24

Evli kadınlar da (size haram kılındı). Sahib olduğunuz cariyeler müstesna. (Bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır. Geriye kalanları ise -iffetinizi koruyup zinaya sapmaksızın- mallarınızla (nikâh yolunu) aramanız size helâl kılındı. O halde onlardan hangisi ile faydalandı iseniz, ondan dolayı onlara tayin edildiği şekilde mehirlerini veriniz. Miktarını tayin ettikten sonra da, gönül hoşluğu ile uzlaştığınız şey hakkında size bir vebal yoktur. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, Hakimdir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı ondört başlık halinde sunacağız:

1. Evli (Muhsan) Kadınlar:

Yüce Allah'ın:

"Evli kadınlar da" âyeti, daha önce geçen ve evlenilmeleri haram kılınmış olan kadınlara atfedilmiştir. Muhsan olmak, korunmak, kendisini himaye etmek demektir. İçinde korunulduğundan dolayı kaleye "hısn" adının verilmesi de buradan gelmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Ve Biz ona sizin faydanıza Savaşlarınızda sizi korusun diye giyecek yapmak sanatını öğrettik" (el-Enbiya, 21/80) âyetindeki "korumak" anlamını ifade eden kelime de bu kökten gelmektedir. Atâ "hisan" denilmesi de burdan gelmektedir. Çünkü at, sahibini helâk olmaktan korumaktadır. el-Hasan ise, kendisim helâktan koruduğundan dolayı iffetini koruyan kadına denir demiştir Nitekim şair Hassan b. Sabit de, Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) hakkında şöyle demiştir:

"İffetini koruyandır. Oldukça vakarlıdır.

En ufak bir şüphe dolayısıyla itham olunmaz asla.

Ve o, her zaman için birşeyden haberleri olmayanların etinin tadına bakmaz, (Kimsenin gıybetini yapmaz)."

Mastarı ise "el-hasâne" ...diye gelir. Htsn (kale) kelimesi de "ilm" kelimesi gibi (aynı vezinde) dir,

Muhsanât'tan burada kasıt, kocası bulunan kadınlardır. Muhsan kadın denilince, evli kadın anlaşılır. Muhsin kadın, ise, hür kadın anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Mü’minlerden muhsan (hür ve iffetli) kadınlarla sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden muhsan kadınların..." (el-Mâide, 5/5) buyruğundakî "muhsan" kelimeleri bu kabildendir. Muhsin kadın, iffetli kadın demektir. Nitekim yüce Allah:

"Gizli dost edinmeyen muhsan kadınlar" (en-Nisa, 4/25) diye buyurduğu gibi, burada da: "İffetini koruyup (muhsan erkekler) zinaya sapmaksızın..." diye buyurmaktadır. Buna göre muhsana, mutaine ve hasan kelimeleri, iffetli kadın, yani fısktan uzak duran, kendisini koruyan kadın demektir. Hür olmak da kadını, kölelerin yaptığı, işlediği İşlerden alıkoyar, engeller. Yüce Allah'ın:

"Muhsan kadınlara iftirada bulunan kimseler..." (en-Nûr, 24/4) âyetinde "muhsan kadınlardan kasıt hür kadınlardır.

Cahiliye döneminde cariyelerin zina etmeleri bir örftü. Nitekim Utbe kızı Hind, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a beyât ettiği sırada; "Hiç hür kadın zina eder mi?" diye sormuştu. Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, VIII, 140. Koca aynı zamanda hanımının bir başkasıyla evlenmesini engellemektedir (Evli kadına "muhsan" denilmesi bundandır,) Buna göre "Hâ, Sâd ve Nûn" harflerinin oluşturduğu kelimenin anlamı, açıkladığımız gibi, alıkoymak, engellemektir. İhsan kelimesi İslâm hakkında da kullanılır. Çünkü İslâm da koruyucu ve engelleyicidir. Ancak bu anlamda Kitapta vârid olmamıştır. Fakat sünnette vârid olmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu Hadîs-i şerîf bu kabildendir: "Îman, habersizce, suikast yoluyla öldürmenin bağıdır (engelidir)." Ebû Dâvûd, Cihâd 157; Müsned, I, 166, 167, IV, 92. Şair el-Hüzelînin şu beyiti de bu kabildendir:

"Ey Mâlik'in anası, artık şimdi durum evdeki gibi değildir.

Fakat boyunları zincirler (yükümlülükler) çevrelemiş bulunmaktadır."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Haydi gel konuşalım, dedi. Olmaz, dedim. Allah da, İslâm da senin bu halini kabul etmez."

Suhaym'in şu mısraındakî ifade de bu türdendir:

"Kişiyi engelleyici olarak, ağarmış saçları ve İslâm yeterlidir."

2. Âyet-i Kerîmenin Açıklanması ile İlgili Görüşler:

Bu husus böylece anlaşıldıktan sonra, şunu belirtelim ki, âyet-i kerimenin tevili hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

İbn Abbâs, Ebû Kılâbe, İbn Zeyd, Meklıûl, ez-Zührî ve Ebû Said el-Hudrî der ki: Burada muhsan (evli) kadınlardan kasıt, özel olarak ve yalnızca kocaları bulunan ve ashâb alınan kadınlardır. Yani bu kadınlar harp diyarından ashâb alınmak suretiyle kişinin mâlik oldukları dışında, haramdır. Ashâb olarak mülkiyete geçirilen kadınlar İse, payına düştükleri kimseye -kocaları bulunsa dahi- helâldir. Bu aynı zamanda Şâfiî'nin: Esirlik, nikâhın hükmünü kaldırır şeklindeki görüşünü de ifade eder. İbn Vehb ve İbn Abdilhakem de böyle demiş, bunu Mâlikten de rivâyet etmişlerdir. Eşheb de bu görüştedir. Buna da Müslim'in Sahih'inde rivâyet ettiği, Ebû Said el-Hudrî yoluyla gelen şu Hadîs-i şerîf delalet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Huneyn günü Evtas'a bir ordu gönderdi. Bu ordu düşman ile karşılaştı, onunla Savaştılar. Düşmana galip gelip kadınlarını, çocuklarını ashâb aldılar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbından bazıları, müşrik kocaları dolayısıyla onlarla ilişki kurmaktan çekindiler. Bunun üzerine yüce Allah bu hususta:

"Evli kadınlar da (size haram kılındı). Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyetini indirdi. Yani bu kadınlar iddetleri sona erdikleri takdirde, size helâldirler," Müslim, Radâ' 33-35; Ebû Dâvûd Nikâh 44: Tirmizî, Nikâh 36; Tefsir 4- süre 3,4; Nesâî, Nikâh 59; Müsned, III, 72,84.

İşte bu âyet-i kerîme Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbının, kocalan bulunan ashâb alınmış kadınlarla ilişki kurmaktan çekinmeleri sebebiyle nâzil olduğu hususunda sahih ve sarili bir nastır. Yüce Allah, onların bu çekinmelerine cevap olmak üzere;

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyetini indirmiştir. Mâlik, Ebû Hanîfe ve arkadaşları, Şâfiî, Ahmed ve İshak ile Ebû Sevr de bu görüştedir. Yüce Allah'ın izniyle sahih olan da budur.

Ancak fukahâ böyle bir cariyenin ne ile istibra edileceği hususunda farklı görüşlere sahiptir. el-Hasen der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ashâbı, ashâb aldıkları cariyeyi bir defa ay hali olmakla istibra ediyorlardı.

Yine Ebû Said el-Hudrî yoluyla, Evtaslıl ardan alman kadın esirler hakkında şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Hamile ashâb kadın ile doğum yapıncaya, hamile olmıyan ashâb bir kadın ile de ay hali oluncaya kadar ilişki kurulmaz." Ebû Dâvûd, Nikâh 44.

Görüldüğü gibi burada, önceki kocanın firaşı (yani onunla birlikte oluşu nikâhı)'nın herhangi bir etkisi kabul edilmemiştir... "Ashâb alınan kadın mülkiyet altındadır." Fakat o bir zevce idi ve nikâhı ortadan kalktı. O bakımdan cariyeler gibi iddet yapmalıdır denilemez.

Nitekim el-Hasen b. Salih'ten şöyle dediği nabledilmiştir: Böyle bir cariye kadının, eğer dar-ı harpte kocası var ise iddeti iki aydır. Şu kadar varki, ilim adamlarının tamamı bu şekilde kocası bulunan ashâb kadının da, kocası bulunmayan ashâb kadının da, istibralarının aynı şekilde ve bir defa ay hali olmakla gerçekleşeceği görüşündedirler. Mâlik'in mezhebinde meşhur olan görüşe göre de karı-kocanın bir arada ashâb alınmaları ile, ayrı ayrı ashâb alınmaları arasında bir fark yoktur. İbn Bukeyr'in ondan rivâyetine göre, eğer karı-koca birlikte ashâb alınır ve kocası hayatta bırakılırsa, nikâhları üzere devam ederler Burada Mâlik'in bu rivâyetteki görüşüne göre, kocasının bırakılması, mâlik olduğu şeylerin de bırakılması demektir. Çünkü artık onun bir ahdi olmuştur. Hanımı da mâlik olduğu şeyler arasındadır. Dolayısıyla birbirlerinden ayrılmazlar. Bu Ebû Hanîfe'nin ve es-Sevrî'nin de görüşüdür, İbnü'l-Kasını da bu görüşte olup, ayrıca bunu Mâlik'ten rivâyet etmiştir.

