29

Ey îman edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir rıza ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna. Kendinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah, size çok merhamet edendir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız:

1- Batıl Alış-Veriş Türlerinden; Urbûn (Kaparolu) Alış-Veriş.

Yüce Allah'ın:

"Bâtıl yollarla" âyetinden kasıt, hak olmayan yollarla demektir. Bunun şekilleri ise, Önceden de açıkladığımız gibi, pek çoktur. Bu âyetin ne anlama geldiğini daha önce Bakara Sûresi'nde (2/188. âyet, 3-başlıkta) açıklamış bulunuyoruz,

Batıl yollarla malı yeme türlerinden birisi de, urban satışı diye bilinen satış çeşididir. Urban ile urbun aynı anlamda ve Türkçe'de "pey akçesi" ya da "kaparo" anlamındadır. Hanbelîler, örfte uygulaması görüldüğünden ve bunun câiz olduğuna dair bir takım rivâyetlerin varlığından ötürü, -Cumhûra hilafen- câiz kabul etmişlerdir. Bu şöyle olur: Bir kişi senden mal alır, yahut senden bineğini kiralar. Buna karşılık, bir dirhem veya daha fazla bir para teslim eder. Eğer o malı satın alır yahut bineğe binerse, teslim ettiği bu para malın bedelinden, yahut bineğin kirasından düşülür Şayet malı satın atmaktan vazgeçer, yahut bineği kiralamazsa, daha önce vermiş olduğu para da senin olur. Bu, Hicazlı ve Iraklı bölge fukahâları topluluğuna göre, uygun değildir ve câiz de değildir Çünkü bir çeşit kumar, ğarar ve muhataralı alış-veriştir. Karşılıklı bir ivaz veya hibe sözkonusu olmaksızın, malın batıl bir yolla yeni İme sidir. Böyle bir yolla mal yemek ise kma ile batıldır. Urban satışı, eğer bu şekilde meydana gelirse, kabzdan önce de, sonra da fesh edilen bir satıştır. Şayet mal, mevcut ise, geri verilir. Eğer tüketilmiş İse, o malın kabzedildiği günkü kıymetini geri iade eder.

Aralarında İbn Sirîn, Mücahid, Nail b. Abdülharis ve Zeyd b. Eslem'in de bulunduğu bir topluluktan, belirttiğimiz şekildeki bir urban satışım câiz gördükleri rivâyet edilmiştir. Zeyd b. Eslem de şöyle dermiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu alış-verişi câiz kabul ediyordu, Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) ise der ki: Böyle bir şeyi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in câiz gördüğü sahih bir yolla bilinmemektedir. Şu kadar varki, Abdurrezzak bunu, el-Eslemî'den, o da Zeyd b. Eslem'den mürsel olarak zikretmiştir. Bu ve benzeri bir rivâyet ise delil olamaz. Câiz olan urban satışının, Mâlik'in ve onunla birlikte diğer fakihlerin açıkladıkları şekilde olma ihtimali vardır. O da şöyle olur: Önce ona peşin bir urbun (kaparo) verir, sonra ödemiş olduğu bu miktar, satışın tamamını tercih edecek olursa, ödiyeceği bedelden hesap edilir. Mâlik'ten ve diğerlerinden gelen rivâyete göre bu tür alış-verisin câiz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Mâlik'in Muvatta’''ında, kendisince sika kabul edilen raviden şöyle bir rivâyet kaydedilmektedir: Amr b. Şuayb, babasından, onun, dedesinden rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) urban satışını yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Buyû' 67: İbn Mâce, Ticarât 22: Muvatta’', Buyû’ ; Müsned, II, 183.

