36Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşularınıza ve uzak komşularınıza, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah, büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez. Bu âyete dair açıklamalarımızı onsekiz başlık altında sunacağız: 1- Allah'a Şirk Koşmaksızın İbadet: İlim adamları icma ile bu âyet-i kerimenin, üzerinde ittifak olunan muhkem âyetlerden olduğunu, bundan hiç bir şeyin nesh olmadığını kabul etmişlerdir. Aynı şekilde bütün (ilâhî) kitaplarda da bu âyet-i kerîme böylece yer almıştır. Bu böyle olmasaydı dahi, buna dair Kitabta bir hüküm indirilmemiş olsa bile, aklî bakımdan bu böylece bilinecekti. Daha önce ubudiyetin hüküm koymak ve tercihte bulunmak (ihtiyar) yetkisine sahip olana (Allah'a) karşı zillet arzetmek ve ihtiyacını sunmak anlamında olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah, kullarına kendisinin huzurunda zilletlerini arzetmelerini ve bunu yaparken de ihlâslı olmalarını emretmektedir. Âyet-i kerîme, amellerin Allah'a ihlâs ile yapılmaları, riya ve benzeri şeylerin şaibelerinden arındırılmaları gerektiği hususunda aslî bir dayanaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ederse salih bir amel işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak tutmasın." (el-Kehf, 18/110) Bu o, kadar önemlidir ki, bazı ilim adamlarımız şöyle demiştir: Bir kişi serinlemek kastıyla abdest alsa, yahut midesini rahatlatmak için oruç tutsa, bununla beraber de yüce Allah'a yaklaşmayı niyet eıse, bu yeterli olmaz. Çünkü o, Allah'a yakınlaşmak niyetine bir de dünyevî bir niyeti karıştırmıştır. Halbuki, halis olmayan amel, Allah için olamaz. Nitekim yüce Allah: "Şunu bilki, halis din yalnız Allah'ındır" (ez-Zümer, 39/5) diye buyurmaktadır. Yine bir başka yerde de: "Onlar Allah'a ancak dini yalnız O'na halis kılanlar olarak ibadet etmekle etnrolundular" (el-Beyyine, 93/5.) diye buyurmaktadır. Aynı şekilde İmâm olarak namaz kıldırmakta olan bir kimse, bir başkasının rükûa eğilmekte olduğunu hissedecek olursa, onu (rükûdan kalkma vakti sona ermişse) beklemez. Çünkü, onun da rükûa eğilmesini beklemek suretiyle rükûnun yüce Allah'a ihlâsla yapılmış olmasını ortadan kaldırır. Müslim'in Sahihinde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şanı yüce ve mübarek olan Allah buyurdu ki: "Ben ortaklar arasında şirke en muhtaç olmayanım. Her kim bir amel işleyip de o amelde Benimle beraber Benden başkasını ortak edecek olursa, onu o şirk koşmasıyla başbaşa terkederim." Müslim, Zühd 46; İbn Mâce, Zühd 21. Dârakutnî Enes b. Mâlik'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasulûllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kıyâmet gününde mühürlü sabiteler getirilir. Bunlar yüce Allah'ın huzurunda dikilir. Yüce Allah meleklere bunu bırakın, bunu kabul edin, diye buyurur. Melekler derler ki: İzzetin hakkı için biz hayırdan başka birşey görmemiştik (de ona binaen yazmıştık). Aziz ve celil olan Allah, -ki O, en iyi bilendir- şöyle buyurur: Bu benden başkası içindi. Ben bugün ancak kendisiyle Benim rızam aranmış bulunan ameli kabul ediyorum," Dârakutnî, l. 51. Yine Dârakutnî, ed-Dahhâk b. Kays el-Fihrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhakkak yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben hayırlı bir ortağım. Her kim Benimle birisini ortak koşacak olursa, o şey Benim ortağıma aittir. Ey insanlar, amellerinizi ihlasla, yalnız yüce Allah için yapınız. Çünkü muhakkak Allah, ancak kendisi için ihlâsla yapılanı kabul eder. Hiçbir zaman bu Allah içindir ve akrabalık hakkı İçindir, demeyinim. Çünkü o takdirde o, akrabalık hakkı için olur. Ondan Allah için hiçbirşey olmaz. Hiçbir zaman; Bu Allah içindir ve bu sizin içindir, demeyiniz, O takdirde o, (hepsi) sizin için dediğiniz kimseler için olur ve onlardan yüce Allaha ait hiçbir şey olmaz." Dârakutnî, 1, 51. Bu husus sabit olduğuna göre, şunu bil ki, ilim adamlarımız (Allah onlardan razı olsun) şöyle demişlerdin Şirkin üç mertebesi vardır ve hepsi de haramdır. Şirkin esası, ulûhiyetinde Allah'ın ortağının bulunduğuna inanmaktır. İşte en büyük şirk ve cahiliye şirki budur. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 4/48) Âyetinde kastedilen şirk de budur. Bundan hemen bir sonraki mertebe ise, fiilinde yüce Allah'ın ortağı olduğuna inanmaktır Bu da: Allah'tan başka herhangi bir varlık, bir fiili bağımsız olarak meydana getirip icad eder, diyenlerin görüşüdür. Böyle bir varlığın ayrıca ilâh olduğuna inanmasa dahi bu bir şirktir. Bu ümmetin mecusileri olarak bilinen Kaderiyye gibi. Cibril Hadisinde de görüldüğü gibi, İbn Ömer, bunlardan uzak olduğunu ifade etmiştir. Cibril hadîsi aslında pek çok yerde geçmekle birlikte; İbn Ömer'in söylediği bu sözlerin de yer aldığı rivâyetlerin geçtiği yerler şunlardır: Müslim, Îman 1; Ebû Dâvûd, Simne 16; Tirmizî, îman 4; Müsned, II, 107. Bundan sonraki mertebe ise, ibadette Allah'a ortak koşmaktır ki, bu da riyakârlıktır. Riyakârlık ise, yüce Allah'ın yalnızca kendisi için yapılmasını emretmiş olduğu İbadetlerden herhangi birisini başkası için yapmak demektir. İşte haram oluşunu beyan etmek üzere birçok âyet-i kerimelerin ve Hadîs-i şerîfin varid olduğu şirk türü de budur. Bu amelleri iptal eden bir iştir. Ve oldukça gizlidir. Cahil ve anlayışsız olan kimseler bunu bilemezler. Allah, Haris el-Muhasibî'den razı olsun ki, o bunu, er-Riâye adlı eserinde açıklamıştır. Ve riyanın amelleri bozduğunu da beyan etmiştir. İbn Mâce'nin Sünenînde, Ebû Said b. Ebi Fedale el-Ensarîden -ki ashâb-ı ki ramdandır- şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah buyurdu ki: "Allah kendisinde hiç bir şüphenin bulunmadığı bir gün olan Kıyâmet gününde, öncekileri de sonrakileri de toplayıp biraraya getirdiğinde, bir münadi şöyle seselenecektir: Her kim, aziz ve celil olan Allah için yapması gereken amelinde bir başkasını ortak koşmuş ise, haydi gitsin o amelinin ecrini Allah'tan başkasının nezdinde arasın. Çünkü şüphesiz Allah, ortaklar arasında, ortaklığa en ihtiyacı olmayandır." İbn Mâce, Zühd 21; Müsned, III, 466, IV, 215. İbn Mâce'de, Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Bizler el-Mesih el-Deccal hakkında konuşurken, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkageldi ve şöyle dedi: "Bence sizin için el-Mesih el-Deccal'den daha da korkulması gereken bir şeyi size haber vereyim mi?”