Sahih olan îse, zikrettiğimiz gerekçe dolayısıyla birinci görüştür. Diğer taraftan yüce Allah da: "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" diye buyurmaktadır. Böylelikle yüce Allah, sağ elin sahip oluşuna (mâlik olmaya) durumu bağlamakta ve bunu etkin sebep olarak ortaya koymaktadır. Böylelikle hem umum açısından, hem de gerekçelendirmek (talîl) açısından hüküm ona taalluk etmektedir. Bundan tek istisna delil ile tahsis edilendir.

Âyet-i kerîme ile ilgili olarak Abdullah b. Mes'ûd, Said b. el-Müseyyeb, el-Hasen b. Ebû-Hasen, Ubey b. Ka'ab, Câbir b. Abdullah ve İkrime'nin rivâyetine göre, İbn Abbâs'ın ifade ettiği ikinci bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre âyet-i kerimede kastedilenler, kocaları bulunan kadınlardır. Yani bu kadınlarla evlenmek haramdır. Şu kadar var ki, kocanın, kocası bulunan bir cariye satın alması bundan müstesnadır, Çünkü böyle bir cariyeyi satmak, onu boşamak demektir. Yine onu sadaka olarak vermek, onu boşamaktır. Miras alınması da onu boşamaktır. Kocanın onu boşaması da onun boş anma sidir.

İbn Mes'ûd der ki: Kocası bulunduğu halde cariye satılacak olursa, müşteri, o cariye ile ilişki kurmakta daha bir hak sahibidir. Aynı şekilde ashâb alınan kadının durumu da böyledir.

Bütün bu hususlar, cariye ile kocasının birbirlerinden ayrılmalarını gerektiren sebeplerdir. Bu kanaatin sahipleri derler ki; Durum böyle olduğuna göre cariyenin satışının da onu boşamak gibi olması kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü, bütün müslümanların icmaı ile kabul ettikleri şu ki, aynı anda bir kadının ferci iki kişiye birlikte helâl olamaz.

Derim ki: Ancak bu görücü Berîre ile ilgili hadisi şerif reddetmektedir. Buhârî, Ferâız 20, 22, Itk 10, Nikâh 18, Talâk 14, Et'ıme 31, Müslim, Itk 9, 10, 14; Ebû Dâvûd, Talâk 19, 20, 21; Tirmizî, Radâ" 7; Nesâî, Zekât 99, Talâk 29, 30, 31, Buyû’ 78; ibn Mâce, Talâk 29; Dârimî, Talâk 15; Muvatta’'', Talâk 25; Müsned, I, 215, 361. VI, 42, 46, 170, 180. Çünkü Âişe (radıyallahü anha) Berîre'yi satın almış ve onu azad etmiştir. Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)r onu, kocası olduğu halde muhayyer bırakmıştır.

Berîre'nin Hazret-i Âişe'nin onu satın alıp arkasından azad etmesinden sonra da kocası Muğîs'in nikâhı altında iken muhayyer bırakılmış olduğu üzerinde icrna etmiş olmaları, cariyenin satışının onun boşanması demek olmadığının delilidir. Rey ehli olsun, Hadis ehli olsun, değişik bölgelerin rukahasının topluluğu bu görüştedir. Bunlar, aynı şekilde, bu durumdaki cariyeye talâk verilmesi dışında herhangi bir yolla boşanmasının sözkonusu olmayacağını kabul etmişlerdir.

Bazıları yüce Allah'ın;

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyetinin genel olduğunu ve bunun Savaş esiri kadınlara kıyasen böyle olduğunu delil göstermişlerdir. Şu kadar varki bizim sözünü ettiğimiz Berîre ile ilgili Hadîs-i şerîf, bunu tahsis etmekte ve bu kanaati reddetmekte; böyle bir hükmün Ebû Said el-Hudrî hadisine göre Savaşta alınan esirlere hasolduğunuortaya koymaktadır. Yüce Allah'ın izniyle doğru ve gerçek olan da budur.

Âyet-i kerîme ile ilgili olarak üçüncü bir görüş daha vardır. es-Sevrî, Mücahid'den, o, İbrahim'den, o da İbn Mes'ûd'dan yüce Allah'ın:

"Evli kadınlar da (size haram kılındı). Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyeti hakkında dedi ki: Maksat, müslümanlardan olsun, müşriklerden olsun, kocaları bulunan kadınlardır.,. Ali b. Ebî Tâlib de dedi ki: Maksat müşriklerden kocaları bulunan kadınlardır.

el-Mu vatta'da Said b. el-Müseyyeb'den: "Evli kadınlar da" âyetinde kastedilenler, kocaları bulunan kadınlardır. Bu da yüce Allah'ın zinayı haram kıldığı anlamına gelir. Muvatta’'', Nikâh 39.

Bir kesim de şöyle demektedir: Bu âyeti kerimede muhsan kadınlardan kasıt, iffetli kadınlardır. Yani bütün kadınlar haramdır. Allah, ister kocası bulunsun, ister kocası bulunmasın bütün kadınlara "muhsan" ismini vermiştir. Çünkü şer'î hükümler özleri itibariyle bunun böyle olmasını gerektirmektedir.

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyeti, ister nikâh yoluyla, isterse de satın almak yoluyla sahip olduğunuz kadınlar demektir. Bu, Ebûl-Âl-iye, Abide es-Selmanî, Tavus, Saîd b. Cübeyr ve Atanın görüşüdür. Ayrıca Abîde bunu, Hazret-i Ömer'den de rivâyet etmiştir. Böylelikle bunlar nikâhı da sahip olunan şeyler kapsamına sokmuşlardır. Bunlara göre yüce Allah'ın:

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" âyetinin anlamı şöyle olur: Yani nikâhlarına sahip olduğunuz ve satın almak sureliyle de kendilerine mâlik olduğunuz cariyeler müstesnadır. Böylelikle, sanki nikâh altındaki kadınlar da, mâlik oldukları cariyeler de kişinin sağ elinin mâlik oldukları kimseler gibidirler. Bunların dışında kalanlar ise zina olur. Bu da güzel bir açıklamadır

İbn Abbâs der ki: "Evli kadınlar (muhsanât)dan kasıt, müslümanlardan olsun, Kitab ehlinden olsun, iffetli kadınlar demektir. İbn Atiyye der ki: Bu açıklamaya göre, âyet-i kerimenin anlamı, zinanın haram kılınışına raci olur.

Taberî, isnadını kaydederek, bir kişinin Saîd b. Cübeyr'e şöyle dediğini nakletmektedir: İbn Abbâs'a bu âyet-i kerîme hakkında soru sorulduğunda, bu âyet-i kerimeye dair herhangi bir şey söylemediğini görmedin mi. Said dedi ki: İbn Abbâs bunu bilmiyordu. Yine Mücahid'den şöyle dediğini senediyle nakletmektedir: Bana bu âyeti kimin tefsir edebileceğini bir bilsem, hiç şüphesiz develerin sırtında uzun yolculuklar yapar yine ona giderdim. Bu da yüce Allah'ın:

"Evli kadınlar... Hakimdir" âyetidir. İbn Atiyye der ki: Bununla birlikte ben bu sözün İbn Abbâs'a nasıl nisbet edildiğini de bilmiyorum, Mücahid’in böyle bir sözü nasıl söylemiş olduğunu da bilmiyorum.

3. Allah'ın Yazdıkları:

Yüce Allah'ın: "(Bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır" âyeti tekid edici mastar olarak nasbedilmiştir. Yani bu kadınlar sizin için Allah'tan size bir farz yazılarak haram kılınmıştır.

Buna göre:

"Size haram kılındı" âyeti, Allah size onların haram olduklarını yazdı demektir. ez-Zeccâc ile Kûfeliler derler ki: Bu âyet, iğrâ olduğu için nasbedilmiştir. Yani Allah'ın üzerinize yazdığına bağlı kalınız- Yahut Allah'ın yazdıklarına dikkat ve riâyet ediniz. Ancak, Abu'l-Ali'nin naklettiğine göre böyle bir görüş su götürür, Çünkü iğra'da mansub olan ismin, iğrâ harfinden önce zikredilmesi câiz değildir. O bakımdan: "Zeyd'e dikkat et, Zeyd'i gözünden kaçırma" anlamında: denilemez.

Bunun yerine Zeyd'e dikkat et, Amr'ın gözünden kaçırma! denilir. Ebû'l-Ali'nin burada söylediği, ismin; “.....” ile mansub olduğunun kabul edilmesi halinde doğrudur. Ancak fiilin hazfedilmiş olduğu takdirine göre, böyle söylemek caizdir.

Ayrıca "Bu Allah'ın yazdığı ve farz kıldığıdır" anlamında olmak üzere merfu olması da caizdir.

Ebû Hayve ve Muhammed b. es-Semeyka': "Allah üzerinize yazdı" anlamında, yüce Allah'a isnad edilen mazi fiil olarak okumuşlardır. Anlamı da; Allah size zikretmiş olduğu haram kılma hükümlerini yazmış bulunuyor.

