65Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça Îman etmiş olmazlar. Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız; 1. Âyeti Kerîmenin Nüzul Sebebi: Mücahid ve başkaları der ki: Bu âyet-i kerîme ile kastedilenler, daha önce sözleri geçen tâğûtun hükmüne başvurmak isteyen kimselerdir. Âyet bunlar hakkında nâzil olmuştur. et-Taberî der ki: Yüce Allah'ın: "Hayır" âyeti, daha önce sözü geçenleri red içindir. İfadenin takdiri de şöyledir: Durum, onların sana indirilenlere îman ettiklerini iddia ettikleri gibi değildir. (Onlar sana îman etmemişlerdir.) Daha sonra: "Rabbine yemin olsun ki... Îman etmiş olmazlar" âyeti ile buna yeni bir kasemde bulunmaktadır Başkaları da şöyle demiştir: Hayır (.......)'ın yeminden önce gelmesi, imanlarını nefyetmeye ve onun oldukça güçlü bir nefîy olduğunu izhar etmeye verilen önemden dolayıdır. Kasemden sonra bunu bir daha bu nefye gösterilen ihtİmâmı tekid etmek için tekrarlamıştır. O bakımdan İkinci (olumsuzluk edatı)'nın düşürülmesi sahih olur. Ve böylelikle birincisinin başa alınmasıyla bu ihtİmâm yine büyük ölçüde belirtilmiş olurdu. Birincisinin de ıskatı yerinde olurdu ve bu durumda nefıy anlamı olduğu gibi kalır, fakat bu nefye gösterilen ihtİmâmın anlamı ortada kalmazdı. Anlaşmazlığın ortaya çıkması âyetinin anlamı, anlaşmazlık ve karışıklıktır. Dallarının birbirinden farklı farklı olması dolayısıyla ağaçlara "eş-Şecer" denilmesi de buradan gelmektedir. Hevdeçlerde kullanılan sopalara da birbirinin içine girdiklerinden dolayı "şicâr" denilmektedir. Şair der ki: "Canım sana feda olsun ve mızraklar birbirine karışmış bulunurken Bunlar ise ayağa kalkmış (fakat düşmanla) karşılaşmaktan yana sıkıntı içerisindedirler." Şair Tarefe de şöyle demektedir: “ Onlar, karmakarışık işlerde hüküm verenler, Doğruluğun sahipleri ve insanların işlerinde koşanlardır." Bir kesim de (âyetin nüzulü ile ilgili olarak) şöyle demektedir: Bu âyeti kerîme, ez-Zübeyr b. el-Avvâm’ın ensardan olan birisi ile tartışması hakkında nâzil olmuştur. Aralarındaki anlaşmazlık bahçelerinin sulanması ile ilgiliydi. Hazret-i Peygamber ez-Zübeyr'e: "Önce sen arazini sular sonra da suyu komşunun arazisine sal" demişti. Hasım ise: Görüyorum ki, halanın oğluna iltimas geçiyorsun, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yüzünün rengi değişti ve ez-Zübeyr'e: üzerine: "Hayır, Rabbine andolsunki... îman etmiş olmazlar" âyeti nâzil oldu. Bu Hadîs-i şerîf sabit ve sahih bir hadistir. Bunu Buhârî, Ali b. Abdullah'tan, o, Muhammed b. Cafer'den o da Ma'mer senediyle rivâyet ettiği gibi, (Ma'mer yoluyla:) Buhârî, Şirb 7, Tefsir 4. sûre 10 (Ma'mer’în yerine başka ravi yoluyla) Şirb 68, Sulh 12 Müslim de bunu Kuteybe'den, her ikisi de Ma'mer ile Kuteybe, ez-Zührî senediyle rivâyet etmiştir. Müslim, Fedâil 129. Hadisi ayrıca: Ebû Dâvûd, Akdiye 31; Tirmizî, Ahkâm 26, Tefsir 4. sûre 13; İbn Mâce, Mukaddime 2, Ruhun 20; Müsned, I, 165-166, VI, 5. Bu görüşü (Ma'mer ile Kuteybe) kabul edenler, ensardan olan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bazıları bu Bedire katılmış ensardan bir kimsedir demektedir. Mekki ile en-Nehhâs ise şöyle demektedirler: Bu kişi, Hatıb b. Ebi Beltea'dır. es-Sa'lebî, el-Vahidî ve el-Mehdevî de: O, Hatıb'dır demişlerdir. Bunun Sa'lebe b.