93

Kim de bir mü’mini kasten öldürürse, cezası orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanet etmiş ve ona pek büyük bir azap hazırlamıştır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

1. Kasten Öldürmenin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Kim de... öldürürse" âyetindeki;

"Kim," şart edatıdır. Cevabı ise... "Cezası” âyetidir. İleride gelecektir.

İlim adamları kasten öldürenin nitelikleri hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Atâ, en-Nehaî ve başkaları şöyle demektedir: Kılıç, hançer, mızrak ucu ve buna benzer kesmek, koparmak için hazırlanmış ve sivriltilmiş demir aletlerle öldüren veya taş ve buna benzer öldürücü olduğu bilinen ağır şeylerle öldüren kimse kasten öldüren kimsedir.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Demir aletle olsun, taş, sopa veya bundan başka bir araçla olsun, başkasını öldüren herkes kasten öldüren kimsedir. Cumhûrun görüşü de budur.

2. Kasten Öldürme, Hata Yoluyla öldürme ve Kasta Benzer Hata İle Öldürme:

Yüce Allah Kitab-ı Kerîminde, kasten öldürme ile hata yolu ile öldürmeyi sözkonusu ederek, kasta benzer öldürmeyi sözkonusu etmemiştir. Böyle bir öldürmeyi kabul edip etmemek hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

İbnü'l-Münzir der ki: Mâlik, böyle bir öldürme çeşidini kabul etmemektedir. Mâlik der ki; Allah'ın Kitabında ancak kasten öldürme ile hataen öldürmeden sözedilmektedir. Bunu, el-Hattabî de Mâlikten nakleder ve şunu,da söylediğini ekler: Kasta benzer öldürmeyi ise biz bilmiyoruz.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Mâlik ile Leys b. Sa'd, kasta benzer öldürme çeşidini kabul etmezler. Onlara göre ısırmak, tokat vurmak, kamçı vurmak, sopa ile vurmak ve buna benzer çoğunlukla öldürücü olmayan şeylerle öldürülen bir kimse kasten Öldürülmüş olur ve bu durumda kısas gerekir,

Yine Ebû Ömer der ki: Ashâb ve tabiinden bir gurup da ikisinin bu görüşünü ifade etmişlerdir. İslâm aleminin değişik bölgelerindeki fukahânın çoğunluğu ise, bütün bu öldürme şekillerinin kasta benzer öldürme olduğu görüşündedirler. Ayrıca bu, Mâlik'ten de zikredilmiş olup, İbn Vehb ile ashâb ve tabün'den bir gurup da bu görüştedir,

İbnü'l-Münzir der ki: Kasta benzer öldürme, bizim mezhebimizce gereğince amel olunan bir husustur. Kasta benzer öldürmeyi kabul edenler arasında en-Nehaî, el-Hakem, Hammâd , en-Nehaî, Katade, Süfyan-ı Sevrî, Iraklılar ve Şâfiî de vardır. Ayrıca biz bunu, Ömer b. el-Hattâb ve Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anhüma)’dan da rivâyet etmiş bulunuyoruz.

Derim ki: Sahih olan da budur. Çünkü hakkında ihtiyatlı davranilmasına en lâyık olanlar kanlardır, Zira, aslolan bu kanların bedenleri içerisinde muhafaza edilmesidir. Kan, ancak en ufak bir tereddüdün sözkonusu olmadığı, apaçık bir sebep ile mubah olabilir. Böyle bir öldürme şeklinde ise mübahlığı su götürür, tartışılır. Zira böyle bir öldürme çeşidi, bir bakıma kastı, bir bakıma da hataen öldürme olarak değerlendirilebileceğinden hakkında kasta benzer öldürmedir, diye hüküm verilmiştir.

Çünkü bu durumda vurmak her ne kadar kasıt îse de öldürmek kastı yoktur. Bu öldürme kastı olmaksızın meydana geldiğinden dolayı bir taraftan kısas sakıt olur, diğer taraftan da diyet taglîz edilir (ağırlattırılır). Sünnette de buna benzer hükümler ifade edilmiştir.

