89

Allah sizi yeminlerinizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat bağlanmış olduğunuz yeminlerinizden sorumlu tutar. Bunun keffâretî, ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan on fakiri doyurmak yahut onları giydirmek, ya da bir köle azad etmektir. Fakat kim bulamazsa üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keöareti budur. Yeminlerinizi koruyun, şükredersiniz diye Allah âyetlerini size böyle açıklar.

Bu âyete dair açıklamalarımızı kırkyedi başlık halinde sunacağız:

1- Lağv Yemini ve Yemin:

Yüce Allah'ın:

"Allah sizi, yeminlerinizdeki lağivden dolayı sorumlu tutmaz" âyetinde geçen

"lağ"vin anlamı, el-Bakara Sûresi'nde (2/225. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"(........). yeminlerinizde" âyeti İse, yeminlerinizden dolayı demektir.

"Eyman: yeminler" yemin kelimesinin çoğuludur. Yemin kelimesinin hayır ve bereket anlamına gelen "yumrTden fail vezninde isim olduğu söylenmiştir.

Yüce Allah yemine bu ismi, kakları koruduğundan dolayı vermiştir. Yemin kelimesi hem müzekker, hem müennes olup, cem'i "eymân ve eymun" şeklinde gelir. Şair Züheyr der ki;

"Bizden de, sizden de yeminler toplanıp bir araya gelir."

2- Bu Âyetin Nüzul Sebebi:

Bu âyetin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler vardır. İbn Abbâs der ki: Âyetin nüzul sebebi, helâl ve temiz olan yiyecek, giyecek ve hanımları kendilerine haram kılan kimselerdir- Onlar, bu hususa (bu helâlleri kendilerine haram kılmaya) yemin ettiler. Fakat:

"Allah'ın size helâl kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın" (el-Mâide, 5/87) âyet-i nâzil olunca, peki yeminlerimizi ne yapacağız dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Bu görüşe göre âyetin anlamı şöyle olur: Sizler, önce yemin eder, sonra da o yemininizi lağv ederseniz. Yani, keffarette bulunmak suretiyle hükmünü kaldırır ve keffârette bulunacak olursanız, bundan dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz. O, yeminlerinizi devam ettirip, yeminlerinizi lağv etmemeniz, yani keffaretini yerine getirmemeniz sebebiyle sizi sorumlu tutar.

Bununla, yeminin herhangi bir şeyi haram kılmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu, aynı zamanda Şâfiî'nin de yemin ile haramı helal kılmanın bir ilgisinin bulunmadığı ve helal olan bir şeyi haram kılmanın lağv (boş bir iş) olduğu görüşüne delildir. Tıpkı, haram olan bir şeyi helal kılmanın lağv olması gibi. Mesela bir kimse: Ben, şarap içmeyi helal kıldım, diyecek olursa, bu görüşe göre âyet-i kerîme sunu gerektirmektedir: Yüce Allah, helal olan bir şeyi haram kılmaya dair sözür o helal bir şey haram kılanamayacağından dolayı lağv kabul etmiştir. O bakımdan: "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz" yani, helâli haram kılmak suretiyle boş yeminden dolayı sorumlu tutmaz, demektir.

Rivâyet olunduğuna göre, Abdullah b. Revâha'nın yetimleri vardı. Ona misafir gelmişti. Gece bir miktar ilerledikten sonra işinden döndü ve misafirime yemek yedirdiniz mi dedi. Onlar: Seni bekledik dediler. Bu sefer: Allah'a yemin olsun bu gece onu yemiyeceğim, dedi. Misafiri de: Ben de yiyecek değilim, dedi. Yetimleri de: Biz de yemeyiz, dediler. Durumun böyle olduğunu görünce, o da yedi, diğerleri de yediler. Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına varıp durumu ona haber verince, Hazret-i Peygamber ona; "Sen, rahmana itaat ettin, şeytana da asi oldun" dedi ve bunun üzerine de bu âyet-i kerîme indi. Süyûtî, Lubabu'n-Nükûl (Mısır tarihsiz, Celaleyn kenarında) I, 152'de belirtiğine göre. İbn Ebi Hatim, bu rivâyeti Zeyd b. Estem'den nakletmektedir.

3- Yeminlerin Kısımları:

Şeriatte yeminler dört kısımdır: İki kısmında keffâret vardır, iki kısmında da keffâret yoktur.

Dârakutnî, Sünen'inde şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize, Abdullah b. Muhammed b. Abdülaziz anlattı. Bize, Halef b. Hişam anlattı. Bize, Abser, Leys'den anlattı, o, Hammâd 'dan, of İbrahim'den, o, Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'dan şöyle dediğini nakletti: Yeminler dört türlüdür. İki yemin için keffaret vardır, iki yemin için de keffaret yoktur. Keffareti gerektiren iki yemin şunlardır: Bir kimse Allah adına yemin olsun şunu şunu yapmayacağım diye yemin edip o işi yaparsa keffarette bulunur. Yine bir adam, Allah'a yemin ederim, mutlaka şu şu işi yapacağım dediği halde yapmazsa, bunun için de keffaret gerekir. Keffareti gerektirmeyen iki yemine gelince; Bir kimse Allah'a yemin ederim ben, şunu şunu yapmadım dediği halde, eğer o işi yapmışsa (keffaret) gerekmez. Yine bir adam yemin eder ve yemin olsun ben şu şu işi yaptım, dediği halde yapmamış ise, (yine keffaret) gerekmez. Dârakutnî. IV, 162.

İbn Abdi’l-Berr dedi ki: Hem "Camİ'"nde hem Mervezi’nin de kendisinden naklettiğine göre Süfyan es-Sevrî şöyle demiş: Yeminler dörttür. İki yemin için keffaret vardır. O da bir kimsenin, Allah'a yemin ederim yapmam deyip yapması veya Allah'a yemin ederim mutlaka yapacağım deyip sonra da yapmaması şeklindeki yeminlerdir. İki yeminin de keffareti yoktur. Bu da bir kimsenin Allah'a yemin ederim ben yapmadım dediği halde, yapmış olması, ya da Allah'a yemin ederim ben bunu gerçekten yaptım dediği halde yapmamış olması halidir. el-Mervezî der ki: İlk iki yemin hususunda, ilim adamları arasında Süfyan'ın dediğinden farklı bir görüş beyan eden olmamıştır. Ancak, son iki yemin ile ilgili olarak ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Şayet, yemin eden kişi eğer şu şu işi yapmadığına dair yemin etmiş, yahut şu şu işi yaptığına dair yemin etmiş ve kendi kanaatine göre o, doğru söylediğini düşünüyor doğrunun da yemin ettiği gibi olduğu görüşünde ise, bundan dolayı onun için günah da yoktur, keffaret de yoktur. Mâlik, Süryan-ı Sevrî ve rey sahiplerinin görüşüne göre bu böyledir. Ahmed ve Ebû Ubeyd de böyle demiştir. Şâfiî ise onun için günah yoksa da keffarette bulunması gerekir, demektedir el-Mervezî der ki: Şâfiî'nin bu görüşü pek kuvvetli değildir. (el-Mervezî) devamla der ki: Şayet şu şu işi yapmadığına dair yemin eden kişi eğer o işi yapmış olmakla birlikte kasten yalan söylemiş ise, günahkârdır ve onun için yine keffaret gerekmez. Genel olarak ilim adamlarının görüşü budur. Mâlik, Süfyan-ı Sevrî, Rey sahipleri, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd bu görüştedirler. Şâfiî ise, keffaret gerekir, demektedir.

(Yine el-Mervezî) der ki: Bazı tabiinden Şâfiî'nin görüşüne benzer rivâyetler kaydedilmiştir. el-Mervezî der ki: Ben, Mâlik ve Ahmed'in görüşüne meyletmekteyim. Genel olarak ilim adamlarının ittifakla lağv olduğunu kabul ettikleri lağv yeminine gelince, o da bir kimsenin, yemin akdetmek (yeminine bağlı kalmak) kastı olmaksızın ve böyle bir istekte de bulunmaksızın, konuşması esnasında: Hayır vallahi, evet vallahi demesidir. Şâfiî der ki: Bunun böyle olması tartışma, kızgınlık ve acele halinde sözkonusudur.

4- Yemin Çeşitlerinden Yemin-i Mün'akide:

Yüce Allah'ın:

"Fakat bağlanmış olduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar" âyetinde "kâr harfi deo gelmek üzere şeddesizdir. Akd ise, ipi düğümlemek gibi maddi ve satış akdi gibi hükmî (akid) olmak üzere iki türlüdür. Şair der ki:

Bunlar, öyle bir topluluktur ki, himaye ettikleri

kimse lehine bir akidle bağlanacak olurlarsa alttan da düğüm atıp bağlarlar.

üstten de düğüm, atıp bağlarlar."

Mün'akide yemindeki "münâkide" kelimesi, akdden münfaile veznindedir. Bu ise, kalbin gelecekte herhangi bir işi yapmamak üzere karar verip, sonradan o işi yapması yahut bir işi mutlaka yapmak üzere karar vermekle birlikte yapmamasıdır. Az önce geçtiği gibi.

İşte ileride de geleceği üzere istisna "(inşaallah" demek) ve keffaretin çözdüğü yemin budur.

Bu kelime, "ayırfdan sonra "elif getirilerek laale vezni üzere; şeklinde okunmuştur. Bu ise, çoğunlukla iki kişi tarafından karşılıklı olarak (müşâreke) halinde yapılır. Bu durumda ikinci kişi, kendisiyle yapılan konuşma esnasında kendisi sebebiyle yemin olunan kişi de olabilir, mana: Üzerinde yemin akidlerîni yaptığınız şeylerden sizi sorumlu tutar, şeklinde de olabilir. Çünkü akdetti; ahitleşti, anlamına yakındır. Bundan" dolayı harf-i cer ile teaddi etmiş (geçiş yapmışldir. Zira bu kelime anlamım da ihtiva etmektedir. Bu ise, ikincileri harf-i cer ile olmak üzere iki mef'ûle teaddi eder. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim de Allah ile ahd ettiği şeye bağlı kalırsa..." (el-Feth, 48/10) Bu da;

"Namaza çağırdığınızda" (el-Mâide, 5/58) âyetinin edatı ile teaddi etmesi gibidir. Oysa bu, Zeyd'e seslendim, demek gibi (harf-i cersiz olarak) teaddi etmelidir. Nitekim:

"ona Tûr'un sağ tarafından seslendik" (Meryem, 19/52) âyetinde de böyledir. Şu kadar var ki, burada seslenmek, davet etmek anlamına kullanıldığından dolayı; harfi ile teaddi etmiştir. Nitekim yüce Allah başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Alllah'a davet edenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet, 41/33) Daha sonra yüce Allah'ın;

"Fakat üzerine bağlanmış olduğunuz yeminlerinizden..," şeklindeki âyetinden harf-i cer hazf edilerek fiil hemen mef'ûle geçiş yapmakta ve; Hakkında akid yaptığınız, bağlandığınız.... haline gelmiş, arkasından yüce Allah'ın:

"Emrolunduğunu açıkça bildir" (el-Hicr, 15/94) âyetinden hazf edildiği gibi bundan da "he" zamiri hazf edilmiştir

Ya da burada; "vezni, O anlamında da olabilir. Yüce Allah'ın:

"Allah onları kahretsin" âyetinde olduğu gibi. Nitekim Arapçada müşâreke (işteşlik) için kullanılan bu vezin, kimi zaman müşâreke vezni anlamı olmaksızın tek kişi tarafından yapılan iş hakkında da kullanılır Yolculuk yaptım, yardımcı oldum, demek gibi.

"Bağlanmış olduğunuz" anlamına gelen kelime, "kaf harfi şeddeli olarak; diye de okunmuştur.