-Hatıb olduğu da söylendiği gibi, başka kimse olduğu da söylenmiştir. Ancak sahih olan birinci görüştür; Çünkü, orada kim olduğu tayin edilmediği gibi, ismi de verilmemektedir. Buhârî ve Müslim'de de onun ensardan bir kimse olduğu zikredilmekle yetinilmiştir. Taberî ise, âyet-i kerimenin münafık kişi ile yahudi hakkında inmiş olacağı görüşünü tercih etmektedir. Nitekim Mücahid de böyle demiştir. Ayrıca bu âyet-i kerîme umum ifadesi ile, ez-Zübeyr'in kıssasını da kapsamına alır. İbnül-Arabî der ki: Sahih olan da budur. Hüküm konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı itham eden her kimse kâfirdir. Fakat ensardan olan o şahıs yanılmıştı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'da ondan yüz çevirmiş ve yakininin doğruluğunu bildiği için bu yanlışlığını affetmişti. Ensari'nin gösterdiği bu davranış elinde olmadan olmuştu. Böyle bir özellik ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan başka herhangi bir kimse için sözkonusu değildir. Hakimin verdiği hükme razı olmayıp onu red ve tenkid eden bir kimsenin bu durumu bir (irtidattır) ve onun tevbe etmesi istenir. Fakat verdiği hükümde değil de bizzat hakimin kendisini tenkîd edecek olursa, hakim onu ta'zir de edebilir, af da edebilir. Buna dair açıklamalar, yüce Allah'ın izniyle A'raf Sûresinin sonlarında (el-A'raf, 7/199. âyetin tefsirinde) gelecektir. 2. Resûlüllah'ın ez-Zübeyr Olayındaki Bu Tutumu, ile Bu Âyet-i Kerîmenin Fıkhî İncelikleri: Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi, zikretmiş olduğumuz Hadîs-i şerîf ise, bunun ihtiva ettiği fıkhı incelikler de şöyledir: Hazret-i Peygamber, ez-Zübeyr ile onun hasmına karşı Önce sulh yolunu izlemek istemiş ve: “Ey Zübeyr, Önce sen arazini sula" demişti. Bunu söylemesine sebep ise, Zübeyr'in arazisinin suya olan yakınlığı idi. "Sonra suyu komşuna gönder." Yani, hakkını kullanmakta esnek davran, onu tamamiyle kullanmaleyhisselâmuyu komşuna göndermekte de elini çabuk tut. Bu sözleriyle Zübeyr'i müsamahaya ve kolaylık göstermeye teşvik etmişti. Ancak ensari bu sözleri işitince buna razı olmayıp kızdı. Çünkü o, suyun hiçbir şekilde kendisinden alıkonulmamasını, tutulmamasını istiyordu, İşte bu esnada, haksızca insanı helâk eden ve belini kıran şu sözü söyledi: "Bu senin halan oğludur diye mi böyle söylüyorsun?" Bu sorusunu, Hazret-i Peygamber'in bu durumuna tepki göstermek üzere söylemişti. Yani sen, onunla olan akrabalığın dolayısıyla mı onun lehine ve benim aleyhime hüküm veriyorsun? İşte bu esnada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem.v.)