86

Bir selâmla selâmlandığınızda siz ondan daha güzeli ile selâmı alın veya aymsıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını hakkıyla yapandır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı oniki Ancak 7. başlık zikredilmemiştir. başlık halinde sunacağım

1. Takiyye'nin, Yani Selâm’ın Anlamı:

Yüce Allah'ın:

"Bir selâmla selâmlandığınızda" âyetindeki "et-tahiyye" kelimesi, “.....” kipine sokulmuş bir kelimedir. Bunun aslı ise “.....”dır. "Ya" harfinin biri ötekine idğam edilmiştir.

Tahiyya, selâm demektir. Tahiyye, aslında hayatının devamı için dua etmek anlamındadır. "et-Tahiyyatü lillahi" ise, afetlerden kurtulmuş olmak, uzak olmak Allah içindir, demektir. Bunun mülk anlamında olduğu da söylenmiştir. Abdullah b. Salih el-Iclî der ki: el-Kisaî'ye "et-tahiyyatü lillahi" sözünün ne anlama gelidiğini sordum. O: et-Tahîyyat, el-Berekât gibidir. Bu sefer ben: Peki, el-Berekât ne demektir diye sordum: Buna dair birşey işitmiş değilim, dedi.

Yine bunlara dair Muhammed b. el-Hasen'e sordum, o da: Bu, Allah'ın kendisiyle kullarının kendisine ibadet etmesini İstediği bir sözdür, dedi. Daha sonra Kûfe'ye geldim. Kûfe'de Abdullah b. İdris ile karşılaştım, ona şöyle dedim: Ben, el-Kisaî'ye de, Muhammed’e de "et-tahlyyatü lillahi" sözünün ne anlama geldiğini sordum da, her ikisi de bana şöyle şöyle cevap verdiler. Bu sefer Abdullah b. İdris bana şöyle dedi: İkisinin de şiir bilgileri ve bu gibi şeylere dair bilgileri yoktur.

Tahiyye, mülk demektir, dedikten sonra şu beyiti okudu:

"Onunla, Ebû Kabus'un üzerine yürüyorum, tâ ki,

Onun tahiyyesi (mülkü) üzerine askerlerimle varıp (devemi) çöktürünceye kadar."

İbn Huveyzimendad da şu beyiti şöylece zikretmektedir:

"Onunla Nu'naan'a doğru gidiyorum tâ ki,

Askerlerimle mülkü (tahiyyesi) üzerine (devemi) çöktürünceye kadar."

Burada "tahiyyesi" ile kastettiği onun mülküdür. Bir diğer şair de (Züheyr b. Cenab el-Kelbî) şöyle demektedir:

"Bir delikanlının nail olduğu herşeye şüphesiz

Ben de nail oldum; tahiyye (mülk) müstesna"

el-Kutebî der ki: Tahiyyat duasında: "Et-Tahiyyâtu lillahi" şeklinde tahiyyat’ın çoğul olarak zikredilmesi şundan dolayıdır: Yeryüzünde değişik tahiyyelerle selâmlanan hükümdarlar, krallar vardır. Onlardan kimisine lanetten uzak durasın, anlamında; “.....” denilirdi, kimisine de: Esenlikte ve nimet içerisinde olasın, anlamında; “.....” denir, kimisine de bin yıl yaşayasın, denilirdi. Bize de: Tahiyyat yalnız Allah'ındır, deyiniz diye emrolundu. Yani mülk ve egemenliğe delalet eden bütün sözler ile bunlar, kinaye yoluyla İfade eden bütün sözler, yüce Allah'ındır.

Bu âyet-i kerimenin daha önceki âyetlerle ilişki yönüne gelince; Yüce Allah diyor ki: Daha önceden emrolunduğu şekilde cihada çıkıp da, bu cihad yolculuğunuz esnasında size, İslam selamı ile selâm verilecek olursa, sakın size bu şekilde selâm verenlere, sen mü’min değilsin demeyiniz. Aksine, ona selâmını alarak karşılık veriniz. Çünkü böylelerinin üzerine İslam hükümleri caridir.