Ebû Dâvûd, Abdullah b. Amr yoluyla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Kamçı ve asa ile meydana gelen kasta benzer hata ile öldürmenin diyeti, kırkının karnında yavruları olması şartıyla yüz devedir." Ebû Dâvûd, Diyat 17. Nesâî, Kasâme 32, 33: İbn Mâce, Diyât 5; Dârimî, Diyat 22. Dârakutnî de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet etmektedir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim kasten öldürülürse, elinin kazandığının bir cezası olmak üzere o da kısasen öldürülür. Hataen öldürmede ise, diyet vardır, kısas yoktur. Her kim taş, sopa veya kamçı ile öldürülür fakat kimin tarafından öldürüldüğü belli değilse, o takdirde onan diyeti deve yaşları ağırlaştırılmış olarak verilir." Dârakutnî, III, 94. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Diyat 15, 26; Nesâî, Kasame 31; İbn Mâce, Diyat 8.

Yine Dârakutnî, Süleyman b. Mûsa yoluyla Amr b. Şuayb'dan o, babasından, o da dedesinden şöyle dediğini rivâyec etmektedir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kasta benzer öldürmenin diyeti, kasten öldürmedeki gibi, (fakat) ağırlaştırılır. Ancak, böyle bir kimse öldürülmez." Dârakutnî, III, 95. Bu açık bir nasstır.

Tavus; sopa, kamçı veya taş atımı sırasında kendisine atılan bir şey isabet edip de ölen kimse hakkında şöyle demektedir: Bunun karşılığında diyet ödenir. Fakat, onu öldürenin kim olduğu bilinemediğinden dolayı da ona karşılık kimse öldürülmez. Dârakutnî, III 95.

Ahmed b. Hanbel de der ki: Hadîs-i şerîfte geçen "ne (veya kim) olduğu belirsiz (………..ve dayanışma duygusu dolayısıyla) muamma olan ve neden olduğu açığa çıkmayan îş demektir. İshak der ki: Bu tabir bir topluluğun karşılıklı olarak galeyana gelip birbirlerini öldürmeleri halidir Kelimenin aslı, sanki işi karışık hale getirmek demek olan "ta'miye yani muammalaştırmak"tan alınmış gibidir. Bu açıklamaları Dârakutnî zikretmektedir.

Ağırlaştırılmış Diyet (Diyet-i Muğallaza):

Kasta benzer öldürmeyi kabul edenler, ağırlaştırılmış diyetin miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

Atâ ile Şâfiî der ki; Ağırlaştırılmış diyet, otuzu Hikka (dört yaşına basmış dişi deve), otuzu Cezea (beş yaşına basmış dişi deve) ve kırkı da Muhli! (yani, on yaşına girmiş deve) dir. Bu görüş, aynı şekilde Hazret-i Ömer, Zeyd b. Sabit, Muğire b. Şu'be ve Ebû Mûsa el-Eşarî'den de rivâyet edilmiştir. Mâlik’in kasta benzer öldürmedir diye kabul ettiği hallerdeki görüşü de budur.

Mâlikî mezhebinde meşhur olan görüşe göre, Mâlik ancak, oğlunu kılıç ile vurup öldüren Müdliclinin oğluyla başından geçen olayın benzerleri hakkında kasta benzer öldürmenin olduğunu kabul eder.

Şöyle de denilmiştir: Kasta benzer öldürmelerde ağırlaştırılmış diyet, dörtte birlere bölünür: Bunun dörtte biri üçe basmış dişi deve (Bintu Lebun), dörtte biri dörde basmış dişi deve (Hikka), dörtte biri beşe basmış dişi deve (Cezea), dörtte biri de ikiye basmış dişi deve (Bintu Mahâd) olur.

en-Numan (Ebû Hanîfe) ile Yakub (Ebû Yûsuf )'un görşü de budur. Ayrıca bu görüşü Ebû Dâvûd, Süfyan'dan o, Ebû İshak'tan o, Âsım b. Damra'dan, o da Hazret-i Ali'den de rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Diyât 17.