Mücahid der ki: Bu okuyuşun anlamı, kastî olarak bilerek yaptığınız yeminler demektir. İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre şeddeli kıraat tekrarı gerektirir. O bakımdan böyle bir kimse yeminini tekrarlamadıkça (ve tekrar bir daha bozmadıkça) keffârette bulunması gerekmez. Ancak, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğine dair gelen rivâyet bunu reddetmektedir: "Şüphesiz ki ben Allah adına bir hususa dair yemin edersem de ondan bir başkasının o işten daha hayırlı olduğunu görürsem, -inşallah- mutlaka hayırlı olanı yaparım ve yeminimin keffaretini yerine getiririm." Buhârî, Eyman 1; Müslim, Eyman 7; Ebû Dâvûd, Eyman 14; Nesâî, Eyman 15; İbn Mâce, Keffarât 7; Müsned, IV, 398.

Görüldüğü gibi burada Hazret-i Peygamber tekrar yapılmayan yeminde keffaretin vacip olduğundan sözetmektedir.

Ebû Ubeyd der ki; Bu kıraate göre "karın şeddeli okunuşu defalarca ardı arkasına tekrarlanmasını gerektirir. Ben, bu şekilde okuyan kimsenin tek bir yeminini birkaç defa tekrarlamadığı sürece ona keffaretin gerekmeyeceği hususundan emin değilim. Ancakt bu icmaa aykın bir görüştür. Nâfi'nin rivâyetine göre İbn Ömer, yeminini pekiştirmeksizin bozacak olursa, on yoksul yedirirdi. Yeminini pekiştirdikten sonra bozacak olursa da bir köle azad ederdi. Nafi'a :Yeminini pekiştirmesinin (te'kid etmesinin) anlamı nedir, diye sorulunca, şu cevabı verdi: Bir şeye defalarca yemin etmesi demektir.

5- Yemin-i Gamûs:

Ğamûs yemini diye bilinen t kasten yalan yere) yeminin, münâkide yemini olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır.

Cumhûrun kabul ettiği görüşe göre ğamûs yemini bir hile, bir aldatma ve bir yalan yemindir. O bakımdan böyle bir yemin münâkid olmaz ve bunda keft'âret de yoktur. Şâfiî der ki: Bu, münâkide bir yemindir. Çünkü, kalp vasıtasıyla kast edilmiştir. Ve bir habere bağlı olarak; yüce Allah'ın ismiyle birlikte yapılmıştır, O bakımdan onda keffaret gerekmektedir. Ancak sahih olan birinci görüştür.

İbnü'l-Münzir der ki: Mâlik b. Enes ve Medinelilerden ona tabi olanların görüşü de budur. Evzaî ve ona muvafakat eden Şamlılar da böyle demişlerdir. es-Sevrî ve Iraklıların görüşü de budur. Ahmed, İshâk, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd ile Küfe halkından hadis ashâbı ile rey ashâbı da böyle demiştir. Ebû Bekr der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Her kim bir yemin eder de başkasının ondan daha hayırlı olduğunu görürse, daha hayırlı olanı yapsın ve yeminine keffarette bulunsun" ile: "Yemininin keffaretini yerine getirsin ve hayırlı olan şey ne ise onu yapsın" Müslim, Eyman 11-13; Tirmizî, Nüzûr 6; Nesâî, Eyman 15,16; İbn Mâce, Keffarat 7: Dârimî, Nüzûr 11, Müsned, II. 38, IV, 256, 378, 428. âyeti, keffaretin gelecekte bir işi yapmak üzere yemin ettiği halde yapmayan, yahut yine gelecekte bir işi yapmamak üzere yemin edip de onu yapan hakkında gerekli olduğuna delâlet etmektedir.

Bu meselede ikinci bir görüş daha vardır ki; o da kastî olarak Allah adına yalan yere yemin edip günah İşlemekle birlikte keftarette bulunması gerektiğidir. Bu da Şâfiî'nin görüşüdür. Ebû Bekir devamla der ki: Ancak biz, buna delil olabilecek bir haber bilmiyoruz. Kitap ve sünnet birinci görüşün lehine delalet etmektedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ı yeminlerinizle iyilik etmenize, sakınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın." (el-Bakara, 2/224") İbn Abbâs der ki: Kişi akrabalarını gözetmemek üzere yemin eder, ancak Allah da ona kelfarette bulunmak suretiyle bir çıkış yolu göstermektedir. Allah ismini gerekçe göstermemesini ve yemininin keffaretini yerine getirmesini emretmektedir Konu ile ilgili haberler, kendisine haram olan bir malı (bu yolla) kesip almasını sağlayacak bir yeminin keffaret olan şeylerle keffaret olunmayacak kadar büyük olduğunu göstermektedir.

İbnü'l-Arabî der ki: Âyet-i kerîme iki kısım yeminden sözetmektedir: Lağv yemini ve münâkide yemini. Çoğunlukla insanların yeminlerinde görülenler de bunlardır. Bunların dışında kalan yeminler isterse yüz kısım olsun, bunların herhangi birisine keffaret taalluk etmez.

Derim ki: Buhârî, Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Bedevi bir Arap gelip Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Ey Allah'ın Rasûlu, büyük günahlar (kebâir.) hangileridir, diye sormuş, Hazret-i Peygamber: "Allah'a ortak koşmak" diye buyurmuş. Bedevi: Daha sonra hangisidir diye sorunca, Hazret-i Peygamber: "Anne babaya karşı gelmektir" diye buyurmuş. Yine bedevi: Sonra hangisidir diye sorunca, Hazret-i Peygamber; "Ğamûs yeminidir" diye buyurmuş. Ben: Ğamûs yemini nedir, diye sordum, şöyle buyurdu: "Yaptığı yeminde yalan söylemekle birlikte müslüman bir kimseye ait olan bir malı o yemin vasıtasıyla kesip almaktır." Buhârî, Eymân 16; Tirmizî Tefsir 4 Süre 7; Nesâî, Tahrimu’d-Dem 3, Kasâme 48; Dârimî Diyat 9.

Müslim'de Ebû Umâme'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Her kim yaptığı yemini ile müslüman bir kimsenin hakkını kesip alırsa, Allah o kimseye cehennem ateşini vacip kılar, cenneti de ona haram kılar." Adam: Ey Allah'ın Rasulü, ya bu aldığı şey önemsiz bir şeyse de mi? diye sorunca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "İsterse erak (misvak.) ağacından bir çubuk olsun." Buhârî, Eyman 17, Müslim Eymân 218; Nesâî, Adabu'l-K. 30; İbn Mâce, Ahkam 8, Dârimî Buyû'' 62; Muvatta’' Akdiye 11; Müsned, V, 260.

Abdullah b. Mes'ûd'un rivâyet ettiği hadise göre de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim yalan yere ve kasfî olarak yemin edip de o yemin vasıtasıyla müslüman bir kimsenin malını haksızca alacak olursa, yüce Allah'a, kendisine gazap etmiş olduğu halde kavuşur." Bunun üzerine:

"Şüphesiz Allah'a olan ahidlerini ve yeminlerini az bir pahaya değiştirenler..." (Ali İmrân, 3/77) âyeti sonuna kadar nâzil oldu. Müslim, Îman 220; Buhârî Tefsir 3. süre 3, Eyman 17, Ahkam 30; Tirmizî Tefsir 3. sûre 4;Müsned V, 211.

Görüldüğü gibi burada keffaretten söz edilmemektedir. Eğer biz, böylesine keffarette bulunmayı gerekli görecek olursak, onun işlediği cürüm ortadan kalkar. Allah'ın huzuruna da kendisinden razı olmuş olarak çıkar. Böylelikle tehdit olunduğu azâbı da hak etmez. Hem bu niye böyle olmasın ki ? Çünkü, bu şekilde yemin eden bir kimse hem yalan söylemiş, hem başkasının malını bu yolla kendisine helal kabul etmiştir. Yüce Allah adına yemin etmeyi de hafife almıştır. Onu küçümsemiştir. Buna karşılık dünyayı da ta'zim edip büyütmüştür. Allah da onun tazim ettiği şeyi tahkir etmiş, onun küçük gördüğü şeyi de ta'zim etmiştir. İşte bu kadarı yeterlidir. Bundan dolayı da şöyle denilmiştir; Ğamûs yeminine bu adın veriliş sebebi, sahibini cehenneme ğams etmesi (yani bandırması)'nden ötürüdür.

6- Bir İşi Yapmamak Üzere Yemin Eden

Bir işi yapmamak üzere yemin eden bir kimse, o işi yapmadığı sürece yeminine bağlı demektir. Eğer o işi yapacak olursa, yeminini bozmuş ve keffârette bulunması gerekir. Çünkü yemine muhalefet etmiştir. Şayet "yapacak olursam" demiş olsa da durum aynıdır. Eğer mutlaka yapmak üzere yemin ederse, anında yeminini bozmuş demektir. Çünkü, muhalefet sözkonusudur. Eğer dediğini yaparsa, yeminini yerine getirmiş olur. Şayet "yapmazsam" diyecek olursa yine aynı durum sözkonusdur.

7- Olumlu ve Olumsuz Yeminlerin Kapsamı:

Yemin eden bir kimsenin; "mutlaka yapacağım ve eğer yapmazsam..." şeklindeki sözleri emir gibi, "yapmayacağım ve eğer yaparsam,.." şeklindeki sözleri de nehîy (yasak) gibi değerlendirilir.

Birinci durumda, hakkında, yemin ettiği şeyin tamamını yapmadığı sürece yeminini yerine getirmiş olmaz. Meselâ, şu ekmeği yiyeceğim diye yemin edip onun bir bölümünü yerse tamamını yemediği sürece, yeminini yerine getirmiş olmaz. Çünkü o ekmeğin herbir parçası hakkında yemin edilmiştir. Şayet -mutlak olarak- Allah'a yemin ederim ki muhakkak yiyeceğim diyecek olursa, yeme isminin hakkında kullanılabileceği asgari miktarını yerine getirmekle yeminini gerçekleştirmiş olur Çünkü, yeme mahiyeti fiilen ortaya konulmuştur.

Nehiy (olumsuz yemin) durumunda ise, o ismin hakkında kullanılabileceği asgari şeyi yapmakla yeminini bozmuş olur. Çünkü, nehyin muktezası gereğince nehyedilen şeylerin birimlerinden herhangi birisinin ortaya çıkmaması gerekir. Eğer bir eve girmemek üzere yemin etse de iki ayağından birisini o eve soksa yeminini bozmuş olur Buna delil de şudur: Biz, yüce Allah'ın şu âyetinde ismin, işin başlangıcı hakkında kullanılabilmesiyle haram hükmünü ağırlaştırdığını görüyoruz:

"Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayınız." (en-Nisa, 4/22) Buna göre, bir kimse bir kadınla nikâh akdi yapacak olsa, onunla gerdeğe girmeyecek olsa dahi o kadın hem babasına, hem oğluna haram olur. Fakat (üç talâk dolayısıyla ilk kocasına haram olmuş, bir kadının) tahli (hülle, ikinci bir koca ile evlenmesin)den sonra ilk kocasına helal olabilmesi için ismin ilk kullanılabildiği durum ile yetinmeyerek: "Hayır, sen onun balcağızından tatmadıkça, (olmaz)" diye buyurmuştur. Buhârî Talâk 7, 37, Libâs 6V 23, Müslim, Nikâh 111-115; Ebû Dâvûd Talâk 49; Nesâî, Talâk 9; İbn Mâce Nikâh 32; Muvatta’, Nikâh 17-18; Müsned II, 62, 85, III, 284, VI, 42, 62, 96, 193.

8- Kimin Adına Yemin Edilir?