(İbn Abdi’l-Berr) Ebû Ömer der ki: İnsanlar burada kendisince sika kabul edilen ravi hakkında tenkitte bulunmuşlardır. Bu konuda söylenen doğruya en yakın olma ihtimali bulunan görüşe göre, o, bu hadisi İbn Lehia, yahut da İbn Vehb'den, o İbn Lehia yoluyla almıştır. Çünkü İbn Lehia bunu Amr b. Şuayb'dan işitmiş ve ondan rivâyet etmiştir. İbn Lehia’dan da bu hadisi, İbn Vehb ve başkaları nakletmişlerdir. İbn Lehia ise, ilim adamlarından birisi olmakla birlikte denildiğine göre onun kitapları yanmıştır. O bakımdan bu tarihten itibaren ezberinden hadis naklettiği takdirde, hata yapardı. İbnü’l-Mübarek ve İbn Vehb’in ondan rivâyetine gelince, bazılarına göre bu sahihtir. Kimisi de, İbn Lehia'nın rivâyet ettiği bütün hadisleri zayıf kabul eder. Oldukça geniş bilgisi vardı, bildiği hadisler de pek çoktu. Şu kadar var ki, hadis âlimlerine göre, onun durumu bizim belirttiğimiz gibidir.

2. Karşılıklı Rızaya Dayalı Ticaret:

Yüce Allah'ın:

"Aranızda karşılıklı bir rıza ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna" âyeti munkatı bir istisnadır. Yani, ama karşılıktı rıza ile yapılan ticaret yoluyla yiyebilirsiniz. Ticaret ise, alış-veriştir. Bu âyet, yüce Allah'ın -önceden de geçtiği gibi-

"Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır" (el-Bakara, 2/285) âyetini andırmaktadır.

Ticaret" kelimesi merfu' olarak da okunmuştur. Yani ortada bir ticaret olması hali müstesna, demek olur. Sîbeveyh de buna uygun olarak, şu beyiti zikretmektedir:

"Zühl b. Şeybanoğullarına feda olsun şu devem

Yıldızı bol ve aydınlık bir gün (gece) olursa."

Buradaki -ve benzeri cümlelerdeki- "kine et-tâamme" denir. Çünkü bu, Faili ile birlikte tam bir anlam ifade etmekte, ayrıca mef'ûle İhtiyacı kalmamaktadır.

Ticaret" kelimesi, nasb olarak da okunmuştur, o takdirde "kâne" nakısa olur. Çünkü habersiz, sadece ismi ile tamam olmamaktadır. Bu okuyuşa göre de ismi kendi bünyesinde müstetirdir. Dilersen bunu takdir de edebilirsin. Yani, malların ticaret malları olması hali müstesna- Bu durumda, muzaf hazfedilmiş, muzafun ileyh de onun yerine ikame edilmiştir. Buna dair açıklamalar önceden geçmiştir. Yüce Allah'ın;

"Eğer ödeme zorluğu çeken birisi ise..." (el-Bakara, 2/280) âyeti de bu kabildendir.

3. Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Ticaretin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın âyetindeki "ticaret" kelimesi, sözlükte karşılıklı ivazlaşmadan ibarettir. Şanı yüce Allah'ın kuluna yaptığı işlerin bir bölümü olan salih amellere karşılık olarak verdiği ivaza, ecir denilmesi bundan ötürüdür, yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey îman edenler, size, sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?" (es-Saf, 61/10);

"Onlar asla durgunluk bulmayacak bir ticaret umarlar" (Fâtır, 35/29);

"Muhakkak Allah, kendilerine cenneti vermek karşılığında, mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır." (et-Tevbe, 9/111)

Böylelikle yüce Allah, bütün bunlara mecazi olarak alım ve satım ismini vermiştir. Bu da kendisi vasıtasıyla maksatlara ulaşılan alım ve satım akidlerine benzetilerek yapılmıştır. Bu da iki yolla gerçekleşir:

Birincisi, herhangi bir taşıma ve yolculuk olmaksızın, yalnızca mukim halde îketı meydana gelen değişikliklerdir. Bu da fiyatların yükselmesini beklemek ve ihtikârdır. Değerli kimseler, bundan yüz çevirmiş, buna rağbet göstermemiştir. Kendini bilenler de buna iltifat etmemişlerdir.