Abîde es-Selmanî ve başkaları der ki: Yüce Allah'ın:

"Allah'ın size yazdıklarıdır" âyeti Kur'ân-ı Kerîm’de sabit olan: "İkişer, üçer ve dörder nikâhlayınız" âyetine işarettir. Ancak bu uzak bir İhtimaldir. Daha zahir olan ise: "Allah'ın size yazdıklarıdır" âyetinin, insanlar ile Arapların yaptıkları arasında engel teşkil eden haram kılmaya işaret olduğudur.

4. Âyet ile Haram Kılananlar ve Ayrıca Hadîs-i şerîfte de Haram Kılındıkları Bildirilenler:

Yüce Allah'ın:

"Geriye kalanları ise... size helâl kılındı" âyetini Hamza, el-Kisâî ve Hafs rivâyetinde Âsım, Size helâl kılındı şeklinde daha önce geçen:

"Size haram kılındı" âyetine paralel olarak okumuşlardır. Diğerleri ise, Yüce Allah'ın:

"Allah'ın size yazdıkları" âyetine uygun olarak üstün diye okumuşlardır.

Bu âyet-i kerîme, kadınlardan sözü geçenlerin dışında kalanların haram kılınmamasını gerektirmektedir. Oysa durum böyle değildir.

Çünkü yüce Allah, Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) aracılığı ile âyet-i kerimede zikretmediği kadınları da haram kılmıştır ve onun vasıtasıyla haram kıldıkları da bunlara ilave edilir. Zaten yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve neyi yasak ettiyse (ondan) sakının." (el-Haşr, 59/7)

Müslim ve başkaları da, Ebû Hüreyre (radıyallahü anhmdan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Kadın halası ile de bir arada nikâh altında bulundurulmaz, yine bir kadın teyzesi ile de bir arada nikâh altında bulundurulmaz." Buhârî, Nikâh 27; Müslim, Nikâh 33, (ayrıca bk. 34 ,37 ve 40); Ebû Dâvûd, Nikâh 12; İbn Mâce, Nikâh 31; Dârimî, Nikâh 3; Muvatta’', Nikâh 20.

İbn Şihab der ki: "Kadının babasının teyzesini de, babasının halasını da aynı durumda görüyoruz." Şöyle de denilmiştir: Kadının halası ve teyzesi ile birlikte nikâhlanmasının haram oluşu, bizzat âyet-i kerimeden anlaşılmaktadır. Çünkü yüce Allah, İki kızkardeşi bir nikâh altında tutmayı haram kılmıştır. Kadının halası ile birlikte nikâh altında bulundurulması ise, iki kızkardeşin nikâh altında bulundurulması demektir Veya teyze bizzat anne makamında, hala da baba makamında olduğundan dolayı (âyet-i kerîme ile yasaklanmıştır).

Ancak sahih olan birinci görüştür. Çünkü, esasen Kitab ve sünnet de aynı şeydir. O bakımdan yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Kitabda sözünü ettiğimiz kadınlar ile, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dili üzere açıklayarak beyanı tamamladıklarımın dışında kalanları size helâl kıldım.

İbn Şihab'ın: "Babasının teyzesini de, babasının halasını da bu seviyede görüyoruz" şeklindeki sözüne gelince, o, bu görüşe şundan dolayı varmıştır: Hadîs-i şerîfteki teyze ve hala terimlerini umuma hamletmiştir ve böylelikle , bunları da bu kapsama sokmuştur. Çünkü hala (amme), kişinin babası ile iki aslında yahut onlardan birisinde ortak olan her dişinin adıdır. Teyze de, (anne cihetinden) böyledir Nitekim bunu açıklamıştık.

Ebû Dâvûd'un Mûsannef(Sünne)'i ile diğer hadis kitablarında Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kadın halası üzerine nikâhlanmaz. Hala da kardeşinin kızı üzerine nikâhlanmaz. Yine kadın teyzesi üzerine, teyze de, kardeşinin kızı üzerine nikâhlanmaz. (Aralarından) büyük kadın küçük kadın üzerine, küçük kadın da büyüğü üzerine nikâhlanmaz." Ebû Dâvûd, Nikâh 12.

Yine Ebû Dâvûd, İbn Abbâs'tan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ettiğine göre, Hazret-i Peygamber, hala ile teyzenin bir arada nikâh altında tutulmasını da mekruh görmüştür. İki hala ile iki teyzenin de bir arada nikâh altında tutulmasını mekruh görmüştür. Ebû Dâvûd, Nikâh 12.

Buradaki "aynı nikâh altında tutmaz" anlamında fadesi, "ayn" harfinin merfu okunuşu ile rivâyet edilmiştir ki, bu da meşruiyete dair bir haber vermektir. O halde bu, böyle bir şeyin nehyedildiği anlamım ifade eder. Bu Hadîs-i şerîf gereğince sözü geçenlerin, aynı anda nikâh altında tutulmasının haram kılınışı hususunda gereğince amel olunacağı icma ile kabul edilmiştir,

Ancak Hariciler, iki kızkardeş ile, bir kadının halası ve teyzesi ile birlikte aynı nikâh altında tutulmasını câiz kabul ederler. Şu kadar var ki, onların muhalefetine itibar edilmez. Çünkü Hariciler, dinden sıyrılıp çıkmış ve ondan uzak düşmüşlerdir. Zira Hariciler, sabit sünnete muhalefet etmişlerdir.

Hazret-i Peygamber'in: "İki hala ve iki teyze bir arada nikâh altında tutulmaz" âyetine gelince; bunun anlaşılması, kimi ilim ehlince, içinden çıkılmaz bir hal almış ve bunun anlamı hakkında hayrete düşmüşlerdir. Böylelikle bu ilim adamları bunu, oldukça uzak bir ihtimale veya câiz olmayan bir manaya yorumlamış ve şöyle demişlerdir: İki haladan kasıt mecazi bir manadır. Yani hâla ile onun kardeşinin kızı demektir. O bakımdan her ikisine de iki hala denilmiştir. Nitekim, Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Ömer'in uygulamalarına "Sünnetü'l-Umerayn" denilmesi de böyledir. Bu açıklamayı yapan, iki teyze ile ilgili olarak da aynı şeyi söylemektedir.

Ancak en-Nehhâs şöyle demektedir; Bu, nerdeyse benleri işitilmedik, oldukça zorlama bir açıklamadır. Yine bu açıklamada, zorlamayla beraber, faydasız yere sözün tekrar edilmesi de vardır. Zira bunun manası, hala ile kardeşinin oğlunun bir arada nikanlanmayacağı olduğuna, iki hala ile de hala ve onun kardeşinin kızı kastedildiğine göre, o takdirde bu ifadelerdegereksizve anlamsız bir tekrar var, demektir. Eğer durum bu ilim adamının dediği gibi olsaydı, o takdirde "(Beyne: Arasında)", kelimesi ilavesiyle "ve teyze arasında" demesi gerekirdi. Oysa hadis böyle değildir. Çünkü hadis: "Hala ile teyzenin birarada nikâh altında tutulmasını yasakladı" şeklindedir. Hadisin lâfzına göre; birisi diğerinin halası, diğeri ise ötekinin teyzesi olan iki kadının aynı nikâh altında tutulmaması şeklindedir.

en-Nehhâs der ki: İşte bu, doğru ve anlaşılır bir mana ifade eder. Şöyleki, bir adam ve onun oğlu, bir kadın ve kızı ile evlenirler. Yani adam kızı ile evlenir, oğul ise anne ile evlenir. Bunların herbirisinin bu hanımlarından birer kızları olur. Bu durumda babanın kızı, oğlunun kızının halasıdır. Oğlun kızı ise babanın kızının teyzesidir. İki teyzeyi bir arada nikâh altında tutmaya gelince, bu da her birisinin hanımının ötekisinin teyzesi olmasını gerektirir. Bu da bir kimsenin, bir adamın kızı ile evlenmesi, diğerinin de ötekinin kızı ile evlenmesi şeklinde olur. Bunların her birisinin bir kız çocuğu doğar ve bunların herbirisinin kızı ötekinin teyzesi olur İki halanın bir arada nikâh altında tutulmasına gelince, bu da her birisi diğerinin halası olan iki kadını aynı nikâh alünda tutmamayı gerektirmektedir Bu da şöyle olur: Bir kimse bir diğerinin annesiyle evlenir, o da onun annesi ile evlenir. Bunlardan herbirisinin bir kızı olursa, bunların herbirinin kızı ötekinin halası olur. İşte bunlar, yüce Allah'ın, Rasûlü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın aracılığı ile Kurân-ı Kerîm’de sözü edilmeyen kimselerle evlenmeyi haram kıldığı kimselerdir.

5- Bir Arada Nikâh Altında Tutulmaları Haram Olan Kadınlar:

Bu hususu bu şekilde açıkladıktan sonra şunu belirtelim ki, ilim adamları bir arada nikâh altında tutulmaları haram olan kadınlar ile ilgili olarak güzel bir kaide tesbit etmişlerdir. Mu'temir b. Süleyman, Fudayl b. Meysere'den, o, Ebû Cerir'den, o da Şa'biden şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İki kadın dan birisi, erkek kabul edilecek olursa, eğer o erkeğin o kadınla evlenmesi câiz olmuyorsa, bu ikisinin aynı nikâh altında tutulmaları batıldır. Ben ona (Ebû Cerir, Şa'bi'ye) : Bunu kimden öğrendin? diye sorunca şöyle dedi: Bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)3m ashâbından öğrendim.