2. Âyet-i Kerîmenin Manası ve Selamlaşmaya Dair Bazı Hükümler:

İlim adamları âyetin manası ve te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Vehb ile İbnü'l-Kasım, Mâlik'ten bu âyet-i kerimenin, aksırana "yerhamukellah" demek ile, "yerhamukellah" diyene karşılık vermek hakkındadır. Ancak bu görüş zayıftır. Bu ayetin sözlerinde buna delâlet eden bir şey yoktur. Aksırana "yerhamukellah " diyerek cevap vermek ise, kıyas yoluyla selâmı almanın kapsamına girmektedir. Eğer İmâm Mâlik'ten bu sözü söylediği sahih olarak rivâyet edilmişse, Mâlik'in anlatmak istediği bu olmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Huveyzimendâd der ki: Eğer hibe sevap için (hibeye karşılık verilmesi şartıyla yapılan hibe) ise, âyet-i kerimenin buna hami edilmesi câiz olabilir. Birisine karşılık vermesi şartıyla hibede bulunulacak olursa, o da muhayyerdir. Dilerse o hibeyi kabul etmeyip reddeder, dilerse hibeyi kabul eder ve onun karşılığında kıymetini verebilir.

Derim ki: Ebû Hanîfe'nin arkadaşları da bu kabilden görüşlerini belirtmiş ve şöyle demişlerdir: Buradaki tahıyye'den kasıt, yüce Allah'ın: "Veya aynısıyla karşılık verin" âyeti dolayısıyla hediyedir Çünkü selâmın aynısıyla geri verilmesine imkân yoktur. İfadenin zahiri de, tahiyye'nin aynı geri verilmesini gerektirmektedir ki, bu da hediyedir. Hediyeyi kabul etmesi halinde, ya onun ivazını vermesi, ve yahutta aynısını iade emrolunmuştur. Selamda ise böyle birşeye imkân yoktur. Sevap (karşılık) şartı ile hibede bulunmanın ve bu şartla hediye vermenin hükmüne dair açıklamalar, ileride er-Rûm Sûresinde yüce Allah'ın;

"Artış göstersin diye... verdiğiniz herhangi bir şey" (er-Rûm, 30/39) âyetini açıklarken inşaattan gelecektir.

Şu kadar varki, doğru olan burada tahiyye'den kastın selâm vermek olduğudur. Çünkü yüce Allah bir başka yerde:

"Onlar sana geldikleri zaman, Allah'ın seni selâmlamadığı tahiyye ile selâmlarlar" (el-Mücadele, 58/8) diye buyurmaktadır. en-Nâbiğa ez-Zübyani de şöyle demiştir:

"Selamlıyor (tahiyye) onları aralarındaki beyaz cariyeler

Kırmızı ipek örtüler ise, birbirine çatılmış sopalar üzerinde."

Şair de burada "tahiyye" ile selâm vermeyi kastetmiştir. Müfessirler topluluğu da bu görüştedir. Bu husus bu şekilde anlaşıldığına göre, âyet-i kerimenin fıkhı incelikleri ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:

İlim adamları, içim ile şunu kabul etmişlerdir: Önce selâm vermek, teşvik edilmiş bir sünnettir. Selamı almak ise, bir farizadır. Çünkü yüce Allah:

"Siz ondan daha güzeli ile selâmı alın veya aynısıyla karşılık verin" diye buyurmuştur.

Ancak, bir topluluk arasından bir kişi selâmı alacak olursa, bunun yeterli olup olmayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır. Mâlik ile Şâfiî, bunun yeterli olacağını ve müslüman bir kimsenin selâm verenin sözünün aynısı ile selâmını almış olacağı görüşündedirler. Kûfeliler İse, selâm almanın muayyen farzlardan (farz-ı aynalardan) olduğu görüşünde olup şöyle derlet: Selam vermek, selâm almaktan farklıdır. Çünkü selâm vermek tatavvu (nafile bir ibadet) dir. Onu almak ise bir farizadır. Topluluk arasındaki bir gayri müslim, verilen selâmı alacak olursa, bu topluluğun üzerindeki selâm alma farzını kaldirmaz. İşte bu da selâm almanın bizzat her kişinin ayrı bir görevi olduğunun delilidir. Katade ve el-Hasen der ki: Namaz kılan bir kimseye selâm verilecek olursa, sözlü olarak selâmı alır ve bu şekilde selâm alması, onun namazım yarıda kesmiş olmaz. Çünkü o emrolunduğu bir işi yapmıştır.