Adına yemin edilen (el-mahlüfu bili ) şanı yüce Allah ve O'nun, Rahmân, Rahîm, Semi, Alîm, Halîm gibi güzel isimleri ile buna benzer diğer isim ve yüce sıfatlarıdır İzzeti, Kudreti, timi, İradesi, Kibriyâsı, Azameti, Ahdi, Misakı ve zatının diğer sıfatları gibi. Çünkü bütün bunlara yapılan yemin mahlûk olmayan Rahîm olan yüce Zat'a yemindir. Bunları zikrederek yemin eden kimse, yüce Allah'ın zatına yemin etmiş gibi olur. Tirmizî, Nesâî ve başkalarının rivâyetine göre, Cebrâîl (aleyhisselâm) cennete bakıp yüce Allah'ın huzuruna geri dönünce şöyle demiş: İzzetine yemin olsun ki, bunun varlığını(ve bu halini) işiten herkes mutlaka buraya girer. Cehennem hakkında da şöyle demiştir: İzzetin hakkı için onu(n bu halini) işitip de oraya giren kimse bulunmaz. Ebû Dâvûd, Sünne 22, Tirmizî Sifatu'l-Cenne 21; Nesâî, Eyman 3; Müsned, II, 333f 354, 373 Yine Tirmizî ve Nesâî ile başkaları da İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kalpleri evirip çeviren hakkı için hayır" diye; bir diğer rivâyete göre de: "Kalpleri evirip çeviren hakkı için hayır" diye yemin ederdi. Buhârî, Eyman 3, Kader 14, Tevhid 11; Tirmizî, Nüzûr 13, Nesâî, Eymân 1, 2, İbn Mâce Keffarât 1; Dârimî, Nüzûr 13; Muvatta’' Nüzûr 15; Müsned II, 26, 67, 68, 127, III, 112, 257.

İlim adamları icma ile vallahi, yahut billahi, ya da tallahi diye yemin edip yeminini bozan kimsenin keffâretle yükümlü olduğunu kabul etmişlerdir.

İbnü'l-Münzir der ki: Mâlik, Şâfiî, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, İshâk ve Rey sahipleri şöyle derlerdi: Her kim Allah'ın isimlerinden bir ismi zikrederek yemin eder de sonra yeminini bozarsa, ona keffaret düşer. Biz de bu görüşteyiz. Bu hususta bir görüş ayrılığı olduğunu da bilmiyorum.

Derim ki: Bununla birlikte "Kur'âna yemin etme" başlığında da şöyle demektedir: Yakub (b. İbrahim, Ebû Yûsuf) der ki: Kim Rahmân adına yemin eder de yeminini bozarsa, onun için keffaret gerekmez.

Derim ki: Rahmân da yüce Allah'ın isimlerindendir, bu hususta icma vardır ve bunda görüş ayrılığı yoktur.

9- Allah'ın Hakkına, Azametine, Kudretine, îlmine... Yeminin Hükmü:

Allah'ın hakkı için, azameti için, kudreti için, ilmi için, Allah'ın hayat sıfatı için Oe amrullahi"), Allah adına yemin ederim ( eymullahi ) lâfızları ile yemin hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Mâlik der ki: Bunların hepsi yemindir ve bunlar dolayısıyla keffaret gerekir.

Şâfiî der ki: Allah'ın hakkı, celali, azameti ve kudreti de, eğer bunlarla yemini niyet ederse birer yemindir. Eğer yemin kastı gütmezse bunlar yemin değildir. Çünkü bu ibarenin; Allah'ın hakkı vaciptir, kudreti yerini bulur anlamına gelme ihtimali de vardır, Allah'ın emaneti hakkında da Şâfiî şöyle demiştir: Bu yemin değildir. Le amnılllahi ve eymullahi lâfızlarına gelince, eğer bunlarla yemin kastedilmezse yemin değildir.

Rey sahipleri de derler ki: Kişi, Allah'ın azameti, izzeti, celali, kibriyası ve emâneti hakkı için deyip de yeminini yerine getirmeyecek olursa, keffarette bulunması gerekir.

el-Hasen der ki: Allah hakkı için (ve hakkullahi) yemin değildir, bunda keffaret de gerekmez. Ebû Hanîfe'nin de görüşü budur. Bu görüşü ondan er-Razi (el-Cessâs) nakletmiştir. Aynı şekilde Allah'ın ahdi, misakı, emaneti de yemin değildir. Mezhebine mensub bazı ilim adamı, bu bir yemindir, demektedir Tahavî der ki: Yemin değildir. Aynı şekilde Allah'ın ilmi hakkı için diyecek olsa bile bu da, Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre yemin değildir. Fakat arkadaşı Ebû Yûsuf bu hususta ona muhalefet ederek şöyle demektedir: Bu bir yemin olur

İbnü'l-Arabî der ki: Ebû Hanîfe'yi bu hususta yanıltan "ilim"in bazan "malûm" hakkında da kullanılmasıdır. Malûm ise muhdes (sonradan yaratılmış şey) dir. O bakımdan böyle bir tabir de yemin olmaz. Fakat kudretin de makdur (kudret ile var edilen) şey hakkında kullanıldığını hatırlanmamıştır. Onun makdur hakkında söyleyeceği her söz, bizim de malum hakkındaki delilimizdir.

İbnü'l-Münzir der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da şöyle dediği sabit olmuştur: "Allah'a yemin olsun (ye eymullah) o, gerçekten emirliğe lâyıktır." Buhârî, Eymân 2, Fedailu Ashâbin Nebiyy 17, Meğâzî 42, 87; Müslim, Fedâlu's-Sahabe 63, 64; Tirmizî, Menâkib 39; Müsned, II, 20. şeklindeki sözünü Zeyd ve oğlu Üsame ile ilgili olay münasebetiyle söylemiştir.

İbn Abbâs da: Ve eymullah diye yemin eder, İbn Ömer de böyle dermiş. İshâk der ki: Eğer kişi eymullah lâfzı ile yemin etmeyi murad ederse bu, iradesi dolayısıyla ve kalbinin bu konudaki kastı dolayısıyla o da bir yemin olur.

10- Kur'ân'a Yemin Etmek:

Kur'ân'a yemin hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Mes'ûd der ki: Her bir âyeti dolayısıyla bir yemin etmiş gibidir. Hasan-ı Basrî ve İbn el-mübarek de böyle demişlerdir.

Ahmed de der ki: Ben bu kanaati reddedecek herhangi birşey bilmiyorum. Ebû Ubeyd der ki: Tek bir yemin olur. Ebû Hanîfe ise, bunda keffâret yoktur, der Katade de mushafa yemin edermiş. Ahmed ve İshak da biz bunu (mushafa yemin etmeyi) mekruh görmüyoruz demişlerdir.

11- Allah'tan Başkası Adına Yemin:

Yüce Allah'tan, Onun isim ve sıfatlarından başkası ile yemin, yemin olmaz. Ahmed b. Hanbel der ki; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adına yemin edecek olursa, yemini olur. Zira, kendisine îman olmaksızın imanın tamam olmayacağı bir şeye yemin etmiştir. Tıpkı Allah adına yemin etmiş gibi (yeminini bozacak olursa), keffarette bulunması gerekir.

Ancak bu görüşü, Buhârî, Müslim ve diğerlerinde sabit olan şu rivâyet reddetmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kafile ile birlikte bulunan Ömer b. el-Hattâb'a yetişti. O sırada Ömer babası adına yemin ediyordu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara şöyle seslendi: "Şunu bilin ki, muhakkak Allah sizlere babalarınız adına yemin etmeyi yasaklamaktadır. Kim yemin edecek olursa, ya Allah adına etsin, yahut sussun." Buhârî, Edeb 74, Eyman 4, Tevhid 11, Şehadat 26; Müslim, Eyman 1, Ebû Dâvûd, Eymân Tirmizî, Eymân 8; Nesâî, Eyman 11, İbn Mâce Keffârat 2, Dârimî; Müsned, 7. 11, 34, 69,142.

Bu İse, az önce zikrettiğimiz gibi, yeminin yalnızca Allah adına, isimlerine ve sıfatlarına yemin edilebileceğini göstermekte, O'ndan başka hiçbir şeye yemin etmemeyi gerektirmektedir. Bunu tahkik eden hususlardan birisi de, Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkalarının Ebû Hüreyre'den şöyle dediğine dair kaydettikleri şu rivâyettir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Babalarınız adına da, anneleriniz adına da, ortaklar adına da yemin etmeyiniz. Ancak Allah adına yemin ediniz. Allah adına da ancak siz doğru söylediğiniz halde yemin edebilirsiniz." Müslim, Eymân 3; Ebû Dâvûd, Eymân 4; Nesâî, Eyman 6.

Diğer taraftan: Âdem, İbrahim adına yemin edenlere de -kendilerine îman edilmeksizin imanın tamam olmayacağı kişiler adına yemin etmiş olduğu halde- keffâret yoktur, diyenlerin görüşlerini de Ahmed b. Hanbel'in (Hazret-i Peygamber hakkındaki bu özel görüşü) ile çelişmektedir.

12. Putlar Adına Yemin:

Lâfız "Müslim"in olmak üzere, hadis İmâmları Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizden her kim yemin eder, yemininde de: Lat hakkı için diyecek olursa, Lâ ilahe illallah desin. Her kim de arkadaşına; Gel seninle kumar oynayalım, diyecek olursa, sadaka versin." Buhârî, Tefsir 53- Sûre 2, Edeb 74, İstizan 52, Eyman 5; Müslim Eymân 5; Ebû Dûvud, Eymân 3; Tirmizî Nüzûr 18; Nesâî, Eymân II, Müsned, II, 309

Nesâî de Mus'ab b. Sa'd'dan, onun da babasından rivâyetine göre Sa'd şöyle demiş: Bir husustan söz ediyorduk. O sırada ben, cahiliyyeyi henüz yemi bırakmıştım. Lat ve Uzza adına yemin ettim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbından birisi bana: Ne kötü bir söz söyledin! dedi. Bir diğer rivâyette de: Sen terkedilmesi gereken bir sözü kullandın, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın yanına vardım ve bunu ona nakledince şöyle buyurdu: De ki: "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd da O'nundur. O, herşeye gücü yetendir. Sonra da sol tarafına üç defa tükürür gibi yap ve şeytandan Allah'a sığın, bundan sonra da bir daha avnı şeyi yapma." Nesâî, Eyman 12; Müsned I, 183, 186

İlim adamları derler ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın böyle bir söz söyleyene bu sözü söyledikten sonra lâilahe illallah demesini emretmesi o söze keffâret, gafletten uyandırıp hatırlatmak ve nimeti tamamlamak İçindir. Özel olarak Lat'dan söz edilmesi ise, çoğunlukla dillerinde dolaşan put adının o olmasından ötürüdür. Diğer ilahlarının isimleri de aynı durumdadır. Zira, Lat ile diğer putlar arasında hiçbir fark yoktur.

Arkadaşına: Gel seninle kumar oynayalım diyene tasadduk etme emrini vermesine gelince, bu hususta yapılacak açıklamalar da Lat hakkında yapılan açıklamalar gibidir. Çünkü onlar, kumar oynamayı itiyat haline getirmişlerdi. Ayrıca kumar, malın batıl yollarla yenilmesine sebep teşkil eden yollardan birisidir.

13- Allah'ın Dininden Çıkmayı İfade Eden Sözler Söylemenin Hükmü:

Yahudi olayım, hıristiyan olayım, yahut İslamdan, Peygamberden, Kur'ân'dan uzak olayım, yahut Allah'a şirk koşmuş, Allah'ı inkâr etmiş olayım gibi sözler söyleyen bir kişi hakkında Ebû Hanîfe der ki: Bu sözler birer yemindir ve bunlardan dolayı da keffâret gerekir. Fakat, yahudilik, hıristiyanlık hakkı için, Peygamber ve Kâ'be hakkı için deyip, bunlar yemin kipinde kullanırsa keffâret gerekmez.