Süfyan es-Sevrî der ki; Bize göre bunun açıklaması, bu tür akrabalıkların neseb yoluyla akrabalar olmaları ile ilgilidir. Yoksa bu, bir kadının başka bir kocadan olma üvey kızı ile birlikte dilediği takdirde, onları bir nikâh altında bulundurması seviyesinde değildir.

Ebû Ömer der ki: Bu ise, Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve Evzaî'nin mezhebine göre böyledir. Hadis ehlinden olsun, diğerlerinden olsun, çeşitli bölgelerin diğer fukahası da bildiğim kadarıyla bu asıl kaide hakkında farklı kanaate sahip değillerdir. Seleften kimisi, kocanın başka kadından olma kızı ile bir kadını (yani o kızın üvey annesini) aynı nikâh altında tutmasını mekruh görmüştür. Buna sebep ise onlardan birisinin erkek olması halinde, diğerine hela) olmayışıdır. Fakat ilim adamlarının kabul ettiği görüş, bunda bir mahzur olmadığı ve bu konuda gözönünde bulundurulması gerekenin neseb akrabalığı olup, onun dışında kalan sıhrî akrabalığın bu hususta gözönünde bulundurulmayacağıdır.

Diğer taraftan bir takım haberlerde, sözü geçenlerin aynı nikâh altında bir arada bulundurulmalarının yasak kılınış gerekçesine de dikkat çekici ifadeler varid olmuştur. Bu gerekçe (illet) ise, aynı nikâh altında bulundurmanın sebep teşkil edeceği yakın akrabalık bağlarının kesilmesidir. Bu ise, kumalar arasında görülen kıskançlık sebebiyle ortaya çıkan kin ve kötülüklerdir, İbn Abbâs'ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), bir erkeğin bir kadım halasının üzerine yahut teyzesinin üzerine almaşım yasaklayarak şöyle buyurdu: "Sizler böyle birşey yapacak olursanız, o takdirde akrabalık bağlarınızı kesmiş olursunuz". Bunu Ebû Muhammed el-Asilî "Fevaid" adlı eserinde, İbn Abdi'l-Ber ve başkaları da zikretmiştir. İbn Hibbân, 1275, hasen bir senedle. Ebû Dâvûd, el-Merâsîl, S. 182-183'te 2 nolu dipnot.

Ebû Dâvûd'un "el-Merasîl" adlı eserinde yer alan rivâyetlerden birisi de şöyledir: Huseyn b. Talha dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadının akrabalık bağlarının koparılması korkusuyla kızkardeşleri üzerine nikâhlanmasını yasakladı. Ebû Dâvûd, el-Merâsil, 5. 182.

Seleften kimisi, bu illeti daha da ileriye götürüp genişleterek, kadının yakın herhangi bir akrabası ile birlikte aynı nikâh altında bulundurulmasını kabul etmemiştir. Bu akrabası İster amca kızı, ister hala kızı, ister dayı kızı, ister teyze olsun. Bu da İshak b. Talha ile İkrime, Katade ve İbn Ebi Necih yoluyla gelen rivâyette, Atâ'dan nakledilmiştir. Ancak, İbn Cüreyc'in Atâ'dan yaptığı rivâyete göre, bunda bir beis yoktur. Sahih olan da budur.

Hasan b. Hüseyn b. Ali, aynı gecede Muhammed b. Ali'nin kızı ile, Ömer b. Ali’nin kızını nikâhlayarak, iki amca kızını bir nikâh altında toplamıştır. Bunu Abdurrezzak zikretmektedir. İbn Uyeyne şunu da ilave eder: Böylece onların (akraba) hanımları (ziyaret ya da tebrik için) bu ikisinden hangisinin yanına gideceklerini bilemez oldular. Mâlik ise, bunu mekruh görmekle birlikte, ona göre böyle bir nikâh haram değildir.

İbnü'l-Kasım'ın semâ' yoluyla (işiterek) naklettiğine göre ise, Mâlik'e, iki amca kızı aynı nikâh altında toplanabilir mi diye sorulmuş, o da: Ben bunun haram olduğunu bilmiyorum, demiştir. Kendisine: Peki bunu mekruh görüyor musun diye sorulunca, o da: Şüphesiz bazı kimseler bundan sakınmaktadırlar diye, cevap vermiştir.

İbnü’l-Kasım da der ki: Bu helâldir, bunda bir beis yoktur. İbnü'l-Münzir de der ki: Herhangi bir kimsenin böyle bir nikâhı batıl gördüğünü bilmiyorum. Bu şekilde akrabalar nikâh ile mubah kılınanlar arasında yer alırlar. Bunlar Kitap, sünnet ve icma ile olsun, bu kapsamın dışında kalan kimseler değillerdir. Aynı şekilde, iki hala kızı ile, iki teyze kızı arasında da durum böyledir. es-Süddî ise, yüce Allah'ın:

"Geriye kalanları ise... size helâl kilindi" âyetini, yani fercin dışında kalan hususlarda nikâh demektir, diye açıklamıştır. Bunun anlamının şu olduğu da söylenmiştir: Yüce Allah size, mahrem olanların dışında kalan diğer akrabalarınızı helâl kılmıştır. Katade'ye göre de: Bundan kasıt ise, özel olarak mülkiyet altında bulunan cariyelerdir, (Yani cariyeleriniz bunun dışında olmak üzere size helâldir.)

6. Nikâkda da îffeti Korumak Esastır:

Yüce Allah'ın:

"Mallarınızla aramanız..." âyeti hem evlenmeyi, hem satın almayı birlikte ifade eden bir sözdür. Burada (ol) -ki başına geldiği fiile mastar anlamını kazandırır- (..........)'den bedel nasb mahallindedir, Hamza'nın kıraatine göre ise reff mahallinde olur. Bunun anlamının (.......) yahut, (........) şeklinde olması da muhtemeldir. (Aramanız için veya aramanız suretiyle manalarım verir). Bu durumda "lâm" yahut "be" hazf edilecek olursa, o takdirde kelime nasb mahallinde olur

"İffetinizi koruyup" anlamındaki kelime hal olmak üzere mansub'dur. Zinadan kendi iffetinizi koruyarak uzak kalmanız., anlamındadır.

"Zinaya sapmaksızın" zina etmeksizin demektir. Zinaya "sifâh" denilmesinin sebebi, suyun dökülmesi ve akması anlamına gelen: (........)den alınmış olmasından dolayıdır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir düğün sırasında def seslerini işitince şöyle buyurmuştur: "İşte bu nikâhtır. Sifah (zina) da değildir. Gizlice yapılan nikâh (fuhuş) da değildir."

Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah'ın:

"İffetinizi koruyup zinaya sapmaksızın" âyetinin iki anlama gelme İhtimali vardır Bunlardan birisi, açıkladığımız mana. Bu da nikâh akdi ile iffetini korumaktır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sizler zina yoluyla değil, nikâh yoluyla mallarınızla evliliğin menfaatlerini arayınız. O takdirde, bu âyet-i kerîme umum ifade eder.

Bununla birlikte

"iffetinizi koruyup" âyetinde, iffeti korumak kadınlara ait bir sıfattır, denilmesi ihtimali vardır. Bunun anlamı da şöyle olur: Yani siz, o kadınlarla onların İffetli (muhsana) olmaları şartına bağlı olarak evleniniz, Fakat birinci şekil daha uygundur Çünkü, âyet-i kerimenin umumi anlamı ile anlaşılması mümkün olup, muktezasını delil kabul etmek imkânı varsa, evlâ olan onu böylece anlamaktır, Diğer taraftan, ikinci anlamın muktezasına göre, zina yapan kadınlarla evlenmek helâl olmaz. Bu ise icma'a muhaliftir. Konu ile ilgili geniş açıklamalar için bk. en-Nür, 24/3. ayet, 1. başlık.

7- Mehir:

"Mallarınızla" âyetinde yüce Allah, kadınları mallar karşılığında nıkâhlamayı mubah kılmıştır. Bu ise, mal karşılığı olmaksızın nikâh yapıldığı takdirde, böyle bir nikâhla mübahlığm sözkonusu olmamasını gerektirmektedir. Çünkü bu çeşit bir nikâh, bu hususta kendisine bağlı olarak iznin verildiği şart yerine getirilmeksizin yapılmıştır. Tıpkı şarap, domuz yahut da mülk edinilmesi sahih olmayan bir şeyi mehir olarak tayin edip nikâh akdi yapmaya kalkışmak gibi.

Ayrıca Ahmed'in, azadlık da mehir olabilir, şeklindeki görüşü bununla red olunmaktadır. Çünkü böyle bir davranışta, herhangi bir malın teslim edilmesi sözkonusu değildir. Bunda yalnızca kendisine bir mal teslim edilmesi hakkını kazanmaksızın cariye üzerindeki mülkiyetin ıskat edilmesi sözkonusudur. Mevlâmn, daha önce kendi nezdinde malik olduğu bir şey, ona intikal etmemiş, sadece sakıt olmuştur. Koca azad ettiği cariyesine bir şey teslim etmeyip, o eski cariyesinin de onun üzerinde herhangi bir şeyi hak etmesi sözkonusu olmamışsa koca bununla sadece mülkünü telef etmiş olur ve bu azad etmesi de mehir olmaz.

