77

Kendilerine: "(Savaştan) Ellerinizi çekin, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onlara Savaş farz kılınınca bakarsın ki, içlerinden bir grup insanlardan, Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla korktular ve: "Rabbimiz, üzerimize niçin Savaşmayı farz kıldın? Bizi yakın bir süreye kadar geciktirmeli değil miydin?” dediler. De ki: "Dünya menfaati pek azdır. Âhiret İse, takva sahibi olanlar için elbette daha hayırlıdır. Ve size kıl kadar dahi zulmedilmez.

Amr b. Dinar, Ikrime’den, o, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre, Abdurrahman b. Avf ve birkaç arkadaşı Mekke'de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına gelerek: Ey Allah'ın Peygamberi dediler. Bizler müşrik iken aziz idik. (Güçlü kuvvetli idik). Îman edince bu sefer zelil olduk. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ben affetmekle emrolundum. O bakımdan bunlarla Savaşmayınız."

Şanı yüce Allah, Peygamberinin Mekke'den Medine'ye geçmesini sağlayınca bu sefer ona Savaşma emrini verdi. Onlarsa bu işten, kaçındılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu hadisi Nesâî Sünen'inde rivâyet etmiştir. Nesâî, Cihâd 1. el-Kelbî de böyle demiştir.

Mücahid de der ki; Burada sözü geçenler yahudilerdir. el-Hasen ise şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme mü’minler hakkındadır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlardan" yani Mekke müşriklerinden

"Allah'tan korkar gibi... korktular" Buradaki korku ise, Allah'ın emrine muhalefet kastı ile değil de, insan tabiatında bulunan korkudan ötürüdür.

es-Süddî der ki: Burada sözü geçenler Savaşın" farz kılınmasından önce İslâm'a giren bir topluluktur. Fakat Savaş farz kılınınca ondan hoşlanmadılar.

Bunun münafıkların vasfına dair olduğu da söylenmiştir Yani onlar, yüce Allah'tan gelen emirden korktukları gibi, müşrikler tarafından öldürülmekten korkarlar.

"Hatta daha fazla korktular." Yani, onlara göre ve itikİsimlerina göre bu daha fazla korkulacak bir şey gibi geldi onlara.

Derim ki: Bunun böyle olması, âyetin anlatım çerçevesine daha uygundur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ve; Rabbimiz, üzerimize niçin Savaşmayı farz kıldın, bizi yakın bir süreye kadar geciktirmeli değilmiydin dediler". Ecellerin sınırlı, azıkların pay edilmiş olduğunu bilen şerefli bir sahabiden böyle bir sözün sadır olmasından Allah'a sığınılır.

Onlar, böyle bir söz söylemek yerine aksine, Allah'ın emirlerine uyan, onun âyetlerini dinleyen ve itaatle boyun eğen kimselerdi, Ahiret yurduna kavuşmayı, dünya yurdunda kalmaktan daha hayırlı görürlerdi. Nitekim, onların siretlerinden bilinen budur. Allah hepsinden razı olsun.

Eğer bu sözü bir sahabi söylemişse, bu ancak henüz imanın kalbinde iyice yer etmediği, kalbi İslâm'a tam anlamıyla açılmamış bir kişi tarafından söylenmiş olabilir. Şüphe yok ki, îman ehlinin kimisi kimisinden üstündür. Kimisinin imanı kâmildir, kimisinin eksiktir. İşte karşı karşıya kalacağı zorluk ve cihadda göreceği sıkıntılar dolayısıyla kendisine verilen emirlerden uzak durmak isteyen kimse, bu türden bir kimsedir.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

"De ki Dünya menfeati pek azdır" âyeti mübtedâ ve haberdir.

Aynı şekilde:

"Âhiret İse, takva sahibi olanlar için elbette daha hayırlıdır" âyeti de böyledir. Takva sahibi olmaktan kasıt ise, masiyetlerden sakınmak ve uzak durmaktır, Bu hususta açıklamalar, daha önce el-Bakara Sûresinde (2/2. âyet, 4 ve 5- başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır.

Dünya metaı, dünya menfeatı demektir, Onun lezzetli şeyleriyle faydalanmaktır. Yüce Allah bunu az olmakla nitelendirdi. Çünkü onun kalıcılığı yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Benim ve bu dünyanın misali, bir ağaç altında öğle sıcağında kısa bir süre dinlenip sonra da oradan geçip o ağacı terkeden kimsenin misaline benzer."

Yine bu manadaki açıklamalar, daha önce el-Bakara Sûresi'nde yeterince geçmiş bulunmaktadır.

77 ﴿