. Ebû Said el-Hudrî dedi ki: Evet bildir, Ey Allah'ın Rasulü dedik. Şöyle buyurdu; "O, gizli şirktir; kişi namaza kalkar durur da, bir kişinin kendisine baktığını gördüğünden dolayı namazını süslemesidir." İbn Mâce, Zühd 21 İbn Mâce'de Şeddad b. Evs'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a şirk koşmalarıdır. Ben onların güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Şu kadar var ki, Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve itaat edecekleri gizli bir şehvetten (korkuyorum)." İbn Mâce, Zühd 21; Müsned, IV, 124. Bunu ayrıca Tirmizî el-Hakîm (Nevâdirü’l-Usûl'de) Tirmizî, el-Hakim, Nevadiri'l-Usul, II, 585. rivâyet etmiştir, ileride el-Kehf Sûresi'nin sonlarında (18/110. âyetin tefsirinde) bu Hadîs-i şerîf gelecektir, orada ayrıca gizli şehvetin mahiyeti de açıklanacaktır. Hadisin Müsned, IV, 124 ile Nevadiru'l-Usûl, II. 585'te yer alan rivâyetlerinde "gizli şehvet" böylece açıklanmaktadır. (Ayrıca; el-Heysemî. Mecmau'z-Zevâid, III, 201) İbn Lehîa de, Yezid b. Ebi Habib'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gizli şehvet hakkında soru soruldu da o da şöyle buyurdu: "Gizli şehvet, kişinin gelip etrafında oturulmasını sevdiği için öğrenmesidir." Sehl b. Abdullah et-Tüsteri (radıyallahü anh) der ki: Riya üç türlüdür. Birincisi, kişinin fiilini aslı itibarı ile Allah'tan başkası için yapması ve bununla beraber o fiilinin Allah için yaptığım bilinmesini istemesidir. Bu bir çeşit münafıklık ve imanda şüpheye düşmektir. İkinci çeşit; Bir işe Allah için başlar, Allah'tan başkası da ona muttali oldu mu, bundan sevinir ve gayrete gelir. Böyle bir kimse tevbe edecek olursa, bütün yaptığını yeniden iade etmelidir. Üçüncüsü ise, ihlâs ile bir amele başlayıp, Allah için o amelini bitirir, bu hali ile o kişi bilinir ve bundan dolayı övülür, o da bu övülmeden huzur duyarsa, işte yüce Allah'ın yasakladığı riya budur. Sehl der ki: Lukman, oğluna şöyle demiş: Riyakârlık, amelinin ecrini dünya yurdunda istemendir. Halbuki, iyi insanların ameli âhiret için olmalıdır. Ona riyanın İlacı nedir diye sorulunca, o da ameli gizlemektir dedi. Peki, amel nasıl gizlenilir diye sorulunca, şöyle dedi; Açıktan yapmakla mükellef tutulduğun amele ancak ihlâs ile gir (başla). Açığa vurmakla mükellef tutulmadığın şeye de, Allah'tan başka hiçbir kimsenin muttali olmasını isteme- Yine devamla der ki: İnsanların muttali olduğu hiçbir ameli sen amelden sayma. Eyyûb es-Sahüyanî der ki: Ameli dolayısıyla mevkiinin bilinmesini istiyen bir kimse akıllı bir kimse değildir. Derim ki: Sehl'in: "Bir amele ihlâs ile başlayıp..." ifadesi ile ilgili olarak şunları söyliyelim: Eğer o kişinin, başkalarının söyledikleri dolayısıyla huzur ve sükûn bulup sevinmesi, kalplerinde yer edip bundan dolayı kendisini övmeleri, ona saygı ve ta'zim göstermeleri, iyilikte bulunmaları, onlardan elde etmeyi İstediği mal ve bundan başka birtakım şeylere nail olmak için olursa, bu yerilen bir şeydir. Çünkü, böyle birisinin kalbi, onların o ameline muttali olmaları dolayısıyla sevinçle dolup taşmış demektir. Velevki onlar, o amelini yapıp bitirdikten sonra muttali olmuş olsunlar. Kendisi ameline muttali olmalarım sevmemekle, Allah'ın insanları muttali kılmasını sevmekle ve Allah'ın lütfü dolayısıyla sevinmesine gelince; onun bu sevinci Allah’ın lütfuyla bir itaat olur. Nitekim yüce Allah, şöyle buyurmaktadır; "De ki, Allah'ın lütfü ve rahmetiyiz ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların toplaya geldiklerinden daha hayırlıdır." (Yûnus, 10/58). Buna dair geniş açıklamalar ve bu açıklamaların tamamlanması, el-Muhasibî'nin er-Riaye adlı eserindedir. Bu bilgilere vakıf olmak isteyenler, oraya baksınlar. Yine Sehl'e, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ben bir ameli gizlice yapıyorum da, ona muttali olunur ve bundan dolayı bu benim hoşuma gider." İbn Mâce, Zühd 25; Tirmizî, Zühd 49. Hadisi sorulunca şu cevabı vermiş: Bunun hoşuna gitmesi Allah'ın açığa vurduğu ameli dolayısıyla şükretmesi bakımından veya buna benzer bir cihetten dolayıdır. İşte bu açıklamalar, riyakârlık ve amellerin Allah için ihlâs ile yapılması gereğine dair yeterli özettir Bakara Sûresi'nde (2/139- âyette) İhlasın gerçek mahiyeti ile ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun. Yüce Allah'ın: "Ana-babaya... iyilik edin" âyetine gelince, (köle olmaları halinde) anne-babayı azad etmenin, onlara yapılacak iyilikler tümiesinden olduğu bu sûrenin baş tarafında açıklanmış bulunmaktadır. İleride Subhân (el-İsra) Sûresi'nde onlara iyilik yapmanın hükmü (17/23-24. âyetlerin tefsirinde 2-14. başlsklarda) yeterince açıklanacaktır. İbn Ebî Able, "iyilik yapın" kelimesini ötrelî olarak şeklinde okumuştur. Yani onlara iyilik