Bu diyetin beşte birlere ayrılacağı da söylenmiştir. Yirmi tanesi iki yaşına basmış dişi deve, yirmi tanesi üç yaşına basmış dişi deve, yirmi tanesi üç yaşına basmış erkek deve, yirmi tanesi dört yaşına basmış dişi deve, yirmi tanesi de beş yaşına basmış dişi deve. Bu da Ebû Sevr'in görüşüdür.

Şöyle de denilmiştir: Bunun kırk tanesi beş yaşına basmış dişi deve (Cezea) ile dokuzuna yeni basmış (Bâzil) deve arasında, otuzu ise dört yaşına basmış dişi deve, otuzu da üç yaşına basmış dişi deve. Bu görüş Osman b. Affân'dan da rivâyet edilmiş olup, Hasan-ı Basrî, Tavus ve ez-Zührî de bu görüştedirler.

Şöyle de denilmiştin: Otuzdört tanesi hamileliğinin yan dönemini tamamlamış ve dokuz yaşına basmış dişi deve, otuzüç tanesi dört yaşına basmış dişi deve, otuzüç, tanesi de beş yaşına basmış dişi deve. eş-Şa"bî ve en-Nehaî de böyle demiştir. Ayrıca bunu, Ebû Dâvûd, Ebul-Ahvas'dan, o, Ebû İshak'dan, o Âsım b. Damra'dan, o da Hazret-i Ali yoluyla rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Diyât 17.

3. Kasta Benzer Öldürmelerde Diyeti Ödemekle Mükellef Olanlar:

Kasta benzer öldürmede diyetin kimler tarafından ödenmesi gerektiği hususunda da ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. el-Haris el-Utli, İbn Ebi Leyla, İbn Şubrume, Katade ve Ebû Sevr derler ki: Bu diyeti, öldüren kişi kendi malından öder. en-Nehaî, en-Nehaî, el-Hakem, Şâfiî, es-Sevrî, Ahmed, İshak ve Rey ashâbı ise, âkile tarafından ödenir, derler.

İbnü'l-Münzir der ki: Şa'bî'nin görüşü daha sahihtir. Çünkü Ebû Hüreyre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ceninin diyetinin, öbür kadını vurarak öldüren kadının âkilesi tarafından ödenmesini hükme bağlamıştır. Buhârî, Diyât 26; Müslim, Kasame, 34-36; Ebû Dâvûd, Diyât 19; Nesâî, Kasâme 39.

4. Keffareti Gerektiren Öldürmeler:

İlim adamları kasten öldürmenin diyetini yüklenmeyeceğini akilenin ve böyle bir öldürmenin diyetinin cinayeti işleyenin malından ödeneceğini icma ile kabul etmişlerdir. Buna dair açıklamalar, daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/178. ayet, 14. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yine ilim adamları, hata yoluyla öldürenin keffârette bulunacağını icma ile kabul etmekle birlikte, kasten öldürmekçe keffaretin gerekip gerekmediği hususunda farklı kanaatlere sahiptirler.

Mâlik ve Şâfiî ise, tıpkı hata ile öldürmede olduğu gibi, kasten öldürenin de keffârette bulunacağı görüşündeydiler. Şâfiî der ki: Hata yoluyla öldürmede keffâret vacip olduğuna göre, kasten öldürmede keffâretîn vacip olması öncelikle sözkonusudur. Yine Şâfiî: Yanılma halinde sehiv secdesi meşru kılındığına göre, kasten yapılan bir kusur dolayısıyla sehiv secdesinin meşru kılınması öncelikle sözkonusudur. Kastı öldürme halinde sözü edilen keffâret, hata yoluyla öldürmede vacip olanı ıskat edecek değildir, der.

Şöylede denilmiştir: Kasten öldürene keffâret ancak affedilip öldürülmemesi halinde katile vacip olur. Şayet kısasen öldürülecek olursa, malından alınacak bir keffâret yükümlülüğü yoktur. Böyle bir keffâretin icabettiği de söylenmiştir.