Ancak, buna muhalefet etmişlerdir. Birinci görüşün sahipleri, Ebû Dâvûd'un, Ali b. Ebî Tâlib'den, onun da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şu âyetini delil gösterirler: "Bir topluluk bir yerden geçtikleri takdirde, onlardan birisinin selâm vermesi yeterli olduğu gibi, oturanlardan da birisinin o selâmı alması yeterlidir." Ebû Dâvûd, Edeb 140. Bu âyet ise, görüş ayrılığı olan noktada açık bir nass (bir delil)dir,

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Bu, muarızı (onunla çatışan) bulunmıyan hasen bir hadistir. İsnadında Said b. Halid diye bir ravi vardır ki, bu da Medine'li Huzaalılardan, Said b. Halid'dir. Bazı hadis âlimlerine göre onun rivâyetlerinde bir sakınca yoktur, Kimisi de bunun zayıf bir ravi olduğunu söylemiştir. Böyle diyenler arasında Ebû Zur'a, Ebû Hacim ve Yakub b. Şeybe de vardır. Ayrıca bunlar, onun bu hadisini münker kabul etmişlerdir. Çünkü, bu senet ile bu hadisi yalnızca o rivâyet etmiştir. Diğer taraftan Abdullah b. el-Fadl, Ubeydullah b. Ebi Rafi'den hadis dinlemiş değildir İkisinin arasında bundan başka birkaç hadiste el-A'reç de vardır. Doğrusunu bilen Allah'tır. İbn Abdi’l-Berr, et-Temhîd, V, 290-291.

Yine bu görüşü savunanlar, Hazret-i Peygamberin: "Az topluluk, çok topluluğa selâm verir" Buhârî, İsti'zan 4-7; Müslim, Selam 1, Edeb 46: Ebû Dâvûd, Edeb 134; Müsned, III, 444, VI, 19. âyetini delil gösterirler. Ayrıca ilim adamları, bir kişinin topluluğa selâm verebileceğini icma ile kabul edipr kalabalık sayısınca selâmını tekrarlamasına gerek olmadığını benimsediklerine göre, aynı şekilde bir kişi de topluluk adına selâmı alır ve diğerlerinin bu konuda vekili olarak hareket eder. Farz-ı kifayelerde olduğu gibi.

Mâlik de Zeyd b. Eslem'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Binek üstünde olan yürüyene selâm verir. Bir topluluk arasından bir kişi selâm verecek olursa, bu hepsi için yeterli olur." Muvatta’', Selam 1.

İlim adamlarımız der ki: İşte bu, bir kişinin selâmı almasının yeterli olduğuna delildir. Zira, ancak vacip olan hususlarda "onlar için yeterli olur" tabiri kullanılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Derim ki: İşte ilim adamlarımız bu hadisi böylece te'vil etmiş (yorumlamış) ve bir kişinin selâmı almasının câiz olacağına dair bunu delil kabul etmişlerdir. Ancak çok rahatlatıcı bir delil olarak görülemez.

3. Selâmın Daha Güzeli ile Alınması:

Yüce Allah'ın:

"Ondan daha güzeli ile selâmı alın veya aynısıyla karşılık verin" âyetinde sözü geçen selâmın daha güzeli ile alınması, "selâmun aleyküm" diyen kimseye fazladan: "Aleykesselâm ve rahmetullah" diye karşılık vermek suretiyle olur. Eğen "Selâmım aleyke ve rahmetullah" diyecek olursa, selâmı alan kimse "ve berâkâtuhu"yu ekler. İşte selâmın nihai şekli budur, bundan fazlası ile selâm alınmaz. Yüce Allah, -ileride yeri gelince açıklanacağı üzere- o şerefli hane halkından:

"Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun" (Hud, 11/73) diye selâmlandıklarını haber vermektedir. Şayet, selâm veren nihai şekliyle selâm verecek olursa, selâmı alan sözünün başına "vav" harfini ilave ederek: "Ve aleykesselâmu ve rahmetullaki ve berâkâtuhu" diye karşılık verir. Misliyle selâmı almak ise, "esselâmu aleyke" diyene, "aleykesselâm" diye karşılık vermektir. Şu kadar varki, kendisine selâm verilen kişi bir kişi olsa dahi, bütün selamlamaların çoğul lâfzı ile olması gerekmektedir. (Esselâmu aleykum ve aleykumusselâm... şeklinde).

el-A'meş, İbrahim en-Nehaî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Tek kişiye selâm verdiğin takdirde "esselâmu aleykûm" de. Çünkü onunla birlikte melekler de vardır. Selamın alınması halinde de bunun çoğul lâfzı ile olması gerekir. İbn Ebi Zeyd der ki: Selam veren esselâmu aleykûm der, selâmı alan da ve aleykumu's-selâm diye karşılık verir. Veya ona söylenildiği gibi o da esselâmu aleykûm der. İşte yüce Allah'ın: "Veya aynısıyla karşılık verin" âyetinin anlamı budur. Selamı alırken (tekil olarak) selâmun aleyke (selâm senin üzerine olsun) diye söylenmez.