yapmak vaciptir. Diğerleri ise onlara iyilik yapın, anlamında olmak üzere bu kelimeyi nasb ile okumuşlardır. İlim adamları der ki: Lütuf ve ihsanda bulunan yaratıcıdan sonra, şükre, iyi davranmaya, onlara iyilik ve itaatle bağlı kalmaya, boyun eymeğe en lâyık olan kimseler, Allah'ın kendisine ibadet, itaat ve şükrü ile iyilikte bulunmayı zikrettiği kimselerdir. Bunlarsa anne ve babadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bana ve anne-baba na şükret diye..." (Lukman, 31/14) İkisi de Vasıflı olan Şube ve Huşeym'ün Ya'la b. Atâ'dan o, babasından o, Abdullah b. Amr b. el-As'dan naklettiğine göre: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Rabbîn rızası, anne-babanın rızasına bağlıdır. Onun gazabı da anne-babanın gazabından ötürüdür." Tirmizî, Birr 3; el-Hâkim , el-Müstedrek, IV, 152. Ancak "anne-baba" anlamına gelen "el-vâlîdeyn" yerine, "baba" anlamına gelen; "el-valid" şeklindedir. Ayrıca bk. el- Heysemî, Mecmau'z Zevaid. VIII, 136. 3. Akrabaya, Yetimlere ve Yoksullara İyilik: Yüce Allahın: "Akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin" âyetine gelince, buna dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/83. âyet, 4 ve 5. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah’ın: "Yakın komşularınıza ve uzak komşularınıza”, iyilik edin" âyetine gelince: Yüce Allah, komşunun korunması, hakkının yerine getirilmesini emretmiş ve onun haklarına gereken riâyetin, gösterilmesini de hem Kitabında, hem Peygamberinin diliyile tavsiye etmiştir. Nitekim yüce Allah, anne-baba ve akrabalardan sonra komşu hakkını sözkonusu ederek: "Yakın komşularınıza" diye buyurduğu gibi: "Uzak komşularınıza" yani yabancı komşularınıza da iyilik edin diye buyurmuştur. "el-Câr el-cunub"u yabancı komşu diye açıklayan İbn Abbâs'tır. Sözlükte de "el-cunub" uzak ve yabancı demekti):. Filan kişi ecnebidir sözü de buradan gelmektedir. Uzaklık anlamına gelen "cenabet" de böyledir. Dilciler şu beyiti zikrederler: "Artık sen beni Nâil'den uzak tutmak suretiyle mahrum bırakma beni; Çünkü ben çadırlar ortasında yabancı kalmış bir kişiyim." Bu beyitin şairi Alkame b. Abde, övdüğü el-Haris b. Cebd'in evinde ashâb bulunan kardeşi Şasi serbest bırakmasını kastediyor (İbn Manzıır, Lisanû'l- Arab, I, 277). el-A'şâ da der ki: "Uzak bir yerden Hureys'e ziyaretçi olarak geldim Fakat Hureys bana birşeyler bağışlamaktan yana donuk idi. el-A'meş ile el-Mufaddal, uzak komşuknmza" âyetini şeklînde ikinci kelimedeki "cim" harfini üstün ve "nun" harfini sakin olarak okumuştur ki, bu da bu kelimenin bir başka söyleyişidir. Arada herhangi bir akrabalık bulunmadığı takdirde denilir. Çoğulu da; şeklinde gelir. Burada bir muzafın takdir edildiği de söylenmiştir. Buna göre; yanı bulunan, komşu takdirindedir. Yan tarafta (bitişik komşu) anlamına geldiği de söylenmiştir. Nevt" eş-Şami der ki: "Yakın komşu”dan kasıt, müslüman komşudur, "uzak komşu”dan kasıt ise, yahudi ve hıristiyan komşudur. Derim ki: Buna göre, komşu hakkına riâyetin tavsiye edilmesi, müslüman olsun, kâfir olsun emrolunmuş ve teşvik olunmuş bir iştir. Sahih olan görüş de budur. İyilik yapmak, bazan gözetmek anlamındadır. Bazan güzel geçinmek, eziyet vermekten uzak durmak ve onu korumak anlamına da gelir. Buhârî, Âişe (radıyallahü anha)'dan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Cebrâîl bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki, nerdeyse onu mirasçı kılacak zannettim." Buhârî, Edeb 28: Müslim, Birr 140; Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Bırr 281 İbn Mâce, Edeb 4; Müsned. 11, 85, 160, 259. Ebû Şureyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Allah'a yemin ederim ki îman etmiş olmaz. Allah'a yemin ederim ki îman etmiş olmaz. Allah'a yemin ederim ki îman etmiş olmaz" -Ey Allahın Rasûlü kim (den sözediyorsunuz)? diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Vereceği sıkıntılardan yana komşusu kendisini emniyette hissetmeyen kişi." Buhârî, Edeb 29; Müslim, Îman 73; Müsned, IV. 31. VI, 3S5. İşte bu, bütün komşular hakkında umumi bir âyettir. Hazret-i Peygamber üç defa yemin etmek suretiyle ve komşusuna eziyet eden bir kimsenin kamil bir îman ile îman etmiş olmayacağını belirterek, komşuya eziyeti terk etmeyi tekid etmiştir, O halde, mü’minin komşusunu eziyet vermekten çekinmesi, Allah'ın ve Rasûlünün yasakladığı şeyden uzak durması, her ikisinin de razı olacağı ve kullarını işlemeye teşvik ettikleri şeylere de rağbet duyması gerekmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Komşular üç türlüdür Bir komşu vardır ki, üç hakkı vardır. Bir komşu vardır ki, iki hakkı vardır. Bir komşu vardır ki, bir hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu, müslüman ve yakın akraba olan komşudur. Bunun komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve müslüman olmak hakkı vardır. İki hakkı bulunan komşu, müslüman komşudur. Bunun müslümanlık dolayısıyla bir hakkı ve komşuluk dolayısıyla bir hakkı vardır. Bir tek hakkı olan komşu ise, kâfir komşudur. Bunun yalnızca komşuluk hakkı vardır. el-Aclunî, Keşfut-Hafâ, I, 328. 5. Yakın Komşu ve Bazı Haklarına Örnekler: Buhârî, Âişe (radıyallahü anha)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Benim iki tane komşum vardır. Bunların hangisine hediye vereyim. Şöyle buyurdu: " Kapısı sana daha yakın olana" Buhârî, Edeb 32, Şufa 3, Hibe 16; Müsned, VI 175- 187. 