Kendisini öldürenin de malından keftaret ödenme yükümlülüğü vardır.

es-Sevrî, Ebû Sevr ve Rey ashâbı der ki: Keffaret ancak yüce Allah'ın vacip kıldığı yerde vaciptir,

İbnü'l-Münzir der ki: Biz de bu görüşteyiz. Çünkü, keffâretler ibadettir. Bu konuda bunların temsil yoluyla (kıyas yoluyla) vacip kılınmaları câiz olamaz. Herhangi bir kimsenin Kitap, sünnet veya icma ile olmadıkça, Allah'ın kullarını yerine getirmekle sorumlu tutacağı bir farzı tesbit etmek yetkisi yoktur, câiz değildir. Kasten öldüren kimseyekeftaretödemeyi öngörenlerin açıklamaları delil olabilecek bir özellikte değildir.

5. Bir Topluluğun Birisini Hata Yoluyla Öldürmesi Hali:

Bir topluluğun hata yoluyla birisini öldürmesi halinde hükmün ne olacağı hususunda, ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim der ki: Her birisinin ayrı ayrı keffârette bulunması gerekir el-Hasen, İkrime, Nehaî, Haris el-Uklî, Mâlik, Sevrî, Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve Rey ashâbı da böyle demişlerdir. Bir başka kesim ise, hepsi tek bir keffaret ödemekle yükümlüdürler, demektedirler. Ebû Sevr böyle demiştir. Aynı zamanda bu görüş el-Evzaî'den de nakledilmiştir. ez-Zührî ise, köle azad etmek ile oruç tutmak keffareti arasında fark gözeterek, mancınık ile atış yapan ve birisini Öldüren bir topluluk hakkında şöyle demiştir: Hepsinin bir köle azad etmeleri gerekir. Eğer azad edecek köle bulamayacak olurlarsa, onların her birisi aralıksız iki ay oruç tutar.

6. Kasten Öldürmenin Vebalinin Buyû'klüğü:

Nesâî şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize el-Hasen b. İshak el-Mervezî -sika bir ravidir- haber vererek dedi ki; Bana Halid b. Hidâş anlatarak dedi ki: Bize Hatim b. İsmail, Beşir b. el-Muhacir'den anlattı: Beşir, Abdullah b. Bureyde'den, o, babasından naklederek dedî ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Mü’minin öldürülmesi, Allah nezdinde dünyanın zeval bulmasından daha büyük bir şeydir." Nesâî, Tahrimû'd-Dem 2; Tirmizî, Diyât 7: İbn Mâce, Diyât 1. Yine Abdullah (b. Mes'ûd) dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kulun kendisinden ilk hesaba çekileceği şey namaz, insanlar arasında ilk hükme bağlanacak meseleler ise, kanlar hakkında olacaktır." Nesâî, Tahrimû'd-Dem 2.

İsmail b. İshak da, Nafi b. Cübeyir b. Mut'im'den, o, Abdullah b. Abbas'dan birisinin kendisine şöyle bir soru sorduğunu rivâyet etmektedir: Ey Ebû'l-Abbas, katilin tevbesi sözkonusu mudur? İbn Abbâs, bu soruya hayret eden bir kişinin edası ile: îkî yada üç defa sen ne diyorsun? diye sorduktan sonra, İbn Abbâs şöyle dedi: Yazıklar olsun sana, böyle birisinin tevbesi nasıl mümkün olur? Ben Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururken dinledim: "(Kıyâmet gününde) maktul boyun damarlarından kan akarak, başını ellerinden birisine asmış, diğer eliyle de katilini yakasından tutup sürükleyerek getirir. Nihayet (Allah'ın huzurunda) durdurulurlar. Bu sefer maktul, şanı yüce Allah'a şöyle der: Rabbim, bu beni öldürdü. Yüce Allah katile: Sen artık bedbaht oldun, der ve katil alınıp cehenneme götürülür.” Nesâî, Kasâme 49; Tirmizî, Tefsir 4. sûre 15; Müsned, I, 240, 294, 364. el-Hasen'den de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben, mü’minin öldürülmesi hususunda (katilin cezasının indirilmesi için) Rabbime müracaat ettiğim kadar hiç bir hususta Rabbime müracaat ecmiş değilim. Ancak benim isteğimi bir türlü kabul etmedi."

