94

Ey îman edenler, Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selâm verene, dünya hayatının menfaatini arayarak: "Sen mü’min değilsin demeyin." İşte Allah'ın katında nice ganimetler vardır. Önceleri siz de böyle idiniz de, Allah size lütfetti. O halde iyice araştırın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

1. Âyetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Ey Îman edenler, Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın" âyeti de, Savaş ve cihada dair âyetlerle ilişkilidir.

"Cihada çıkmak," burada yeryüzünde yürümek, yol tepmek anlamındadır. Ticaret, gaza veya bir başka maksatla yol alındığı vakit:

Yeryüzünde vurdum (yol teptim), denilir ve harfi cerri kullanılır. Bu harf-i cer olmaksızın bu ifade kullanılacak olursa, def’i hacet için çıkmak demek olur Hazret-i Peygamberin şu âyetinde olduğu gibi: "İki kişi defi hacet için çıkarak, ferclerini açmış oldukları halde konuşmaya koyulmasınlar. Çünkü şüphesiz Allah buna gazap eder." Ebû Dâvûd, Tahâre 7; Müsned, III, 36. İbn Mâce, Tahâre 24.

Bu âyet-i kerîme, bir müslüman topluluğu hakkında nâzil olmuştur. Bunlar, yolculuklarında, beraberinde bir deve ve satmak üzere bir kaç koyun bulunan bir adamla rastlaştılar. Bu adam onlara selam verip: "Lâ ilahe illallah Muhammedu'r-Resûlüllah" dediği halde, müslümanlardan birisi hamle yaparak onu öldürdü. Bu hususu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a anlatınca, Hazret-i Peygamber'e bu ağır geldi, bunun üzerine de bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Buhârî de bunu, Atâ'dan, o, İbn Abbâs yoluyla rivâyet etmektedir İbn Abbâs dedi ki: Beraberinde birkaç koyun bulunan bir adama, müslümanlar arkadan yetiştiler. O da esselâmu aleykûm dediği halde onu öldürdüler ve beraberindeki koyunlarım aldılar. Bunun üzerine yüce Allah:

"Dünya hayatının menfaatini arıyarak..." âyetine kadar bu âyet-i kerimeyi indirdi. Dünya hayatının menfeati ise, orada sözü geçen birkaç koyundu. Buhârî der ki: İbn Abbâs burada; şeklinde okumuştur. Buhârî, Tefsir 4. sûre 17: Müslim, Tefsir 22; ayrıca; Ebû. Dâvûd, Huruf 6; Tirmizî, Tefsir 4. sûre 16; Müsned, III, 229, 272, 324, VI, 11. Buhârî’den başka kaynaklarda da şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o adamın diyetini akrabalarına götürüp teslim etti ve beraberindeki koyunları da geri iade etti. es-Suyûti, ed-Dürru'l-Mensûr, II, 634.

Bu olayda katil ile maktulün tayini hususunda farklı kanaatler vardır. Çoğunluğun benimseyip, İbn İshak'ın da Sîretî ile Ebû Dâvûd'un Mûsannef'mâe, İbn Abdi'l-Berr'in el-îstiâb’ında yer alan rivâyete göre, katil Muhallim b. Cessâme, maktul ise Amir b. el-Edbat'dı. Ebû Dâvûd, Diyât 3; İbn Mâce, Diyât 4,

Hazret-i Peygamber, Muhallim'e beddua etmiş ve bundan sonra ancak yedi gün yaşamıştı. Daha sonra defnedildiği halde yer onu kabul etmeyip dışarı atmıştı. Bir daha defnedildi. Yine yer onu kabul etmedi. Üçüncü defa da defnedilince yine yer onu kabul etmedi. Yerin onu kabul etmediğini görmeleri üzerine onu, oradaki dağ yollarından birisine bıraktılar. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurdu: "Muhakkak yer ondan daha kötü olanlarını da kabul eder." el-Hasen der ki: Yerin bundan daha kötü olanları da atıp kabul ettiği halde bunu dışarı çıkarması, bir daha aynı işi yapmamaları için onlara bir öğüt idi. el-Vâhidî, Esbâbu Nüzûlî'l-Kur’ân, s. 176; es-Süyutî, ed-Dürru'l-Mensûr, II, 635.