197 239. Bir gurup ilim adamı, bu Hadîs-i şerîfin, yüce Allah'ın, "Yakın komşularınıza" âyetinden ne kastedildiğini açıkladığı görüşündedir. Bu ise, mesken itibari ile sana yakın olan komşu demektir. "Uzak komşu" isey meskeni senden uzak olandır. Ayrıca bunu, komşu lehine şuf anın gerekliliğine de delil göstermişler ve Hazret-i Peygamberin: "Bitişik komşu buna daha bir hak sahibidir" Buhârî, Şuf’a 2. Hiyel 14,15; Ebû Dâvûd, Buyü', 73; Nesâî, Buyû' 109: İbn Mâce, Şuf’a 2; Müsned, V, 10, 390. hadisi ile desteklemişlerdir. Fakat bunda buna dair delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü Hazret-i Âişe, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a komşulardan kime hediye vermekte başlayacağına dair soru sormuş, Hazret-i Peygamber de, kapısı kendisine daha yakın olandan bağlıyacağını, böyle bir komşunun ötekilerinden daha önce geldiğini bildirmiştir. İbnü'l-Münzir der ki: Bu hadis-i geril;, duvarı bitişik olmıyan kimse hakkında da komşu tabirinin kullanılacağına delildir. Ebû Hanîfe, bu hadisin zahirinden uzaklaşarak şöyle demiştir; Bitişik komşu eğer şufayı istemez, (şufa talebinde bulunmaz) buna karşılık ona bitişik olan ancak (satılan) eve bitişik, yolu da, duvan da yoksa, o komşunun bu evde şuf’a hakkı yoktur. Halbuki genel olarak ilim adamları şöyle demektedir Kişi komşuları lehine bir vasiyette bulunacak olursa, ona bitişik olan komşuya da verilir, diğerlerine de verilir. Ancak Ebû Hanîfe, genel olarak ilim adamlarından (onların kanaatlerinden), ayrılarak: Yalnızca bitişik olan komşuya verilir, demektedir. Komşuluğun sınırı hususunda insanlar farklı görüşlere sahiptir. el-Evzaî şöyle dermiş: Her taraftan kırk ev. İbn Şihab da böyle demiştir. Rivâyet edildiğine göre, bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle demiş: Ben bir kavmin kaldığı mahallede konakladım. Onların arasında bana en yakın komşu olanları bana en fazla eziyet edenleridir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir, Ömer ve Ali'yi mescidlerin kapılarında yüksek sesle şöyle bağırmak üzere gönderdi: "Şunu bilinki, kırk ev komşudur. Komşusu vereceği zararlardan emniyet altında olmıyan bir kimse, cennete giremez." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VIII, 169. Hazret-i Ali b. Ebî Tâlib der ki: Ezan sesini işiten kişi komşudur. Bir kesim de şöyle demiştir: Namaz için kamet getirildiğini duyan kişi o mescidin kornşusudur. Bir diğer kesim de şöyle demektedir; Bir kimse ile aynı mahallede, yahut aynı şehirde oturan kimse komşudur. Yüce Allah da; "Eğer münafıklar... vazgeçmezlerse... sonra da onlar orada ancak az bir zaman seninle komşuluk ederler," (el-Ahzab, 33/60) diye buyurmakta ve böylelikle onların Medine'de bir arada bulunmalarını komşuluk olarak değerlendirmektedir. Komşuluğun bir takım mertebeleri vardır ve biri diğerine daha çok yakındır. Bunların en yakın olanları ise zevcedir. Nitekim şair şöyle demiştir; "Ey komşum, (hanımım) bâin talakla benden boş ol! Sen haydi sen boş oldun." 7. Komşuya İyilik Yapma Örnekleri; Müslim'in Ebû zer'den rivâyet ettiği şu hadiste komşuya iyilik türlerinden bimine örnek Ebû Zer dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ey Ebû Zer, sen bir çorba pişirecek olursan suyunu çok kat ve komşularını gözet." Müslim, Bîrr 142-143; İbn Mâce, Et'ime 58; Dârimî, Et’ime 37; Müsned, V, 161, 171. Böylelikle Hazret-i Peygamber üstün ahlâkî değerlere teşvikte bulunmuştur. Çünkü bu şekildeki davranışlar, karşılıklı sevgiyi, güzel geçimi doğurduğu gibi, ihtiyacı ve fesadı da defederler. Komşu komşusunun penceresinin çıkardığı kokulardan rahatsız olabilir. Belki, onun çoluk çocuğu vardır da, bunların zayıflarının o kokular dolayısıyla o yemeğe canı çeker. Onların. İhtiyaçlarını karşılamak durumunda olan. kimse ise, çoluk çocuğunun acıları ve bundan dolayı karşı karşıya kalacağı mükellefiyet ona ağır gelebilir. Bilhassa onların sorumluları zayıf veya dul bir kadın ise, bu zorluk daha bir artar, bu acı ve hasret daha da ileri derecelere vanr. Denildiğine göre, Hazret-i Yakub'un Hazret-i Yusuf'un ayrılma cezasına sebep bu olmuştu. İşte bütün bunlar onlara götürülüp verilecek bir parça yemeğe onları ortak etmek suretiyle bertaraf edilir İşte bu anlam dolayısıyla Hazret-i Peygamber yakın komşuya hediye vermeyi teşvik etmiştir. Çünkü yakın komşu, komşusunun evine girip çıkana bakar. Bunları gördüğü vakit, bu hususlarda ona ortak olmayı arzular. Yine gaflet ve gafil avlanabilme zamanlarında karşıkarşıya kalabildiği bir ihtiyaç halinde, komşunun yardımına en çabuk koşan yine komşudur. Bundan dolayı evi daha yakın olmakla birlikte kapısı daha yakın olana (hediye vermekle) başlamayı irşad buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. İlim adamları der ki: Hazret-i Peygamber: "Suyunu çok kat!" buyurmakla cimri olana işi kolaylaştırmaya oldukça incelikli bir şekilde dikkat çekmiş, işaret buyurmuştur. Artırılacak olan şeyi parasız olan su diye belirlemiştir. Bundan dolayı o: "Bir çorba pişirdiğin zaman onun etini artır" dememiştir. Çünkü bunu yapmak herkes için kolay değildir Şair ne güzel söylemiş: "Birdir benim tencerem ile komşumun tenceresi O tencere bana gelmeden önce ona gider." Hazret-i Peygamberin: "Sonra komşularından bir aile halkını gör ve onlara bu çorbadan maruf olan birşeyler gönder" Müslim, Birr 143. âyeti sebebiyle hakir görülen ve oldukça basit ve Önemsiz şeyler hediye olarak verilmez. "Onlara maruf olan birşeyler gönder" sözü, hediye olarak verilmesi örf haline gelmiş olan birşey gönder, demektir. Az bir miktar her ne kadar hediye olarak verilen şeylerden ise de? bu azıcık miktar bu seviyeye çıkamıyabilir. Eğer azıcık miktardan fazlasını hediye edemiyecek durumda, ise, onu hediye