Bu hususta dayanağı, Dârakutnî tarafından Ebû Rân" yoluyla gelen şu rivâyettir: Ebû Rafı'in sahibi olan kadın, hanımı ile kendisini ayırmak istemiş ve; "eğer onları birbirinden ayırmayacak olursa, birgün yahudi, birgün hıristiyan olsun, bütün köleleri hür olsun. Ne kadar malı varsa, Allah yolunda olsun" diye yemin etmiş ve durumu Âişe, Hafsa, İbn Ömer, İbn Abbâs ve Ummu Seleme'ye sormuş, hepsi de ona: Senf Harut ile Marut gibi mi olmak istiyorsun (bunun için mi onu hanımından ayırmak istiyorsun) demişler, yeminine keffârette bulunup onları serbest bırakmasını emretmişler. Dârakutnî, VI, 163-164

Yine Dârakutnî, Ebû Rafi'den şöyle dediğini nakletmektedir: Efendim olan hanım, mutlaka seni hanımından ayıracağım demiş. Sahip olduğu bütün malları Kâ'be kapısında (sebil) olsun ve bir gün yahudi, bir gün hıristiyan, bir gün mecusî olayım eğer seni ve hanımını birbirinden ayırmıyacak olursam. (Ebû Rafı) der ki: Ben de mü’minlerin annesi Ummu Seleme'nin yanına gittim ve dedim ki: Benim efendim olan kadın beni hanımımdan ayırmak istiyor. Ummu Seleme bana şöyle dedi: Efendin olan kadına git ve ona şöyle de: Böyle bir şey yapmak senin için helal değildir. Ben de ona gittim. Sonra İbn Ömer'in yanına vardım. Ona durumu haber verdim. O da kapıya kadar geldi ve şöyle dedi: Harut ile Marut burada mıdırlar? Elendim olan kadın dedi ki: Ben, (eğer onları birbirinden ayırmayacak otursam) bana ait olan bütün malı Kâ'be'nin kapısına sebil olarak göndereceğimi söyledim. İbn Ömer, peki neden yiyeceksin diye sorunca, efendim tekrar: Ayrıca bir gün yahudi, bir gün hıristiyan, bir gün mecusî olayım diye de yemin ettim. Bu sefer İbn Ömer şöyle dedi: Eğer yahudi olursan öldürülürsün. Hıristiyan olursan öldürülürsün, mecusî olursan yine öldürülürsün. Bu sefer: Peki, bana ne yapmamı emredersin deyince, İbn Ömer şöyle dedi: Yeminine keffârette bulunursun ve kölen olan bu adamı ve cariyeyi yine bir araya getirirsin. Dârakutnî, Vl, 164.

İlim adamları, yemin eden bir kimse, eğer "Uksîmubillah; Allah adına kasem ederim" diyecek olursa, bunun yemin olacağını icma ile kabul etmekle birlikte "billah" demeksizin, "uksimu ya da eşhedu: kasem ederim,şahidlikederim ki", şöyle şöyle mutlaka olmalıdır diyecek olursa, farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik'e göre böyle demek, eğer Allah adına demeyi murad etmişse yemin olur. Eğer Allah adına demeyi kastetmemişse, bunlar keffâreti gerektiren yemin olmazlar.

Ebû Hanîfe, el-Evzaî, el-Hasen ve en-Nehaî ise, her iki durumda da bunlar birer yemindir, demişlerdir

Şâfiî de şöyle demektedir: Yüce Allah'ın ismini anmadıkça bunlar yemin olmazlar. Bu, Müzenî'nin ondan yaptığı rivâyettir. er-Rabih ise, Mâlikin görüşü gibi ondan bir rivâyet nakletmektedir.

14- Başkasına Yemin Vermek:

Bir kimse: Sana yemin veriyorum mutlaka şunu yapmalısın, diyecek olursa, eğer ondan bir şey istemek kastıyla bunu demişse, bu hususta bir keffâret yoktur ve bu yemin değildir. Eğer, yemin etmeyi kastetmişse, az önce sözünü ettiğimiz hususlar sözkonusu olur.

15- Alak'a İzafe Edilen Şeylere Yemin:

Biz kimsenin "Allah'ın yaratması rızık vermesi ve Beyti hakkı için" gibi Allah'a izafe eden sözlerle yemin etmesi halinde ona keffâret gerekmez, Çünkü bunlar câiz olmayan yeminlerdir ve Allah'tan başkası adına yemin etmektir.

16- Akdolan Yeminin Çözülmesi (Bozulması):

Yemin akd oldu mu, onu keffâret veya îstisnâ-inşaallah çözer. İbnü’l-Mâcisûn der ki: İstisna keffâretten bedeldir. Yoksa, yemini çözmek değildir. İbnü'l-Kasım da der ki: Yemini çözmektir. İbnü’l-Arabî der ki: İslam aleminin değişik bölgelerdeki fukahasının görüşü budurs sahih olan da budur.

İstisnanın şartı İse, onun (yemine) muttasıl olması ve lâfzan söylenmiş olmasıdır. Çünkü Nesâî ve Ebû Dâvûd, İbn Ömer'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedirler: "Her kim yemin eder de istisnada bulunursa, dilerse buna devam eder, dilerse de (yeminine bağlılığı) yeminini bozması sözkonusu olmaksızın terk eder," Ebû. Dâvud, Eymân 9; Tirmizî Nüzûr 7:Nesâî, Eyman 18; İbn Mâce Keffarat 6.

Şayet diliyle söylemeksizîn istisnayı niyet ederse veya özürsüz olarak istisnayı yemininden ayrı söyleyecek olur(sallallahü aleyhi ve sellem)bunun kendisine bir faydası olmaz. Muhammed b. el-Mevvâz da der ki: İstisna, yemin ile itikaden (kalbinde) birlikte bulunmalıdır. Velevki yemininin son harfi ile birlikte olsun. Eğer yeminini tamamladıktan sonra istisna yapacak olursa, bunun kendisine bir faydası olmaz. Çünkü yemin, istisnadan ayrı olarak bitirilmiş olur. îstisnânın yeminden sonra varid olması ise, tıpkı arada zaman fasılası geçmiş gibi bir etki yapmaz. Ancak bu görüşü: Kim yemin eder de akabinde istisnada bulunursa" hadisi ıed etmektedir. Çünkü bu ifadedeki "fe" harfi takib içindir. (Yani, yemininin tamamlanmasından sonra istisna etmesi gerekir.) İlim adamlarının Cumhûru (çoğunluğu) da bu görüştedir. Aynı şekilde böyle bir kanaat, baştan yapılmış bir yeminin hiçbir şekilde çözülmemesi gibi bir sonuç verir ki, böyle bir şey batıldır

İbn Huveyzimendâd der ki: Mezhebimiz âlimleri içinden ne zaman istisna yaparsa bunun, yemin ettiği şeyi tahsis edeceği hususlarında farklı görüşlere sahiptirler. Kimi mezheb âlimlerimiz şöyle demiştir İstisnası sahihtir, bununla da lehine yemin ettiği kimseye haksızlık etmiş olur. Kimisi de şöyle demiştir: Lehine yemin ettiği kişi bunu işitmedikçe istisnası sahih olmaz. Bazıları da şöyle demiştir: Lehine yemin ettiği kimse işitmeyecek olsa dahi, İstisna yaparken dilini ve dudaklarım kıpırdatması sahih olur. İbn Huveyzimendâd der ki: Bizim, kendi içinde yaptığı istisna sahihtir, dememizin sebebi, yeminlerin niyetler İîe muteber oluşundan dolayıdır. İstisna yaparken dilini ve dudaklarını kıptrdatmadıkça sahih olmaz, deyişimiz ise şundan Ötürüdür: Bu istisnayı söyleyip dilini ve dudaklarını kıpırdatmayan kimse söz söylemiş olmaz. İstisna da bir sözdür ve ancak söz ile vaki olur. Hiçbir şekilde istisna sahih olmaz, derken ise, bunun, lehine yemin edilen kişinin hakkı oluşundan ve hakimin yemini lehine istediği duruma göre bu yemin vaki oluşundan dolayıdır. Yemin, yemin edenin tercihi ile olmayacağına göre, aksine bu, ondan istenen birşey olduğuna göre, onun bu hususta herhangi bir hükmünün olmaması icabetmektedir.

İbn Abbâs ise der ki: Bir sene sonra bile yeminden istisna yapmak mümkündür. Bu hususta Ebû'l-Âl-iyye ve el-Hasen de ona tabi olmuşlardır. Bu görüşünü, yüce Allah’ın şu âyeti ile demlendirmektedir:

"Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler,.." (el-Furkan, 25/68) âyetinin inişinden bir sene sonra;

"Ancak tevbe edenler... müstesnadır" (el-Furkan, 25/70) âyeti inmiştir. Mücahid der ki: Her kim iki sene sonra dahi inşaallah diyecek olsa, bu bile onun için yeterlidir. Saîd b. Cübeyr de der ki; Dört ay sonra istisna yapacak olsa, onun için yeter.

Tavus da der ki: Meclisinde bulunduğu sürece istisna yapma hakkı vardır. Katade der ki: Şayet yerinden kalkmadan veya konuşmadan önce istisna yapacak olursa, onun lehine bu istisnası geçerlidir. Ahmed b. Hanbel ve İshâk da derler ki; O mesele ve sadedde devam ettiği sürece istisna yapabilir. Atâ da der ki: Bol süt veren bir devenin sağımlığı kadarlık bir süre zarfında İstisna yapma hakkı vardır.

17- İbn Abbâs'ın İstisna ile Görüşünün Değerlendirilmesi:

İbnül-Arabî der ki: Âyet-i kerimede İbn Abbâs'in görüşüne delil diye ileri sürdüğü hususta onun lehine delil olabilecek bir taraf yoktur: Çünkü her iki âyet-i kerîme, yüce Allah'ın indinde ve Levh-i Mahfuz'unda bir aradadır. Allah'ın bu hususta bildiği bir hikmeti dolayısıyla nüzulü ertelenmiştir. Bununla birlikte nüzuldeki bu fasıladan güzel bir feri hüküm ortaya çıkmaktadır. O da şudur: Yemin eden bir kimse Allah'a yemin olsun eve girmeyeceğim ve eğer sen eve girecek olursan boğsun; diyecek olsa ve birinci yemininde kalbinde inşaallah diye istisna yapsa, ikinci yeminde de yine kalbinde belli bir süre veya bir sebep, yahut herhangi bir kimsenin dilemesi gibi yemini kaldırıp istisnaya elverişli olan bir şeyi geçirecek olursa ve bu istisnayı kendisi için yemin olunanı korkutmak kastıyla herhangi bir şekilde açık-İamayacak olursa, böyle bir tutumun ona faydası olur ve onun aleyhine her iki yemin de münâkid olmaz. Talâkta kendisine karşı beyyine getirilmediği sürece bunun bir faydası vardır. Eğer ona karşı delil getirilecek olursa, istisna iddiası ondan kabul olunmaz. Fetva sormak üzere geldiği takdirde böyle bir istisna niyetinin ona faydası olur.