7. Kasten Bir Mü’min Öldürenin Tevbesi Mümkün mü:

Kasten bir mü’mini öldüren bir katilin tevbe etmesinin mümkün olup olmadığı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Buhârî, Saîd b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir; Bunun (Tefsir etmekte olduğumuz âyet) hakkında Kûfeliler ihtilâfa düştüler. Bunun üzerine ben de, bunu öğrenmek için İbn Abbâs'ın yanına yolculuk yaptım. Ona bu âyet-i kerîme hakkında sordum, şöyle dedi: Şu: "Kim de bir mü’minİ kasten öldürürse, cezası... cehennemdir" âyeti, (bu hususta) son nâzil olan âyettir. Onu herhangi bir şey nesh etmiş değildir. Buhârî, Tefsir 4. süre 16, 25- SÛRE 2: Nesâî, Kasâme 48, Tahrimu'd-Dem 2.

Yine Nesâî, ondan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İbn Abbâs'a mü’min bir kimseyi kasten öldürenin tevbesinin mümkün olup olmadığım sordum, bana hayır dedi. Bu sefer ben ona, el-Furkan Sûresi'nde yer alan:

"Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilaha îman etmezler..." (el-Furkan, 25/68) âyetini okudum, şöyle dedi: Senin bu dediğin âyet Mekke'de inmiştir. Onu Medine'de inen: "Kim de bir mü’mini kasten öldürürse cezası orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazab etmiş,” âyeti bunu nesh etmiştir. Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2. Zeyd b. Sabit'ten de buna benzer bir rivâyette bulunarak en-Nisa Sûresi'ndeki bu âyetin el-Furkan Sûresi'ndeki âyetten altı ay sonra nâzil olduğunu nakletmektedir. Bir diğer rivâyette ise sekiz ay sonra nâzil olduğu belirtilmektedir. Her ikisini de Nesâî, Zeyd b. Sabit'ten nakletmiştir. Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2.

İşte Zeyd b. Sabit ile İbn Abbâs'tan gelen bu haberlerle birlikte bu âyet-i kerimenin ifade ettiği umumi manayı, Mutezile mezhebi kabul ederek, işte bu, yüce Allah'ın:

"Ondan başkasını da dilediğine bağışlar" (en-Nisa, 4/48) âyetindeki umumi ifadeyi tahsis etmektedir derler ve âyet-i kerimede sözü geçen tehdidin kesinlikle bütün katiller hakkında geçerli olduğu görüşünü ifade ederek, her iki âyet-i kerimenin arasını da şu sözleriyle telif etmeye çalışmışlardır; Bu İki âyete göre takdir şöyledir: Allah, kasten öldürme dışında bundan başka dilediğine mağfiret eder, demektir.

Aralarında Abdullah b. Ömer'in de bulunduğu -ki bu, aynı zamanda Zeyd ile İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir- bir grup ilim adamı, kasten öldürenin tevbe etmesinin mümkün olduğu görüşündedirler. Yezid b. Harun rivâyetle şöyle demektedir: Bize, Ebû Mâlik el-Eşcai, Sa'd b. Ubeyde'den şöyle dediğini haber vermektedir:

Bir adam İbn Abbâs'a gelerek şöyle dedi: Bir mü’mini kasten öldüren kimsenin tevbesi mümkün mü? İbn Abbâs hayır, onun cehennemden başka cezası yoktur, dedi. (Sa'd b. Ubeyde) dedi ki: Adam gittikten sonra onunla oturanlar ona: Sen bize katilin kabul edilecek bir tevbesinin mümkün olduğu şeklinde fetva veriyordun. O, şöyle dedi: Ben, bunun mü’min bir kimseyi öldürmek isteyen kızgın bir kişi olduğunu zannediyorum. (Sa'd) dedi ki: Arkasından bir adam gönderdiler, gerçekten de halinin bu olduğunu tesbit ettiler.