ediversin ve onu da basit ve önemsiz görmesin. Kendisine hediye verilen kabul etmelidir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ey mü’min kadınlar, sizden herhangi biriniz, yanık bir koyun bacağı olsa dahi komşusuna (yereceği hediyeyi) asla önemsiz görmesin." Bunu Mâlik, Muvattâ adlı eserinde zikretmiştir. Muvatta’', Sadaka 4; Buhârî, Edeb 30, Hibe 1; Zekât 90: Tirmizî, Velâ 6; Müsned, II, 264 307, 432, 493. Biz bu hadisteki "Ey mü’min kadınlar" anlamına gelen: kelimesindeki "mü’mineler" anlamına gelen "el-Mü’minat" kelimesini muzaf olarak değil, merfu olarak kaydetmiş bulunuyoruz. İfadenin takdiri İse: şeklindedir. Nitekim Ey kerim adamlar! denilmesi de böyledir Görüldüğü gibi burada da münâdâ olan; ibaresi hazf edilmiştir. Kadınlar anlamına gelen; kelimesi ise, buna sıfat takdirindedir. Mü’mineler ise "kadınlar" kelimesinin sıfatıdır- Bunun izafet şeklinde diye söyleneceği söylenmiş ise de birincisi daha çok görülen bir husustur. Komşuya gereken şefkati göstererek, onun bir kerestesini (kendi duvarına) yerleştirmesine engel olmamak da komşuya ikram kabilindendîr. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse, komşusunun kendi duvarına bit1 kalası gömüp yerleştirmesine engel olmasın." Daha sonra Ebû Hüreyre şöyle der: Bana ne oluyor ki sizin bundan yüz çevirdiğinizi görüyorum? Allah'a yemin ederim ki, ben bunu sizin huzurunuzda gözünüzün önünde açıkça söylüyeceğim. (Bundan geri durmayacağım). Buhârî, Mezâlim 20; Müslim, Musâkaat 136; Ebû Dâvûd, Akdiye 31; İbn Mâce; Muvatta’', Akdiye, 32; Müsned, II, 240, 463. Buradaki "kalas" kelimesi çoğul olarak ve: Kalaslarına şeklinde çoğul olarak da, tekil olarak da rivâyet edilmiştir. Ayrıca "aranızda, önünüzde" anlamına gelen: kelimesi de kollarınız arasında (veya önünüzde)" anlamına gelecek şekilde: diye de rivâyet edilmiştir. Mutlaka ben bunu atacağım ifadesi ise; ben bu sözü ve bu olayı mutlaka size nakledeceğim! demektir, Buna dayanarak bunun vücup ifade ettiği mi söylenecektir, yoksa mendupluk ifade ettiği mi? Bu hususta ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. Mâlik, Ebû Hanîfe ve arkadaşları bunun komşuya iyilik yapmak, onu müsamaha ile karşılamak, ona ihsanda bulunmaya teşvik anlamında olduğu görüşündedirler Yoksa bu bir vücup ifade etmez. Buna delil ise Hazret-i Peygamber'in: "Gönül hoşluğu ile olmadıkça müslüman bir kimsenin malı helal olmaz" Müsned, V, 72. hadisidir. Derler ki: Hazret-i Peygamberin "Komşusuna engel olmasın" âyetinin anlamı da tıpkı Hazret-i Peygamberin şu buyruğundakî mana gibidir: "Sizden herhangi birisinden hanımı mescide gitmek üzere izin İstiyecek olursa ona engel olmasın. Buhârî, Ezan 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134; Dârimî, Salât 57; Müsned II, 9. Bunun ise herkese göre ifade ettiği mana, kocanın bu hususta göreceği salah ve hayra göre mendupluk ifade ettiğidir. Şâfiî, arkadaşları, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr, Davud b. Ali ve ehl-i hadisten bir gurup da bunun vücup ifade ettiği kanaatindedirler. Derler ki: Şayet Ebû Hüreyre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiklerinden vücup anlamını çıkartmamış olsaydı, vacip olmayan birşeyi onlara vacip kılmazdı. Aynı zamanda bu, Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'ın da görüşüdür. Çünkü o, Muhammed b. Mesleme'nin arazisinden geçecek su arkı ile ilgili meselede, ed-Dahhâk b. Halife'nin lehine, Muhammed b. Mesleme'nin aleyhine hüküm vermiş, Muhammed b. Mesleme: Vallahi olmaz deyince, Hazret-i Ömer de şöyle demişti: "Vallahi onu senin karnının üzerinden olsa dahi ordan geçireceğim" dedikten sonra Hazret-i Ömer, ed-Dahhak'a su arkını oradan geçirmesini emretmiş, ed-Dahhak da böyle yapmıştı. Bunu da Mâlik Muvatta’''da rivâyet etmiştir. Muvatta’', Akdiye 33. Şâfiî de "er-Bed" adlı eserinde Mâlik'in bu bölümde Hazret-i Ömer'e muhalif sahabeden her hangi bir kimse bulunmadığını iddia etmekte ve Mâlik'in bunu rivâyet edip kitabına almasına rağmen bunu delil olarak kabul etmeyip kendi görüşüne istinaden reddetmesini tepki ile karşılamaktadır. Ama Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) şöyle demektedir: Durum Şâfiî'nin iddia ettiği gibi değildir. Çünkü Muhammed b. Mesleme'nin bu husustaki görüşü Hazret-i Ömer'in görüşüne muhalifti. Ensar'ın İbn Abdi’l-berr, el-İstizkâr, XXII, 230 ensarinin" şeklinde, tekil olarak geçmektedir. görüşü de aynı şekilde Hazret-i Ömer'in görüşüne muhalif idi. Abdurrahman b. Avf'ın kendisine ait olan bir suyu, bir başkasının bahçesinden geçirmesi kıssasında ve bunu değiştirmesinde de (Ha. Ömer'e muhalif kanaate sahip olan ashâbın) bulunduğunu görmekteyiz. Ashâb-ı kiram arasında görüş ayrılığı bulunduğu takdirde ise, kıyasa başvurmak gerekir. Kıyas, müslümanların kanlarının, mallarının, ırzlarının özel olarak gönül hoşluğu ile olanları müstesna, birbirlerine haram olduklarına delâlet etmektedir. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sabit olan da budur. Ebû Hüreyre'nin: Bana ne oluyor ki sizin bundan yüz çevirdiğinizi görüyorum. Allah'a yemin ederimki bunu önünüze atacağım, şeklindeki sözü, veya buna benzer ifadesi, bu husustaki kanaatin hilâfına delil olarak gösterilebilir. Ancak birinci görüşün sahipleri şu şekilde cevap vermektedirler: Burada irtifak hakkı gereğince hüküm vermek, sünnetten sabit olan delil ile Hazret-i Peygamberin: "Gönül hoşluğu ile olmadıkça müslüman bir kimsenin malı helal olmaz" âyetinin kapsamı dışına çıkmaktadır. Çünkü bunun anlamı temlik ve tüketmektir. Bu hadiste irtifak hakkıyla alakalı birşey yoktur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisi arasında hüküm bakımından fark gözetmiştir. O bakımdan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fark gözettiği şeylerin aynı hükümde bir arada görülmemesi gerekir. Yine Mâlik şunu nakletmektedir: Medine'de Ebû'l-Muttalip adında bu şekilde hüküm veren bir hakim varmış. Bu görüşün sahipleri ayrıca el-A'meş'in Enes'den rivâyet ettiği şu haberi de delil gösterirler; Enes dedi ki: Uhud gününde bizden bir genç şehid düştü. Annesi yüzündeki toprağı silip: Müjdeler olsun sana, ne mutlu sanaki cennetliksin demeye koyuldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise ona şöyle dedi: "Nerden biliyorsun? Belki o, kendisini ilgilendirmeyen hususlar hakkında söz söyler ve kendisine zarar vermeyen şeylere mani oluyordu." el-A'meş'in Enes'den hadis dinlediği sahih bir rivâyet yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Abdi’l-Berr, a.g.e., XXII, 229-231. Bu açıklamaları Ebû Ömer yapmıştır. Vârid olan'bir Hadîs-i şerîfte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), komşunun irtifak haklarını bir arada zikretmiş bulunmaktadır. Bu hadisi Muaz b. Cebel şöylece rivâyet etmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü Komşunun hakkı nedir? dedik. Şöyle buyurdu: "Senden borç isterse ona borç verirsin. Senden yardım İsterse ona yardım edersin. Muhtaç olursa ona verirsin. Hastalanırsa onu ziyaret edersin. Ölürse cenazesinin arkasından gidersin. Ona bir hayır isabet ederse bu seni sevindirir ve bundan dolayı onu tebrik edersin. Ona bir musibet isabet ederse bu da seni rahatsız etmeli ve bundan dolayı ona taziyetlerini bildirirsin. Tencerenin koku ve dumanı ile onu -ona o tencereden bir kepçe göndermedikçe- rahatsız etmezsin. Yukardan onun evini gözetlemek üzere ve ona gelecek rüzgarı kapatsın diye onun izniyle olmadıkça binanı ondan daha yükseğe çıkarmazsın. Herhangi bir meyve salın alacak olursan ondan ona da hediye gönder. Aksi takdirde gizlice onu evine sok. Çocukların ondan herhangi bir parçayı alıp dışarı çıkarak onun çocuklarını bu sebepten dolayı rahatsız etmesin. Benim söylemek istediğimi iyice anlıyor musunuz? Allah'ın rahmeti ile karşıladığı az sayıdaki kimseler müstesna, komşunun hakkı ödenemez." Veya buna yakın ifadelerle bunu açıkladı. Bu hadis kapsamlı bir hadistir. Ve hasen bir hadistir. İsnadında, Ebû’l-Fadl, Osman b. Macar eş-Şeybani vardır ki, pek hoş karşılanan bir ravi değildir. 11. Komşuluk Haklarının Sabit Olması için îman Şart mıdır? İlim adamları der ki: Komşuya ikrama dair hadis-î şerifler, kayıtlı olarak değil, mutlak olarak gelmiştir. Açıkladığımız gibi kâfir dahi bunun kapsamındadır. Bu hususta vârid olan haberde ashâbın şöyle dediği nakletilmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü, biz onlara (kâfir komşularımıza), kurban etlerinden yedirelim mi? Hazret-i Peygamber; "Müşriklere müslümanların kestiği kurbanlıklardan birşey yedirmeyiniz" diye buyurmuştur. Hazret-i Peygamberin, müşriklere müslümanların kestikleri kurbanlardan yedirmeyi yasaklaması, muhtemeldirki, kurban kesenin kendisinin de yemesi, zenginlere de yedirmesi câiz olmayan kişinin ve zimmetinde vacip olan kurbandır. Zenginlere yedirmesinin de mümkün görüldüğü vacip olmıyan kurbanlara gelince, bundan zimmet ehline yedirmek caizdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da kurban etinin dağıtılması esnasında Hazret-i Âişe'ye: "Yahudi komşumuzdan başla" diye buyurmuştur. Yine rivâyet edildiğine göre, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın ailesi arasında bir koyun kesilmiş idi. Abdullah eve gelince üç defa: Yahudi komşumuza hediye ettiniz mi? diye sordu. Çünkü ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cebrâîl bana komşuyu o derece tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak sandım." Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Birr 28 ayrıca Hazret-i Âişe yoluyla rivâyet edilen hadis ve kaynakları için de "dördüncü başlık" a bakınız. Yüce Allah'ın: "Yanınızdaki arkadaşa" âyetinden kasıt, yol arkadaşıdır. Taberî muttasıl senetle naklettiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ashâbından bir kişi vardı. Her ikisi de birer deve üzerinde idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) su kenarındaki bir koruluğa girdi- Oradan birisi eğri olan iki sopa kopardı. Ağaçlar arasından çıkıp düzgün olanını arkadaşına verdi. Arkadaşı: Ey Allah'ın Rasûlü, bu daha çok senin hakkmdır deyince, Hazret-i Peygamber, "Asla, Ey filân. Çünkü bir başkasıyla arkadaşlık ederi her bir kişi, onunla yaptığı arkadaşlıktan -günün kısacık bir anı kadar dahi olsa- sorumlu tutulacaktır " diye buyurdu. Suyûti, ed-Dürru'l-Mensûr: II, 531-532. Rabia b. Ebi Abdurrahman da der ki: Yolculuğun kendine göre üstün adabı, ikâmet halinin de üstün adabı vardır. Yolculuk halindeki üstün adap, azığı bol bol başkasına verebilmek, arkadaşlarla az anlaşmazlık çıkarmak ve Allah'ın gazap ettiği şeyler dışında çokça şakalaşmak. İkamet halinde üstün adaba gelince, mescidlere nnutad bir şekilde gitmek, Kur'ân okumak ve Allah yolunda çokça kardeşleri bulunmak, Esedoğullarından birisi -ki, bunun Hâtem- Taî olduğu da söylenmiştir- şöyle demiştir: "Eğer arkadaşımın ayrıca bir bineği olmayıp, benim bineğimin arkasında değilse, Hiçbir zaman benim ayağım bineğin üzerine çıkmaz. Eğer benim azığımın yarısı onun azığı olmazsa, Ben azıksız da kalayım, benim fazladan hiçbirşeyim de olmasın. Sahib olduğumuz şeylerde içinde bulunduğumuz bu durumda ikimiz de ortağız. Bazen şöyle