4. Selamlaşmada Tercih Edilen İfade Şekli:

Selamlaşmada tercih edilen ve edebe uygun olan, yüce Allah'ın isminin (es-Selâm lâfzının) mahlukun isminden önce zikredilmesidir. Nitekim şanı yüce Allah:

"Selâm olsun İlyas'a" (es-Sâffât, 37/130) diye buyurmaktadır. İbrahim (aleyhisselâm) kıssasında da şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun ey hane halkı!" (Hud, 11/73) Yine Hazret-i İbrahimden (babasına):

"Selam sana" (Meryem, 19/47) dediğini haber vermektedir.

Buhârî ile Müslim'in Sahîh'inde Ebû Hüreyre yoluyla gelen hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir:

Aziz ve celil olan Allah Âdemi, boyu altmış zira olmak üzere (Âdem'in kendi suretinde yaratmıştır.) Müslim'in Sahih'inde bu hadisle ilgili notta (Nevevi’den naklen) şöyle denilmektedir: Bu rivâyet, zamirin Âdem'e ait olduğu hususunda açıktır." İbn Hacer de şöyle demektedir. "Bu rivâyet, zamirin Âdem (aleyhisselâm)'e ait olduğunu söyleyenlerin görüşlerini desteklemektedir” (Fethu'l-Bâri, VI, 422; ayrıca bk. XI, 5 vd.) Onu yaratınca: Git şu topluluğa selâm ver dedi.

-Bunlar meleklerden oturmakta olan bir topluluktu.- Onların sana ne şekilde selâm vereceklerini dinle. Bu senin ve senin soyundan geleceklerin selâmı olacaktır. Bunun ürerine Âdem gidip, esselâmu aleykûm dedi. Onlar da esselâmu aleyke verahmetullah dediler. -Böylelikle fazladan ona "verahmetullah" diye karşılık verdiler- İşte cennete girecek olan herkes, Âdemin sureti üzre boyu altmış zira olarak girecektir. Ondan sonra İnsanlar şu ana kadar hilkat itibariyle eksilmeye devam etmektedirler." Buhârî, Enbiya I, istizan 1, Cennet 1.

Derim ki: Bu Hadîs-i şerîf, sahih olmanın yanında yedi hususu da. ifade etmektedir:

1. Hazret-i Âdem'in yaratılışının niteliğini haber vermektedir.

2. Allah'ın lütfuyla biz cennete bu surete sahip kılınarak gireceğiz.

3. Az. sayıda olanların çok olanlara selâm vermesi,

4. Yüce Allah'ın adının öne alınması,

5. Benzeriyle selâm vermek. Çünkü onlar da esselâmu aleykum diye selâmı almışlardı.

6. Selâmı alırken ona ilavede bulunmak.

7. Kûfelilerin belirttikleri şekilde selâm verilenlerin tümünün selâmı almaları. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

5. Selamı Alırken Selam Verenin Önce Anılması:

Selamı alırken, kendisine selâm vereni önce anacak olursa, haram ya da mekruh işlemiş olmaz. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu şekilde selâm aldığı sabit olmuştur. Hazret-i Peygamber, güzel bir şekilde namaz kılamayan adamın, kendisine verdiği selâmını: "Ve aleykesselâm. Hadi geri dön (bir daha) namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın" diye cevap vermişti. Buhârî, Ezan 122, Eymân 15, İsti'zân 18; Müslim, Salât 45; Ebû Dâvûd, Salât 143; Tirmizî, Salât 110; îsti'zân 4; Nesâî, İftitâh 7, Tatbik 15, Sehv 61, İbn Mâce, İkâmetu's-Salât 72.

Hazret-i Âişe de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Cebrâîl'in kendisine selâm gönderdiğini haber verince; "Ve aleyhisselâm ve rahmetullah" diye selâmını almıştı. Bunu da Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Fedâilu Ashâbi'n-Nebîyy 30, İsti'zân 19.