Ehli Sünnetin görüşü de bu doğrultudadır ve sahih olan da budur. Bu âyet-i kerîmenin tahsis edilmiş olduğunu kabul ederler. Böyle bir tahsisin delili ise, konu ile ilgili bir takım âyet-i kerimeler ve rivâyetlerdir. Ehli Sünnet âlimleri, bu âyet-i kerimenin Mikyes b. Dubabe (Subabe de rivâyet edilmiştir) hakkında nâzil olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Mikyes, kardeşi Hişam b. Dubabe ile birlikte İslama girmişti. Hişam'ın. Neccaroğulları tarafından öldürülmüş olduğunu gördü. Bu hususu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a bildirince Hazret-i Peygamber Mikyes'e, kardeşini öldüren kişiyi teslim etmelerini emreden bir mektup yazdı. Onunla beraber Fihr oğullarından da bir adam gönderdi. Neccaroğulları ise şöyle dediler: Allah'a yemin ederiz onu kimin öldürdüğünü bilmiyoruz. Fakat bizler diyetini öderiz, deyip ona yüz deve ödediler.

Daha sonra Mikyes, beraberindeki adam ile birlikte Medine'ye döndüler. Bu sefer Mikyes, Fihroğullarından olana saldırarak kardeşine mukabil onu öldürdü, develeri alıp gitti ve Mekke'ye mürted ve kâfir olarak geri döndü. Şu beyitleri de okuyup duruyordu:

"Ben ona (kardeşime) karşılık olarak

Fihr'liyi öldürdüm ve diyetini yükledim Pari1 kalesinde yaşayan Neccaroğullarının ileri gelenlerine;

Böylelikle ben yayımı çözmüş oldum intikamımı da aldım

Ve ben putlara geri dönen ilk kişi oldum,"

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); "İster Harem bölgesinde, ister onun dışındaki helal bölgede olsun, asla ona eman vermiyorum" dedi ve Mekke'nin fethedildiği günü, Kabe'nin örtülerine asılmış olduğu halde bulunsa dahi öldürülmesini emretti. es-Suyûtî, ed-Dürru'l-Mensur, II, 623.

İşte bu husus, tefsir ehlinin ve din âlimlerinin nakli ile sabit olduğuna göre, bunun müslümanlar hakkında anlaşılmaması gerekmektedir. Diğer taraftan bu âyetin zahirini delil olarak almak, yüce Allah'ın:

"Çünkü iyilikler, hiç şüphesiz günahları giderir" (Hüd, 11/114);

"O, kullarının tevbelerini kabul edendir"(eş-Şûra, 42/25) ile

"Ondan başkasını da dilediğine bağışlar" (en-Nisâ, 4/48) âyetlerinin zahirinin ifade ettiği manayı almaktan daha uygun değildir. Bu âyet ile zikrettiğimiz diğer âyetlerin zahirlerini bir arada almak ise çelişkidir. O halde tahsis kaçınılmaz bir şeydir. Diğer taraftan, el-Furkan'daki âyet-i kerîme ile bu âyet-i kerimenin arasını bulmak mümkündür. Ortada nesh de yoktur, tearuz da sözkonusu olmaz. Bu da en-Nisâ Süresindeki âyecin mutlak ifadesinin Furkan Sûresi'ndeki âyetin mukayyed ifadesine hamledilmesiyle olur. Böylelikle âyetin anlamı şöyle olur: İşte bunun cezası şöyle şöyledir, tevbe eden müstesna. Özelliklede bu hükümleri gerektiren aynı şey ise bu, böyle olmalıdır. Bu şey ise katildir. Bunun gerektirdiği ise ceza vaadi ve tehdididir

Kasten mü’mini öldürenin tevbesinin kabul olunacağına dair haberler ise pek çoktur. Ubâde b. es-Sâmit'in şu ifadelerin yer aldığı hadisi buna örnektir: "Bana, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, hak ile olması müstesna Allah'ın haram kıldığı canı öldürmemek üzere bey'at ediniz. Aranızdan kim bu bey'atte verdiği sözü eksiksiz yerine getirirse, onun ecrini vermek Allah'a aittir. Her kim bunlardan her hangi bir şey işleyecek olur da buna karşılık cezalandırılırca, bu da onun için bir keffaret olur. Her kim bunlardan bir şeyler işler ve Allah da onun bu işlediğim setr edecek olursa, o vakit işi Allah'a kalmıştır. Dilerse onu atfeder, dilerse onu azaplandırır." Buhârî, Menakıbul-Ensar 43; Tefsir 60. Sûre 3, Hudûd 8, 14; Müslim, Hudûd 41; Tirmizî, Hudûd 12; Nesâî, Îman 14; Dârimî, Siyer 17; Müsned, V, 313, 314. Bu hadisi, hadis İmâmları rivâyet etmiş, Buhârî ve Müslim de bunu kitaplarına kaydetmişlerdir.