Bu emir, vücub gerektiren bir emirdir. Azadlığın (mehir olarak) verilmesi sahih birşey olamaz. Bu ise yüce Allah'ın:

"Kadınlara mehirlerini veriniz" (en-Nisâ, 4/4) âyeti ile birlikte gayet açıktır. Diğer taraftan yüce Allah'ın:

"Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin"(en-Nisa, 4/4) âyetinin ifade ettiği hususun azad etmekte gerçekleşmesi imkânsızdır. O halde geriye mehrin mal olarak verilmesinden başka bir şey kalmıyor. Çünkü yüce Allah;

"Mallarınızla" diye buyurmaktadır.

Bu görüşü kabul edenler, mehrin miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Şâfiî, yüce Allah'ın:

"Mallarınızla" âyetinin umum ifade ettiğini ileri sürerek, mehrin az olsun çok olsun câiz olacağını söylemiştir. Sahih olan görüş de budur.

Ayrıca bunu Hazret-i Peygamberin, kendisini bağışlayan (Peygamber Efendimize evlendirme yetkisini veren) kadın ile ilgili Hadîs-i şerîfte: "Velev ki demirden bir yüzük olsun" Buhârî, Nikâh 32, 35, 37, 40, 44, 49-51, Fedâili’l-Kur'ân 21, 22, Libâs 49; Müslim, Nikâh 76; Ebû Dâvûd, Nlkah 3Ü; Tirmizî, Nikâh 23; Nesâî, Nikâh 1, 62, 69: İbn Mâce. Nikâh 17; Dârimî Nikâh; Muvatta’'', Nikâh 8; Müsned, V, 330, 336. âyeti ile şu Hadîs-i şerîf bunu desteklemektedir: Hazret-i Peygamber: "Bekarları evlendiriniz" buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Ey Allahın Rasûlü, aralarında mehir ne olacak? diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Bir erak (misvak) çubuğu dahi olsa, akrabalarının üzerinde karşılıklı razı oldukları şeydir." Dârakutnî, III, 244.

Ebû Said el-Hudrî dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, kadınlara verilecek mehirler hakkında sorduk da şöyle buyurdu: "Mehir, akrabalarının üzerinde anlaştıkları şeydir." Dârakutnî, III, 242.

Hazret-i Cabir de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Eğer bir adam, bir kadına avuçlarını dolduracak kadar yiyecek (buğday) verecek olursa, ona karşılık o kadın kendisine helal olur." Bu iki hadisi de Dârakutnî Sünen'inde rivâyet etmiştir. Dârakutnî, III, 243.

Şâfiî der ki: Herhangi bir şeye bir bedel olması yahut ücret olarak verilmesi câiz olan her bir şey mehir olabilir Aynı zamanda bu, ilim ehlinin çoğunluğunun da görüşüdür. Medinelilerden olsun, diğer şehir halkından olsun, hadîs ehli topluluğunun da görüşü budur. Bunların hepsi az olsun, çok olsun, mehri câiz görmüşlerdir. Aynı zamanda bu, Mâlik'in arkadaşı Abdullah b. Vehb'in görüşü olup, İbnü'l-Münzir ve başkalarının tercih ettiği görüş de budur.

Said b. el-Müseyyeb der ki: Kocası hanımına bir kamçı dahi mehir olarak verecek olursa, o kadın, o kamçı karşılığında ona helal olur. Said'in kendisi de kızını Abdullah b. Vedaa'ya iki dirhem mehir ile nikâhlamıştır. Rabia der ki: Bir dirhem karşılığında dahî nikâh caizdir. Ebû'z-Zinad da der ki: Karı-kocanın akrabalarının karşılıklı razı oldukları miktardır. Mâlik der ki: Mehir, ya bir çeyrek dinardan, yahut da üç dirhemden -ölçek ile- daha aşağı olamaz. Mezhebimize mensup bazı ilim adamı, Mâlik'in bu görüşüne gerekçe olarak şunu göstermiştir: Nikâh yoluyla kadının helal olmasına en çok benzeyen şey, (hırsızlıktan dolayı elin kesilmesidir). Çünkü kadının ferci de bir uzuvdur. El de bir uzuvdur. O bakımdan kadının ferci de belli miktarda bir mal karşılığı ile mubah olur. Bu da ya dörttebir dinardır, yahut ölçek ile üç dirhemdir. İşte Mâlik burada ferci ele kıyasen bu hükme varmıştır.

Ebû Ömer der ki: Ancak Ebû Hanîfe bu kanaate ondan önce sahib olmuştur.

O da mehri, elin (hırsızlık dolayısıyla) kesilmesine kıyas etmiştir. Ona göre ise el, ancak ya altından bir dinar, yahut da keylî olarak on dirhem karşılığında kesilir. Ona göre bundan daha aşağı mehir olmaz. Arkadaşları ve mezhebine mensub kimseler de bu kanaattedir. Mehrin asgarisi hususunda, değil de, elin kesilmesi hususunda onun hemşehrilerinin çoğunluğu bu görüştedir. ed-Ûeraverdî de Mâlik'e, çeyrek dinardan daha aşağı mehir olmaz deyince, şöyle demiştir: Sen bu hususta Iraklıların yolunu izlemiş oluyorsun ey Abdullah'ın babası! Ebû Hanîfe ise, Cabir'in rivâyet ettiği hadisi delil göstermiştir. Buna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "On dirhemden aşağı mehir olmaz." Bu hadisi de Dârakutnî rivâyet etmiştir. Dârakutnî, III, 245. Şu kadar var ki, senedinde Mübeşşir b. Ubeyd vardır ki, metruk bir ravidir.

Davud el-Evdî'den rivâyet edildiğine göre, Davud, eş-Şa'bi'den, Şa'bi de Hazret-i Aliden şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Mehir on dirhemden aşağı olamaz. Ahmed b. Hanbel der ki; Ğıyas b. İbrahim, Davud el-Evdî'ye eş-Şa'bi'den o, Hazret-i Ali'den, on dirhemden aşağı mehir yoktur, ifadesini telkin etti. Böylelikle bu hadis oluverdi. Dârakutnî, III, 246.

en-Nahaî-dedi ki: Mehrin asgarisi kırk dirhemdir, Saîd b. Cübeyr elli dirhemdir, İbn Şubrume, beş dirhemdir demektedir. Ayrıca bunu Dârakutnî, İbn Abbâs'tan o da, Hazret-i Ali'den: Beş dirhemden daha aşağı mehir olmaz Dârakutnî, III, 246. diye de rivâyet etmiştir.

8. Mehir Neyin Karşılığıdır:

Yüce Allah'ın:

"O halde onlardan hangisi ile faydalandı iseniz, ondan dolayı onlara tayin edilen şekilde mehirlerini veriniz" âyetinde: "Faydalanmak"dan kasıt, burada, lezzet almaktır.

"Ecirler"den kasıt da (mealinde de gösterildiği gibi) mehirlerdir. Mehrin "ücret" diye adlandırılış sebebi ise, bunun onlardan faydalanmanın karşılığı olmasıdır Bu da mehre ücret denileceği hususunda açık bir nassdır.

Aynı zamanda bu, kadına sağlanan cinsel menfaati karşılığında mehrin verildiğine delildir. Çünkü menfaatin karşılığı olan şeye ücret ismi verilir. Bununla birlikte ilim adamları, nikâh yapıldığında akid konusunun ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Akid konusu kadının bedeni midir, yoksa cinsel menfeat midir, yoksa helâl oluşu mudur?

Bu hususta üç görüş vardır. Ancak kuvvetli olan görüş., üçünün de birlikte kast edildiğidir. Çünkü yapılan akid, bütün bunları gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

9. Âyetten Kasıt Mehir midir, Mut'a Nikâhı mıdır:

İlim adamları âyetin anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler, el-Hasen, Mücahid ve başkalan der ki: Âyetin manası şudur: Kadınlardan sahih nikâh yoluyla cima' suretiyle faydalanıp, lezzet aldığınız şeylere mukabil, siz de "onlara tayin edildiği şekilde mehirlerini veriniz" demektir,

Buna göre koca, hanımı ile bir defa dahi cima edecek olursa, eğer mehrin miktarı tesbit edilmiş (müsammâ) ise, mehlr tümüyle vacib olur. Eğer tesbit edilmemiş yani müsemma değil ise, mehr-i mislini ödemek icabeder.

Şayet nikâh iasid ise, iasid nikâh ile ilgili mehir hususunda Mâlik'den farklı rivâyetler gelmiştir. Acaba bu durumda kadın, mehr-i misle mi hak kazanır, yoksa sahih olarak tesbit edilmiş bir mehir ise, mehr-i müsemmâ'ya mı hak kazanır? Bir seferinde: Mehr-i müsemmâ'ya hak kazanır demiştir. Mezhebinden zahir olan (kuvvetli) görüş de budur. Çünkü, karşılıklı rıza ile tesbit ettikleri şey, yakın olarak bilinen bir husustur. Mehr-i misil ise ictihad ile tesbit edilir. O bakımdan her ikisinin yakîn olarak bildiği şeye başvurmak gerekir. Zira şüpheye dayanarak mal hak edilmez. "Mehr-i misil" şeklindeki sözlerinin izahı da şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Herhangi bir kadın, eğer velisinin izni olmaksızın nikâhlanacak olsa, onun bu nikâhı batıldır. Şayet onunla zifafa girilirse o takdirde onun ferci helâl bilinmiş olmasının karşılığında ona mehr-i misil vardır..." Ebû Dâvûd, Nikâh 19; Tirmizî, Nikâh I4, İbn Mâce, Nikâh 15; Müsned/Vl, 47, 66, 166; Dârakutnî IH, 221; Hakim, el-Müstedrek, IIf 16S; Beyhakî Sünen, VII, 169, 202 ve 223-224'de. Dârimî Nikâh 11.

