MÂİDE SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Rabbim, sen kolaylaştır. Allah'ın yardım ve inayeti ile başlıyoruz: Bu sûre, icmâ ile Medine'de İnmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hudeybiye'den dönüşünde nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir. en-Nakkâş, Ebû Seleme'den şöyle dediğini zikretmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiye'den döndüğünde şöyle buyurdu: "Ey Ali, üzerime Mâide sûresinin nâzil olduğunu farkettin mi? Hem onun faydası ne kadar da büyüktür!" İbnü'l-Arabî der ki: Bu uydurma bir hadistir. Herhangi bir müslümanın buna (hadis olarak) inanması helâl değildir. Biz ise: "Mâide sûresi faydası ne kadar büyük bir sûredir" deriz ve bunu herhangi bir kimseden rivâyet etmeyiz. Ancak, güzel bir sözdür. İbn Atiyye ise der ki: Bana göre bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözüne benzememektedir. Bununla birlikte Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: "Mâide sûresi Allah'ın melekûtunda el-Munkıze (kurtarıcı) diye anılır- Çünkü bu sûre, sahibini azap meleklerinin ellerinden kurtarır," Bu sûrede Veda Haccı esnasında inen âyetler olduğu gibi, Mekke'nin tethedildiği yılda nâzil olan âyetler da vardır ki, bu da yüce Allah'ın: "Bir kavme karşı beslediğiniz kin... sürüklemesin" (el-Mâide, 5/2) âyetidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hicretinden sonra Kur'ân-ı kerîmden indirilen bütün âyetler, Medenîdir. İster Medine'de indirilmiş olsun, isterse de herhangi bir seferde indirilmiş olsun. Hicretten önce indirilen de Mekke'de inmiştir diye kayd edilir. Ebû Meysere der ki: el-Mâide sûresi son İnen âyetlerdendır. O sûrede mensûh bir hüküm yoktur. Yine bu sûrede, başka sûrelerde bulunmayan onsekiz farz hüküm vardır ki, bunlar şu âyetlerde ifade edilmektedir: "Boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak, süsülerek ve yırtıcı bir hayvan tarafından yenilmiş hayvanlar; dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı." (el-Mâide, 5/5); "Allah'ın size oğrettikleriyle alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanların, da sizin için tutuverdiklerinden yiyin," (el-Mâide, 5/4); "Ehl-i kitab'ın yiyeceği size helaldir...Sizden önce kitap verilenlerden iffetti kadınlar" (el-Mâide, 5/5) ile "Namaza kalkacağınız zaman..." (el-Mâîde, 5/6) âyetinde dile getirilen abdest almak; "Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının..." (el-Mâide, 5/38); "Siz, ihramda iken avı öldürmeyin" âyetinden itibaren "Allah mutlak galiptir (Azizdir), intikam sahibidir" (el-Mâide, 5/95) âyetine kadar Üc; "Allah bahire, saîbe, vasile ve hâm diye bir şey (meşru) kılmamıştır" (el-Mâide, 5/103) ve yüce Allah'ın: "Sizden birinize Ölüm gelip çattığı zaman... aranızda şahidlik..." (el-Mâide, 5/106) âyetlerinde hükme bağlanan âyetlerdir. es-Suyutî, ed-Dürru'l-Mensûr, III, 4. Derim ki: Bundan başka ondokuzuncu bir farz daha vardır ki, bu da yüce Allah'ın: "Namaza çağırdığınızda,," (el-Mâide, 5/58) âyetinde dile getirilmektedir. Kur'ân-ı kerim'de bu sûre dışında herhangi bir yerde ezandan söz edilmemektedir. el-Cumua sûresinde geçen ezan ise, Cuma gününe has bir ezandır. Bu sûrede sözü edilen ezan ise bütün namazlar hakkında umumî bir ezandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Veda Haccı esnasında el-Mâide sûresini okuyup şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Ey insanlar, şüphesiz ki Mâide sûresi (Kur'ândan) nâzil olan son bölümlerdendir. O bakımdan onun helâl bildirdiğini helâl belleyiniz, haram bildirdiğini de haram