İbn Mâce'nin Sünen'inde İmrân b. Husayn'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), bir müslüman askerî birliğini müşrikler üzerine gönderdi. Müşriklerle oldukça şiddetli bir çarpışma yaptılar. Müşrikler önlerinden kaçmamakla birlikte onlara karşı da koyamadılar. Yakınlarımdan olan birisi, müşriklerden birisine mızrağı ile hamle yaptı, tam üzerine atılacağı sırada adam, "Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim. Şüphesiz ki, ben müslümanim" dediği halde, mızrağını ona sapladı ve onu öldürdü. Bu akrabam daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek, Ey Allah'ın Rasülu dedi, helâk oldum. Hazret-i Peygamber bir ya da iki defa ona: "Ne yaptın ki" diye sordu. O da yaptığını Hazret-i Peygambere bildirdi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle dedi: "Peki neden içini yarıp kalbinde neler olduğunu öğrenmedin?" Adam şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, şayet içini yarsaydım kalbinde neler olduğunu bilebilir miydim. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, ama sen ne onun söylediği sözü kabul ettin, ne de onun kalbinde ne olduğunu bilebilirdin." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sustu ve ona birşey demedi. Aradan fazla bir zaman geçmeden o yakınım öldü ve biz de onu defnettik. Ancak, toprağın üstüne çıktı. Bir düşman onun üzerini açmış olabilir, dediler. Yine onu defnettik. Daha sonra çocuklarımıza onu korumalarını emrettik. Yine toprağın üstüne çıktı. Bu sefer; Çocuklar uyuklamış olabilirler, dedik. Yine onu defnettik. Sonra da onu bizzat kendimiz koruduk. Sabah olduğunda yine toprağın üstüne çıkmıştı. Bu sefer biz de onu şu dağ yollarından birisine bıraktık. İbn Mâce, Fiten l; Müsned, IV, 438-439.

Denildiğine göre bunu öldüren kişi, Usame b. Zeyd, öldürülen kişi ise, Gatafanlı ve Fezarelilere mensup olmuş Fedek ahalisinden Murreoğullarından Mirdas b.-Nehik imiş. İbnü'l-Kasım da Mâlik'den naklederek böyle demiştir.

Yine denildiğine göre, sözü geçen bu Mirdas, geceleyin İslama girmiş ve aile halkına durumu haber vermişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Usame'ye durumun ne kadar ağır olduğunu anlatınca o da, bir daha Lallahe illallah diyen hiçbir kimseyle çarpışmayacağına dair yemin etmiş. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

Katilin Ebû Katade olduğu da söylenmiştir, Ebû'd-Derda olduğu da söylenmiştir. Bununla birlikte, Öldükten sonra yerin kabul etmeyip dışarı attığı kimsenin sözünü ettiğimiz Muhallim adındaki zat olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Belki de bu haller birbirine yakın zamanlarda (birkaç defa) cereyan etmiş de olabilir. Ve âyet-i kerîme bütün bunlar hakkında nâzil olmuş olabilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müslüman olup da öldürülmüş o kişinin ahalisine koyunlarım ve deveyi geri gönderdiği, diyetini de onlara ulaştırdığı ve bunu da kalplerini telif etmek üzere yaptığı da rivâyet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. es-Sa'lebî'nin naklettiğine göre, sözü geçen seriyyenin kumandanı, Leys'li Galip b. Fedale imiş. Bunun el-Mikdad olduğu da söylenmiştir. Bunu es-Süheylî nakletmektedir,

2. Araştırmak (Tebeyyun):

Yüce Allah'ın:

"İyice araştırın" âyeti teemmül edin, tetkik edin, inceleyin demektir, şeklindeki kıraat, cemaatin (büyük çoğunluğun.) kıraatidir, Ebû Ubeyd ile Ebû Hatim'in tercihi de budur.