Hazret-i Âişe'nin hadisindeki fikhî inceliklerden birisi de şudur: Bir kişi bir başka kişiye selâm gönderecek olursa, doğrudan doğruya ona selâm veriyormuş gibi onun selâmını alması gerekir,

Bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: Babam sana selâm gönderdi deyince Hazret-i Peygamber de; "Aleyke ve alâ Ebîkesselâm" yani, sana ve babana selâm olsun, diye selâmını almıştır, Müsned, V, 366. Nesâî ve Ebû Dâvûd, Cabir b. Süleym'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaştım ve: "Aleykesselâmu ya Rasulallah (Sana sdâm olsun ey Allah'ın Rasulü) dedim, O da: Aleykesselâmu deme. Çünkü aleykesselam, ölüye selâm şeklidir. Fakat bunun yerine esselâmu aleyke de." Ebû Dâvûd, Libas 25, Edeb 140; Tirmizî, İsti'zan 28; Müsned, III, 482.

Şu kadar var ki, bu hadis sabit değildir. Ancak Tirmizî, hadisi kaydettikten sonra, "Bu hasen, sahih bir hadistir" demektedir. Ancak, Arapların kötü hususlarda beddua ettikleri kişinin ismini başa almaları adetleridir Mesela Araplar: Üzerine olsun Allah'ın laneti ve Allah'ın gazabı, derler.

Yüce Allah da şöyle buyurmuştur;

"Ve senin üzerinedir lanetim kıyâmet gününe kadar." (Sâd, 38/78) Yine ölmüşlere selam verirken şairlerin alışageldikleri ve adet edindikleri usul de bu idi. Şu beyitlerinde olduğu gibi:

"Sana olsun Allah'ın selâmı, ey Kays b. Âsım!

Ve rahmeti, rahmet dilemeyi murad ettikçe."

Bir diğer şair eş-Şemmâh da şöyle demektedir:

"Sana selâm bir emirden ve bereket ihsan etsin

Allah'ın kudret eli, o paramparça olmuş deri çadıra."

Hazret-i Peygamberin ona bu şekilde selâm vermesini yasaklayış sebebi, ölüler hakkında meşru olan selâm lâfzının bu oluşundan dolayı değildir. Hazret-i Peygamberin hayatta olanlara selâm verdiği şekilde ölülere de selâm verdiği ve şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "By mü’minler topluluğunun diyarı, selâm sizlere. Allah'ın izniyle biz de sizlere kavuşacağız." Müslim, Tahâre 39; Ebû Dâvûd, Cenâiz 79; İbn Mâce: Zühd 36; Müsned, II, 300, 375: 408.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhnha) de şöyle sormuştu: Ey Allah'ın Rasulü, kabristana girdiğim takdirde ne söyleyeyim? Şöyle buyurdu: "Selâm sizlere ey mü’minler diyarının sakinleri" de. Müslim, Cenâiz 103, 104; Nesâî, Cenâiz 103; Müsned, VI, 221. Bu ve bundnn öncekine benzer rivayeder için bk.: İbn Mâce, Cenâiz 36; Müsned, V, 353- 360, VI, 71, 76, 111, 180.

İleride yüce Allah'ın izniyle et-Tekâsur Sûresi'nde (102, Sûre); kabir ziyaretine 'dair açıklamalar gelecektir.

Derim ki: Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği hadis ile diğerlerinin kabristandan geçip oraya yaklaşma sırasında bütün kabir ahalisine selâm vermek hakkında; Cabir b. Süleym’in rivâyet ettiği hadisin de yalnızca kabir ziyareti kastıyla oradan geçiş hakkında olması da muhtemeldir.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

6. Selamlaşmaya Dair Diğer Hükümler;

Binekli olanın yürüyene, ayakta olanın oturana, azınlığın çoğunluğa selâm vermeleri sünnettendir. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği Müslim'in Sahîh'inde yer alan Hadîs-i şerîfte böyle zikredilmiştir. Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Binekli olan yürüyene selâm verir..." Buhârî, İstizan 5, 6; Müslim, Selam 1; Ebû Dâvûd, Edeb 133; Tirmizî, İsti'zân 14; Muvatta’'. Sekim 1; Müsned, III, 444, VI, 19, 204.

Bu hadiste mertebe itibariyle yüksek olduğundan dolayı binek üzerinde olandan başlamaktadır. Ayrıca bu binekliyi büyüklenmekten uzaklaştırır. Yürüyen hakkında da binekli hakkında söylendiği gibi söylenmiştir. Yine şöyle denilmiştir: Oturanın, vekar, sebat ve sükun halt üzere olduğundan dolayı yürüyene göre üstün bir meziyeti vardır. Zira yürüyenin hali bunun tam aksidir. Azınlığın çoğunluğa selâm vermesine gelince, bu da müslümanların çokluğunun ve çoğunluğunun şerefine riayetten dolayıdır. Buhârî Hadîs-i şerîfte ayrıca; "Küçük de büyüğe selâm verir" fazlalığını da kaydetmektedir. Buhârî, İstizan 4, 7; Ebû Dâvûd, Edeb 134; Müsned, II, 314.