belleyiniz," Benzer muhtevadaki bazı rivâyetler için bk. es-Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, III, 3-4; el-Hâkim, el-Müstedrek, Il5 311; el-Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, II, 278. Buna yakın bir rivâyet, Hazret-i Aise'den de - ona mevkuten- nakledilmiş bulunmaktadır. Cubeyr b. Nufeyr der ki: Âişe (radıyallahü anha)’nın huzuruna girdim, şöyle dedi: Mâide sûresini okuyor, (biliyor) musun? Ben, evet dedim, şöyle dedi: Mâide süresi Allah'ın indirdiği son âyetlerdendır. O bakımdan, o sûrede helâl diye bulduğunuz şeyi helâl biliniz, haram diye bulduğunum şeyi de haram diye belleyiniz. en-Nehaî der ki: Bu sûreden yüce Allah'ın: "Haram olan aya hediye edilen kurbanlıklara... saygısızlık etmeyin" (el-Mâide, 5/2) âyetinden başka neshedilmiş bir âyet yoktur Bazıları da şöyle demektedir: Bu sûrede: "Yahud sizden olmayan diğer iki kişi (şahid) olsun" (el-Mâide, 5/106) bölümü nesh olmuştur. 1Ey îman edenler! Akidleri yerine getirin. İhramda iken avlanmayı helâl saymamak şartı ile ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere, size dört ayaklı davarlar helâl kılındı. Şüphesiz Allah, dilediği hükmü koyar. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Ey îman edenler..." âyeti ile ilgili olarak Alkame şöyle der: Kur'ân-ı kerîmde "Ey îman edenler" nidası ile başlayan bütün âyetler Medine'de inmiştir. "Ey insanlar" nidası ile başlayan âyetler da Mekke'de inmiştir. Ancak bu, bu türden hitaplar hakkında çoğunlukla doğrudur. Buna dair diğer açıklamalar, daha önceden (el-Bakara, 2/21. âyetin tefsirinde.) geçmiş bulunmaktadır. Bu âyet-i kerîme, söz söyleme hakkında basiret sahibi olan herkese, fesahati ve lâfızlarının azlığına rağmen ihtiva ettiği manalarının çokluğu ile, açıkça kendisini gösteren bir âyettir. Bu âyet-i kerîme beş hüküm ihtiva etmektedir: 1) Akidleri yerine getirme emri, 2) Dört ayaklı davarların helâl kılınması, 3) Bundan sonra gelenlerin istisna edilmesi 4) Avlanılanlar hususunda, ihramlı iken avlanılanların istisna edilmesi, 5) Âyet-i kerimenin iktizâ ettiği, ihramlı olmayan kimseler için avlanmanın mubah oluşu. en-Nakkâş'ın naklettiğine göre, el-Kindî'nin arkadaşları ona şöyle demişler: Ey Hakim (bilge kişi), bize şu Kur'ân'ın benzerini yap. O, olur onun bir bölümünün benzerini yapayım demiş ve uzun sayılabilecek bir süre kimseye görünmemiş. Sonra ortaya çıkıp şöyle demiş: Allah'a yemin ederim buna gücüm yetmiyor, kimse de buna güç yetiremez. Ben, mushafı açtım, karşıma Mâide süresi çıktı, Baktım ki, ahde vefayı dile getirmekte, onu bozmayı yasaklamakta. Genel olarak bir takım şeyleri helâl kılmakta, arkasından da ardı arkasına bazı şeyleri İstisna etmekte, daha sonra da kendi kudret ve hikmetini bize haber vermektedir. Bütün bunları da iki satırda ifade etmektedir. Herhangi bir kimse bunları ancak ciltlerle ifade edebilir. 2- Ahid, Akid Ve Sözlere Bağlılık: Yüce Allah'ın: "Yerine getirin" anlamına gelen âyetindeki fiilin, İle şeklinde iki söyleyişi vardır. Yüce Allah: "Allah'tan daha çok ahdîni kim yerine getirir" (et-Tevbe, 9/111) diye buyurduğu gibi: "Ahdini yerine getiren İbrahim..." (en-Necm, 53/37) diye buyurmaktadır. Şair de şu beyitinde iki söyleyişi bir arada kullanmış bulunmaktadır: "İbn Tavk'a gelince o, gerçekten sorumluluğunu eksiksiz yerine getirmiştir. Tıpkı Ülker yıldızına (mehir olarak) takdim edilen yıldızları önüne katıp sürenin, ahdine vefa gösterdiği gibi." "Akidler", bağlar demektir. Tekili bağ anlamına gelendır. Ahdi ve ipi akdettim, denildiği gibi, "ğıl" li tasma'yı