Derler ki: Tebeyyünü (iyice araştırmayı.) emreden, iyice sağlamlaştırmayı (tesebbüt) da emretmiş demektir. Bu fiil, hem müteaddi, hem de lâzım (geçişli ve geçişsiz) dir. Hamfe ise bu kelimeyi, üç noktalı "se"den sonra, tek noktalı "be" harfi gelecek şekilde "tesebbüt"den diye okumuştur. Ancak, bu hususta şeklindeki okuyuş daha pekiştiriri bir anlam ifade etmektedir. Çünkü insan, tesebbütte bulunmakla birlikte tebeyyünde bulunamıyabilir. zaman edatında şart anlamı vardır. Bundan dolayı şanı yüce Allah'ın İyice araştırın" âyetinin başına "fe" harfi gelmiş bulunmaktadır. Şairin şu mısraında oluduğu gibi bu edat, şart edatı olarak da kullanılabilir:

"Sana bir darlık ve sıkıntı isabet edecek olursa, buna güzel bir şekilde katlan!"

Fakat bu edatın şart edatı olarak kullanılmaması şairin şu beyitinde olduğu gibi daha güzeldir:

"Nefis arzulayıcıdır. Sen ona teşvikte bulunursan

Fakat onu aza döndürecek olursan da kani olur."

Tebeyyun ile tesebbüt, öldürme hususunda, ikâmet halinde olsun, yolculuk halinde olsun vaciptir ve bunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Özellikle sefer halinin sözkonusu edilmesi ise, âyet hakkında nâzil olduğu olayın seferde vaki olmuş olmasıdır.

3. Selâm, Teslimiyet Arzetmek ve Barış:

Yüce Allah'ın:

"Size selâm verene, dünya hayatının menfaatini arayarak sen mü’min değilsin demeyin" âyetinde geçen "es-Selâm", Selem ve Silm ile aynı anlamı ifade eder. Bunu Buhârî söylemektedir, Buhârî, Tefsir 4, sûre 17. Bu kelime bütün bu şekillerde okunmuştur. Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, "es-Selâm" okuyuşunu tercih etmiştir. Akli ilimlerde uzman kimseler (ehlü'n-nazar) ona muhalefet ederek burada: “.....” okuyuşu daha uygundur. Çünkü burada bu okuyuş, itaat ve teslimiyet göstermek demektir, Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Biz hiç bir kötülük yapmazdık (diyerek) teslimiyet arzederler" (en-Nahl, 16/28) Buna göre "es-Selem" teslimiyet göstermek ve itaat etmek demektir. Yani, eliyle itaat ettiğini bildirip size teslimiyet arzedene ve sizin davet ettiğiniz şeyi izhar edene sen mü’min değilsin, demeyiniz.

Burada zikredilen es-Selâm, size es-Selâmu aleykûm demesidir. Bu da bir önceki görüşe racidir. Çünkü onun İslam selamını vermesi itaat ve teslimiyetini ifade eder. Bununla tarafsız olduğunun ve Savaşmayı terkettiğinin kastedilmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü, kimse ile beraber olmayan kimseler hakkında "filan kişi selâmdır" yani tarafsızdır, denilir. Silin ise, sulh (barış) demektir.

4. Selâm Verene Eman Vermemek:

Ebû Cafer'den "Sen mü’min değilsin" âyetini: “.....” Sen kendisine eman verilmiş kimse değilsin, eman altında değilsin, (anlamına gelecek) şeklinde ikinci "mim" harfini üstün olarak (mü'men şeklinde) okumuştur. Bu ise himaye altına alınan kimse (değilsin) demektir.

5. Akdi Olmayan Kâfirin Öldürülmesi:

Ahdi olmayan bir kâfir ile bir müslüman karşılaşacak olursa, onu öldürmesi câiz olur. Şayet lâ ilâhe illâlah diyecek olursa, onu öldürmesi câiz olmaz. Çünkü bunu söylemekle kanını, malını ve aile halkını himaye altına alan, îslâmın kulpuna yapışmış olur. Şayet bu sözü söyledikten sonra onu öldürecek olursa, ona karşılık o öldürülür.