Buyû'ğün küçüğe selâm vermesine gelince, Eş'as, el-Hasen'den küçük çocuklara selâm verilmesi görüşünde olmadığını rivâyet etmektedir, O der ki; Çünkü selâmın alınması bir farzdır. Küçük çocuğun ise selâm verme yükümlülüğü yoktur. O halde küçük çocuklara selâm vermemek gerekir. İbn SMn'den ise, onun küçük çocuklara selâm vermekle birlikte onlara sesini işittirmediği rivâyet edilmiştir.

İlim adamlarının çoğunluğu der ki: Küçük çocuklara selâm vermek, onu cerketmekten daha faziletlidir. Buhârî ile Müslim'de es-Seyyar'dan şöyle dediği nakledilmektedir. Sabit ile beraber yürüyordum. Çocukların yanından geçti, onlara selâm verdi. O da, Enes ile birlikte yürürken, Enesin çocukların yanından geçip, çocuklara selam verdiğini zikretti. Enes de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yürürken, çocukların yanından geçtiğini, onlara selâm verdiğini zikretti. Bu Müslim'in lâfzıdır. Müslim, Selâm 15; Buhârî, Isti'zain 15; Tirmizî, İsti'zan 8; Dârimî, İsti'zân 8. Böyle davranmak, Hazret-i Peygamber'in büyük ahlakı cü mi es indendir. Bununla küçük çocukların bu gibi şeylere alıştırılmasına işaret olduğu gibi, sünnetlerin öğretilmesine teşvik ve onların şer'î adap üzere eğitilmeleri de sözkonusudur. O halde bunlara uymak gerekir.

Hanımlara selâm vermek ise caizdir. Ancak, şeytanın dürtmesi, yahut haince bir bakış suretiyle onlarla konuşmaktan fitne korkusu dolayısıyla genç hanımlar bundan müstesnadır. Yaşlanıp kocamış ve acuze olmuş hanımlara ise, sözünü ettiğimiz hususlardan yana güven akında olunduğundan dolayı selâm vermek güzeldir. Atâ ve Katade'nin görüşü budur. Mâlik ve İlim adamlarından bir gurup da bu kanaattedir.

Şu kadar var ki, Kûfeli âlimler, selâm verenin kadınlara mahrem olmaması halinde selâm vermesini kabul etmez ve şöyle derler: Ezan okumak, kamet getirmek, namazda Kur'ân'ı açıktan okumak kadınlardan sakıt olduğuna göre, selâmı atmaları da onlardan sakıttır. O bakımdan hanımlara selâm verilmez. Ancak sahih olan birinci görüştür.

Çünkü Buhârî, Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizler cuma günü gelmesinden dolayı sevinirdik- Ona, neden diye sordum, dedi ki: Bizim kocamış bir kadın vardı. Bu kadın Budaa'ya -İbn Mesleme der ki: Medine'de bir hurmalığın adıdır- birisini gönderir, oradan pazı kökleri aldırır, bunu tencereye koyar, üzerine de birkaç tane arpa öğütür atardı. Cuma namazım kıldık mı, namazdan çıkıp onun yanına gider, ona selâm verirdik, O da bu pişirdiği yemeği önümüze getirir, koyardı ve bundan dolayı sevinirdik. O sırada, ancak cuma namazını kıldıktan sonra kaylule yapar (öğle vakti dinlenmeye çekilir) ve yemek yerdik." Buhârî, Hars 21, Et'ime 17, İsti'zan 16.

8. Selam Şekli ve Adabı:

Selâmın da, selamın alınışının da işitilecek sesle olması sünnettir. Parmakla veya elle işaret, Şâfiî'ye göre yeterli değildir. Bize göre uzak olunması halinde yeterli gelir. İbn Vehb, İbn Mes'ûd'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: es-Selâm, aziz ve celil olan Allah'ın isimlerindendir. Allah, onu yeryüzüne dağım. O bakımdan onu kendi aranızda yaygınlaşırınız. Kişi, bir topluluğa selâm verip de onlar da selâmını alacak olurlarsa, onlardan bir derece üstün olur. Çünkü onlara (bunu) hatırlatmış olur. Şayet onlar selâmını almayacak olurlarsa onlardan daha hayırlı ve daha hoş olanlar onun selâmını alırlar

el-A'meş de, Amr b. Murre'den, o, Abdullah b. el-Haris'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Kişi, bir topluluğa selâm verecek olursa, onlara bir derece üstünlüğü olur. Eğer onlar selâmını almayacak olurlarsa, melekler onun selâmını alırlar ve onlara lanet okurlar.