İkincisi ise, mal ile birlikte yolculuklar yapmak ve onu bir beldeden bir beldeye taşımakla olur. Bu, insanlık sahibi kimselere daha bir yakışır, daha faydalı ve faydası da daha kapsamlıdır. Şu kadar var ki, böyle bir ticaretin tehlikesi daha büyük, aldanma ihtimali daha fazladır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Muhakkak malıyla beraber yolculuk yapan kişi, Allah'ın korudukları müstesna, tehlike ile, helâk olmakla karsı karşıyadır." İbnu'l-Ashâb, en-Nihaye, IV, 98de zikretmektedir. İbn Manzür, Lisânu’l-Arab, II, 72’de bu sözü "bir A'râbî (Bedevî)ye" nisbet etmektedir. Rivâyete göre, Tevrat'ta şöyle denilmiştir: Ey Âdemoğlu, sen yeniden bir yolculuk yap, Ben de sana yeniden bir rızık vereyim. Taberî der ki: Bu âyet-i kerîme ... Taberî, VI, 32’de şöyle denilmektedir: "Bu ayeti kerimede, ticaret ve sanat yoluyla rızık talebini kabul etmeyen mutasavvıfların sözleri yalanlanmaktadır. Çünkü yüce Allah: "Ey îman edenler! Mallarınızı aranızda bâtıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir rıza ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna" diye buyurmaktadır." diyenlerin sözlerinin yanlış olduğunun en açık bir delilidir.

4. İvazlı ve İvazsız Akidler:

Şunu bilki, ivazlı her türlü akid, ivaz hangi şekilde olursa olsun bir ticarettir. Şu kadar var ki, yüce Allah'ın:

"Batıl yollarla" âyeti, Şer'an câiz olmıyan, fâiz yahut İvazın bilinememesi veya şarap, domuz ve buna benzer fâsid bir ivaz tesbit etmek gibi câiz olmayan her türlü ivazı kapsamın dışında tutmuştur.

Yine bu ifade ile, karşılığında ivaz bulunmayan her türlü akid de kapsamın dışına çıkarılmıştır. Karz, sadaka ve -sevap hibesi (karşılığında bir bedel verme şartı koşularak yapılan hibe) olmaması şartıyla- hibe ve teberru akidleri ise, ilgili yerlerinde sözkonusu edilmiş başka delillerle caizdir. Bunlar, ittifakla kabul edilmiş akidlerin iki ayrı bölümünü teşkil etmektedir. Yine bir kardeşinin, seni yemeğe davet etmesi de bu kapsamın dışındadır.

Ebû Dâvûd, İbn Abbâs'tan, yüce Allah'ın:

"Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Aranızda karşılıklı bir rıza ile gerçekleştirdiğiniz bir ticaret olması müstesna" âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Bu âyet-i kerimenin nüzulünden sonra, herhangi bir kimse, başka bir kimsenin yanında yemek yemekten çekinirdi,

Bu, Nûr Sûresi'nde yer alan diğer âyet-i kerimede nesh edildi.

Yüce Allah:

"Âmâya vebal yoktur, topala vebal yoktur, hastaya vebal yoktur ve size de evlerinizden yemeniz dolayısıyla vebal yoktur... sizin için topluca veya ayrı ayrı yemenizde bir vebal yoktur" (en-Nûr, 4/61) diye buyurunca, bu sefer zengin kişi, yakınlarından bir başkasını yemeğine davet eder ve şöyle derdi:

Ben bu yemeği yemekten çekiniyorum, der ve şöyle devam ederdi: Yoksul bir kimse buna benden daha bir hak sahibidir. İşte bu gibi tutumları dolayısıyla, yüce Allah onlara, üzerinde Allah'ın adının anılmış olduğu şeylerden yemek ile, Kitab ehlinin yiyeceklerini helâl kıldı. Ebû Dâvûd Et'ime 6.

5. Satın Alınmak îstenen Malın Tadına Bakmak:

Çarşıdan bir şey satın almak isterken, o malın sahibi satın almadan önce sana: Ye helâl olsun, diyecek olsa dahi sen ondan yeme. Çünkü sana ondan yemek için izin vermesi, satın alasın diyedir. Belki bu alış veriş aranızda gerçekleşmez. O takdirde senin yediğin o şeyde (helâl oluşu açısından) bir şüphe olur. Fakat sana, o şeyin niteliğini anlatsa, sen de ona binaen satın alıp da, o niteliklere sahip olmadığını görürsen, alıp almamakta muhayyersin.