İbn Huveyzimendâd der ki: Âyet-i kerimenin mut'a nikâhının câiz oluşu şeklinde yorumlanması yerinde değildir, doğru olamaz. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), mut'a nikâhını yasaklamış ve haram kılmıştır. Diğer taraftan yüce Allah da:

"Onları velilerinin izniyle nikâhlayın" (en-Nisa, 4/25) diye buyurmaktadır. Bilindiği gibi, velilerin izniyle yapılan nikâh şer'î bir nikâh olan ve bir veli ile iki şahidin huzurunda yapılan nikâhtır. Mut'a nikâhı ise böyle değildir. Cumhûr der ki: Bundan kasıt İslâmın ilk dönemlerinde uygulanan mut'a nikâhıdır. İbn Abbâs, Ubey ve İbn Cübeyr ise, âyet-i kerimenin bu bölümünü şöylece okumuşlardır: O halde onlardan hangisi ile belli bir süreye kadar faydalandı iseniz, ondan dolayı onlara mehirlerini veriniz". Ancak daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu nikâhı yasaklamıştır. Said b. el-Müseyyeb der ki: Bunu miras ile ilgili âyet-i kerîme nesh etmiştir. Çünkü mut'a da miras sözkonusu değildi. Âişe ile el-Kasim b. Muhammed ise der ki: Mut'anın haram kılmışı da, nesh olunuşu da Kur'ân-ı Kerîm’dedir. Bu da yüce Allah'ın şu âyetinde yer almaktadır:

"Ve onlar ırzlarını korurlar, meğerki eşlerinden yakut sahih oldukları cariyelerinden müstesna. O vakit onlar kınanmazlar." (el-Mu'minun, 23/5-6) Mut'a ise ne nikâhtır, ne de cariye olarak mülkiyet edinmektir.

Dârakutnî, Ali b. Ebî Tâlib'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mut'a nikâhını yasakladı. (Hazret-i Ali) dedi ki: Mut'a nikâhı evlenme imkânı bulamayan kimse içindi. Ama karı-koca arasında nikâh, talâk, İddet ve mirasa dair hükümler nâzil olunca nesh olundu. Dârakutnî, 111, 259-260 Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği de rivâyet edilmiştir: Ramazan orucu, her türlü orucu (farziyetini) nesh etti. Zekat, her türlü sadakayı (farziyetini) nesh etti. Boşama, iddet ve miras da mutVyı nesh etti. Udhiye (kurban bayramı, kurban kesmek.) da her türlü kurbanı nesh etti. Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, 11, 486. İbn Mes'ûd'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Muta nesh olunmuştur. Onu, talâk, iddet ve miras neshetmiştir. Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, 11, 486. Ancak Ali (radıyallahü anh)'ın sözü olarak. Atâ da İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Mut'a nikâhı, ancak yüce Allah'tan kendisiyle kullarına merhamet buyurduğu bir rahmet idi. Şayet, Ömer'in onu yasaklaması olmasaydı, bedbaht olan kimseler dışında zina eden olmazdı.

10. Mut'a Nikâhının Kaç Defa Mubah Kılınıp Nesh Olunduğu:

İlim adamları mut'anın kaç defa mubah kılınıp nesh olunduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Müslim'in Sahih’inde Abdullah b. Mes'ûd'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte kadınlarımız olmaksızın gazaya çıkardık. Biz: Kendimizi hadımlaştırmayalım mı? diye sorduk. Ancak o bize bunu yasakladı. Sonra da belli bir süreye kadar elbise karşılığında kadınları nikâhlamaya ruhsat verdi. Buhârî, Nikâh 8; Müslim, Nikâh 11; Müsned, I, 420, 432; ayrıca bk: Buhârî, Tefsir 5. Sûre, 9; Tirmizî, Nikâh 2; Nesâî, Nikâh 4; İbn Mâce, Nikâh 2; Dârimî, Nikâh 1, 2; Müsned, I, 175, 176, 183, 385, 390, 450.

Ebû Hatim el-Büstî Sahih'inde der ki: Onların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: "Kendimizi hadımlaştırmayalım mı" diye sormaları, mut'anın, kendilerine bu şekilde faydalanma mubah kılınmadan önce yasak olduğuna delildir. Çünkü yasak olmasaydı, onların böyle bir soru sormalarının anlamı olmazdı. Daha sonra onlara gazada iken belli bir süreye kadar elbise karşılığında kadınları nikâhlamalarına ruhsat verildi. Sonra yine Hayber yolunda mut'ayı yasakladı. Sonra yine mut'aya Fetih yılı izin verdi. Daha sonra üçüncü defa akabinde onu haram kıldı. Ve artık o, Kıyâmet gününe kadar haram kılınmıştır.

İbnül-Arabî der ki: Kadınlarla mut'a yapmaya gelince, bu şeriatin garip hadiselerin dendir. Zira önce İslâm'ın ilk dönemlerinde mubah kılınmıştı.

Daha sonra Hayber yılı haram kılındı. Sonra Evtas gazasında mubah kılındı. Bundan sonra yine haram kılındı ve haram kılma işi nihai bir şekil olarak devam etti Şeriatte buna benzer Kıble meselesi dışında bir mesele daha yoktur. Çünkü Kıblede de nesh iki defa takahhuk etmiş, bundan sonra nihai şeklini almıştır. Bu hususta konu ile ilgili hadislerin çeşitli yollarını bir araya getirenler şöyle demektedir: Bu rivâyetler mut'anın yedi defa helâl ve haram kılınmış olmasını gerektirmektedir. İbn Ebi Amra, İslâm'ın ilk dönemlerinde mubah olduğunu rivâyet ettiği gibi, Seleme b. el-Ekva ise, bunun Evtas gazvesinde mübalı kılınmış olduğunu rivâyet etmektedir, Hazret-i Ali'nin rivâyetinden ise, bunun Hayber günü haram kılınmış olduğu anlaşılmaktadır. er-Rabi' b. Sebre rivâyetinden, fetih günü mubah kılındığı anlaşılmaktadır.

Derim ki: Bütün bu rivâyet yollarının hepsi, Müslim'in Sahih'inde vardır. Bk. Müslim, Nikâh 13-32. Başka hadis kitaplarında ise, Hazret-i Ali'den, HZ- Peygamberin bunu Tebûk gazvesinde yasakladığı yer almaktadır. Bunu İshak b. Raşid, ez-Zührî'den, o, Abdullah b. Muhammed b. Ali'den, o, babasından o da Hazret-i Ali'den rivâyet etmiştir. Şu kadar varki, İshak b. Raşid'in, İbn Şihab (ez-Zührî) den yaptığı bu rivâyete uyan bulunmamıştır. Bunu Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr)- Allahın rahmeti üzerine olsun- söylemiştir. İbn Abdi’l-Berr, el-lstizkar, XVI, 289. Ebû Dâvûd'un Musennefinde, er-Rabi' b. Sebre'den gelen rivâyete göre, muta Veda haccında yasaklanmıştır. Ebû Dâvûd, bu hususta gelen en sahih rivâyetin bu olduğu görüşündedir. Ebû Dâvûd, Nikâh 13.

Amr, el-Hasen'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Mut'a, kaza umresinde üç gün helâl kılınmış olması müstesna, hiç bir zaman helâl kılınmış değildir. Bundan önce de helâl kılınmamıştı, daha sonra da helâl kılınmadı. Bu, aynı zamanda Sebre'den de rivâyet edilmiştir İşte bunlar, mut'anın helâl ve haram kılındığı yedi ayrı yerdir.

Ebû Cafer et-Tahavî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan mut'anın serbest bırakılmış olduğunu rivâyet eden bütün bu ravilers hepsi de yolculukta olduğunu, yasaklamanın ise, bundan sonra yasaklanmış olduğunu haber vermektedirler. Onlardan herhangi bir kimse, bunun ikamet halinde olduğunu haber vermemektedir. İbn Mes'ûd'tan da böylece rivâyet edilmiştir Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bunu, Veda haccında mubah kıldığına dair ifadelerin yer aldığı, Sebre yoluyla gelen hadis ise, bütün bunların hepsinin ihtiva ettiği mana dışında bir ifade taşımaktadır. Biz, bu noktayı tetkik ettik. Ve bunu ancak Abdulaziz b. Ömer b. Abdulaziz'in rivâyetinde bulduk, başkasında rastlayamadik. Bunu İsmail b. Ayyaş, Abdulaziz b. Ömer b. Abdulaziz'den rivâyet etmiştir. O da, bu olayın Mekke fethinde olduğunu, ashâbı kiramın Hazret-i Peygambere bekarlıktan şikâyet ettiklerini, bunun üzerine de bu hususta onlara ruhsat verdiğini nakletmektedir. Veda haccında ise, onların bekarlıktan Hazret-i Peygambere şikâyette bulunmalarına imkân yoktur. Çünkü kadınlarla beraber haccetmişlerdi. Diğer taraftan Mekke'de kadınlarla evlenmeleri de mümkündü, O vakit de, daha önceki gazvelerdeki halde değillerdi.