Ebû Hüreyre'nin yüz kişiyi öldürmüş birisine dair rivâyet ettiği hadisi de bu kabildendir. Bu hadisi de Müslim Sahihinde, İbn Mâce süneninde rivâyet ettiği gibi, başkaları da bunu rivâyet etmişlerdir. Buhârî, Enbiyn 54; Müslim, Tevbe 46,47; İbn Mâce, Diyat 2; Müsned, III, 20, 72. Bu hususta sabit olmuş benzer başka haberler de vardır.

Diğer taraftan başkasını öldürdüğüne dair şahadette bulunulup, kendisi de kasten öldürdüğünü ikrar ederek, maktulün velileri tarafından devlet yetkililerine getirilen ve bunun sonucunda kendisine had uygulanıp kısasen öldürülen bir kimsenin âhirette cezalandırılmayacağı ve Ubade b. es-Samit hadisi gereğince, icma ile bu tehdidin hakkında söz konusu olmayacağı noktasında Mutezile de bizimle aynı görüşü paylaşmaktadır. O halde, Mutezilenin; "Kim de bir mü’mini kasten ölüdürse cezası... cehennemdir" âyetinin ifade ettiği umumi anlamı delil diye ileri sürmelerine imkân kalmaz ve zikrettiğimiz diğer naslar ile bu âyetin umumu tahsis edilmiş olmaktadır.

Durum böyle olduğuna göre, o halde uygun olan, açıkladığımız şekilde âyetin tahsis edilmiş olduğunu kabul etmek veya İbn Abbâs'tan söylediği nakledilen şu kanaate göre hamledilmiş olduğunu kabul etmektir.

İbn Abbâs der ki: Âyet-i kerimede geçen "kasten öldürmek"den maksat, onun öldürülmesini helal kabul etmektir. Bu ise, icma ile küfre varır.

Bir başka topluluk da şöyle demektedir: Katil tevbe etsin yahut etmesin ilâhî meşîete bağlıdır. (Yani Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse azaplandırmaz). Bunu da Ebû Hanîfe ve arkadaşları söylemiştir.

Eğer; yüce Allah'ın: "Cezası, orada ebediyyen kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazab etmiş..." âyeti zaten böylesinin kâfir olduğuna delildir, çünkü yüce Allah, ancak imandan çıkmış bir kâfire gazab eder; denilecek olursa, deriz ki; Bu bir tehdittir. Yapılan tehdidi gerçekleştirmemesi ise bir lütuf ve bir keremdir. Nitekim şair şöyle demiştir:

"Gerçek şu ki, ben ne zaman onu tehdit eder veya ana vaadde bulunursam

Tehdidimi gerçekleştirmem, fakat verdiğim sözü yerine getiririm "

Bu (açıklama) daha önceden geçmiştir.

İkinci bir cevap: Şayet Allah, ona bunun cezasını verecek olursa,., böyle cezalandırır, demektir. Yani günahının büyüklüğü dolayısıyla o buna lâyıktır, böyle bir cezayı hakeder demektir. Bunu Ebû Miclez, Lâhik b. Humeyd ile Ebû Salih ve başkaları böylece ifade etmişlerdir.

Enes b. Mâlik de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Allah bir kula sevap vâdedecek olursa onu yerine getirir. Eğer ona ceza tehdidinde bulunacak olursa, bu da Allah'ın dilemesine (meşîetine) bağlıdır. Dilerse onu cezalandırır, dilerse onu affeder."