ın, ona kızgınlığı dolayısıyla yüzünün rengi değişti. Ve komşusuna herhangi bir müsamaha göstermeksizin hakkını sonuna kadar alması için Zübeyr'in lehine hüküm verdi. O bakımdan kalkıp da: Hazret-i Peygamberi "Hakim kızgın olduğu halde hüküm vermez" Buhârî, Ahkâm 13; Müslim, Akdiye 16; Ebû Dâvûd, Akdîye 9; Tirmizî, Ahkâm 7; Nesâî, Âdabu'l-Kudât 32; İbn Mâce, Ahkâm 4; Müsned, V, 36-38; 46, 52. dediği halde kızgınken hüküm vermiştir, denilemez. Biz buna karşılık şöyle diyoruz: Çünkü Hazret-i Peygamber tebliğde olsun, hükümlerinde olsun hatadan masumdur. Buna delil ise, yüce Allah'tan tebliğ ettiği şeyler hususunda onun doğru söylediğine delâlet eden akıldır. O bakımdan o, diğer hakimler gibi değildir. Yine Hadîs-i şerîfte hakimin, hak açıkça ortaya çıksa dahi hasımlar arasını ıslah yolu ile bulması yolu gösterilmektedir. Ancak Mâlik bunu kabul etmemektedir. Bu hususta Şâfiî'nin ise farklı görüşleri gelmiştir. Bu hadis ise bunun câiz olduğuna açık bir delildir. Eğer kendi aralarında sulh yaparlarsa mesele yok. Aksi takdirde hakim, hak sahibi lehine hakkı tamamen alır ve böylelikle hüküm sabit olur. 3. Üstteki Arazi Sahibinin Arazisini Sulaması ve Bir Alttakine Suyu Bırakması Keyfiyeti: Mâlik'în arkadaşları, üst tarafta bulunan, suyu alt tarafta bulunana gönderme şekli hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Habib der ki: Üst tarafla bulunan kişi, bütün suyu bahçesine alır ve onunla sular. Nihayet su bahçesinin bütün zeminini doldurup orada duranın topuklarına kadar ulaşınca, bu sefer suyun girdiği yeri kapatır ve topuklara erişen miktardan fazla olan suyu kendisine bitişik olana gönderir. O da, bu şekilde uygulama yapar ve en uzak bahçeye su ulaşıncaya kadar böyle yapar. Mutarrif ile İbnü’l-Macişûn bunu bana böylece açıkladılar. İbn Vehb de böyle demiştir. İbnü'l-Kasım da der ki: Su, bahçede topuk miktarına ulaşınca, suyun tamamını bir altta bulunana gönderir ve kendi bahçesi içerisinde ondan herhangi bir şey alıkoymaz, İbn Habib de der ki: Mutarrîf ile İbnü'l-Macişûn'un söylediklerini ben daha çok tercih ederim. Ve onlar bu İşi daha iyi bilirler. Çünkü Medine, bu ikisinin yurdudur. Bu mesele de orada olmuştur. Uygulama orada cereyan etmiştir. 4. Sulama Şekline Dair Rivâyetler ve Görüşler: Mâlik'in, Abdullah b. Ebi Bekir'den rivâyetine göre, ona Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, (Medine'de yalnızca yağan yağmur suları ile akan iki sel suyu olan) Mehzûr ve Müzeynib sel sulan hakkında şöyle buyurmuştur: "Topuklara ulaşıncaya kadar suyu alıkonur, sonra da üstteki, bir alttakine suyu bırakır." Muvatta’', Akdiye 28; Ebû Dâvûd, Akdiye 31; İbn Mâce, Ruhun 20. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: "Ben, bu Hadîs-i şerîfin herhangi bir vecihle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a muttasıl bir senetle rivâyet edildiğini bilmiyorum. Bu hadisin merfu'a en çok yaklaşan senedi Muhammed b. İshak'ın, Ebû Mâlik b. Sa'lebe'den, onun babasından, onun da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yaptığı rivâyettir. Buna göre: Mehzûr seli çevresinde bulunanlar, Hazret-i Peygambere geldiler. Hazret-i Peygamber de, su topuklara ulaştığı takdirde, bir üstte olanın suyu alıkoyamıyacağı şeklinde hüküm verdi. Abdurrezzak da Ebû Hâzim el-Kurtubî'den, o, babasından, o da dedesinden, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, Hazret-i Peygamberin Mehzûr seli suları hakkında şu hükmü verdiğini nakletmektedir: Her bahçe sahibi, su topuklara ulaşıncaya kadar suyu alıkoyar, sonra onu serbest bırakır. Bunun dışındaki diğer sel sulan