Derim ki: istisnanın ona fayda vereceği şöyle açıklanır: Şanı yüce Allah, birinci âyeti açıklamış, diğerini ise, (bir yıl süre ile) saklı tutmuştur. Yemin eden de aynı şekilde korkutmak kastıyla yemin eder ve istisnayı gizlerse, aynı durumdadır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

İbnü'l-Arabî der ki: Ebul-Fadl el-Merağî, Medinetü's-Selâm (Bağdat'ta ders okuyordu. Şehrinden kendisine gelen mektupları bir sandığa koyar ve kendisini rahatsız edecek ve ilim talebini kesmesine sebep teşkil edecek bir haber alırım, korkusuyla hiçbir mektubu okumazdı. Aradan beş yıl geçip de ilim talebi maksadını bir dereceye kadar gerçekleştirdikten ve geri dönmeyi kararlaştırdıktan sonra, yüklerini bağladı, kitaplarını ortaya koyup o mektupları çıkardı. Mektuplarında okudukları arasından yalnızca bir tanesini dahi eğer kendisine ulaştıktan sonra okumuş olsaydı, artık ardından bir harf dahi ilim tahsil edemezdi. Bundan dolayı Allah'a hamd etti ve ev eşyasını bir bineğe yükleyerek, Horasan yolunun başladığı Babü'l-Halbe'ye çıktı. Bineğini ücretle tuttuğu delili önden gitti. Kendisi ise, yol azığını satın almak üzere fırıncının kapısına dikildi. O, azığını almak için uğraşırken, ekmekçinin bir başkasıyla konuşurken şöyle dediğini işitti: Sen ilim adamının -vaizi kastediyor-: İbn Abbâs bir sene sonra dahi istisna yapmayı câiz kabul etmektedir, dediğini duymadın mı? Bu sözü ondan işittiğimden beri hatırımdan çıkmadı. Üzerinde düşünmeye devam edip durdum. Fakat bu görüş doğru olsaydı, Yüce Allah da Hazret-i Eyyub'a:

"Eline bir demet (ot) al ve onunla vur ve yemininde de durmamazlık etme" (Sa'd, 38/44) diye buyurmazdı. Niye Allah ona: "İnşaallah de" demedi.

el-Merağî, fırıncının bu şekilde konuştuğunu duyunca, kendi kendisine şöyle dedi: Fırıncılarının bile bu derece ilimden pay sahibi olduğu bu seviyede bulunduğu bir şehri bırakıp Merağa'ya mı gideyim? Ebediyen böyle bir şey yapamam.

Daha sonra, ücretle tuttuğu binek sahibinin arkasından gitti ve ona verdiği ücreti de helâl edip, ölünceye kadar Bağdat'ta ikâmet etti.

18- İstisnanın Yemine Etkisi:

İstisna, Allah adına yapılan yemini kaldırır. Zira bu, yüce Allah'tan verilmiş bir ruhsattır. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur

Ancak Allah'tan başkası adına yapılan yeminde istisnanın durumu hakkında görüş ayrılığı vardır. Şâfiî ve Ebû Hanîfe der ki: İstisna, her yeminde sözkonusudur Talâk, köle azad etmek ve bundan başka diğer yeminlerde tıpkı yüce Allah'ın yeminini kaldırdığı gibi (bunları da kaldırır). Ebû Ömer der ki: İcma ile kabul ettikleri haktır. Çünkü, yalnızca Allah adına yapılan yeminlerde istisna ile ilgili rivâyet varid olmuştur. Bunun dışındaki hususlarda vârid olmuş bir rivâyet yoktur.

19- Yemin Keffareti Ne Zaman Yerine Getirilir:

Yüce Allah'ın:

"Bunun keffâretİ..." âyeti ile ilgili olarak ilim adamları keffârette bulunmadan önce yemini bozmanın mubah ve güzel bir şey olduğunu, hatta bunun daha uygun olduğunu icma ile kabul etmekle birlikte, yemini bozmadan önce keffârette bulunmanın yeterli olup olmayacağı hususunda üç farklı görüşleri vardır:

1- Mutlak olarak (yani yemini bozmadan önce ya da sonra) keffârette bulunmak yeterlidir Buf ashâb-ı kiramdan ondört kişinin, fukahânın Cumhûrunun kabul ettiği bir görüştür. Mâlik'in mezhebinde meşhur olan görüş de budur

2- Ebû Hanîfe ve arkadaşları ise, keffâret yeminden sonra olmadıkça") hiçbir şekilde yeterli olmaz derler. Bu, aynı zamanda Eşheb'in Mâlik'ten rivâyetidir.

Câiz oluşu şöyle açıklanır: Ebû Mûsa el-Eşârî der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphe yok ki ben Allah'a yemin ederim -inşaallah- herhangi bir hususta yemin edip de ondan başkasının o husustan daha hayırlı olduğunu görecek olursam, mutlaka yeminimin keffâretinî yerine getirir ve daha hayırlı olanı yaparım." Bunu Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir.

Anlam bakımından da şöyle açıklanır: Yemin, keffârete sebeptir. Çünkü yüce Allah:

"İşte yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti budur" buyurmakta ve keffâreti yemine izafe etmektedir. Anlam ile ilgili manevi hususlar ise, onlara sebep teşkil eden şeylere izafe edilirler. Aynı şekilde keffâret yeminin gereğini yerine getirmemenin bedelidir. Dolayısıyla yeminin bozulmasından önce yapılması da câiz olur.

Daha önce keffâret vermeyi kabul etmeyenlerin görüşü de şöylece açıklanır: Müslim, Adiy b. Hatimeden şöyle dediğini rivâyet etmektedir; Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Her kim bir hususa dair yemin eder, sonra ondan başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse, hayırlı olanı yapsın." Nesâî: "Ve yemininin kefaretini yapsın" diye ilave etmiştir.

Mana cihetinden bakılacak olursa; keffaret günahı kaldırmak içindir. Kişi yeminine muhalefet etmediği sürece ortadan kaldırılması gereken birşey yok demektir. O halde keffâreti yerine getirmenin bir anlamı olmaz. Diğer taraftan yüce Allah'ın:

"İşte yemin ettiğiniz takdirde" âyetinin anlamı da; yemin edip de yemininizi bozduğunuz takdirde, demektir. Diğer taraitan vücubundan önce yapılan her bir ibadet, -namaz ve sair ibadetler nazarı itibara alındığı takdirde,- sahih değildir.

3- Şâfiî ise şöyle demektedir: Yemek yedirmek, köle azad etmek ve elbise giydirmek halinde, (daha Önce keffârette bulunulursa) yerini bulur. Ancak oruçla kerrarette bulunulursa yerini bulmaz. Çünkü, bedeni bir amel vaktinden öncesine alınmaz. Fakat bunun dışındaki hallerde keffâretin daha önce yapılması yeterli olur, bu da üçüncü görüştür.

20- Yemin Keffaretleri:

Şanı yüce Allah, yemin keffâretinde önce üç hususu zikrettikten sonra, bunlardan birisini yapmakta muhayyer bıraktı, akabinde de bunların mümkün olmaması halinde de oruç tutmayı emretti. Önce yemek yedirmekle başladı. Çünkü Hicaz topraklarında yemeğe olan ileri derecedeki ihtiyaç ve karınlarını doyuramamaları dolayısıyla bu daha faziletli idi. Bununla birlikte yemin keffâreti hususunda muhayyerlik bulunduğunda görüş ayrılığı yoktur.

İbnü'l-Arabî der ki: Benim kanaatime göre keffâret duruma göre olur. Eğer muhtaç birisi bulunduğunu biliyorsan, yemek yedirmen daha faziletlidir. Çünkü sen, köle azad ettiğin takdirde yemeğe muhtaçların ihtiyacını gidermiş olmazsın. Bunlara (yemek yedireceğin on kişiye) bir onbirinci kişiyi daha eklemiş olursun. Giydirmek de aynı şekilde bundan sonra gelir. Şanı yüce Allah, neye muhtaç olunduğunu bildiğinden dolayı öncelikli ve önemli olanı daha önce zikretmiştir.

21- Yemin Keffâreti Olarak Yoksul Yedirmek:

Yüce Allah'ın:

"Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan on fakiri dovurmak onlara yemek yedirmek" âyeti ile ilgili olarak, bize ve Şâfiî'ye göre, yoksullara çıkardığı yiyeceği temlik etmesi ve bunu mülk edinip onda tasarruf edecek şekilde onlara teslim etmesi kaçınılmazdır. Çünkü, yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

"O, yediriyor, kendisi ise yedirilmiyor." (el-En'âm, 6/14) Hadîste de şöyle buyurulmuştur "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedeye altıdabir yedirdi" Tirmizi, Ferâiz 11; Dârimî, Ferâiz 18 Çünkü bu, keffaretin iki çeşidinden birisidir. Bunda da temlikten başka türlüsü cafo olmaz. Ve bunun aslı (bu hükme varmaya esas teşkil eden hükmü) elbise giydirmek yoluyla keffârettir

Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Sabahlı akşamlı yoksulları doyuracak olursa bü da caizdir. Bizim (Mâliki mezhebi) âlimlerimizinden İbnül-Mâcişûn'un tercihi de budur. İbnü'l-Mâcişûn der ki: Yemek yemeğe imkân tanımak yemek yedirmektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar yemeği ona olan sevgilerine rağmen fakire, yetime ve esire yedirirler." (el-İnsan, 76/8) Buna göre, hangi yolla yoksula yemek yedirirse, âyetin kapsamına girmiş olur.

22. Yemek Yedirmenin Niteliği:

Yüce Allah'ın:

"Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan" âyeti ile ilgili olarak el-Bakara suresinde (2/143 âyet-i kerimenin tefsirinde) "vasat (ortalamadın en üstün ve iyi anlamına geldiğine dair açıklamalar geçmişti. Burada ise "vasat" iki konumun arasındaki orta yer ve iki uç arasındaki orta nokta demektir. "İşlerin en hayırlıları orta yollu (evsâtuhâ) olanlarıdır" hadisi de buradan gelmektedir..

İbn Mâce şöyle bir hadis nakletmektedir: Bize Muhammed b. Yahya anlattı: Bize Abdurrahman b. Mehdi anlattı; Bize Süfyan b. Uyeyne, Süleyman b. Ebil-Muğire'den anlattı: Süleyman, Saîd b. Cübeyr'den, o, İbn Abbâstan şöyle dediğini nakletti: Kimisi aile halkının yiyecek ihtiyacını bol bol karşılarken, kimisi de ailesinin yiyecek ihtiyacını kısarak karşılıyordu. Bunun üzerine: "Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan" âyeti nâzil oldu. ibn Mâce, Keffarât 10. İşte bu, (burada) "vasat"ın belirttiğimiz gibi ve iki şey arasında ortada bulunan olduğunu göstermektedir.

23- ifedirilecek Yemeğin Miktarı:

Mâlik'e göre, yedirilecek miktar, eğer keffârette bulunacak kişi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Medine'sinde bulunuyor ise, on yoksuldan her birisine bir mud'dur, Şâfiî ve Medineliler de bu görüştedir. Süleyman b. Yesâr der ki: Ben, insanları yemin keffâreti için yiyecek verirken, küçük mud ile bir mud buğday verdiklerini ve bunun kendileri için yeterli olacağı görüşünde olduklarını gördüm. Bu, aynı zamanda İbn Ömer, İbn Abbâs ve Zeyd b. Sabit'in de görüşüdür. Atâ b. Ebî Rebâh da böyle demiştir. Ancak, Peygamber Medinesi'nden başka bir yerde ise, durum farklıdır. İbnu'l-Kasım der ki: Her yerde bir mud, keffârette bulunana yeterli gelir.

İbnü'l-Mevvâz da şöyle der: İbn Vehb, Mısırda bunun bir buçuk mud, Eşheb ise bir mud ve bir muddun üçtebiri kadar verir demiştir, (Eşheb) der ki: Bir tam mud ile üçtebir mud, sabah akşam yemeğinde çeşitli bölgelerdeki geçimin ortala maşıdır.