görüyorum: Benim lütfumdan nail olduğu için âdeta o bana lütuf etmiş gibidir." Hazret-i Ali, İbn Mes'ûd ve İbn Ebi Leylâ: "Yanınızdaki arkadaş" dan zevce olduğunu söylemişlerdir. İbn Cüreyc ise der ki: Yakın arkadaş, senden fayda sağlar umuduyla seninle arkadaşlık yapıp yanından ayrılmayandır. Ancak birinci görüş daha sahihtir. Bu İbn Abbâs, İbn Cübeyr, İkrime, Mücahid ve ed-Dahhak'ın da görüşüdür. Âyet-i kerîme umum ifadesi dolayısıyla bütün bu hususları da kapsıyor olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. Yüce Allah'ın: "Yolda kalmışa..." âyeti ile ilgili olarak Mücahid der ki: Bundan maksat, senin yanından yolu sana uğrayıp geçip giden kimsedir. Yol (es-Sebîl) geçip gidilen yol demektir. (İbnü's-Sebil yol oğlu şeklinde-yolcunun yola nisbet edilmesi ise, onun yoldan geçmesi ve yoldan ayrılmaması dolayısıyladır. Ona birşeyler vermek, ona yumuşak davranmak, ona gitmek istediği yeri göstermek ve doğruya yöneltmek de yolcuya yapılacak iyilikler cümlesindendir.) 14. Ellerinizin Altında Bulunanlara da İyilik Edin: Yüce Allah: "Ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin" âyeti ile, sahip olunan kölelere de iyilikte bulunmayı emretmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu emri beyan etmiştir. Müslim ve başkaları el-Ma'rur b. Süveyd'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Rebeze'de iken yolumuz Ebû Zer'e uğradı. Ebû Zer’in üzerinde de bir bürde (sarınılan bir örtü), kölesinin üzerinde de onun gibi bir bürde vardı. Biz Ey Ebû Zer, dedik. İkisini bir araya getirsen tam bir hülle olurdu. Şöyle dedi: Benim ile kardeşlerimden bir diğeri arasında sözlü bir atışma olmuştu. Onun annesi Arap değildi. Annesi dolayısıyla onu ayıpladım. Beni Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikâyet etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca şöyle buyurdu; "Ey Ebû Zer, sen kendisinde cahiliyye (nin) izleri bulunan birisisin" Ey Allah’ın Rasûlü, dedim. İnsanlara sövenin annesine de babasına da söverler. Şöyle dedi: "Ey Ebû Zer sen, kendisinde cahiliyye (nin) İzleri bulunan birisisin. Bunlar sizin kardeşlerinizdîr. Allah onları elinizin altına hizmet etmek üzere vermiştir. O bakımdan yediklerinizden onlara yediriniz, giydiklerinizden onlara giydiriniz. Onlara ağır gelecek, altından kalkamıyacakları işleri yüklemeyiniz. Eğer yükleyecek olursanız, onlara yardımcı olunuz." Müslim, Eyman 38-40; Buhârî, İmân 22, Itk 15 Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre: Bir gün bindiği bir katırın terkisine kölesini de bindirdi. Birisi ona şöyle dedi: Onu indirsen de bineğinin arkasından yürüse, Ebû Hüreyre şöyle dedi: Ateşe dönüşmüş iki demet odunun, yakabildikleri kadar beni yakacak şekilde benimle yürümeleri benim için kölemin arkamda yürümesinden daha sevimlidir. Ebû Dâvûd da, Ebû Zer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Köleleriniz arasından size uygun bulduğunuz kimseye yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz- Size uygun düşmeyeni de satınız ve Allah'ın yarattıklarına azap etmeyiniz." Ebû Dâvûd, Edeb 124; Müsned, V, 1Ö8, 173. Yine Müslim, Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Yedirmek ve giydirmek kölenin hakkıdır. Köleye kaldırabileceğinden fazla iş yükletilmez." Müslim, Eyman 41. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse, kölem ve cariyem demesin. Bunun yerine, fetam (oğlum) ve fetatî (kızım) desin." Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfâz 13-15; Ebû Dâvûd. Edeb 75; Müsned, II, 316, 422, 444, 463, 484, 491, 496, 508. İleride Yusuf (aleyhisselâm) Sûresi'nde buna (feta) kelimesine dair açıklamalar gelecektir, (12/30-36 ve 62. âyetler) Böylelikle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), efendilere, üstün ahlâkî değerlere bağlılığı teşvik etmiş, iyilikte bulunma yollarını göstermiş, alçakgünüllülük yolunu izlemelerini istemiştir. Tâ ki, kendilerinin köleleri üzerinde üstün bir meziyetleri olduğu görüşüne sahip olmasınlar. Çünkü herkes Allah'ın kuludur ve mal Allah'ındır. Fakat Allah, insanların kimini kimine müsalıhar kılmıştır. Kimini kiminin mülkiyetine vermiştir. Bunu da nimetini tamamlamak ve hikmetini gerçekleştirmek için yapmıştır. Eğer onlara, kendilerinin yediklerinden daha az yedirecek olur, giydiklerinden nitelik itibariyle daha aşağı ve daha az miktarda giydirecek olurlarsa, bu hususta üzerlerindeki görevleri yerine getirmeleri şartıyla câiz olur, bu konuda görüş ayrılığı da yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Müslim'in rivâyetine göre, Abdullah b. Artır, bir seferinde huzuruna gelip giren haznedarına şöyle demiş: Kölelere yiyeceklerini verdik mi? O Hayır deyince, Abdullah: Git onlara yiyeceklerini ver. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sahib olduğu kölelerine vereceği yemeği engellemesi kişiye günah olarak yeter diye buyurmuştur" dedi. Müslim, Zekat 40. 15. Köleye ve Hizmetçiye Yapılan Haksızlıkların Kefareti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu sabittir: "Her kim kölesine yapmadığı bir işin cezasını (haddini) vurur yahutta yüzüne bir tokat atarsa, bunun keffâreti o köleyi azad etmesidir." Müslim, Eyman 30; Ebû Dâvûd, Eded 124; Müsned, II, 45, 61. Bundan maksat, haddi gerektiren bir suçu olmadığı halde had miktarına ulaşacak kadar kölesini dövmesidir, Ashâb-ı kiramdan bir topluluğun dövmek hususunda köleleri lehine çocuklarına kısas uyguladıkları, çocukları kısası kabul etmemeleri halinde de köleyi azad ettikleri rivâyet edilmiştir, Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kölesine zina iftirasında bulunan bir kimseye Kıyâmet gününde seksen celde olarak had ona uygulanır." Buhârî, Hudûd 45; Ebû Dâvûd, Edeb 124; Tirmizî, Birr 30; Müsned, II, 431, 500. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kölelerine kötü davranan bir kimse cennete girmez." İbn Mâce, Edeb 10: Müsned. I, 4,7, 12. Hazret-i Peygamberin bir başka âyeti de şöyledir: "Kötü huyluluk bir uğursuzluktur. Mülkiyeli altında bulunanlara güzel bir şekilde davranmak bir berekettir." Buraya kadar: Ebû Dâvûd, Edeb 124. "Akrabalık bağını gözetmek, ömrü artırır, sadaka da kötü bir ölümle ölümü bertaraf eder." 16. Köle mi Efdaldir, Hür Olan mı? İlim adamları bu kabilden, hür mü daha faziletlidir, yoksa kölemi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Müslim, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Islah edici mülkiyet akındaki kölenin iki ecri vardır." Ebû Hüreyre'nin nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah yolunda cihad, hac ve anneme iyi davranmak gereği bulunmasaydı, köle olduğum halde ölmeyi arzu edecektim. Buhârî, Itk; Müslim, Eyman 44-Müsned, II. 330, 402. İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki köle, efendisine karşı samimi ve doğru davranır, Allah'a ibadetini de güzel bir şekilde yaparsa, ecri ona iki kat verilir." Buhârî, Itk 16,17; Müslim, Eymân 43; Ebû Dâvûd, Edeb 125; Muvatta’'; İsti’zan 43; Müsned, II, 20, 102, 142. İşte bunlar ve buna benzer âyeti kölelerin daha faziletli olduğunu söyleyenler delil diye göstermiştir. Çünkü köle, İki cihetten muhataptır: Bir taraftan Allah'a ibadet etmesi istenmiştir, diğer taraftan da efendisine hizmet etmesi istenir. İşte Ebû Ömer Yusuf b. Abdi’l-Berr, en-Nemrî ile Hafız Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Ahmed el-Amirî el-Bağdadî bu görüştedir. Hürrün daha faziletli olduğunu söyleyenler de şu sözleriyle görüşlerini delillendirmektedirler: Din ve dünya işlerinde tam bir bağımsızlık ancak hürler için gerçekleşir. Köle ise bağımsızlığı olmadığından dolayı yitik şahıs ve zorla istenen yere çekip çevirilen alet tle, mecburen emir altına verilmiş bir canlıya benzer. Bundan dolayı köle, şahidlik etmek makamından ve birçok velayetlerden birtakım hak ve görevleri ifa edebilmek, makamları işgal edebilmek, selahiyetinden mahrum edilmiş, ona uygulanan hadler, hürlerin hadlerinden daha aşağı tutulmuştur. Bunlar kölenin kadrinin daha aşağı olduğunu hissettirmektedir. Hür kimseden her ne kadar bir tek cihetten talepte bulunulsa dahi o yönde onun vazifeleri daha çoktur. Onun görevlerini ifa ederken karşı karşıya kalacağı sıkıntı ve yükümlülükler daha büyüktür. O bakımdan sevabı da daha fazladır. İşte Ebû Hüreyre: "Şayet cihad ve hac olmasaydı..." sözleriyle buna işaret etmektedir. Yani şayet bu işleri yerine getirememe dolayısıyla kölenin karşı karşıya kaldığı eksik konum olmasıydı... (köle olmayı temenni edecektim) demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. 17. Hazret-i Cebrâîl'in Diğer Tavsiyeleri: Enes b. Mâlik, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den şöyle buyurduğunu rivâyet ermektedir: "Cebrâîl bana komşuyu o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak zannettim. Hadisin buruya kadarki bolümü daha önce dördüncü başlıkta geçmiştir. Kaynaklar için oraya bakılabilir. "Kadınları bana o kadar çok tavsiye etti ki, az kalsın onları boşamayı haram kılacağını zannettim. Köleleri bana o kadar çok tavsiye etti ki, âdeta onlar için belli bir süre tayin edip o süreye eriştiler mi, azad olacaklarını hükme bağlıyacağını zannettim." el-Beyhaki, es-Sunenu'l Kübra, lll. 19. "Bana misvak kullanmayı o kadar çok tavsiye etti ki, ağzımın derisinin soyulacağından korktum." el-Beyhaki a.g.e. VII, 79, el-Azîzi, es-Siracül-Munir Şerhül-Câmiu's Sağir, III, 249. ...Neredeyse... soyulacaktı diye de rivâyet edilmiştir. Gece namazı kılmayı bana o kadar çok tavsiye etmeye devam etti ki, neredeyse ümmetimin hayırlılarının geceleyin, hiç uyuyamayacaklarını zannettim." Bunu Ebû’l-Leys es-Semarkandî, Tefsir'inde zikretmiştir. Hadisin kaynakları için ayrıca bk. Ebû’l-Leys es-Semerkarıdî, Bahru'l-Ulûm, Beyrut. 1413/1993, 354. . 18. Allah Buyû'klenip Böbürlenenleri Sevmez: "Allah büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez" âyeti, onlardan razı olmaz demektir. Şanı yüce Allah, bu niteliğe sahip olanları sevmiyeceği, onlardan razı olmayacağını belirtmektedir. Yanf böyleleri üzerinde Allah'ın nimetinin etkileri görülmez. Bu da bir çeşit tehdittir. Buyû'klenen kimse, (el-Muhtât) kibir duyan kimse demektir. Böbürlenen (el-fahûr) ise, büyüklük taslamak kastıyla kendi menkıbelerini (güzel hallerini) anlatıp durandır. Falır etmek, yükselip kabarmak, başkalarına karşı haddini aşmak demektir. Özellikle burada bu iki niteliğin anılış sebebi, bu iki olumsuz niteliği taşıyan kimselerin bunların etkisi altında kalarak, fakir akraba, fakir komşu ve âyet-i kerimede sözü edilen diğerlerine karşı büyüklenmeye götürüp, Allah'ın bunlara iyilik yapma emrinin zayi olmasına sebep teşkil ettiklerinden ötürüdür. el-Mufaddal'ın naklettiğine göre Âsım, Yakın komşularınıza" anlamındaki âyeti, "cim" harfini üstün ve "nun" harfini de sakin olarak: şeklinde okumuştur. el-Mehdevî der ki: Bu okuyuş, bir muzafın hazf edilmiş olması takdirine bina endir. Yani yakın tarafında bulunan komşu demektir. el-Ahfeş de şunu nakleder: "Bütün insanlar bir yanda, emir de bir yanda." Yan (el-Cenb), cihet ve taraf demektir. Akraba cihetinden... demektir Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
﴾ 36 ﴿