O halde, şu muhtemeldir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın buna benzer bir hususu gazalarında ve toplu olarak bulunulan yerlerde tekrarlaması adeti olduğundan dolayı, mut'anın haram kılınışım Veda haccında bir daha zikretmiştir Çünkü insanlar, orada birarada idi. Tâ ki, o ana kadar bunu işitmemiş olan kimseler de haram kılındığını işitsin. Bunu bu şekilde tekid etti ki, helâl olduğunu iddia edecek hiçbir kimsenin bir şüphesi kalmasın.

Diğer taraftan Mekkeliler bunu çokça kullanıyorlardı.

11. Mut'a Nikâhına Dair Hükümler:

Leys b. Sa'dr Bukeyr b. el-Eşec'den, o, eş-Şerrid'in mevlâsı Ammar'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İbn Abbâs'a mut'a hakkında sordum. O zina mıdır, nikâh mıdır? diye. Bana; Zina da değildir, nikâh da değildir dedi, Peki nedir? diye sordum, şu cevabı verdi: Mut'a yüce Allah'ın dediği gibidir. Ben de: Peki kadının iddet bekleme yükümlülüğü var mıdır? diye sordum. O, evet bir defa ay hali olmak. Bu sefer, peki birbirlerine mirasçı olurlar mı? diye sordum, hayır dedi. Ebû Ömer dedi ki: Seleften olsun, haleften olsun, ilim adamları, mut'anın mirasın sözkonusu olmadığı, belli bir süreye kadar nikâhlanmak olduğu hususunda kimsenin ihtilafı yoktur. Süre bitimi ile birlikte boşama sözkonusu olmaksızın birbirlerinden ayrılırlar.

İbn Atiyye der ki: "Mut'a, iki şahid, velinin izni ve belli bir süreye kadar erkeğin kadın ile evlenmesi şeklindeydi. Bununla birlikte aralarında mirasçılık sözkonusu olmazdi- Karşılıklı olarak ittifak ettikleri ücreti de kadına verirdi. Süre bitti mi, artık erkeğin kadın aleyhine bir yolu olmazdı. Bununla birlikte rahminin temizliğini gözetirdi. İbn Atiyye'de ifade. "Kadın rahminin temizliğini gözetir" (el-Muharrar el-Veciz, IV. 80) şeklindedir. Çünkü çocuk, hiç şüphesiz ona ilhak edilir. Eğer kadın hamile kalmamışsa, başkası ile nikâhlanması helâl olur. en-Nehhâs'ın Kîtab'ında ise: "Bunda hata vardır. Çocuk mut'a nikâhında babaya İlhak edilmez." İbn Atiyye'de bu ifade şu şekildedir; "Bunda lâfız itibarıyla fahiş bir hata vardır. Mut'a nikâhında çocuğun (babanın nesebine) ilhak edilmeyeceği vehmini vermektedir. (el-Muharrar el-Veciz, IV, 81)

Derim ki: en-Nehhâs'ın ibaresinden anlaşılan budur. Çünkü o, şöyle demektedir: Mut'a, erkeğin kadına ben seninle bir günlüğüne -veya buna benzer bir süre zikreder- evleniyorum. Şu şartla ki, senin iddet bekleme sorumluluğun yoktur Aramızda miras da olmayacaktır, talâk da olmayacaktır. Buna şahidlik edecek bir şahid de olmayacaktır. Bu ise, zinanın tâ kendisidir, İslam'da (böylesi) hiçbir zaman mubah kılınmamıştır. Bundan dolayı Hazret-i Ömer şöyle demiştir: Bana mut'a evliliği yapmış bir adam getirilecek olursa, mutlaka onu taşlar altında gömerim.

12. Mut'a Nikâhı Halinde Had Sözkonusu mudur?

Mut'a nikâhı ile erkek, kadın ile zifafa girecek olursa, erkeğe had vurulup çocuk ona ilhak edilmez mi? Yoksa şüphe dolayısıyla had vurulmaz ve çocuk ona ilhak edilir, ama ta'zir edilip cezalandırılır mı? Bu hususta ilim adamlarımızın iki farklı görüşü vardır.

Bugün için mut'a nikâhının haram olduğu kabul edilmekle birlikte, bazı ilim adamlarının görüşüne göre, çocuk, mut'a nikâhında babaya ilhak edilir denildiğine göre, mubah görüldüğü o dönemde çocuk nasıl olur da babaya ilhak edilmesin? İşte bu, mut'a nikâhının o zamanlar sahih nikâh hükmünde olduğunu göstermektedir. Ancak, süresi belli olması ve miras hususunda ondan farklı idi.

el-Mehdevî, İbn Abbâs'tan şunu nakletmektedir: Mut'a nikâhı, velisiz ve şahidsiz yapılırdı. Ancak, onun bu naklettiğinde belirttiğimiz bu husus dolayısıyla bir zayıflık vardır.

İbnü'l-Arabî der ki: İbn Abbâs mut'a nikâhının câiz olduğunu kabul ediyordu. Sonradan bu görüşten döndüğü de sabit olmuştur. Böylelikle mut'anın haram olduğu hususunda icma gerçekleşmiş olmaktadır.

Mezhebimizde meşhur olan görüşe göre, bir kimse mut'a yapacak olursa recm edilir. Mâlik'ten gelmiş bir diğer rivâyete göre ise, recm edilmez. Çünkü mut'a nikâhı haram değildir.

Fakat bizim mezhebimizin İlim adamları, diğer ilim adamları arasında yalnız kaldıkları garip bir usûl kaidesine dayanarak böyle söylemişlerdir. O garip kaide ise şudur:

Sünnet ile haram kılınan bir şey, acaba Kurân'ı-Kerîm ile haram kılınanlar gibi midir, değil midir? Malîk'ten, bazı Medineli âlimlerimizin rivâyetine göre, bunlar birbirlerine eşit değildir. Ancak bu görüş zayıfür.

Ebû Bekr et-Tartusî der ki; Mut'a nikâhına İmrân b. Husayn, İbn Abbâs, kimi ashâb ve Ehl-i Beytten bir kesim dışında ruhsat veren yoktur,

İbn Abbâs'ın bu husustaki ruhsatı hakkında şair de der ki:

"Kafileye diyorum çünkü burada kalmaklığımız uzun sürdü:

Arkadaş, ne dersin, İbn Abbâs’ın fetvasına göre amel etmeye var mısın?

Yumuşak tenli ve bedenli birisi hakkında...

İnsanlar dönünceye kadar senin sığınağın olsun."

Sair ilim adamları, ashâbın, tabiînin ve selef-i salihin fukahası, bu âyet-i kerimenin, nesh olduğu ve mut'anın haram olduğu görüşündedirler. Ebû Ömer der ki: Mekke halkından olsun, Yemenlilerden olsun, İbn Abbâs'ın ahşabı (onun görüşünü benimseyenler), hepsi de mut'anın İbn Abbâs’ın görüşüne göre helâl olduğunu, diğer İnsanların ise onu haram kıldığını kabul ederler. Ma'mer dedi ki: ez-Zührî der ki: İnsanlar, bu mut'adan o derece nefret ettiler ki, şairin birisi şöyle diyecek kadar İşi ileri götürdü:

"Konuşanın oturması uzun sürünce; dedi ki:

Ey arkadaş, ne dersin, İbn Abbâs'ın fetvasına göre amel etmeye?,.."

13. Mehir Olarak Verilecek Değerin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Ecirlerini: mehirlerini" âyeti, hem mal olanı, hem malın dışında olanı kapsar. O bakımdan mehrin, aynî malların menfaatleri olması da caizdir. Şu kadar var ki bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Mâlik, Müzenî, Leys, Ahmed, Ebû Hanîfe ve arkadaşları bunu kabul etmezler. Ancak Ebû Hanîfe şöyle demektedir: Böyle bir mehri zikrederek evlenecek olursa, nikâh caizdir ve böyle bir mehir kadına zikrolunmamış, miktarı tesbit edilmemiş mehir hükmündedir. Eğer kadın ile gerdeğe girecek olursa, ona mehr-i misil verilir. Şâyet onunla gerdeğe girmeyecek olursa, kadın için mut'a hakkı (uygun bir hediye) vardır. İbnü’l-Kasım Kitabu Muhammed'de bunu mekruh görürken, Esbağ bunu câiz kabul etmektedir, İbn Şâs ise der ki: Öyle bir şey vukua gelirse, ashâbımızın (mezhebimize mensup arkadaşlarımızın) çoğunluğunun görüşüne göre geçerlidir. Ayrıca bu Esbağ'ın İbnü'l-Kasım'dan rivâyetidir.

Şâfiî der ki: Bu durumda nikâh sabittir, Koca, karısına neyi tesbit etmişse onu öğretmesi gerekir. Eğer onu zifafa girmeden önce boşayacak olursa, Şâfiî'nin bu hususta iki görüşü vardır: Bir görüşüne göre: Böyle bir sûreyi öğretmenin ecrinin yarısını kadına verir, diğer görüşüne göre ise, mehr-i mislinin yarısını almayı hakeder.