da böyledir. Ebû Bekir el-Bezzâr'a bu hadis hakkında sorulmuş, o da şöyle demiştir; Ben bu hususta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sabit olacak bir hadis bellemiş değilim. Ebû Ömer der ki: Lâfzan bu şekilde olmasa bile, mana itibariyle Sabit yoluyla gelen hadisin sahih olduğu üzerinde icma vardır. Hadisi İbn Vehb, el-Leys b. Sâ'ad ile Yûnus b. Yezirî'den, her ikisi İbn Şihab'dan şöylece rivâyet etmişlerdir: Urve b. ez-Zübeyr, İbn Şihab'a şunu anlattı: Abdullah b. ez-Zübeyr, kendisine ez-Zübeyr’den naklederek anlattı ki; ez-Zübeyr, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Bedir'de bulunmuş ensardan bir adam ile bir su arkı hususunda davalaştı. Her ikisi de bu su arkından hurmalarını suluyorlardı. Ensardan olan kişi: Suyu bırak, deyince ez-Zübeyr kabul etmedi. Bu sefer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzurunda davalaştılar, dedi ve hadisi zikretti. Ebû Ömer der ki: (Daha önce başka yoldan kaydedilen) Hadîs-i şerîfte geçen; "sonra su bırakılır" ifadesiyle: "Su topuklara varacak olursa, üstteki suyu alıkoymaz" ifadeleri, İbnü’l-Kasım'ın görüşünün lehine tanıklık etmektedir. Aklî bakımdan da durum şöyledir: Üstteki bulunan kişi şayet yalnızca topukları bulan miktardan arta kalanı gönderecek olursa, bu en kısa bir sürede suyun kesilmesi sonucunu vermez ve bütün suyu serbest bırakması halinde ulaşması mümkün olan yere kadar ulaşmaz. Fakat üstte bulunan kimse, topuklara ulaşan kadarından sonra bütün suyu tamamen bırakacak olursa, bunun faydası daha genel kapsamlı ve insanların ortak kılındıkları şeylerde faydası daha çok olur. O bakımdan İbnü'l-Kasım'ın görüşü herhalde daha uygundur. Tabii ki bu, suyun asıl alt arazinin sahibinin özel mülkü olmadığı takdirde böyledir. Çünkü herhangi bir amel, yahut sahih mülkiyet yada kadim bir istihkak ve mülkiyetin sübutu ile bir şeye hak kazanılmış ise, o takdirde herkes, elinde bulunan şeyden sahip olduğu hakka göre istifade eder ve o rpeselede asıl neyse ona göre hüküm verilir. Başarı Allah'tandır. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, XVII, 407-411 5. İslâm'ın Hükmüne İtaat ve Teslim Olmanın Zorunluluğu: Yüce Allah; "Sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan" yani, içlerine bir darlık ve şüphe gelmeden... Sıkıntı anlamına gelen "el-harec" kelimesinin bu anlamı dolayısıyla birbirine sarmaş dolaş olan ağaçlar için “.....” denilir. Çoğulu ise; “.....” şeklinde gelir. ed-Dehhak der ki: Bu âyet; senin verdiğin hükmü inkar etmeleri suretiyle kalplerinde günahı gerektirecek bir şey duymaksızın anlamındadır. "Tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça" hükme dair verdiğin emrine tamamıyla itaat etmedikçe "îman etmiş olmazlar." ez-Zeccâc der ki:"Teslimiyet, tekid edici bir mastardır, O bakımdan (bu kabilden olmak üzere): "Kesinlikle vurdum, dediğin zaman, ben bunda hiç şüphe etmiyorum, demiş gibi olursun. İşte; "Tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça" âyeti de bu kabildendir. Yani senin verdiğin hükme, içlerinde herhangi bir şüphe ve tereddüt sokmaksızın tam teslimiyetle teslim olmadıkça Îman etmiş olamazlar. |
﴾ 65 ﴿