90Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar yahut hem sizinle, hem kendi kavimleriyle Savaşmaktan göğüsleri daratarak size gelenler müstesnadır. Allah dileseydi, elbette onları üzerlerinize saldırtır, sizinle Savaşırlardı. Şayet onlar sizden uzak durup da sizinle Savaşmazlar, sizinle barış içinde kalmak isterlerse artık Allah size onların aleyhine bir yol bırakmamıştır. 2. Yakalanıp Öldürülme Hükmünden İstisna Edilenler: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar... müstesnadır." Yani, böyle bir kavim ile ilişkiye girip, aralarındaki himaye ve antlaşmaların kapsamına girenler müstesnadır. Âyetin anlamı şudur: Sîzinle antlaşması bulunan bir kavim ile antlaşma yapmış kimseleri öldürmeyiniz. Çünkü, bunlar da (dolaylı olarak) antlaşma yaptığınız kavmin antlaşması çerçevesinde sayılırlar Daha sonra bu antlaşmaların hükmü kaldırıldığından dolayı bu İstisna da kaldırılmış oldu. Bunun, böyle olduğu ise, Mücahid, İbn Zeyd ve diğerlerinin görüşüdür. Ayetin anlamı ile ilgili olarak söylenen en sahih görüş de budur. Ebû Ubeyd der ki: "Sığınanlar" o antlaşmaya, intisab edenler anlamındadır. el-A'şa'nın şu beyiti de bu kabildendir: "O, intisab ettiğinde (nesebini açıkladığında, nesebim) Bekr b. Vail’e gider, der. Halbuki, burunlar yerde sürtülse de yine onu ashâb alan Bekr’lilerdir." Görüldüğü gibi burada bu kelime, nesebini intisab etmek anlamında kullanılmıştır. el-Mehdevî der ki: Ancak böyle bir mana vermeyi ilim adamları kabul etmezler. Çünkü neseb, kafirlerle çarpışıp onları öldürmeye engel değildir. en-Nehhâs der ki: Böyle bir açıklama büyük bir yanlıştır. Zira bu, yüce Allah'ın müslümanlarla arasında herhangi bir neseb bağı bulunan bir kimseyle Savaşmayı yasakladığı kanaatini verir. Halbuki müşrikler ile ilk İslam'a girenler arasında sağlam neseb bağları vardı. Bundan da daha ağır (bilgisizlik), bu hükmün önceleri sözkonusu olup sonradan nesh olduğunu bilmektedir. Zira te'vil ehli (tefsir bilginleri) bu hükmü, Tevbe Sûresi'nin nesh ettiği üzerinde İcma etmişlerdir. et-Tevbe Sûresi ise, Mekke'nin fethinden ve Savaşların ardı arkasının kesilmesinden sonra nâzil olmuştur. Taberî de bu manada açıklamalarda bulunmuştur. Derim ki: Kimi ilim adamı, intisab etmenin emân anlamına geldiğini açıklamışlardır. Yani, emanı bulunanlara müntesıb olan bir kimse, emana bağlı olanların hepsi gibi o da emin olur. Yoksa buradaki intisab, akrabalık anlamına gelen neseble alakalı değildir. Kendileriyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında bu şekilde bir antlaşma bulunanların kimlikleri hususunda farklı görüşler vardır. Bunların Müdlicoğulları olduğu söylenmiştir. el-Hasen'den şöyle dediği nakledilmiştir: Müdlicoğulları ile Kureyşliler arasında bir akid vardı. Kureyşlilerle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında da bir ahid vardı. Ikrime de der ki: Âyet-i kerîme Hilâl b. Uveymir, Süraka b. Cu'şub, Huzeyme b. Amir b. Abdimenaf hakkında nâzil olmuştur. Bunlarla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında bir ahid vardı. Bunların Huzaalılar olduğu da söylenmiştir. ed-Dahhak, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavimden kastettiği, Bekr b. Zeyd b. Menatoğullarıdır. Bunlar da barış ve ateşkes antlaşması çerçevesinde idiler. Bu âyeti kerimede kendileriyle Savaşılan harb ehli kimseler ile müslümanlar arasında -eğer müslümanların lehine bir maslahat varsa,- barış antlaşmasının yapılabileceğine bir delil vardır. Nitekim ileride -yüce Allah'ın izniyle- (8/72-75. ayetlerin tefsirinde 4 ve 5- başlıklarda) ve (9/4. ayet ve devamının tefsirlerinde) gelecektir. Yüce Allah'ın: "Yahut hem sizinle, hem kavimleriyle Savaşmaktan göğüsleri daralarak size gelenler müstesnadır" âyetindeki: "Daralmış, daralarak," anlamındadır. Lebîd der ki: "Ovaya indim, o (atım) ise alabildiğine yüksek bir hurma ağacını andırıyordu. Hertürlü eksiklikten uzak ve hurma ağacının tepesindeki meyveleri toplamak isteyenlerin isteklerini elde etmekten yana göğüslerinin daraldığı bir hurma ağacı gibiydi." Görüldüğü gibi burada şair; "uzun olan hurma ağacını toplamaktan yana göğüsleri daralmış kimseleri" kastetmektedir. Sözde "hasr" da, konuşan bir kimsenin konuşurken darlık ve sıkıntı çekmesi demektir. "el-Hasır" ise, sırrı alabildiğine gizleyen kimse demektir. Şair Cerîr de der ki: "Yemin olsun, jurnalciler benim yanılmamı çok istediler. Fakat onlar, ey Umeym, senin sırrını alabildiğine gizleyen ve bu