6. Ticarette Gabn:

Cumhûr, ticarette ğabn'ın câiz olduğunu kabul etmektedir. Mesela, bir kişi, yüz dirhem değerindeki bir yakutu, bir dirheme satacak olsa, bu caizdir. Bu yolla o yakutu satın alan kişinin mülkiyeti sahihtir, Kişinin çokça malını değersiz ve az miktardaki bir şeye satması caizdir. Bu, ğabnin miktarı bilindiği takdirde, İlim adamları arasında görüş ayrılığı bulunmayan bir husustur. Nitekim, bağışta bulunacak olursa, hibe caizdir. Ancak bu miktarın bilinmemesi halinde ulemânın farklı görüşleri vardır Kimisi şöyle demiştir:-Gabn miktarını ister bilsin, ister bilmesin, akidde bulunan şahıs reşid, hür ve baliğ olduğu takdirde caizdir.

Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Gabn üçte biri aştığı takdirde merduttur. Gabn’ın mubah olan bölümü, ticaretlerde örfen bilinen ve asıl kıymete yakın olan fiyatlarda olması halindedir. Aşırı ve fahiş ğabn ise mubah değildir. Bunu Mâlik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun )'in arkadaşlarından İbn Vehb demiştir. Ancak birincisi daha sahihtir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), zina eden cariye ile ilgili hadîste şöyle buyurmuştur: "Velev ki kıldan örülmüş bir İp karşılığında dahi olsa, onu satsın." en-Nisâ, 4/25 ayet 20. başlığın baştaraflarında geçti. Kaynağı için oraya bakınız.

Yine Hazret-i Peygamber'in, Hazret-i Ömer'e söylediği şu sözler bunu gerektirmektedir: "Onu sana tek bir dirheme dahi satacak olsa yine onu -atı- alma." Buhârî, Zekât 59; Müslim, Hibat 1; Nesâî, Zekât 100; Muvatta’', Zekat 49. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "İnsanları bırakınız, Allah onların kimini kiminden rızıklandırsın." Müslim, Buyû’ 20; Beyhakî, es-Sünen, V, 568. "İkâmet eden bir kimse, dışardan gelen bedevi bir kimseye satmasın." Buhârî, Buyû’ 70; Müslim, 18-23.

Görüldüğü gibi bütün bu Hadîs-i şerîflerde, ğabn (satılan/satınalınan malın gerçek değerinden az ya da çok miktarda satılması/alınması) miktarının üçte bir veya başka bir oranda olması gibi, azı ya da çoğu arasında herhangi bir ayrım gözetilmemektedir.

7. Alış Verişte Rızanın Mahiyeti ve Buna Dair Hükümler:

Yüce Allah'ın:

"Aranızda karşılıklı bir rıza ile..." âyeti görüldüğü gibi, (bir işin karşılıklı yapıldığını ifade eden) müfaale kipi ile gelmiştir. Çünkü ticaret, iki kişi tarafından yapilır.

İlim adamları karşılıklı rızanın ne olduğu hususunda Farklı kanaatlere sahiptirler. Bir kesim der ki: Karşılıklı rızanın tamam olması ve kesinleşmesi, alış-veriş akdi yapıldıktan sonra bedenen ayrılmadır. Veya birisinin diğerine: tercihini bildir deyip, diğerinin de tercih ettim, demesiyle olur. Bu da yine, akidden sonra olur ve bedenen ayrılmasalar dahi alış veriş kesinlik kazanır. Bunu ashâb ve tabiinden bir topluluk ifade etmiştir. Şâfiî, es-Sevrî, el-Evzaî, el-Leys İbn Uyeyne, İshak ve başkaları da böyle demiştir.

el-Evzaî der ki: Birbirlerinden ayrılmadıkları sürece her iki taraf da muhayyerdir. Bundan üç alış veriş müstesnadır: İslam devlet yöneticisinin (veya yetkilisinin) ganimetleri satışı, mirastaki ortaklık ve ticaretteki ortaklık. Bu üç hususta alış veriş olduğu takdirde, artık alış veriş vacib (bağlayıcı) olur ve taraflar için muhayyerlik sözkonusu olmaz. Yine el-Evzaî der ki: Ayrılmanın sınırı ise, taraflardan herbirisinin diğerinin gözünden kaybolmasıdır But Şamlı fakihlerin görüşüdür, el-leys ise der ki: Aynimak, onlardan birisinin yerinden kalkmasıdır. Ahmed b. Hanbel de şöyle dermiş: Bedenleriyle biribîrlerinden ayrılmadıkları sürece mu hay yerdirler. İster ikisi de: Bunu tercih ettik desinler, ister böyle bir sözü söylemesinler. Bulundukları yerden bedenleri ile ayrılmadıkları sürece (muhayyerlikleri) devam eder. Bu görüşü yine Şâfiî de ifade etmiştir.

