53Yoksa onların, mülkten bir payı mı vardır? Böyle olsaydı, insanlara hurma çekirdeğinin çukurcuğu kadar dahi bir şey vermezlerdi. Yüce Allah'ın: "Yoksa onların mülkten bir payımı vardır" âyetinde asıl soru edatı sadece hemzedir. Ondan sonra gelen "mim" ise 'sıla' için gelmiştir. "Mülkten bir payı mı vardır" ifadesi inkâr kastıyla sorulmuştur. Yani onların mülk namına birşeyleri yoktur. Şayet mülk namına bir şeye sahip olsalardı, cimrilikleri ve kıskançlıkları dolayısıyla ondan kimseye birşey vermezlerdi. Bunun anlamının: Yoksa onların bir payları mı vardır? şeklinde olduğu da söylenmiştir. O takdirde (........) edatı munkatı' olur ve manası da bir önceki ifade ile ilişkisi olmaksızın yeni bir ifade başlangıcı olur. Bunun hazfedilmiş bir ibareye affedici edat olduğu da söylenmiştir. Çünkü onlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a tabi olmayı kabul etmemişlerdi. İfadenin takdiri de şöyle olur, Peygamber olarak gönderdiklerimden, peygamberliğe onlar mı daha lâyıktırlar? Yoksa onların, mülkten bir payları mı vardır? "Böyle olsaydı, İnsanlara hurma çekirdeğinin çukurcuğu kadar dahi birşey vermezlerdi". Yani haklara mani olur, engellerlerdi. Yüce Allah, onların bildiği durumlarına dair haber vermektedir. Nakîr, hurma çekirdeğinin sırtındaki nükte (çukurcuk)dır. Bu da İbn Abbâs, Katade ve diğerlerinden nakledilmiştir. Yine İbn Abbâs'tan nakîr'in, kişinin yerde çukur yapması gibi parmağı ile çukur yapmasıdır. Ebû'l-Aliye der ki: Ben İbn Abbâs'a nakîr'in mahiyetine dair soru sordum o da, başparmağının ucunu, şahadet parmağının iç tarafı üzerine koydu. Sonra ikisini de kaldırıp: lşte-nakîr budur, dedi. Nakîr, aslında oyulan bir kütük demektir. Bunda nebîz (hurma ve benzeri meyvelerin şırası) yapılırdı. Hadiste bunları kullanmak önceleri yasaklanmış, sonra bu yasak nesh olunmuştu. Nakîr ve benzeri kapları kullanmayı yasaklıyan hadislere örnek: Buhârî, Îman 40: Müslim, Îman 2,5-26; bu yasağın neshediliğine örnek: Buhârî, Eşribe 8. Filan kişinin nakîri kerimdir; ibaresi aslı, soyu kerimdir, demektir. edatı burada, başına "fe" atıf edatı geldiğinden dolayı amel etmemiştir. Eğer bu edat nasb etmiş olsaydı yine câiz olurdu. Sîbeveyh der ki; Bu edat, fiilerde amel eden edatlar bakımından, isimlerde amel eden edatlar arasında mevkiindedir. Yani, eğer ifade ona dayalı değilse lağvolur (amel etmez). Şayet sözün başına gelip te ondan sonraki ifade (fiil) müstakbel (müzari) ise, nasb eder. Senin birisine (Seni ziyaret edeceğim) deyip, onun da cevap olmak üzere: O takdirde ben de sana ikram ederim, demesi gibi. Abdullah b. Aneme ed-Dabbî der ki: "Eşeğini geri çek, bahçemizde otlamasın." O takdirde (tarafımızdan) sana onun yuları alabildiğine daraltılmış olarak geri döndürülür. "Bize sövmeye kalkışma! Biz de bunu etkisiz kılarız" yani sana karşılığını veririz, demek istiyor. (İbnu Münsûr, Lisânu'l-Arab I 713.) Burada bu edatın nasb etme sebebi, ondan önceki ifadelerin tamam bir cümle olup, bunun da bir söz başlangıcına denk düşmüş oluşundan dolayıdır. Eğer: O takdirde Zeyd seni ziyaret eder, ifadesinde olduğu gibi, iki kelime arasında ortada yer alacak olursa amel etmez. Şayet başına "fe" yahut da "ev" atıf edatlarından birisi gelecek olursa, amel etmesi de etmemesi de câiz olur. Amel etmesi, vav'dan sonra gelen ifadelerin, cümlenin cümeleye atf edilmesi suretinde istinaf" (yeni bir cümle başlangıcı) oluşundan dolayıdır. Ve bunu Kur'ân-ı Kerîm'in dışında (nasb edilerek: O takdirde, vermezler, şeklinde kullanmak caizdir.) Yine Kur'ân-ı Kerîm’de: "O takdirde kendileri., kalamayacaklardır" (el-İsrâ, 17/76) diye buyurulmaktadır. (Burada bu edat amel etmemiştir). Ubeyy'in Mushafında İse, (bu edat amel etmek suretiyle) bu âyet: şeklindedir, Bunun amel etmemesine gelince, bunun da sebebi vav'dan sonra gelen cümlenin ancak kendisine atf yapılacak ifadeden sonra gelmesidir. Sîbeveyh'e göre İse, fiili nasb eden bu edat muzari (şimdiki ve geniş zaman) anlamı dolayısıyladır. el-Halil'e göre ise, (........) şeklindeki nasb edatı bundan sonra muzmar (gizli) oluşundan dolayıdır. el-Ferrâ' ise, bu edatın elif ile ve tenvinli olarak yazılacağı kanaatindedir. En-Nehhâs der ki: Ben Ali b. Süleymanı, şöyle derken dinledim: Ben Ebû'l-Abbas Muhammed b. Yezid'i şöyle derken dinledim: (........) 'ı elif ile yazan kimsenin elini dağlamak istiyorum. Çünkü bu edat tıpkı edatları gibidir. Harflere hiçbir şekilde tenvin dahil olmaz. |
﴾ 53 ﴿