Bu şekilde bazılarını öldürmüş kimselerden, öldürülmenin sakıt oluş sebebi ise, onların te'vilde bulunarak, bu sözü söyleyen kimsenin kendisini korumak için, silahtan korktuğundan bunu söylediğini kabul etmeleri ve bu sözün öldürülmekten koruyabilmesi için tam bir itminan ile söylenmesi gerektiğine kani olmaları idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ne şekilde söylerse söylesin bu sözün koruyucu olacağını haber vermiştir. İşte bundan dolayı Usame'ye şöyle demişti: "O halde ne diye onun kalbini açıp bakmadın, O takdirde bu sözü gerçekten (kalbinden îman ile) söyleyip söylemediğini öğrenebilirdin," Müslim, îman 158; Ebû Dâvûd, Cihâd 95. Bunu Müslim rivâyet etmiştir.

Yani o vakit bu sözü söylerken doğru mu söylemiştir, yalan mı söylemiştir görürdün. Buna ise imkân yoktur O halde geriye sadece dilin imanı açığa vurması kalmaktadır. İşte bu, oldukça önemli ve büyük bir fikhi konudur.

O da şudur: Hükümler, galip zanla ve zahire bağlı olarak verilir. Yoksa kafi kanaatlere ve gizliliklere muttali olmaya bağlı değildir.

6. Selâm Verenin Hükmü:

Şayet, "selâmun aleykûm" diyecek olursa, bunun arkasında neyin yer aldığını bilmedikçe yine öldürülmez. Çünkü böyle bir şey tartışılabilir bir konudur.

Mâlik, "ben eman istemek üzere geldim" diye beyanda bulunan bir kâfir hakkında şöyle demiştir: Bunlar içinden çıkılması zor hususlardır. Görüşüme göre böyle bir kimse, güven bulacağı bir yere kadar götürülür. Müslüman olduğuna dair lehinde hüküm verilmez. Çünkü onun hakkında küfür sabit olmuştur. Dolayısıyla söylediği söze delalet edecek şeyin ondan açığa çıkması kaçınılmaz bir şeydin Ben müslümanım, ben mü’minim demesi yeterli olmadığı gibi, namaz kılması da yeterli değildir." Tâ ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: "Ben, insanlarla lâ ilâhe illâlah deyinceye kadar Savaşmakla emrolundum" sözünde, kanın koruma altına alınmasının kendisine bağlı kıldığı sözü (kelime-i tevhid'i) söyleyinceye kadar.

7. Müslüman Olmayan Bir Kimsenin, Namaz Ya da İslama Has Fiillerden Birisini Yapması:

Şayet kâfir bir kimse namaz kılar yahut İslamın özelliklerinden olan bir fiili işleyecek olursa, ilim adamlarımız (Mâliki mezhebi âlimleri) hakkında farklı kanaatlere sahiptirler, İbnü'l-Arabî der ki: Görüşümüze göre böyle bir kimse bunları yapmakla müslüman olmaz. Şayet ona: Bu namazın arkapılani nedir? diye sorulacak olursa, o da: Benim bu kıldığım namaz, müslüman olarak kıldığım namazdır, derse ona; Lailahe illallah, de denilir. Şayet bunu söyleyecek olursa, doğru söylediği ortaya çıkar. Eğer bunu söylemeyi kabul etmezse, onun bu davranışının bir oyun olduğunu öğrenmiş oluruz. Bununla birlikte böyle bir davranışta bulunmakla müslüman olacağım kabul edenlerin görüşüne göre, irtidat etmiş olur. Ancak sahih olan bunun irtidat değil de asli bir küfür olduğudur.