akdettim, de denilir, Akid kelimesi, hem maddi şeyler hakkında hem de manevi şeyler hakkında kullanılır. Şair el-Hutay'a der ki: "Onlar öyle bir kavimdir ki, komşularına (ya da himayelerinde olanlara) bir akid akdettikleri takdirde, Bağlarını üst üste herbir yandan sıkı sıkıya bağlarlar." Şanı yüce Allah, akidleri yerine getirmeyi emr etmektedir. el-Hasen der ki: Yüce Allah, bunlarla borçlanma akidlerini kastetmektedir. Bunlar ise, kişinin alım satım, icare, kiralama, nikâh, boşama, müzâraa, musâlaha, temlik, muhayyer bırakma, azad etme, tedbir (köleyi ölümünden sonrası şartıyla azad etmek) ve buna benzer kendi üzerine yaptığı akidlerdir. Elverir ki bunlar şeriatın dışında olmasın. Yine kişinin Allah için kendi üzerine akdettiği, (adattığı.) hac, oruç, itikâf, kıyanı, adak ve buna benzer İslâm dininde itaat kabul edilip, kişinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı hususlardır. Mubah olan adağa gelince, ümmetin icmâı ile bağlayıcı değildir. Bunu İbnü'l-Arabî söylemiştir, Denildiğine göre âyet-i kerîme yüce Allah'ın şu âyeti sebebiyle kitap ehli hakkında nâzil olmuştur: "Hani bir zamanlar Allah kendilerine Kitap verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı." (Âl-i İmrân, 3/187) İbn Cüreyc der ki: Bu kitap ehline has bir akiddir ve bu âyet-i kerîme de onlar hakkında nâzil olmuştur. Âyet-i kerimenin umumî olduğu da söylenmiştir, doğru olan da budur. Çünkü mü’minler lâfzı, kitap ehlinin mü’minlerini de kapsamına alır. Çünkü, onlar ile Allah arasında kitaplarında bulunan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in durumu ile ilgili hususlardaki emaneti yerine getireceklerine dair bir akid vardır. O bakımdan onlar, bu akdi hem yüce Allah'ın: "Akidleri yerine getirin" âyeti ile, hem de başka yerlerdeki benzeri emirlerle yerine getirmekle emr olunmuşlardır. İbn Abbâs der ki: "Akidleri yerine getirin" âyeti, helâl ve haram kıldığı, farz kıldığı ve diğer hususlara dair belirlemiş olduğu sınırlar hakkında akidleri yerine getirin, demektir, Mücahid ve başkaları da böyle demiştir. İbn Şihab der ki: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Amr b. Hazm'ı, Necranlılara gönderdiği sırada ona yazmış olduğu mektubu okudum. Mektubun başında şu ifadeler yer almaktaydı: "Bu, Allah'tan ve Rasulünden insanlara bir tebliğdir: "Ey îman edenler, akidleri yerine getirin." O, burada yüce Allah'ın: "Muhakkak Allah, hesabı pek çabuk görendir" (el-Mâide, 5/4) âyetine kadar bütün âyetleri yazdı. ez-Zeccâc der ki: Âyetin anlamı şudur: Allah'ın, sizin üzerinizdeki akidlerini ve sizin birbirinize karşı yaptığınız akidleri yerine getiriniz. Bütün bu açıklamalar, buradaki akidlerin umum ifade ettiği görüşüne racidir. (Umum kapsamına girmektedir.) Konu ile ilgili sahih olan görüş de budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mü’minler şartlarını yerine getirirler" Buhârî, İcârc 14; Ebû Dâvûd, Akdiye 12; Tirmizî, Ahkâm 17; İbn Mâce, Ahkâm 23. Yine şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Kitabında bulunmayan her bir şart -İsterse yüz şart olsun- batıldır." Buhârî, MUMKbl. 2, 3, ?,Şurûc 17; TVuatj Talâk 31; Müsned, VI, 183. Böylelikle Hazret-i Peygamber, kendisine vefa gösterilip yerine getirilmesi gereken cart veya akdin, Allah'ın Kitabına, yani Allah'ın dinine uygun olan şart ve akid olduğunu beyan etmektedir Eğer bunlar arasında Allah'ın dinine uymayan bir şey bulunduğu açığa çıkarsa, o red olunur. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Her kim, bizim şu işimizin üzerinde bulunmadığı bir amel İşleyecek olursa, o red olunur." Buhârî, Buyû’ , Sulh 5; Müslim, Akdiye 17, 18; Ebû Dâvûd, Sünne 5; İbn Mâce, Mukaddime 2; Müsned, VI, 146. İbn İshak şunu nakletmektedir: Kureyşlîlerden bazı kabileler -şerefi ve nesebi dolayısıyla- Abdullah b. Cud'ân'ın evinde toplandı. Ve "Mekke'de, ister Mekke halkından olsun, ister olmasın herhangi bir kimsenin zulme uğradığını görecek olurlarsa, onun bu uğradığı haksızlık giderilinceye kadar o kimsenin yanında yer alacaklarına" dair akidleştiler ve birbirleriyle ahidleştiler. Kureyşliler, o bakımdan bu ahidleşmeye "Filfu'l-Fudûl" ismini verdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkında şu sözleri söylediği ahid işte budur: "Andolsunki ben, Abdullah b. Cud'an'ın evinde öyle bir antlaşmaya şahit oldum ki, ona karşılık bana kırmızı tüylü develerin dahi verilmesini tercih etmezdim- Eğer İslâm geldikten sonra da bu ahdi yerine getirmem için çağırılacak olursam, şüphesiz bu çağrıyı kabul ederim." İbn Sa'd, Tabakat, 1, 129. İşte Hazret-i Peygamberin: "Cahiliye döneminde yapılmış herhangi bir ahidleşmeyi İslâm ancak pekiştirir, sağlamlığını artırır" Müslim, Fedailu's-Sahabe 206; Ebû Dâvûd; Tirmizî, Siyer 29", Dârimî, Siyer 80; 1, 190, 317. âyetinde kastettiği antlaşma budur. Çünkü bu antlaşma (muhtevasıyla) şeriata uygundur. Zira, zalimden hakkın alınmasını emr etmektedir. Zulüm ve talan üzre yapmış oldukları fasid ahidleriyle batıl akidlerine gelince, İslâm bunları yıkmıştır. Yüce Allah'a hamd olsun. İbn İshak (devamla") der ki: Velid b. Utbe, Hazret-i Ali'nin oğlu Hazret-i Hüseyin'e mali bir konuda -Velîd'in Medine valisi olmak hasebiyle sahib olduğu otoriteye güvenerek- haksızlıkta bulunmak istedi. Hazret-i Hüseyin ona şöyle dedi: Allah adına yemin ederek söylüyorum. Ya hakkımı bana verirsin, yahut da şu kılıcımı alır sonra da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mescidinde ayakta dikilir, sonra da insanları Hılfu'l-FudûTun gereğini yerine getirmek için davet ederim. Abdullah b. ez-Zübeyr de dedi ki: Ben de Allah adına yemin ederek söylüyorum ki, eğer beni davet edecek olsa, mutlaka kılıcımı alır sonra da hakkını alıncaya, yahut hep birlikte Ölünceye kadar onun yanında yer alırım. Bu söz, el-Misver b. Mahreme'ye varınca, o da aynısını söyledi. Teym oğullarından Abdurrahman b. Osman b. Ubeydullaha ulaştı o da aynı şeyleri söyledi. Velid bunu öğrenince Hazret-i Hüseyin'e hakkını verdi. Yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar size helâl kılındı." âyetinde, gereken şekliyle ve mükemmel olarak îmana bağlı olan herkese hitab edilmektedir. Arapların bahire, sâibe, vasile ve hâm gibi -ileride açıklaması gelecektir- davarlar hakkında duydukları birtakım yasaları; hükümleri vardı. Bu âyet-i kerîme, işte o hayalî vehimleri batıla ve bozuk görüşleri ortadan kaldırmak üzere nâzil olmuştur. Dört ayaklı davarların anlamı hususunda farklı görüşler belirtilmiştir. Behîrne, aslında dört ayaklı her hayvanın adidir. Konuşma ve anlayış bakımından eksikliği, temyiz gücü ve aklı bulunmaması dolayısıyla ona bu isim verilmiştir. Kapalı anlamında; müphem bir kapı ile (kapkaranlık bir gece anlamında;.) leylim behîmun tabirleri buradan gelmektedir. Ne şekilde üstesinden gelineceği bilinemeyen kahraman kimseye "buhme" denilmesi de buradan gelmektedir el-En'âm ise, deve, inek ve koyunların ortak adıdır. Yürümelerindeki yumuşaklık dolayısıyla onlara bu isim verilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Davarları da yarattı ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu şeyler ve bir çok faydalar