hususta çok cimri birisine rastgeldiler(dediler)." Âyet-i kerimedeki "Daralmış olarak," âyetinde -tahkik anlamını ifade eden-: “.....” edatı gizlidir. Bunu el-Ferrâ' söylemiştir. Bu âyet da "Size gelenler"deki merfu' zamirden haldir. "Filan kişi aklı başından gitmiş olarak geldi" demeye benzer. Bunun bir haberden sonra İkinci bir haber olduğu da söylenmiştir. Bunu da ez-Zeccâc demiştir. Yani size gelenler müstesnadır Sonra da bunların durumlarını haber vererek : "Kalpleri de -sizinle Savaşmaktan- daralmıştır" demektedir Buna göre “.....” âyeti “.....”dan bedel olur. Bu kelimenin kavmin sıfatı olmak üzere cer mahallinde olduğu da söylenmiştir. Ubey'in kıraatinde ise: "Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınan ve göğüsleri daralanlar müslesnâdır" şeklinde olup, “.....” Yahut... size gelenler, ibaresi yoktur. Bu ifadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: Yahut göğüsleri daralmış erkekler veya bir topluluk olarak size gelirlerse, o takdirde bu, hal üzere nasb edilmiş bir mensubun sıfatı olur. el-Hasen ise, bunu: "Yahut sizlere göğüsleri daralmış olarak gelirlerse" şeklinde hal üzere mansub olarak okumuştur, Mübteda ve haber olmak üzere bunun merfu' olması da mümkündür. (O takdirde âyetin anlamı şöyle olur: Yahut size gelirlerse ve kalpleri de... daralmış bulunuyorsa). "Veya size göğüsleri daralmışlar olduğu halde gelirlerse" şeklinde bir okuyuş da nakledilmiştir. "Daralmışlar" anlamına gelen kelimenin merfu’ okunması da bu takdirde caizdir. Muhammed b. Yezid ise der ki: “.....” âyeti onlar hakkında bir bedduadır (Anlamı: Kalpleri daralasıca onların, şeklinde olur). “.....” Allah kâfire lanet etsin, demek gibi. Bunu da el-Müberred demiştir. Şu kadar varki, kimi müfessirler bunu zayıf kabul etmiş ve şöyle demiştir: Bu açıklama, onların kavimleri ile Savaşmamayı gerektirir. Oysa bu tutarsızdır. Zira kendileri de kâfirdirler, kavimleri de kâfirdirler. Ancak bunun anlamının doğru olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. O takdirde Savaşmamak müslümanlar hakkında, onlar için bir taciz, kavimleri hakkında da bir tahkir mahiyetinde olur. Buradaki "ev: veya"nin "vav" (ve) anlamında olduğu da söylenmiştir. Şöyle buyurulmuş gibidir: Sizinle aralarında bir antlaşma bulunan bir kavme sığınıp, sizlere de gerek size karşı gerekse de sizinle birlikte Savaşmaktan yana kalpleri daraldığından dolayı her iki kesimle de Savaşmaktan hoşlanmayarak size gelirlerse... Burada sözü geçenlerin bu esas üzere kendileriyle antlaşma yapılmış kimseler olmaları ihtimali de vardır. O takdirde bu bir çeşit ahid olur. Veya bunlar: Biz müslüman oluruz fakat Savaşa katılmayız, diyen kimseler de olabilirler. İslâm'ın ilk dönemlerinde Allah kalplerinde takva için genişlik verinceye, İslâm için kalplerini açıncaya kadar bunun onlardan kabul edilmiş olması ihtimali vardır, Ancak, birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Yahut... Savaşmaktan" âyeti nasb mahallîndedir. Yani hem size karşı (hem kendi kavimlerine karşı) Savaşmaktan yılmışlar olarak.., anlamındadır. 5. Mü 'minlere Ceza Olmak Üzere, Allah Dilediği Takdirde Kâfirleri Mûsallat Kılabilir. Yüce Allah'ın: "Allah dileseydi, elbette onları üzerinize saldırtır, sizinle Savaşırlardı." Âyetinde geçen, Allahın, müşrikleri mü’minlere musallat kılması (saldırtması), onlara bu gücü vermesi ve bu hususta onları güçlendirmeşiyle olur. Bu da ya müslümanlar arasında münkerin yaygınlaşıp masiyetlerin ortaya çıkmasına karşılık bir ceza ve bir intikam ile olur. Ya da bir ibtilâ ve bir deneme için yapılır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Yemin olsun ki Biz, içinizden cihad edenleri ve saberdenleri açıkça ortaya çıkartalım ve haberlerinizi açıklayalım diye sizleri imtihan edeceğiz" (Muhammed, 47/31.) Ya da bu, günahlarını temizlemek için de yapılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir de Allah mü’minleri (günahlarından) temizlesin diye." (Âl-i İmrân, 3/141) Bundan önceki âyetler ile ilişki ve bağlantı cihetine gelince: Sizler haklarında anlaşmazlığa düştüğünüz münafıktan öldürünüz. Hicret etmeleri ve sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme varıp o kavmin girdiği antlaşmanın kapsamına girenleri müstesna. O takdirde o antlaşmakların hükmünü alırlar Yine, size karşı veya kavimlerine karşı Savaşmaktan yana göğüsleri daralmış halde size gelip sizin aranıza katılanlar da müstesnadır, böylelerini de öldürmeyiniz. |
﴾ 90 ﴿