Selamı alan kişi, cevabını işittirmelidir. Çünkü selâm verene selâmını aldığını işittirmiyecek olursa, ona cevap vermiş, yani selâmını almış olmaz. Nitekim, selâm veren bir kimse de eğer sesini selâm verdiği kimselere işittirmeyecek olursa, ona selâm vermiş sayılmaz. Aynı şekilde selâmı alanın da selâmı aldığı işitilmiyecek olursa, selâma cevap vermiş olmaz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın da şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Selam verdiğiniz takdirde sesinizi işittiriniz. Selamı aldığınız takdirde de sesinizi işittiriniz. Oturacak olursanız, güvenlikle oturunuz. Kiminiz, kiminizin sözünü de alıp (başka yere) taşımasın."

İbn Vehb der ki: Bana Usame b. Zeyd, Nafi'den şöyle dediğini haber verdi: Şam fakihlerinden Abdullah b. Zekeriyya diye anılan bir adam ile yolda yürüyordum. Bineğimin küçük abdestini bozmak için durması beni alıkoydu. Daha sonra ona yetiştim, fakat selâm vermedim. Bana, selâm vermeyecek misin dedi. Şöyle dedim: Ama az önce seninle beraberdim. Dedi ki: Dediğin gibi olsa dahi (yine vereceksin). Çünkü Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın arkadaşları birlikte yürürler, bir ağaç aralarına girer, onları biribirinden ayırırdı. Fakat bir araya geldikleri vakit yine biri ötekine selâm verirdi.

9. Kâfirin Selamını Almak:

Kâfirin selâmını almanın hükmüne gelince, selâm verdiği takdirde ona: "Ve aleykum" denilerek selâmı alınır.

İbn Abbâs ve başkaları der ki: "Bir selâmla selâmlandığınızda" âyetinden maksat şudur: Eğer bu selâmı veren kişi mü’min ise, "siz ondan daha güzeli ile selâmı alın." Şayet size selâmı veren bir kâfir ise, Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın dediği şekilde o selâm alınarak onlara: "Ve aleykum" denilir. Atâ ise der ki: Âyet-i kerîme yalnızca mü’minler hakkındadır. Onların dışında selâm veren olursa ona Hadîs-i şerîfte belirtildiği gibi "aleyke" diye cevap verilir.

Derim ki: Kâfır'in selâmı alınırken "ve aleyke" diye vav harfi başa getirilerek selâmın alınacağı belirtildiği gibi, Müslim'in Sahih'inde vavsız olarak sadece "aleyke" diye gelmiştir. Manası açık olan rivâyet de budur. "Vav" ile birlikte selâmın alınmasını ifade eden rivâyetlerde ise, anlaşılması güç olan bir taraf vardır. Çünkü, atıf edatı olan vav, ortaklığı gerektirmektedir. Bu ise, onların bize ölüm ile beddua etmelerinde bizim de onlarla beraber ortak olmamızı gerektirir. Bundan dolayı bunu te'vil edenlerin farklı görüşleri vardır: Bu görüşler arasında en uygun olanı şöyle demektir: Buradaki uvav", normal özelliği ile attf içindir.

Şu kadar varki, bizim onlara bedduamız kabul olunur. Fakat onların bize bedduaları kabul olunmaz. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da böyle ifade buyurmuştur. Bu "vav"ın fazla olduğu da söylenmiştir, istinaf (cümle başı olmak üzere) olduğu da söylenmiştir. Ancak en uygun olanı birinci görüştür.

"Vav"sız rivâyet mana itibariyle daha güzeldir. Ancak "vav"lı rivâyet daha sahih ve daha meşhurdur, ilim adamlarının çoğunluğu da bu rivâyeti benimsemiştir.

10. Zimmet Ehlinin Selâmını Almanın Hükmü:

Zimmet ehlinin selâmım almak hususunda görüş ayrılığı vardır. Müslümanların selâmını almak gibi onların da selâmını almak vacip midir? İbn Abbâs, en-Nehaî ve Katade, âyet-i kerimenin umum İfade etmesini ve sahih sünnette onların selâmının alınmasını emreden âyeti delil göstererek bu görüşü kabul etmişlerdir.