Ebû Hanîfe de şöyle demektedir: Buğday verecekse yarım sa', hurma ve arpa verecekse bir sa.' verir. Bunu da Abdullah b. Sa'lebe b. Suayr'ın babasından yaptığı rivâyete dayanarak söylemiştir. Abdullah'ın babası Salebe b. Suayr der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı ve fıtır sadakası olarak kişi başına bir sa' hurma, yahut iki kişi adına bir sa' arpa, yada bir sa' buğdayı vermeyi emr etti. Ebû Dâvûd, Zekat 21; Müsned, V, 432.

Süfyan ve İbnü’l-Mübarek de bunu delil almış, bu görüşü kabul etmişlerdir. Ayrıca bu görüş, Ali, Ömer, İbn Ömer ve Âişe (radıyallahü anhüm)’dan da rivâyet edilmiştir. Said b. el-Müseyyeb de bu görüştedir. Irak fukahâsının genel olarak görüşü budur. Çünkü İbn Abbâs şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sa’ hurma ile keffârette bulunmuş ve insanlara böylece keffârette bulunmayı emretmiştir. Bunu bulamayan ise, aile halkınıza yedirdiğinizin orta yollusundan yarım sa' buğday versin. Bunu, İbn Mâce Sünen'inde rivâyet etmiştir. İbn Mâce, Keffarat 9.

24- Yemin Keffâretinde Kendilerine Yemek Verilmeleri Câiz Olmayanlar:

Yemin keffâretinde bulunan bir kimsenin zengin bir kimse ile nafakasını vermek zorunda olduğu yakın akrabasına yemek yedirmesi câiz değildir. Eğer nafakasını sağlamakla yükümlü olduğu kimselerden olursa, Mâlik der ki: Böyle birisine yemek yedirmesi hoşuma gitmez. Fakat, yapacak olursa ve bu akrabası da fakir ise yerini bulur. Şayet zengin olduğunu bilmediği halde zengin birisine yemek yedirecek olursa; el-Müdevvene ile başka bir kitapta bunun yeterli olmayacağı belirtilmekle birlikte, el-Esediyye de bunun yeterli olacağı kaydedilmektedir.

25- Keffâret Kişinin Yediği Cinsten Verilir:

Kişi yediğinden keffâret verir İbnü'l-Arabî der ki: Bu noktada bir gurup ilim adamı yanılarak şöyle demiştir; Eğer kendisi arpa yerken insanlar buğday yiyorsa, sair insanların yediğinden keffâretini versin. Ancak, bu apaçık bir yanılgıdır. Çünkü, ketîârette bulunacak kişi, eğer bizzat arpadan başkasını yiyemiyor ise, başkasına bundan başkasını vermesi ile mükellef tutulamaz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "'Bir sa' buğday ve bir sa’ arpa..." diye buyurmuştur. Bunları ayrı ayrı zikretmiş ki? herkes yediğinden üzerine düşeni versin diye. Bu hususta ise anlaşılmayacak kapalı bir taraf yoktur.

26- Yemek Yedirmek Sabahlı Akşamlıdır:

Mâlik der ki: Şayet on yoksulu sabahlı akşamlı yedirecek olursa, bu (keffâret olarak) o kimse için yeterli olur. Şâfiî ise der ki: Hepsine bir arada yemek yedirmesi câiz değildir. Çünkü, yemekte birbirleri arasında fark vardır. Bunun yerine her bir yoksula bir mud verir.

Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)dan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: On yoksula yalnızca bir öğün yedirmek yeterli olmaz. Yani, akşam yedirmeksizin yalnızca sabah, yahut sabah yedirmeksizin yalnızca akşam yemeği vermek yeterli olmaz. Mutlaka sabahlı akşamlı yedirmelidir. Ebû Ömer der ki: Değişik bölgelerde fetva önderlerinin görüşü de budur.

27- Keffâret Olarak Katıksız Ekmek Verilmez:

İbn Habib der ki: Katıksız yalnız başına ekmek yeterli olmaz. Ekmekle birlikte katık olarak zeytin yağı, keşk veya kameh Kâmeh: İştah açıcı sirkeli yiyecek:. Keşk: Gerek duyulacağında pişirilmek üzere un ve sütten yapılıp kurutulan bir yiyecektir, (el-Mu'cemu 'l-Vasît) veya mümkün olan herhangi bir şey verilmelidir. İbnü'l-Arabî der ki: Bu, görüşüme göre vacib olmayan bir fazlalıktır. Ekmekle birlikte çeker vermesi, et vermesinin müstehap olmasına gelince, bu doğrudur. Fakat, yemek için belli bir katığı tayin etmenin ise herhangi bir yolu yoktur Zira, "yiyecek" lâfzı bunu ihtiva etmez.

Derim ki: Âyetin ortalama yeme hakkında nâzil oluşu, ekmekle beraber zeytinyağı veya sirke vermeyi ya da buna benzer peynir, yahut İbn Habib'in dediği gibi keşk vermeyi gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Sirke ne güzel katıktır!" Müslim, Eşribe 164 vd.; Ebû Dâvûd, Et'ime 39; Tirmizî, Et'ime 35; Nesâî, Eyman 21; İbn Mâce, Et'ime 33; Dârimî, Et’ime 18.

Hasan-ı Basrî de der ki: Eğer yoksullara ekmek ve et, yahut ekmek ve zeytin yağı günde bir defa doyuncaya kadar yedirecek olursa, bu dahi onun için yeterlidir. Bu, İbn Şîrîn, Cabir b. Zeyd ve Mekhûl'ün görücüdür Bu görüş Enes b. Mâlik'ten de rivâyet edilmiştir.

28- Kefaretin Tek Bir Yoksula Verilmesi:

Bize göre keffâretin tek bir yoksula verilmesi câiz değildir. Şâfiî de bu görüştedir. Ebû Hanîfe'nin arkadaşları da keffâretin tümünün bir kimiye tek bir defada verilmesini kabul etmemekle birlikte, keffâretin tümünü bir günde fakat değişik miktarlarda ve ödemelerde vermesi halinde farklı görüşlere sahiptirler.

Kimisi bunu câiz görür ve eğer fiil bir kaç defa tekerrür etmişse, ikinci fiil ile ilgili olarak kendisine ilk olarak ketfâretten bir pay verilene bir daha verilmesine mani yoktur. Çünkü, miskîn (yoksul) ismi hâlâ onun için kullanılabilmektedir, demek yerinde olur.

Başkaları ise şöyle demektedir: Keffâreti (aynı günde değil de) birden çok günlerde aynı kişiye ödemek caizdir. Çünkü günlerin birden çok olması, yoksulların sayılarının yerini tutmaktadır. Ebû Hanîfeye göre bu şekilde bir ödeme onun için yeterli olur. Çünkü âyeti kerimeden maksat, yedirilecek miktarı bildirmektir. O, bu miktarı tek bir kişiye verecek olsa dahi onun için yeterli olur.

Bizim delilimiz; yüce Allah'ın, on kişiyi Kitabının nassında zikretmiş olmasıdır. Bundan vazgeçmek câiz değildir. Aynı şekilde böyle bir uygulama ile müslümanlardan bir topluluk canlandırılır ve bir gün dahi onların yetecek kadar ihtiyaçları karşılanır. Böylelikle onlar, bu zaman zarfında kendilerini yüce Allah'a ibadete ve duaya verebilirler. Bu sebepten ötürü de keffârette bulunana mağfiret olunur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

29- Keffâretin Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Bunun keffaretl" âyetindeki zamir, nahvî tekniklere göre ya racidir. Bu durumda bu edatın; anlamına gelme ihtimali olduğu gibi masdariye olması ihtimali de vardır. Ya da zamir de her ne kadar açıktan açığa ondan söz edilmiyorsa bile, yemini bozma günahına raci olur Çünkü anlam, bunun böyle olmasını gerektirmektedir.

30- Aileniz

Yüce Allah'ın: âyeti, in kınk olmayan (salim) çoğuludur. Cafer b. Muhammed es-Sadık ise bu kelimeyi, diye okumuştur. Bu ise mükesser (kınk) bir çoğuldur. Ebul-Feth şöyle demiştir: gibi olup, kelimelerinin de çoğullarıdırlar. Araplar, şeklinde, (müzekker ve müennes olarak) kullanırlar. Şair der ki:

"Ve sevgiye ehil nice kimse vardır ki, ben de onları sevmeye kalktım.

Ve bu hususta onlara bütün gücümle övgülerde, iltifatlarda bulundum."

31- Keffâret Şekillerinden Birisi Olarak Yoksulları Giydirmek:

Yüce Allah'ın:

" Yahut onları giydirmek" âyetinde, "kef" harfi hem esreli, hem de ötreli olarak okunmuştur Bunlar iki ayrı söyleyiştir. Örnek" kelimesi gibi. Saîd b. Cübeyr ile Muhammed b. es-Semeyka el-Yemanî bunu: "Onlar gibi, onlara benzer şekilde" diye okumuştur ki, aile halkın gibi onları da giydir, anlamındadır.

Erkekter için giyim, bütün vücudu örten tek bir elbisedir. Kadınlar için giyim ise, namazda onlar için yeterli gelen asgari miktardır. Bu da vücudunu boydan boya örten elbise ( manto ve benzeri) ile başörtüsüdür. Küçüklerin hükmü de böyledir.

İbnü'l-Kasım el-Utabiyye" de şöyle demektedir: Küçük kız, büyük kadın gibi geydirilir, küçük çocuk da büyük gibi gevdirilir. Bu da yedirmeye kıyasen böyledir.

Şâfiî, Ebû Hanîfe, es-Sevrî ve el-Evzat de şöyle derler: Bu ismin, hakkında kullanılabileceği asgari miktar olmalıdır. Bu da tek bir örtüdür. Ebû'l-Ferec'in Mâlik'ten rivâyetinde -ki, ibrahim en-Nehaî ve Muğire de böyle demiştir- şöyle denilmektedir; Bedenin tamamını örten miktar verilir. Namazın bundan daha aşağısı bir elbise ile câiz olamayacağına binaen böyle denilmiştir.

Selmân (radıyallahü anh) dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İç elbise elbise olarak ne iyidir! Taberî bunu, kesintisiz bir senetle rivâyet etmiştir. el-Hakem b. Uyeyne de şöyle demektedir: Başını saracak bir sarık yeterlidir. Aynı zamanda bu, es-Sevri’nin de görüşüdür.

İbnü'l-Arabî der ki: Ben şöyle denilmiş olmasını çok arzu ederdim: Kişiyi sıcak ve soğuğun rahatsız edici durumundan kurtaracak kadar örtecek elbiseden başkası yeterli olmaz, Nitekim, yemek hususunda kişiyi açlıktan kurtarıp doyuracak kadar vermekle yükümlü oluşu gibi. (Böyle denilmiş olsaydı) ben de böyle diyecektim. Sadece belden aşağısını örten bir izar verileceği görüşüne gelince, ben bunun nereden geldiğini bilmiyorum. Allah, yardımı ile bana da size de bilmenin yollarını açsın.

Derim ki: Elbise miktarı belirlenirken, bazıları alışılagelmiş ve örf haline gelmiş elbise ve giyimi gözönünde bulundurmuş, bazdan da şöyle demiştir: Tek bir elbise, ancak vücudun tamamını örten>-bir örtü olmadıkça yeterli olmaz.

Ebû Hanîfe ve arkadaşları da derler ki: Yemin keffâretinde giydirmek, her yoksul için bir sevb ve izar (yani vücudun belden aşağısını ve yukarısını örten iki örtü) yahut bir rida (aba veya cübbe gibi üstten giyilen elbise gibi), yahut kamîs (iç gömlek ve elbise), yahut kaba' (kaftan) veya bir kisâ (tam elbise) şeklindedir Ebû Mûsa el-Eşârf den de kendisi adına ikişer elbise verilmesini emrettiği rivâyet edilmiştir. el-Hasen ve İbn SÎrîn de bu görüştedir. İbnü'l-Arabî'nin tercih ettiği görüşün anlamı da budur- Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

32- Keffarette Bulunan Kimsenin Yiyecek Ya da Giyeceğin Kıymetini Vermesi:

Yiyecek ve giyeceğin kıymetini vermek yeterli olmaz. Şâfiî de bu görüştedir. Ebû Hanîfe ise yeterli olur, demiştir Çünkü o, zekâtta bile kıymet geçerlidir, keffarette nasıl geçerli olmaz demiştir.

