir tayin edilmeksizin gerdeğe girdi ve ona birşey vermedi. Bu koca, Hudeybiye'de hazır bulunmuş kimselerdendi. Hayber'de de ona ait bir pay vardı, Ölümü yaklaştığında dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni filan ile evlendirdi ve ben ona bir mehir tayin etmediğim gibi, ona mehir olarak bir şey de vermemiştim. Sizi şahid tutuyorum ki, ben ona mehir olarak Hayber'deki payımı veriyorum. Bunun üzerine kadın, oradaki payını aldı ve bunu yüzbîne sattı. Ebû Dâvûd, Nikâh 31. İlim adamları mehrin azamisi hususunda herhangi bir sınırlandırma olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü yüce Allah: "Öncekine yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile..." diye buyurmuştur. Ancak asgari miktarının ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Yüce Allah'ın: "Mallarınızla... istemeniz" (en-Nisâ, 4/24) âyetini açıklarken bu hususlar ele alınacaktır. Kıntann sınırı ile ilgili açıklamalar, daha önce Âl-i İmrân Sûresi'nde ( âyet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. İbn Muhaysın: Öncekine... vermiş olsanız" âyeti Birine" kelimesinin başındaki hemzeyi vasıl ile okumuştur ki, bu da bir söyleyiştir. Şairin şu sözü bu kabildendir: "Ve toz dumanın altından onun sesini işitirsin." Bir diğeri de şöyle demektedir: "Şayet Savaşmayacak olursam bana bir peçe giydiriniz." 4- Mehirden Birşey Geri Alınamaması: Yüce Allah'ın: "Ondan hiçbir şey almayın" âyeti ile ilgili olarak, Bekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle demektedir: Koca hul' ile ayrılmak isteyen kadından birşey alamaz. Çünkü yüce Allah: "Hiçbir şey almayın" diye buyurmaktadır. O böylelikle bunu el-Bakara Sûresi'ndeki ayeti neshedici olarak kabul etmektedir. el-Bakara, 2/222, âyette sözü edilen "kadının fidye verebileceğini belirten" hükmü kast etmektedir. İbn Zeyd ve başkaları da der ki: Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın Bakara Sûresi'nde yer alan: "Onlara verdiklerinizden birşeyi geri almanız sizin için helâl olmaz." (el-Bakara, 2/229) Ayeti ile nesh edilmiştir. Doğrusu, bu âyetlerin hepsinin muhkem olduğu, bunlar arasında nasih ve mensûhun bulunmadığı, her birisinin ötekisi ile birlikte ele alınacağıdır. Taberî der ki: Bu âyet-i kerîme muhkem bir âyettir. Bekr (el-Müzenî): "Eğer kadının kendisi birşey vermek isterse" şeklindeki ifadesinin bir anlamı yoktur, çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Sabit b. Kays'a hanımının vermiş olduğu mehri geri almasını câiz kılmıştır. Buhârî, Talâk 12; Ebû Dâvûd, Talâk 17-18; Tirmizî, Talâk 10; Nesâî, Talâk 34, 53; İbn Mâce, Talâk 22; Dârimî, Talâk 7; Mavatta', Talâk 31; Müsned, VI, 4J3-434. "Onu bir İftira olarak..." anlamındaki kelime burada hal mevkiinde mastardır. "Veya apaçık bir sunan" âyeti de ona atfedilmiştir. "Apaçık" kelimesi “günah"ın sıfatıdır. |
﴾ 20 ﴿