Aynı şekilde, "selâmun aleykûm" diyen kimseye de bu sözü (tevhid kelimesini) söylemesi teklif edilir. Söyleyecek olursa, doğruyu bulması tahakkuk eder, söylemeyecek olursa, inadı açıkça ortaya çıkar ve öldürülür. İşte yüce Allah'ın:

"İyice araştırın" yani, tebeyyün ve tesebbtit edin âyetinin anlamı budur. Yani o müşkil durumu açıkça ortaya çıkartın ve acele etmeyin. (Görüldüğü gibi) tebeyyün ile tesebbüt de aynı anlamı ifade etmektedir. Herhangi bir kimse onu öldürecek olursa, yasaklanmış bir iş yapmış olur. Eğer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Muhallim'in bu yaptığı işin ağırlığını ifade etmesi ve kabrinden dışarıya atılışının nasıl olduğu sorulacak olursa, şöyle deriz: Çünkü Hazret-i Peygamber, Muhallim'in, o kişinin müslüman olduğuna aldırış etmediğini ve cahiliyye döneminde aralarındaki kin dolayısıyla kasti olarak onu öldürüp müslüman oluşuna aldırış etmediğini bilmişti.

8. Dünya Hayatının Geçici Faydası ile Gerçek Zenginlik:

Yüce Allah'ın:

"Dünya hayatının menfeatini arayarak" yani onun malını almak isteyerek,.. Dünya hayatının metaına; denilmesi bunun gelip geçici sebat bulmayan zail olucu oluşundan dolayıdır. Ebû Ubeyde der ki: Bütün dünya hayatının metaına "radıyallahü anh" harfi üstün olarak "arad" denilir.

"Dünya hazır bir araz'dır. Ondan İyi olan da yer facir olan da yer" tabirindeki "araz" da bu kabildendir "Ra" harfi sakin olarak ise dinar ve dirhem dışındaki mallara denilir. Buna göre her arz arazdır fakat her araz, arz değildir. Müslim'in Sahihinde de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Zenginlik fazla mal sahibi olmak değildir. Asıl zenginlik nefis zenginliğidir." Buhârî, Rikaak 15; Müslim, Zekat 120; Tirmizî, Zühd 40; İbn Mâce. Zühd 9; Müsned, II, 243, 261. 390, 438, 443, 540. İlim adamlarından birisi de bu anlamdan hareketle şu beyitleri söylemiştir:

"Sana yetene kanaat getir ve razı olmayı elden bırakma

Çünkü bilemezsin sabaha çıkar mısın, akşamı eder misin?

Zenginlik çokça mal sahibi olmak demek değildir ancak,

Zenginlik te fakirlik te nefsin kendisindendir."

İşte bu, Ebû Ubeyde'nin: Mal, mal edinilen her şeyi kapsar, şeklindeki sözünün doğruluğunu ortaya koymaktadır. (Sîbeveyh'in) Kitabu’l-Ayn'ında ise şöyle denilmektedir: Araz, dünyada nail olunan şeydir.

Yüce Allah'ın:

"Siz dünya hayatının malını arzu ediyorsunuz" (el-Enfal, 8/67) âyeti de buradan gelmektedir. Çoğulu ise "aruz" gelir. İbn Faris'in el-Mücmel'inde de şöyle denilmektedir: Araz, İnsanın karşı karşıya kaldığı hastalık yahut benzeri şeylerdir.

Dünya arazı ise, dünyada bulunan az veya çok mala denilir. Arz ise, nakit olmayan sair eşyalara denilir. Bir şey zuhur edip imkân sahibi olursa onun, hakkında da; denilir. Arz (en) de uzunluğun zıddıdır.

9- Allah'ın Lütuflarına Rağbet Etmek:

Yüce Allah'ın:

"İşte Allah'ın katında nice ganimetler vardır" âyeti, yüce Allah taralından herhangi bir yasak istenmeksizin helalinden ve uygun görülen şekilde yerine getirilecek şeylere karşılık Allah'ın vaadi olduğunu ortaya koymaktadır. Yani durum böyle olduğundan ötürü, siz akılsızca tasarruflarda bulunmayınız. Çünkü "önceleri siz de böyle idiniz" yani siz de bir zamanlar kendinize gelecek bir zarar korkusuyla kavminizden imanınızı gizliyordunuz. Nihayet Allah size dini güçlendirmek ve müşrikleri yenik düşürmek suretiyle lütufta bulundu. İşte şu anda onlar (müşrikler) da böyledir. Onlardan her birisi kendi kavmi arasında size nasıl ulaşacağını hesap etmekte, beklemektedir. Dolayısıyla böyle birileri size gelecek olursa onun durumunu açıkça anlamadığınız sürece öldürmeniz uygun düşmez.