İbnÜl-Arabî ise der ki: Onun dayanağı, maksat ihtiyacın giderilmesidir, ihtiyacın ortadan kaldırılmasıdır. Kıymet bu hususta yeterli iş görmektedir, der. Biz ise şöyle deriz: Eğer sizler, ihtiyacın giderilmesini göz önünde bulunduracak olursanız, ibadet nerede kalır? Kur'ân-ı Kerîmin muayyen üç şeyi nass ile tesbit etmesi nerede kalır. Kur'ân'ın beyanının bir türden öbür türe geçişinin anlamı ne olur?

33- Keffarette Zımmî Ya da Köleyi Giydirmek:

Keffarette bulunan kişi elbiseyi, bir zimmi ya da bir köleye verecek olursa bu onun için yeterli olmaz. Ebû Hanîfe ise yeterli olur, demiştir. Çünkü o da bir miskîn (yoksul) dur. Miskîn lâfzı onu da kapsamaktadır. Âyetin umumu onu da kapsamına almaktadır.

Deriz ki: Bunun, şu ifade ile tahsis edildiğini açıklayabiliriz: Bu, yoksullar için çıkartılıp verilmesi gereken bir bölüm maldır. Bunun kâfire verilmesi câiz değildir, bu görüşün asıl dayanağı ise zekâttır. Diğer taraftan biz, (Ebû Hanîfe ile) böyle bir malın mürtede ödenmesinin câiz olmadığını ittifakla kabul etmekteyiz. Mürteddi tahsis ettiğini kabul ettiği her bir delil, zimmî hususunda bizim de del ilimizdir.

Köle ise, yoksul olamaz. Çünkü köle, efendisinin kendisine sağladığı nafaka ile ihtiyaçtan kurtulmuştur. Zengin gibi, ona da keffâret verilmez.

34- Köle Âzâd Etmek:

Yüce Allah'ın:

"Yahut bir köle azad etmektir" buyuruğunda, "âzâd etmek (tahrîr)" kölelikten çıkarmak demektir. Esirlik, zorluk ve sıkıntı, dünyanın yoruculukları ve benzerlerinden kurtarmak hakkında da kullanılır. Hazret-i Meryem'in annesinin:

"Rabbim, karnımdakini azadlı bir kul olarak yalnız sana adadım" (Âl-i İmrân, 3/35) âyetindeki "muharraran kelimesi de buradan gelmektedir. Yani, dünyanın kötülüklerinden ve benzer şeylerinden kurtulmuş âzâde olarak demektir. el-Ferazdak b. Ğalib'in şu beyiti de bu kabildendir:

"Ey Ğudâneoğulları, şüphesiz ki, ben sizi hürriyete kavuşturdum da,

sizleri Atiyye b. Ci'âl'e bağışladım."

Ben, sizi hicv edilmekten yana kurtarıp özgürlüğünüze kavuşturdum demektir.

Âyet-i kerimede hürriyete kavuşturmaktan söz edilirken, özellikle insanın boynunun söz konusu edilmesi ise, genelde tasmanın insan boynuna takıldığı organ oluşundan dolayıdır. Ayağa bukağı vurmak ise çoğunlukla hayvanlarda görülen bir olaydır. O halde boyun, mülk edinilen kölenin mülkiyetinin görüldüğü yer olduğundan dolayı, özgürlüğe kavuşturmak da boyuna izafe edilmiştir.

35- Âzâd Edilecek Kölenin Niteliği:

Bize göre, ancak başkasının ortaklığı sözkonusu olmaksızın, tam ve mü’min bir köle azad etmekten başkası câiz değildir. Kölenin bir bölümünü azad etmek de belli bir süreye kadar azad etmek, kitabet, tedbîr (özgürlüğü sahibinin ölüm şartına bağlamak) da câiz olmadığı gibi, azad edilecek kölenin um veled (efendisinden çocuğu olduğu için efendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşacak olan cariye) de olmaması gerekir, mülkiyetine geçirdiği takdirde, istemese de azad edilmesi gereken bir kimse olmaması gerekir. Yine azad edilecek kölenin, geçimini kazanmasını engelleyecek şekilde kocamış, yaşlı ve kötürüm olmaması, kusursuz ve sağlam olması gerekmektedir. Dâvud (ez-Zâhirî) ise bu hususta muhalefet ederek kusurlu kölenin azad edilmesini câiz kabul etmektedir.

Ebû Hanîfe de der ki: Kâfir köle azad etmek caizdir Çünkü (burada) lâfzın mutlak olması bunu gerektirmektedir.

Ancak, bizim delilimiz şudur: Bu, Allah Teâlâya yakınlaştırıcı farz bir iştir. Dolayısıyla zekât gibi, kâfirin bu işe konu olması sözkonusu değildir. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerîm’de bu kabilden mutlak olan bütün lâfızlar, hataen öldürmekte sözkonusu edilen ve kayıtlı olarak zikredilen köle azad etmeye racîdir,

"Kölede başkasının ortak olmaması gerekir" deyişimizin sebebi, yüce Allah'ın:

"Ya da bir köle azad etmektir" diye buyurmuş olmasıdır. Çünkü, kölenin bir parçası, kölenin tamamı demek olamaz. Yine, azad edilecek kölede azad otrtia akdinin sözkonusu olmaması gerektiğini söyledik. Çünkü, hürriyete kavuşturmak, daha önce sözkonusu edilmiş bir azatlığın gerçekleştirmesini mevzubahis olmaksızın başlı başına bir azadı gerektirmektedir. Azad edilecek kölenin kusursuz ve sağlıklı olmasını, yine yüce Allah'ın:

"Ya da bir köle azad etmektir" âyetinden dolayı söyledik. Çünkü, ifadenin mutlak olması, tam bir köle azadı gerektirir, (Meselâ, kör bir köle eksiktir.) Sahih-i Buhârî'de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in da şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Bir müslüman, bir başka müslümanı kölelikten azad edecek olursa, mutlaka azad ettiği onun cehennemden kurtuluşuna sebep olur. Azad edilenin her bir uzvu, azad edenin o uzvunun karşılığında -hatta ferci ferci karşılığında- (ateşten) kurtulur." Buhârî, Keffarât 6; Müslim, İtk 22, 23. Yakın lâfızlarla: Ebû Dâvûd, İtk, 13,14; Tirmizî, Nüzûr 20; İbn Mâce, İtk 4; Müsned, IV, 113, 147, 235, 344, 386, V, 29 Bu ise, gayet açık bir nasstır.

Tek gözü kör olan ile ilgili olarak da mezhebte (Mâliki mezhebinde) iki görüş rivâyet edilmiştir. Sağır ve hayaları burulmuş köle hakkında da aynı şey sözkonusudur.

36- Keffâret için Ayırdığı Malı Telef Olursa:

Bir kimse, bir keffâret dolayısıyla bir köle azad etmek üzere bir miktar malı bir kenara ayırmışsa, o malı telef olursa, keffârette bulunma yükümlülüğü üzerinde devam eder Halbuki, fakirlere ödemek, yahut da onunla bir köle satın almak üzere zekât olan bir malı bir kenara ayırdıktan sonra malı telef olanın durumu böyle değildir. Zekâtta böyle bir durum sözkonusu olduğu takdirde, zekât verenin emre uyması dolayısıyla başka bir malı aynı şekilde ödeme yükümlülüğü kalmaz.

37- Yemin Eden Kefaretini Yerine Getirmeden Önce Ölürse:

Fıkıh âlimleri, yemin eden keffâretten önce ölecek olursa, hükmün ne olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptir.

Şâfıî ve Ebû Sevr der ki: Yemin keffâretleri ölenin sermayesinden çıkartılır. Ebû Hanîfe de der ki: Yemin keffâretleri onun bıraktığı mirasın üçtebirinden ödenir. Mâlik de; -bunu vasiyyet etmiş olması şartıyla -böyle demiştir.

38- Kişinin Keffârette Bulunacağı Sıradaki Hali Gözönünde Bulundurulur:

Zenginken yemin edip, fakir oluncaya kadar yemininin keffâretini yerine getirmezse, yahut fakirken yeminini bozmakla birlikte, zengin olacağı vakte kadar keffârette bulunmazsa, ya da kendisi köle iken yeminini bozup azad edilinceye kadar keffârette bulunmazsa, bütün bu hallerde, yeminini bozduğu vakit değil de, keffâretini yerine getireceği vakit gözönünde bulundurulur.

39- Yemine Bağlı Kalmanın Zararı Varsa:

Müslim, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim, kişinin aile halkına zarar verecek şekilde etmiş olduğu yemininde sebat göstermesi, onun için Allah nezdinde, Allah'ın kendisine farz kılmış olduğu keffâretini ödemesinden daha bir günahtır." Buhârî, Eymân 1; Müslim, Eyman 26; Müsned, II, 317.

Burada yeminde sebat göstermekten kasıt, zorluk ve sıkıntıya sebep olsa; ve ister dünyevi, ister uhrevi herhangi bir menfaat bulunan işi terk etmeyi gerektirse dahi; yeminin gereğini yerine getirmeye devam etmektir. Eğer yemin dolayısıyla bu türden herhangi bir şey sözkonusu olacak olursa, uygun olanı, kişinin yeminini bozması ve keffâreti yerine getirmesidir. Yüce Allah'ın:

"Allah'ı yeminlerinizle iyilik etmenize ... bir engel yapmayın" (el-Bakara, 2/224) âyetinde açıkladığımız gibi, bu durumuna da yemini gerekçe göstermemelidir. Nitekim Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Kim herhangi bir hususa yemin eder de, başka bir şeyin ondan hayırlı olduğunu görürse, yemininin keffâretini yerine getirsin ve hayırlı olanı yapsın.". Daha çok hayırlı olanı yapsın, demektir.

40- Yemin, Yemin Ettirenin Niyetine Göredir:

Müslim, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir," Müslim, Eymân 21; İbn Mâce, Keffarat 4.

İlim adamları der ki: Bunun anlamı şudur: Herhangi bir hak ile ilgili olarak bir kimsenin yemin etmesi icabeder, o da bundan dolayı yemin ederse, bu sırada da kendisine yemin verdirenin niyetinden başka birşeyi niyet ederse, onun bu niyetinin kendisine bir faydası olmaz. Bu niyetiyle o yeminin kendisine kazandırdığı günahtan da kurtulamaz. Hazret-i Peygamberin bir başka hadisindeki mana da aynıdır: "Senin yeminin, arkadaşının seni hakkında doğrulayacağı şeye göredir" Bu: 'Onunla arkadaşının seni doğrulayacağı şekle göredir" diye de rivâyet edilmiştir. Bunu da aynı şekilde Müslim rivâyet etmektedir. Müslim, Eyman 20; İbn Mâce, Ahkâm 14.

Mâlik der ki: Her kim, kendisinden herhangi bir hakkı dolayısıyla alacaklı olanın isteği üzerine yemin ederse, ettiği bu yeminde de istisnada bulunsa, yahut dilini ya da dudaklarını kıpırdatsa veya bunu lafzen söyleyecek olsa, bu istisnasının o kimseye hiçbir faydası olmaz. Çünkü, bu gibi durumlarda muteber olan niyyet, isteği üzerine kendisine yemin edilenin niyetidir. Çünkü yemin, o kimsenin bir hakkıdır. Ve yemin, hakimin o kimse için yemini istiyeceği şekle göre vaki olur. Yemin edenin tercih edeceği şekle göre değil. Çünkü bu yemin, o kimseden istenmektedir. Mâlik'in konu ile ilgili görüşlerinden ve sözlerinden varılan netice budur.