Bu hususta varid olan hadisler dolayısıyla bu konuda sahih olan da budur. Aynı zamanda bu kanaat, İbn Ömer, Ebû Berze ve bir gurup ilim adamından da rivâyet edilmiştir.

Mâlik ve Ebû Hanîfe derler ki: Alıç verişin tamam olması, alış veriş akdinin dil ile yapılmasıdır. Bununla akid kesinleşir ve muhayyerlik ortadan kalkar Muhammed b. el-Hasan ise der ki: Hadîs-i şerîfteki: "Alış veriş tarafları birbirlerinden ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler" Buhârî, Buyû’ 19, 22, 42. 44, 45, 46. 47; Müslim, Buyû', 43, 46; Ebû Dâvûd, Buyû'’ 51; Tirmizî, Buyû' 26, Nesâî, Buyû'' 4; İbn Mâce,...17; Dârimî, Buyû’ 15: Muvatta’; Buyû’ 79: Müsned, I, 51. I, 9 vs... hadisinin anlamı şudur: Satıcı, ben bunu sana sattım dediği takdirde, müşteri: Kabul ettim demediği sürece bu sözünden dönebilir. Bu, Ebû Hanîfe'nin de görüşüdür, Mâlikî. mezhebindeki açık ifade de böyledir. Bunu da İbn Huveyzîmendâd nakletmektedir. Bu durumda satıcının dönme hakkı olmadığı da söylenmiştir. Buna dair açıklamalar, daha önce Bakara Sûresinde (2/275. âyet, 16 ve 17-başlıklar da.) geçmiş bulunmaktadır.

Birinci görüşün sahipleri, Semura b. Cundub, Ebû Berze, ibn Ömer, Abdullah b. Amr b. el-Âs, Ebû Hüreyre ve Hakim b. Hızara ile başkalarının rivâyetlerinden sabit olan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Satıcı tarafları birbirlerinden ayrılmadıkları sürece, yahut onlardan birisi diğerine: Tercih et, demedikleri sürece muhayyerdirler." Bu rivâyetler de genellikle az önce kaynağı gösterilen hadisin geçtiği yerlerde geçmektedir.

Bu hadisi, Eyyub Nafi'den, o da İbn Ömer'den rivâyet etmiştir. Hazret-i Peygamberin: "Yahut birini diğerine: Tercih et" demesi, diğer rivâyette yer alan: "Muhayyerlik satışı müstesna" demesi İle: "Onların satışlarının muhayyerlik üzere olması müstesna" Bu rivâyetler de genellikle az önce kaynağı gösterilen hadisin geçtiği yerlerde geçmektedir. ifadelerinin ve benzerlerinin anlamını izah etmektedir. Yani, onlardan birisi diğerine, alış verişin tamamlanmasından sonra: Haydi alış verişin geçerliliğini yahut feshini tercih et, der. Eğer alış verişin geçerli olduğunu tercih ederse, birbirlerinden ayrılmasalar dahi aralarında alış veriş tamam olur. İbn Ömer, -ki bu hadisi rivâyet eden odur- herhangi birisiyle alış veriş yapar ve alış verişin geçerli olmasını isteyecek olursa, az bir şey yürür, sonra geri dönerdi. Usul (fıkıh) kaidelerine göre, bir hadisi rivâyet e-den bir kimse, onun tevilini (yorumunu) daha iyi bilir. Özellikle bu ashâb için böyledir. Çünkü onlar, söylenen sözü daha iyi bilirler ve söylenen durumu daha iyi bellemişlerdir.