vardır,. Hem onlar, ağırlıklarınızı da yüklenirler..." (en-Nahl, 16/5-7) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Davarlardan yük taşıyacak ve döşek yapılacakları da vardır." (el-En'am, 6/142.) Yani, büyükleri de var, küçükleri de var demektir. Daha sonra yüce Allah bunları beyan ederek şöyle buyurmaktadır: "Sekiz çift (yarattı)... Yoksa Allah bunu size tavsiye ettiği zaman hazır mıydınız?" (el-En'am, 6/143-144) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Ve sizin için davarların derilerinden ge rek göç gününüzde ve gerek ikamet ettiğiniz günde hafifçe taşıyacağınız evler ve tüylerinden" koyunları kastediyor "ve yapağılarından" bununla da develeri kastediyor, "ve kıllarından" bununla da keçi kılını kastediyor "bir zamana kadar.,." (en-Nahl, 16/80) İşte bunlar "en'âm" isminin bu üç türü ihtiva ettiğinin üç ayrı delilidir. Söz konusu bu üç tür ise deve, inek ve koyun türüdür. Bu da İbn Abbâs ve el-Hasen'in görüşüdür. el-Herevî der ki: Eğer "en-Neam" denilecek olursa, özel olarak deve türü kastedilmiş olur Taberî der ki: "Dört ayaklı davarlar" âyeti hakkında bazıları şöyle demiştir: Bunlardan kastedilenler ceylan, yaban öküzü, yaban eşekleri ve buna benzer yabani hayvanlardır, Taberî'den başkası da bunu es-Süddî, er-Rabî, Katade ve ed-Dahhâk'tan nakletmiştir. Buna göre yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Size, el-En'âm helâl kılındı. Böylelikle cins, kendisinden daha özel anlam ifade edilen şeye izafe edilmiş olmaktadır, İbn Atiyye der ki: Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü, el-En'âm (6/143'te kendilerine işaret olan) sekiz çifttir. Bunlara eklenen sair hayvanlara ise, onlarla birlikte bulundukları için En'âm denilir. Arslan ve azı dişli her bir yırtıcı hayvan da En'âm kapsamı dışında kalıyor gibidir. Behimetü'l-En'âm (dört ayaklı davarlar) ise, dört ayaklılar arasında bulunup da otlaklarda yayılan hayvanlar demektir. Derîm ki: Bu açıklamaya göre, tırnaklılar da bunların kapsamına girmektedir. Çünkü bu tırnaklılar da hem otlaklıklarda yayılır, hem de yırtıcı değildir. Fakat durum bu şekilde değildir. Zira yüce Allah: "Davarları da yarattı ki, bunlardan sizin için ısıtıcı... ve bir çok menfeatler vardır" (en-Nahl, 16/5) diye buyurmakta, sonra da onlara şöylece atıf yapmaktadır: "Hem binmeniz için, hem zinet olmak üzere de atları, katırları ve merkebleri de (yarattı)." (en-Nahl, 16/8) Yüce Allah'ın, bunları yeniden zikredip, daha önce geçen En'am'a atf etmesi, bunların diğer davarlardan olmadığını göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Dört ayaklı davarlar (Behîmetü’l-Enrâm)"ın av hayvanı olmayanlar anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü, av hayvanına behîme değil de vahş (yabanî hayvan) denilir. Bu ise birinci görüşe racidir Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Dört ayaklı davarlar"dan kasıt, kesim esnasında annesinin karınlarından çıkan ceninlerdir. Bunlar, ayrıca şer'î kesime gerek olmaksızın yenilirler. İbn Abbâs da böyle demiştir. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü yüce Allah: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" diye buyurmaktadır. Ceninler arasında istisna edilenler yoktur, Mâlik der ki; Bir davarı kesmek, eğer ceninine canlı olarak yetişilemeyecek ve tüyleri bitip hilkati tamamlanmış bulunuyor ise, o cenini için de bir kesimdir. Şayet hilkati tamamlanmayıp henüz tüyleri de bitmemiş ise, canlı olarak yetişilip kesilmediği sürece eti yenilmez. Şayet onu kesmek için hemen davranmalarına rağmen kendiliğinden ölecek olursa, onun temiz olduğu söylendiği gibi, temiz olmadığı (yenilemeyeceği de) söylenmiştir. Yüce Allah'ın izniyle ileride buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir. 4- Sünnet De Kur'ân-ı Kerîm'in Kapsamı İçerisindedir: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere." Yani, Kur'ân’ı kerîmde ve Sünnet-i seniyyede size okunacak olun "leş, size haram kılındı" (el-Mâide, 5/3) âyeti ile Hazret-i Peygamberin: "Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olan herbir hayvan haramdır" Buhârî, Sayd 29; Müslim, Sayd 15; Nesâî, Sayd 28; İbn Mâce, Sayd 13; Muvatta’', Sayd 13-14; Müsned, IV, 194. Ayrıca bk. Buhârî, Tıb 57; Müslim, Sayd 12, 13, H, 16; Ebû Dâvûd, Sünne 5; Tirmizî, Sayd, 6, Siyer 11; Müsned, I, 147, II, IV, 193- 194. âyeti ve benzerlerinde size okunanlar demektir. Eğer: Bize okunan Kitaptır, sünnet değildir denilecek olursa, şöyle cevap veririz: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın her bir sünneti Allah'ın Kitabındandır. Bunun delili ise şu iki husustur: Birincisi, bir kişinin yanında ücretle çalışıp (yanında çalıştığı adamın hanımı ile) zina eden kişiye dair Hadîs-i şerîfte, Hazret-i Peygamberin: "Yemin olsun ki, aranızda Allah'ın Kitabı gereğince hüküm vereceğim" Buhârî, Sulh 5, Şurut 9, Eyman 3, Hudûd 30, 34, 38, 46. Ahkâm 39, Ahâd 1, Müslim, Hudûd 25; Ebû Dâvûd, Hudud 24; İbn Mâce, Hudûd 7; Dârimî, Hudûd 12; Muvatta’', Hudud 6; Müsned, IV, 115, İlâ. şeklinde buyurmuş olmasıdır. Halbuki recm, Allah'ın Kitabında nass ile zikredilmiş değildir, İkincisi ise, Abdullah b. Mes'ûd'un hadisidir. O, şöyle demiştir; Hem Allah'ın Kitabında yer alan hem de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın lanetlediği kimseye ben ne diye lanet etmeyeyim... demiştir Buhârî, Tefsir 59, sûre 4, Libas 82; 84, 85- 87; Müslim, Libâs 120; Ebû Dâvûd, Tereccul 5; Tirmizî, Edeb 33, Nesâî, Zinet 24, 26, 71; İbn Mâce, Nikâh 52. Buna dair açıklamalar el-Haşr sûresinde (59/6-7. âyetler, 6. başlık ve devamında) gelecektir. Bununla birlikte "size okunacak olanlar hariç olmak üzere" âyeti ile şu andakilerin kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, gelecekte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından size tebliğ olunacak olanlar arasında... anlamına gelme ihtimali de vardır. O takdirde bu âyette, acilen yerine getirilmesi gerekli olmayan bir zamandan sonraya beyanı ertelemenin câiz oluşuna dair delil var, demek olur. Yüce Allah'ın: "Avlanmayı helâl saymamak şartıyla" âyeti, av hayvanı sizin için ihramlı iken değil de İlıramsızken helâldir. Av hayvanı olmayanlar ise her iki durumda da helaldir. Nahivciler Okunacak olanlar hariç olmak üzere" âyetinin İstisna olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Basralılar bu, "dört ayaklı davarlar"dan istisnadır, derler. "İhramda iken avlanmayı helâl saymamak şartı İle" ifadesinin İse, yine ondan Ekinci bir istisna olduğunu kabul ederler. Buna göre her iki İstisna da yüce Allah'ın: "Dört ayaklı davarlar" buyruğundandır. Kendisinden istisna olunan budur, ifadenin takdiri de şöyle olur: İhramlı iken avlanmak müstesna ve size okunacak olanlar hariç olmak üzere,.. Yüce Allah'ın şu âyeti ise bundan farklıdır: "Dediler ki, gerçekten biz, günahkâr bir kavme gönderildik. Ancak, Lût'un ailesi bunlardan müstesnadır." (el-Hicr, 58/5?) Nitekim ileride gelecektir. Bunun hemen kendisinden önce gelen istisnadan (yani, "avlanmayı helâl saymamak şartıyla" istisnasından) istisna olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu, (az önce) yüce Allah'ın şu âyetine benzer: "Gerçekten biz, günahkâr bir kavme gönderildik..." Ancak, durum böyle olsaydı ihramlı iken avlanmanın mubah olması gerekirdi. Çünkü bu istisna yasaktan yapılmış bir istisna olurdu. Zira yüce Allah'ın: "Size okunacak olanlar hariç olmak üzere" âyeti, mübahlıktan bir istisnadır, O bakımdan böyle bir görüş tutarsızdır. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Sizler ihramlı iken avlanmayı helâl kılmaksızın ve av hayvanları dışında size okunacak olanlar da müstesna olmak üzere, dört ayaklı davarlar size helâl kılınmıştır. Yine bunun anlamının şöyle olması da mümkündür: İhramlı iken avlanmayı helâl kundaksızın, akidleri yerine getirin, Ve sizlere size okunacaklar müstesna dört ayaklı davarlar helâl kılınmıştır el-Ferrâ'; "size okunacaklar hariç olmak üzere" âyetinin tıpkı ile atıf yapıldığı gibi, İle atıf yapmak şartıyla bedel olmak üzere ref mahallinde olmasını câiz kabul etmektedir. Ancak Basralılar, böyle bir şeyi ya nekre olması halinde veya: "Kavim geldi ancak Zeyd gelmedi" kabilinden nekreye yakın cins isimlerinde câiz kabul ederler. Yine el-Ferrâ':Avlanmayı helâl saymamak şaru ile" âyetinin; "Yerine getirin" buyruğundakı zamirden hal olarak mansub olduğu görüşündedir. el-Ahfeş der ki: Ey îman edenler, (ihramlı iken) avlanmayı helâl kabul etmeksizin akidleri yerine getirin. Başkaları da şöyle demektedir: Bu "size" anlamına gelen; deki (ve siz anlamına gelen) "kef ile "mim" zamirinden haldir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sîz, ihramlı iken avlanmayı helâl görmeksızin, size dört ayaklı davarlar helâl kılındı. Diğer taraftan şöyle de denilmiştir: Helâl kılmanın insanlara raci olması da mümkündür. Yani, (ey insanlar) ihramlı halde iken avlanmayı helâl görmeyiniz. Bunun, yüce Allah'a raci olması da mümkündür. Yani Ben, sizlere ihram vaktinde av hayvanı olması müstesna, dört ayaklı davarları helâl kıldım. Nitekim, bir kimsenin: Ben, şu işi sana Cuma günü mubah kılmaksızın helâl kıldım, demesi bu kabildendir. Eğer, helâl kılmanın insanlara raci olduğu kabul edilecek olursa, âyetin anlamı; (İhramlı iken) avlanmayı sizler helâl görmeksizin,. şeklinde olur, Bu durumda kelimesinin sonundaki "nûn" hafifletmek maksadıyla hazf edilmiş demek olur. Yüce Allah'ın: "İhramda iken" âyetinden kasıt, hac ve umre kastı ile ihrama ginnişkendir, Hac için ihrama giren kimseye; "haram" çok kişi olmaları halinde de; "Kurum" denilir Şairin şu beyiti de bu kabildendir: "Dedim ki ona! Kendine dön, çünkü ben İhrama girdim ve bundan sonra da telbîye getireceğim" Buna ihram deniliş sebebi ise, ihrama giren kimsenin, kendisine kadınlarını, hoş kokuyu ve benzeri şeyleri haram kılmasıdır. Aynı şekilde Harem'e girmek hakkında da bu tabir kullanılır el-Hasen, İbrahim ve Yahya b. Vessab kelimesini "radıyallahü anh" harfini sakin olarak okumuştur. Bu, Temimlilerin bir söyleyişidir. Onlar kelimesini şeklinde, kelimesini ise diye söylerler. Buna benzer diğer çoğul kelimeleri de böylece kullanırlar. 7- Allah Dilediği Gibi Hüküm Koyandır: Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah dilediği hükmü koyar" âyeti, Arapların alışageldikleri hükümlere aykırı olan bu şer’i hükümleri daha bir pekiştirmektedir. Yani ey, Arapların alışagelmiş olduğu şu hükümlerin nesh olduğunu işiten Muhammed, dikkatli ol, kendine gel. Çünkü herşeye mutlak olarak sahip ve mâlik olan "dilediği hükmü koyar." Allah (dilediği gibi) hükmeder. "Onun hükmünü kovuşturacak yoktur." (er-Râd, 13/41) Dilediği şekilde, dilediği şer'i hükmü dilediği gibi koyar. |
﴾ 1 ﴿