Ancak bu son iki te'vil şeklinde su götürür tararlar vardır. Birincisini ele alalım. el-Kuşeyrî der ki: Böyle bir açıklama su götürür. Çünkü yüce Rabbimizin âyeti, değişikliği ve verilen sözü değiştirmeyi kabil değildir. Ancak, bu âyetle umumi olanın tahsis edilmesinin kastedilmesi müstesna. O taktirde bu, konuşmalarda caizdir. İkincisine gelince, şüphesiz merfu' olarak yapılan bu rivâyet (Enes'in hadis rivâyeti) ile ilgili olarak en-Nehhâs şöyle demektedir: Bu açıklama şeklindeki yanlışlık gâyet açıktır. . Çünkü yüce Allah:

"İşte bu, onların cezası kâfir olmalarından ötürü, cehennemdir" (el-Kehf, 18/106) diye buyurmuş, fakat hiç kimse de, eğer onları cezalandıracak olursa cehennemle cezalandıracaktır, dememiştir. Ayrıca Arap dili açısından da böyle bir açıklama hatalıdır. Çünkü bu âyetten sonra: "Allah onagazab etmiş.,."diye buyurmaktadır. Bu ise onu cezalandıracaktır anlamındadır.

Üçüncü bir cevap: Böyle bir kimse, şayet tevbe etmez, günahlarında ısrar eder ve Rabbinin huzuruna küfür ile çıkacak olursa, isyanı sebebiyle cezası cehennemdir. Hibetullah "en-Nâsik vel-Mensûk"adlı eserinde şöyle der: Bu âyet-i kerîme, yüce Allah'ın:

"Şüphesizki Allah kendisine ortak koşam affetmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder" (en-Nisa, 4/48 ve 116) âyeti ile nesh olunmuştur. Bu hususta, insanların icmaı vardır.

Ancak İbn Abbâs ile İbn Ömer, bu âyetin muhkem olduğunu söylemişlerdir. Şu kadar var ki, onun bu dediği de su götürür, çünkü konu umum ve umumun tahsisi konusudur, nesh konusu değildir. Bu da İbn Atiyye'nin görüşüdür.

Derim ki: Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü nesh, haberler hakkında sözkonusu olmaz, Çünkü âyetin manası, Allah onu cezalandıracaktır, şeklindedir. en-Nehhâs da Meanli'l-Kur'ân adlı eserinde şunları söylemektedir: Nazar ehli (ilahi âyeti iyice tetkik eden kimseler) âlimlerine göre bu husustaki görüş, âyetin muhkem olduğu ve tevbe etmediği takdirde onu cezalandıracağı şeklindedir. Şayet tevbe edecek olursa durumunu:

"Şüphesiz ki ben, tevbe eden, îman eden... kimseye çok çok mağfiret ediciyim" (Tâ-Hâ, 20/82) âyeti ile açıklamış bulunmaktadır. İşte bu da (kasten katil de) bunun kapsamı dışında değildin Diğer taraftan ebedi kalmak, ifadesi (her zaman) devamlılığı gerektirmeyebilir,

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce hiçbir kimseye ebedilik vermedik. (Çok uzun ömür vermedik)" (el-Enbiya, 21/34) diye buyurulmaktadır. Yine bir başka yerde şöyle buyurulmaktadır:

"Malının gerçekten kendisine ebedi hayat verdiğini sanır." (el-Hümeze, 104/3)

Şair Züheyr de şöyle demektedir:

"Ve ebedi hiçbir şeyi (görmüyorum); şu sapasağlam duran dağlardan başka."

İşte bütün bunlar, ebedîlik (el-Huld) kelimesinin bazan ebedi kalmak anlamından başka bir anlamda da kullanıldığım göstermektedir. Çünkü bilindiği gibi dünyanın zeval bulmasıyla bunlar (dağlar) ve âyet-i kerimede sözü edilen ebedilikler zeval bulacaktır.

Aynı şekilde Araplar da şöyle demektedir: Yemin olsun ki, filan kişiyi ebediyyen hapiste bırakacağım." Ancak, hapisin sonu gelir ve biter. Hapsolunan kimsenin durumu da böyledir,

Dûa ederken kullanılan şu sözler de bu kabildendir: "Allah mülkünü daim kılsın, günlerini de ebedileştirsin." Bütün bu hususlara dair bu açıklamalar, hem lâfzan, hem de mana itibariyle daha önceden geçmiş bulunmaktadır. (el-Bakara, 2/35- âyetin tefsiri).

Yüce Allah'a hamd olsun.

93 ﴿