Ebû Dâvûd ve Dârakutnî, Ebû'l-Vadî'den şöyle dediğini rivâyetetmektedir: Bir ordu ile birlikte bir seferde bulunuyorduk. Beraberinde at bulunan bir adam geldi. Bizden birisi ona: Şu atı şu köle karşılığında satar mısın? diye sordu. O da: Evet dedi. Atı sattı, sonra da bizimle birlikte geceyi geçirdi. Sabah olunca kalkıp atının yanına gitti- Bizden olan adam ona: Senin atla ne ilgin kaldı ki, bu atı bana satmamış miydin? diye sordu. O da şöyle dedi: Benim böyle bir alış verişe ihtiyacım yok. Satın alan adam: Buna hakkın yok. Sen onu bana satmıştın deyince, hazır bulunanlar ikisine de şöyle dedi: İşte Resûlüllah’ın arkadaşı Ebû Berze buradadır. Haydi onun yanına gidiniz. O da onlara şunu sordu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın hükmüne ikinizde razı mısınız? Her ikisi: Evet dediler. Bunun üzerine Ebû Berze şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler". Ben de sizin birbirinizden ayrıldığınızı görmüyorum.

İşte iki tane sahabi. Bunlar hadisin ne maksatla söylendiğini bilen kimselerdi. Ve bu hadis muktezasınca amel ettiler. Hatta tüm ashâbın uygulaması böyleydi. Salim dedi ki: İbn Ömer dedi ki: Bizler alış veriş yaptığımız takdirde, alan ve satan birbirlerinden ayrılmadıkları sürece her birimiz muhayyer olurdu. (İbn Ömer) dedi ki: Ben ve Osman bir alış veriş yaptık. Ona vadideki malımı arazimi Hayberdeki arazisi karşılığında sattım. (İbn Ömer) der ki: Ona satınca, Osman "ben kendisinden ayrılmadan alış verişi geri çevirir korkusuyla geri geri gitmeye başladım. Bunu Dârakutnî rivâyet ettikten sonra, şunları söyler: Dilciler kelimesinin şeddesiz olarak okunuşu ile şeklinde şeddeli okunuşu arasında fark gözetmişlerdir. Birincisini sözde ayrılmak (Türkçedeki fiyat kesişmek) hakkında, ikincisini ise bedenen ayrılmak hakkında kullanmışlardır. Dârakutnî, III, 6. Ancak dilcilerin bu açıklaması elimizdeki matbu nüshada bulunmamaktadır

Ahmed b. Yahya Sa'leb der ki: Bana İbnü'l-Arâbî haber vererek, el-Mufaddal'dan şunu nakletti; Şeddesiz olarak bu kelime kullanıldığında sözlerin ayrılması demektir. Şeddeli olarak kullanılırsa, iki kişinin ayrılması anlamındadır. O bakımdan sözle ayrılmak hakkında "iftirak" mastarının, bedenen ayrılmak hakkında da "teferruk" mastarının kullanılacağım bildirmiş oldu.

Mâlikîler görüşlerine delil olarak, daha önce Deyn âyetinde (el-Bakara, 2/280. âyette) açıklanan hususları ve yüce Allah'ın:

"Akidlerinizi tamı tamına yerine getiriniz." (el-Mâide, 5/1) âyetini delil göstermişlerdir. İşte burada iki taraf birbirleriyle akidleşmiş bulunuyorlar. Bu hadiste ise, akidlere eksiksiz bağlı kalmak iptal edilmektedir. Devamla derler ki: Ayrılmak bazan nikâh akdi ve yüce Allah’ın fırâk (ayrılık) ismini verdiği talâk'ın vukuu akidlerde olduğu gibi, sözle de olabilir, Nitekim yüce Allah (talâk hakkında) şöyle buyurmaktadır:

"Eğer birbirlerinden ayrılırlarsa, Allah her birini geniş lütfundan zengin kılar." (en-Nisâ, 4/130") Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Ayrılığa düşenler gibi olmayın," (Âl-i İmrân, 3/105) Hazret-i Peygamber de; "Ümmetim... fırkaya ayrılacaktır" Ümmetin fırkalara ayrılacağım bildiren bu tür hadisler için bk.: Ebû Dâvûd Sürme i; Tirmizî Îman 18; İbn. Mâce, Piten 17; Müsned, V, 250, 253, 262, 269 v.s.. diye buyurmuş ve burada bedenleriyle ayrılacaklarından söz edilmemiştir. Dârakutnî ve başkaları Amr b. Şüayb'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Amr dedi ki: Şuayb'ı şöyle derken dinledim: Ben, Abdullah b. Amr'ı şöyle derken dinledim: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim: "Herhangi bir kimse, bir başkasından bir şey satın alacak olursa, yerlerinden ayrılıncaya kadar onların her birisi muhayyerdir. Ancak onların bu alış verişlerinin muhayyerlik alış verişi olması hali müstesnadır. O takdirde onlardan herhangi birisinin, karşı taraf alış verişini geri çevirir korkusuyla arkadaşından ayrılması helal olmaz." Dârakutnî, III, 50.