İbn Zeyd der ki: Âyetin anlamı şudur: Siz de bu şekilde kâfirler idiniz de İslama girmeniz suretiyle. "Allah size lütfetti," O halde karşınıza çıkan böyle bir kimsenin de önceleri sizin önceki haliniz gibi olduğu halde sizinle karşılaşır karşılaşmaz derhal İslama girmesini olmayacak bir şey olarak değerlendirmeyiniz. O halde böyle birilerinin durumunu iyice araştırmanız gerekmektedir.

10. Amel İle îman Îlişkisi:

Îman, yalnızca sözdür diyen kimseler bu âyet-i kerimeyi delil gösterirler. Çünkü yüce Allah; "Ve size selâm verene... sen mü’min değilsin demeyin" diye buyurmaktadır. Derler ki: Lâ ilahe illallah diyen kimseye sen mü’min değilsin denilmesi yasaklandığına göre, yalnızca bu sözü söylemeleri dolayısıyla öldürülmeleri de yasaklanmış olmaktadır. Şayet îman bizatihi bu sözü söylemek olmasaydı onların sözlerine hiçbir şekilde aldırış edilmezdi.

Deriz ki: Bu sözleri söylemelerine rağmen onları öldürenler, bu sözleri söyleyenlerin kendilerini ölümden kurtarmak için bu sözü söyleyip söylemedikleri hususunda şüpheye düştüler ve bundan dolayı da öldürdüler. Yüce Allah ise, kullarına yalnızca zahire göre hüküm vermek hakkını tanımıştır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ben insanlarla lailahe illallah deyinceye kadar Savaşmakla emrolundum" diye buyurmuştur. Ancak, burada imanın yalnızca ikrardan ibaret olduğuna dair bir açıklama yoktur. Nitekim, münafıklar da bu sözü söylemekle birlikte, daha önce el-Bakara Sûresi'nde geçtiği üzere mü’min değildirler. (2/8. âyet'in tefsiri) Hazret-i Peygamber: "Kalbini açıp baksaydın ya" hadisiyle de bu hususa gereken açıklığı getirmiştir.

Böylelikle imanın ikrar ve başka şeyler olduğu; hakikatinin ise kalp ile tasdik olduğu sabit olmaktadır. Şu kadar varki kulun durumu öğrenmek için kişiden işittiklerini kabul etmekten başka bir yolu yoktur.

Yine: Zındık olan kimsenin İslamı izhar etmesi halinde tevbesi kabul olunur diyenler de bu âyeti delil göstermişlerdir. Derler ki: Çünkü yüce Allah, İslamı açığa vurduktan sonra zındık olanla olmayan arasında bir fark gözetmemiştir Yine buna dair açıklamalar el-Bakara Sûresi'nin baş tarafında geçmiş bulunmaktadır.

Ayrıca bu âyeti kerimede Kaderiyyenin görüşleri de reddolunmaktadır. Çünkü yüce Allah, kendilerine; özel bir şekilde îmana muvaffak kılmak suretiyle bütün insanlar arasında mü minlere lütufta bulunduğunu haber vermektedir. Kaderiyye ise: Allah bütün insanları îman etmek için yaratmıştır, demektedir Şayet durum onların iddia ettikleri gibi olsaydı, bütün insanlar arasında mü’minlerin özellikle Allah'ın lütfuna mazhar olduklarını ifade etmenin hiçbir anlamı olmazdı.

11. Allah'ın Emirlerine Muhalefet Etmekten Sakınmak:

Yüce Allah: " halde iyice araştırın" âyetinde, araştırma emrini bu konuyu tekid için bir daha tekrarlamaktadır, "Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır" âyeti de Allah'ın emrine muhalefet etmekten bir sakındırmadın Yani sizi helake götürecek olan bu gibi şeylerden kendinizi koruyun ve benzeri yanlışlıklardan nefsinizi uzak tutun.

94 ﴿