İshak der ki: Nikâh caizdir. Ebû'l-Hasan el-Lahmî der ki: Bütün bunların câiz olacağını söylemek görüşlerin en güzelidir îcare ve Hacda mülk edinilen, satılan ve alınan diğer mallar gibidirler. Şu kadar var ki Mâlik bunları kerih görmüştür. Çünkü o, mehrin muaccel verilmesini müstehab kabul eder. İcare ve Hac ise müeccel anlamındadır.

Birinci görüşün sahipleri yüce Allah'ın:

"Mallarınızla" buyurmuş olduğunu delil gösterirler. Mal ise hakikatte insanların tama ettikleri, kendisinden yararlanılmak üzere hazırlanan şeydir. îcarede rakabeden yararlanmak ile ilim öğretmenin faydası gibi şeyler ise mal değildir.

Tahavî der ki: Görüş birliği ile kabul edilen esas şudur: Bir adam, bir diğer adamı kendisine ismini belirttiği Kur'ân-ı Kerîm'in bir sûresini öğretmek üzere bir dirhem karşılığında ücretle tutsa, bu câiz değildir. Çünkü icare akidleri ancak iki husustan birisi için câiz olur. Ya bir kumaşı dikmek ve buna benzer muayyen bir iş için yapılır, yahut da muayyen bir süre için yapılır. Eğer bir sûreyi öğretmek üzere birisini ücrette tutacak olursa, böyle bir ücret ne belli bir süre içindir, ne de belli bir iş içindir. Aksine o, o kişiyi bir şeyler öğretmek üzere ücretle tutmuştur. Ancak, öğrenecek kişi, az bir zamanda çok şey de öğrenebilir, uzun bir zamanda az bir şey de öğrenebilir. Aynı şekilde evini Kurân'ı- Kerîm'den herhangi bir sûreyi kendisine öğretmek üzere satacak olursa, yine icareler ile ilgili sözünü ettiğimiz hususlar dolayısıyla câiz olmaz. Öğretmek ile ne menfaatler, ne de aynî mallar mülk olarak edinileni iyeceği ne göre, kıyasen öğretme karşılığında kadının nikâhına malik olunamıyacağı ortaya çıkmaktadır. Başarıya ulaştıran Allah'tır.

Ancak bunu câiz kabul edenler; Sehl b. Sa'd’ın rivâyet ettiği, kendisini Hazret-i Peygambere (evlendirmek üzere) hibe eden kadın ile ilgili hadisi delil gösterirler. Hadisin kaynakları 7. başlıkta gösterilmiştir. Bu Hadîs-i şerîfte Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Haydi git, ben bu kadını Kurân'ı-Kerîm'den bildiğin bölümler karşılığında evlendirdim". Bir diğer rivâyette ise şöyle buyurmuştur: "Haydi git, ben bu kadını seninle evlendirdim, ona Kurân'dan (bildiklerini) öğret". Bu görüşü savunanlar derler ki: İşte bu Hadîs-i şerîfte, nikâh akdinin tahakkuk edip, öğretmek olarak belirlenen mehrin İse, sonraya kaldığına delil vardır. Bu da Hazret-i Peygamberin, "Kurân'dan bildiklerin karşılığında..." âyetinden açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü başa gelen "be" harfi karşılık (ivaz) ifade etmek içindir. Bunu buna karşılık al, yani bunu bunun yerine buna İvaz olarak al, demek gibidir. Diğer rivâyetteki: "Ona öğret" âyeti de öğretme emri hususunda açık bir nassdır. Diğer taraftan hadisin akışı da bütün bunların nikâh için olduğunun tanıklığını yapmaktadır. Böyle bir tutum, adamın Kurân'ı Kerîm'den ezberledikleri dolayısıyla, ona bir ikram olsun diye kabul edilmiştir, şeklindeki söze de iltifat edilmez. Çünkü o takdirde bu "be" harfi "lâm" anlamına gelir. Yani bildiğine mükâfaat olsun diye seni bu kadınla evlendiriyorum, demek olur. İkinci rivâyetteki: "Kurandan bildiklerini ona öğret" sözü bunun böyle olmadığını açıkça ifade etmektedir. Yine Ebû Talha'dan rivâyet edilen, Um Süleym’e talib oluşu ile ilgili rivâyette görüşlerine delil olacak bir taraf yoktur. Bu rivâyete göre, Ebû Talha, Um Süleym'e talib olmuş, o da kendisine müslüman olduğu takdirde onunla evleneceğini söylemiştir, Ebû Talha müslüman olunca Um Süleymle evlendi. O bakımdan o kadının mehrinden daha şerefli bir mehir bilinmemektedir. Çünkü onun mehri İslâm idi, İbn Abdi'l-Berr, et-Temkîd, XXIV, 119 el-İstizkâr, XVI, 82 Bunun delil olamayış sebebi İse, bunun Ebû Talha'ya has oluşudur Aynı şekilde öğretmek ve buna benzer diğer menfaatlerde görülenin aksine islâm oluşda kocadan kadına herhangi bir şey (fayda) ulaşmamaktadır. Hazret-i Şuayb da Hazret-i Mûsa'yı mehri olmak üzere koyunlarına çobanlık etmesi karşılığında kızıyla evlendirmişti. Nitekim buna dair açıklamalar Kasas Sûresi'nde (bk. 28/27, âyet, 11. başlıkta) gelecektir.

İbn Abbâsın rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından birisine: " Ey filan evlendin mi? diye sormuş. Hayır kendisiyle evlenebileceğim bir şeyim yok deyince, Hazret-i Peygamber şöyle sordu: "Sen kul hu vallahu ahed'i biliyor musun?" Adam: Evet biliyorum deyince, Hazret-i Peygamber "işte bu Kurân'ın üçtebirine denktir. Peki Âyete'l- Kürsî'yi biliyor musun?" Adam yine: Biliyorum dedi, Hazret-i Peygamber: "İşte bu da Kurân'ın dörtte birine denktir. Peki Nasr Sûresi'ni (110. süre) bilmiyor musun?" diye sorunca, adam yine; biliyorum deyince, Hazret-i. Peygamber: "Bu da Kurân'ın dörtte birine denktir. Peki ya İza Zülzilet (99. sûre) 'i bilmiyor musun" deyince, yine adam biliyorum dedi. Bu sefer Hazret-i Peygamber: "Bu da Kurân'ın dörtte biri demektir. Evlen, evlen diye buyurdu." Tirmizî, Fedailu'l-Kur'ân 10; Müsned, III, 221. Ancak hadis, İbn Abbâs'tan değil, Enes b. Mâlik'tendir.

Derim ki: Dârakutnî, Sehl ile ilgili hadisi İbn Mes'ûd yoluyla da rivâyet etmiştir. Bu rivâyette, Mâlik'in ve diğerlerinin gösterdiği delili açıklığa kavuşturan bir fazlalık vardır. Bu rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle sormuştur: "Bu kadım kim nikâhlamak ister." Bunun üzerine o adam kalktı ve: Ben ey Allah'ın Rasulü dedi. Hazret-i Peygamber: "Senin malın var mı?” diye sorunca, hayır ey Allah’ın Rasulü, dedi. Hazret-i Peygamber: "Peki Kur'ân'dan (ezber) okuduğun bir bölüm var mı?" diye sorunca adam: Evet dedi. Bakara Sûresi'ni ve mufassal sûrelerden bazılarını biliyorum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu kadını ona Kur'ân okutup öğretmen şartıyla sana nikâhlıyorum. Allah sana rızık olarak verecek olursa da ona karşılık verirsin".

Bunun üzerine o adam bu şartla o kadınla evlendi. İşte bu, -sahih olduğu takdirde- öğretmenin mehir olamayacağına dair açık bir nassdır Dârakutnî ise der ki: Bunu Utbe b. es-Seken tek başına rivâyet etmiştir. O ise hadisi metruk bir kimsedir. Dârakutnî, III, 250, Aradaki; "İşte bu... bir nassdır" cümlesi, Kurtubîye aîttir.

"Tayin edildiği şekilde" kelimesi ise, hal mevkiinde mastar olarak nasb edilmiştir, Yani tayin edilmiş olarak, tayin edildiği gibi demektir.

14. Mehrin Artırılıp Eksiltilmesi:

Yüce Allah'ın:

"Miktarını tayin ettikten sonra da gönül hoşluğu ile uzlaştığınız şey hakkında size bir vebal yoktur" âyeti mehri artırmak veya eksiltmek hususunda vebal sözkonusu değildir, demektir. Mehirin tesbit edilmesinden sonra karşılıklı rıza ile olursa bu mümkündür. Maksat ise, zifafa girmeden önce koca karısını boşayacak olursa, kadının kocayı mehirden ibra etmesi, yahutta kocanın mehri tamamen eksiksiz ödemesidir.

Âyet-i kerimenin mut'a hakkında olduğunu kabul edenler ise bunu şöyle açıklarlar: İşte bu İslam'ın ilk dönemlerinde, mut'a süresini artırmak hususunda karşılıklı rıza ile belirledikleri ücrete bir işarettir.

Çünkü mut’a yasaklanmadan önce, erkek kadın ile, mesela bir dinar karşılığında bir ay süre ile evlenir. Ay sona erdi mi kimi zaman, sen süreyi artır ben de sana mehri artırayım, derdi, İşte bu âyet-i kerîme, (mut'anın câiz olduğu dönemlerde) karşılıklı rıza ile bunun câiz olduğunu açıklamaktadır.

24 ﴿