İşte Mâtikî mezhebi âlimleri derler ki: Bu da ayrılmadan önce alış verişin aralarında tamam olduğunun delilidir. Çünkü, ikâle (alış verişten vazgeçmek) ancak, tamamlanmış olan alış verişlerde sahih olur. Yine derler ki: Hazret-i Peygamber'in: "Alış veriş yapanlar muhayyerdirler" âyetinin anlamı, akid yapmadıkları sürece alış veriş hakkında konuşan ve pazarlık yapanlar muhayyerdirler, demektir Akid tamamlandıktan sonra artık o alış verişte muhayyerlik batıl olur.

Bu iddialara cevap: Bunların sözlü ayrılışı gerekçe diye ileri sürmelerinden kasıt, Âl-i İmrân Sûresi'nde (105. âyette) açıkladığımız gibi dinlerdir. Bazı yerlerde bu açıklama sahih olsa bile, bu konuda bu açıklama doğru değildir. Bunu şöylece açıklayalım: Kendisiyle bir araya gelişin meydana geldiği ve alış verişin tamam olduğu sözün ne olduğunu bize söyleyiniz. Bu, kendisiyle ayrılışın kastedildiği bir söz müdür, yoksa başkası mıdır? Şayet: Başkasıdır, diyecek olurlarsa, bunlar imkânsız bir iddiada bulunmuş ve aklen kabul olunmayacak bir şey söylemiş olurlar. Çünkü ortada bundan başka bir söz bulunmamaktadır. Eğer: Bundan kasıt bizzat o sözün kendisidir diyecek olurlarsa, onlara şöyle denilir: Tarafların kendisiyle biraraya geldikleri ve kendisi vasıtasıyla alış verişlerinin tamam olduğu söz, nasıl ayrıldıkları sözün kendisi olabilir. Bu imkânsızın tâ kendisidir ve tutarsız bir sözdür. Hazret-i Peygamber'in: "Arkadaşı vazgeçer korkusu ile onlardan herhangi birisinin diğerinden ayrılması helal değildir" âyetinin anlamına gelince -eğer bu sahih ise- mendupluk ifade eder. Buna da Hazret-i Peygamber'in: "Kim bir müslümanın ikalesini (alış verişi geri çevirmek istemesini) kabul ederse, Allah da onun bir tökezlemesini bağışlar." Ebû Dâvûd, Buyû’ 52; İbn Mâce, Ticarât 26. âyeti delildir. Yine müslümanların, hadisin zahirinden anlaşılanın hilafına böyle bir şeyin (ayrılmanın) helâl oluşu üzerinde icma etmiş olmaları da buna delildir.

Bir başka delil de onların, alış verişin geçerli olması ve -bizzat kendisinin istemesi hali dışında- alış verişinden vazgeçmemesi için ayrılmasının câiz oluşu üzerinde icma etmiş olmalarıdır. Müslümanların bu husus üzerinde böylece icma etmiş olmaları: "...helâl değildir" rivâyetini, eğer bundan kasıt mendupluk ifade etmesi değil ise, reddetmeleridir. Bu rivâyetten kasıt bu değilse, icmâ ile bâtıldır.

Alış veriş yapan iki kişinin, pazarlık yapan kişiler diye tevil edilmesine gelince, bu da lâfzın zahirim bırakıp başka manaların peşine yönelmektir. Çünkü bu, alış veriş yapanlar akidlerinin tamamlanmasından sonra, meclislerinde bulundukları sürece muhayyerdirler, anlamındadır. Taraflardan birisinin diğerine: Haydi tercihini yap deyip, onun da tercihini bildirmiş olması hali bundan müstesnadır. Birbirlerinden ayrılmayacak olsalar dahi artık atış veriş (yapılmış veya yapılmamış olsun) kesinlik kazanmış olur. Buna göre ortada bir muhayyerlik kabul edilecek olursa, kabul edilen bu muhayyerliğin, muhayyerlik şartı ile alış veriş yapılması demektir. Böyle bir muhayyerlik, bedeni ayrılıktan sonra da devam eder. Bu bölüme dair tamamlayıcı bilgiler, hilaf (mezhepler arası görüş ayrılıklarını ele alan) kitaplardadır.