Eşheb ve İbn Vehb'in kendisinden yaptığı rivâyete göre Mâlik, bunun vacip olmadığı görüşündedir. Eğer zimmet ehlinin selâmını alacak olursak, yalnızca "aleyke" deriz. İbn Tavus; zimmet ehlinin selâmını alırken "Selâm senin üstüne yükselsin; yani selâm üzerinden kalksın, diye cevap vermeyi tercih etmiştir.

Bazı ilim adamlarımız ise, "es-selâm" demeyi tercih etmişlerdir. Bundan kasıt, taş'tır. Mâlik ve başkalarının bu husustaki görüşleri Hadîs-i şerîfte belirtilene uygun ve yeterlidir. İleride Meryem Sûresi'nde Hazret-i İbrahim'in babasına söylediği haber verilen:

"Selam sana" (Meryem, 19/47) âyetini açıklarken zimmet ehline öncelikle selâm vermeye dair açıklamalar gelecektir.

Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi size göstereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırınız." Müslim, Îman 93; Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 56, İsti'zân 1; İbn Mâce, Mukaddime 9, Edeb 11; Müsned I. 165, 167, II. 391, 442, 477, 495, 512.

İşte bu, selâmın müşrikler dışarda olmak üzere müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasını gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

11. Kimlere Selam Verilmez:

Namaz kılana selâm verilmez. Selam verilecek olursa, namaz kılan muhayyerdir. Dilerse parmağıyla işaret ederek selâmını alır, dilerse namazını bitirinceye kadar selâmı almaz. Namazı bitirdikten sonra selâmı alır.

Def’i hacette bulunana da selâm vermemek gerekir. Verilecek olursa, selâmı alma yükümlülüğü yoktur. Böyle bir durumda iken adamın birisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına uğrar, Hazret-i Peygamber ona şu cevabı verir: "Benim bu halde olduğumu görür veya bu halde beni bulursan bana selâm verme. Çünkü (bu haldeyken) bana selâm verecek olursan, senin selâmını almam." İbn Mâce, Tahâre 27.

Kur'ân okuyana da selâm vererek okumasını kesmeye sebep olunmaz. Kur'ân okuyana selâm verilecek olursa, muhayyerdir. Dilerse selâmı alır, dilerse okumasını bitirinceye kadar selâmı almaz. Okumasını bitirdikten sonra selâmı alır. Avretini açmış olduğu halde hamama girene veya hamam ile ilgili bir meşguliyette bulunana da selâm verilmez. Bu durumda olmayana ise selâm verilir.

12. Selam Vermenin ve Almanın Ecri:

Yüce Allah:

"Şüphesiz Allah herşeyîn hesabını hakkıyla yapandır" âyetindeki "hasîb" kelimesi, koruyup gözetleyici demektir. Bunun kâfi gelen anlamında olduğu da söylenmiştir. "Hasbukellah: Allah sana yeter" ifadesinde olduğu gibi.

Katade der ki: Hasîb demek, hesaba çeken demektir. Beraber yemek yiyene (muvakil) anlamında ekîl denilmesi de böyledir. Bunun hesâbtan faîl vezninde bir kelime olduğu da söylenmiştir. Burada bu sıfatın zikredilmesi gayet güzeldir. Çünkü âyet-i kerimenin ifade ettiği mana, insanın yaptığından fazlasını alması yahut daha azını veya tam karşılığım alması ile ilgilidir.

Nesâî'de İmrân b. Husayn'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında bulunuyordum. Bir adam geldi ve selâm vererek; es-selâmû aleykum dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun selâmını aldı ve: "On" diye buyurdu. Sonra adam oturdu. Daha sonra bir başka kişi geldi, o da: Esselâmu aleykum ve- rahmetullah dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun da selâmını aldı ve: 'Yirmi" dedikten sonra adam oturdu. Bir diğeri daha geldi ve: Esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berhakâtuhû dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun da selâmını aldı ve: "Otuz" dedi. Ebû Dâvûd, Edeb 132; Tirmizî, İsti'zân 2.

Görüldüğü gibi bu haber tefsir edici bir haber olarak gelmiştir. O da şudur: Her kim müslüman kardeşine selâmun aleykum diyecek olursa ona, on hasene yazılır. Eğer esselâmu aleykum ve rahmetullah diyecek olursa, ona yirmi hasene yazılır. Şayet esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berâkâtuhu diyecek olursa, ona otuz hasene yazılır. Selamı alana da aynı şekilde ecir verilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

86 ﴿