Amr b. Şuayb'ın: "Babamı şöyle derken dinledim" demesi de onun rivâyet ettiği hadisin sıhhatine bir delildir. Çünkü Dârakutnî şöyle demektedir: Bize Ebû Bekir en-Neysaburî anlattı, bize Muhammed b. Ali el-Verrâk anlattı dedf ki: Ben Ahmed b. Hanbel'e şöyle dedim: Şuayb babasından herhangi birşey dinledi mi? O şöyle dedi: (Şuayb), Babam bana nakletti der Ben şöyle dedim: Peki, babası Abdullah b. Amr'dan (hadis) dinledi mi? O: Evet, görüşüme göre ondan hadis dinlemiştir. Dârakutnî dedi ki: Ben Ebû Bekr en-Neysaburîyi şöyle derken dinledim: O, Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. el-As'dır. Amr b. Şuayb'ın babasının Şuayb'dan hadis dinlemesi, Şuayb'ın da dedesi Abdullah b. Amr'dan hadis dinlemesi sahih olarak sabit olmuştur. Dârakutnî, III 50.

8. Doğru Sözlü Tacir:

Dârakutnî, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Doğru sözlü, güvenilir ve müslüman tacir, Kıyâmet gününde peygamberlerle, sıddîklarla ve şehidlerle birlikte olacaktır." Dârakutnî, III, 7.

Tacirin malının propagandasını yapmak ve onu güzel göstermek için yemin etmesi, yahut da malını sunarken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Sallallahu alâ Muhammed, bu ne kadar güzeldir! diyerek salavât getirmesi mekruhtur. Ticaretle uğraşanın, ticaretinin kendisini farzları eda etmekten alıkoymaması müstehaptır.

Namaz vakti geldiği takdirde, şu âyet-i kerimenin sözünü ettiği kimselerden olabilmesi için ticaretini bırakması gerekir;

"Onlar öyle erlerdir ki, ne ticaret, ne de kârlı bir alış veriş kendilerini Allah'ı anmaktan... alıkoymaz." (en-Nür, 24/37) İleride gelecektir.

9- Cahil Safîlerin Yanlış Kanaati:

Bu âyet-i kerîme ile naklettiğimiz Hadîs-i şerîflerde, ticaret ve sanayi ile geçimini talep etmeyi kabul etmeyen cahil sufilerin görüşleri reddedilmektedir. Çünkü yüce Allah, malların batıl yollarla yenilmesini haram kılmış, ticaret ile helâl kılmıştır. Bu da gayet açık bir gerçektir.

10. Can Öldürmek:

Yüce Allah'ın:

"Kendinizi öldürmeyin" âyetinde yer alan "öldürmeyin" kelimesini el-Hasen; çokluk ifade eden, diye okumuştur.

Tefsir âlimleri, bu âyet-i kerimeden maksadın, insanların birbirlerini öldürmelerini nehyetmek olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Diğer taraftan âyet-i kerimenin lâfzı, bir kimsenin dünyaya olan hırsı ve mal isteği uğrunda maksatlı olarak kendisini öldürmesi yasağını da kapsamaktadır. Bu ise, kişinin kendisini telef olmaya götürecek aldatıcı işlere itmesi suretiyle olur. Yüce Allah'ın:

"Kendinizi öldürmeyin" âyetinin kızgınlık veya öfke halinde öldürmeyin, anlamına geldiği de söylenebilir. Ama yasak, bütün bunları kapsamaktadır. Amr b. el-As, Zâtüsselâsil gazvesinde; telef olurum korkusuyla cünüp olduğu vakit soğuk suyla gusletmeyi kabul etmediğinde, bu âyet-i kerimeyi delil göstermişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onun bu şekilde delil göstermesine karşı çıkmayıp, birşey söylemeksizin bundan dolayı gülmüştü, Bu hadisi Ebû Dâvûd ve başkaları rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Tahâre 124. ileride gelecektir.

29 ﴿