41- Keffâret için Bu Üçünden Birisini Yerine Getirmek İmkânı Olmayan:

Yüce Allah'ın:

"Fakat kim bulamazsa" âyetinin anlamı şudur: Eğer kişi, yemek yedirmek, elbise giydirmek veya köle azad etmek diye belirtilen bu üç husustan herhangi birisine malik olmadığını tesbit ederse.-Âyetin bu anlama geldiği icmâ ile kabul edilmiştir Kişi, bu üç hususu bulamayacak olursa, o takdirde oruç tutar.

Bunları bulamamak ise iki türlü ölür. Ya malı eli altında değildir, veya malı fiilen yoktur. Birinci durum kendi asıl beldesinde olmaması halinde sözkonusu olur Eğer bu durumda da kendisine ödünç verecek birilerini bulabilirse, oruç tutması câiz olmaz. Şayet ödünç verecek kimse bulamayacak olursa, bu hususta farklı görüşler vardır. Beldesine dönünceye kadar bekler, denilmiştir.

İbnü’l-Arabî der ki: Hayır, bunu beklemek zorunda değildir Aksine, oruç tutarak keffârette bulunabilir. Çünkü, vücub (keffârette bulunma gereği) zimmetinde tahakkuk etmiştir. Bunu yerine getirememe şartı da tahakkuk etmiştir. O halde emri yerine getirmeyi ertelemenin açıklanır bir tarafı yoktur Bundan dolayı bu üç türden birisi ile keffârette bulunmaktan acze düştüğü için, olduğu yerde keffâretini öder. Çünkü yüce Allah:

"Fakat kim bulamazsa" diye buyurmaktadır.

Bir diğer görüşte de şöyle denilmektedir: Geçimini kendisiyle sağladığı sermayesinden fazla bir malı bulunmayan bir kimse, asıl bulamayan kişidir.

Yine şöyle denilmiştir: Bulamayan kişi, ancak bir gün ve bir gecelik yiyeceği bulunup, başkasına yedirecek fazla yiyeceği bulunmayan bir kimsedir. Şâfiî de bu görüştedir, Taberî de bunu tercih etmiştir. Mâlik ve arkadaşlarının görüşü de budur, İbnü'l-Kasım dan ise rivâyet olunduğuna göre, günlük nafakasından birşeyler artıran kimse, oruç tutamaz. Yine İbnü'l-Kasım, Kitabu İbn Müzeyyen' de şöyle demektedir: Eğer yeminini bozan kimsenin bir günlük yiyeceğinden fazla yiyeceği varsa, yemek yedirerek keffârette bulunur. Açlıktan korkması, yahut bu hususta kendisine yardım eli uzatılmayacak bir beldede olması hali müstesnadır.

Ebû Hanîfe ise şöyle demektedir: Eğer onun yolunda (zekât) nisabı yoksa, o kimse bulamayan bir kimse demektir.

Ahmed ve İshâk der ki: Eğer bir gün ve bir gecelik yiyeceği bulunuyor İse, bundan arta kalanı yedirir.

Ebû Ubeyd de şöyle demektedir: Şayet yanında kendisinin ve ailesinin bir gün bir gecelik yiyeceği ve onlara yetecek kadar giyeceği varsa, bunlardan ayrı olarak da keftarette bulunacağı kadar bir miktara sahip bulunuyorsa bize göre o, bulan bir kimsedir.

İbnü'l-Münzir der ki: Ebû Ubeyd'in bu görüşü güzel bir görüştür.

42- Oruç Tutmak:

Yüce Allah'ın:

"Üç gün oruç tutsun" âyetini, İbn Mes'ûd; "Peşpeşe" fazlası ile okumuştur. Bu kıraat ile mutlak olan bu üç gün, kayıtlanmış olur. Ebû Hanîfe ve es-Sevrî de bu görüştedir. Şâfiî'nin iki görüşünden birisi de budur. el-Müzenî de zihâr keffâretinde oruca kıyasen ve Abdullah b. Mes'ûd'un kıraatini gözönünde bulundurarak bu görüşü tercih etmiştir.

Mâlik ile diğer görüşünde Şâfiî de şöyle demektedirler: Bunları ayrı ayrı tutması da yeterlidir. Çünkü, peşpeşe oruç tutmak, ancak bir nassa ya da nass ile bağlanmış bir hükme kıyas ile vacib olabilen bir sıfattır, burada ikisi de yoktur.

43- Keffâret Orucunda Unutarak Oruç Bozarsa:

Oruç tuttuğu günlerden herhangi bir günde unutarak orucunu yiyen bir kişi hakkında Mâlik: Kaza yapmakla yükümlüdür derken, Şâfiî kaza yapması gerekmez, demektedir. Nitekim buna dair açıklamalar, daha önce el-Bakara sûresinde (2/187. âyetin tefsirinde, 12. başlıkta) oruç ile ilgili açıklamalarda bulunulurken geçmişti.

44- Hür Olmayan Müslüman Keffârette Bulunur mu?

Yüce Allah'ın nass ile tesbit ettiği bu keffâret ittifakla, hür ve müslüman kimse için gereklidir Yeminini bozduğu takdirde köleye bunlardan hangisi vacib olduğu hususunda fukahâ arasında görüş ayrılığı vardır.

Süfyan-ı Sevrî, Şâfiî ve Rey ashâbı derlerdi ki: Köle için oruç tutmaktan başka bir keffâret şekli yoktur Başka bir şekilde keffârete kalkışması da onun için geçerli değildir. Ancak, bu hususta Mâlik'in görüşü farklı gelmiştir. İbn Nâfi’ köle, köle azad etmekle keffârette bulunmaz. Çünkü, bu durumda azad ettiği kölenin velâsı ona ait olmaz. Fakat bunun yerine efendisi ona izin verecek olursa, sadaka ile keffârette bulunur. Bununla birlikte en uygunu oruç tutmasıdir, dediğini nakletmektedir. İbnü'l-Kasım da Mâlik'ten şöyle dediğini nakleder: Köle, efendisinin izniyle dahi olsa, yemek yedirecek yahut elbise giydirecek olsa, bu çok açıkça söylenebilecek bir husus değildir. Bundan yana kalbimde (bu konuda tereddüde götüren) birşeyler vardır.

45- Yeminlerin Keffareti:

Yüce Allah'ın;

"İşte yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti budur" âyeti, yeminleriniz böyle örtülür, demektir. Bir şeyi örtmek ve gizlemek halinde "keffâret" tabiri kullanılır ki, buna dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.

Bunun, yüce Allah adına yemindeki keffâret hakkında olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Tabiinden kimisi ise, yemin keffaretinin terk etmeye yemin ettiği hayrı işlemek olduğu görüşündedir. İbn Mâce de Sünen'inde: "O yeminin keffâreti onu terketmektir" diye bir başlık açtıktan sonra şöyle demektedir: Bize, Ali b. Muhammed anlattı. Bize Abdullah b. Numeyr, Harise b. Ebir'r-RicâTden anlattı, o, Amra'dan, o, Âişe'den şöyle dediğini nakletti: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:" Her kim, akrabalık bağını kesmek yahut da uygun olmayan bir şey hakkında yemin edecek olursa, o yeminine bağlı olması bu yemin ettiği şeye devam etmemesidir." İbn Mâcet Keffârât 8. Yine İbn Mâce, Amr b. Şuayb'dan, o, babasından, o, dedesi senediyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini kaydetmektedir: "Her kim bir şeye dair yemin ederse, bir başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse, onu bıraksın. Çünkü onu bırakması, o yeminin keffâretidir." İbn Mâce, Keffârât 8.

Bu, Ebû Bekr es-Sıddik (radıyallahü anh)’ın başından geçen olayla da desteklenmektedir. Hazret-i Ebû Bekir, yemeği yememek üzere yemin edince, hanımı da kendisi yemedikçe o yemekten yememek üzere yemin etti. Misafir -veya misafirler- de kendisi yemedikçe yememek üzere yemin'etti (veya ettiler). Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir: Bu şeytandandır diyerek yemeğin getirilmesini istedi, kendisi de yedi, diğerleri de yediler. Bunu Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Mevakitus-Salât 41, Menakıb 25, Edeb 87, 88; Müslim Eşribe 176; Müsned, I, 198. Müslim şunu da eklemektedir: Sabah olunca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gittim ve Ey Allah'ın Rasülû, onlar yeminlerinde durdular ben ise yeminimi bozdum deyip durumu ona anlatınca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Bilakis sen, onların arasında sözüne en bağlı olan ve en hayırlılarısın" dedi. (Hadisi rivâyet eden) dedi ki: Bu hususta bana keffâret ile ilgili birşey ulaşmadı. Müslim, Eşribe 177.

46- Allah'tan Başkası Adına Yapılan Yemin Keffâreti:

Yüce Allah adından başkası adına yapılan yeminin keffâreti hususunda fukahanın farklı görüşleri vardır. Mâlik der ki; Kim malının sadakasına dair yemin ederse, malının üçtebirini çıkartıp verir. Şâfiî ise, bir yemin keffâretinde bulunması gerekir demektedir. İshâk ve Ebû Sevr de bu görüştedir. Aynı zamanda Hazret-i Ömer ve Hazret-i Âişe'den de bu görüş rivâyet edilmiştir. eş-Şahbî, Atâ ve Tavus ise, ona bir şey gerekmez, demişlerdir.

Bir kimse Mekke'ye yürüyeceğine dair yemin ederse, Mâlik ve Ebû Hanîfe'ye göre bu yeminini yerine getirmesi gerekir. Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr'e göre ise, bir yemin keffâretinde bulunması onun için yeterlidir.

İbn Müseyyeb ve el-Kasım b. Muhammed ise şöyle demiştir: Ona bir şey gerekmez. İbn Abdi’l-Berr ise der ki: Medine'de ve ondan başka şehirlerdeki ilim adamlarının çoğunluğu, Mekke'ye yürümeye dair yeminde yüce Allah adına yeminde olduğu gibi, bir keffâreti vacip görürler. Bu, aynı zamanda ashâb ve tabiinden bir topluluğun görüşü olduğu gibi, müslümanların fukahâsının çoğunluğunun da görüşüdür. İbnü'l-Kasım, oğlu Abdussamed'e bu şekilde fetva vermiştir. Ayrıca, ona bunun el-Leys b. Sa'd'ın görüşü olduğunu da zikretmiştir. Ancak, İbnüİ-Kasım'dan meşhur olan, Mekke'ye yürüyerek gitmeye dair yeminde, oraya yürüyerek gitmeye gücü yeten müstesna keffâret olmadığıdır. Mâlik’in görüşü de budur.

Köle azad etmek için yemin eden kimsenin; Mâlik, Şâfiî ve diğerlerin görüşüne göre, azad edeceğine dair yemin ettiği köleyi azad etmesi gerekir. İbn Ömer, İbn Abbâs ve Hazret-i Âişe'den; bu kişi yemin keffâretînde bulunur; bizzat o köleyi azad etmesi gerekli değildir, dedikleri rivâyet olunmuştur. Atâ; herhangi birşeyi tasadduk eder demiştir. el-Mehdevî der ki: İlim adamlarından sözüne güvenilir kimseler, talâka yemin eden kimse için yeminini bozması halinde, talâkının sözkonusu olacağı hususunda icmâ etmişlerdir.

47- Yeminlerin Korunması:

Yüce Allah'ın:

"Yeminlerinizi koruyun" âyeti, yeminlerinizi bozduğunuz takdirde, yerine getirmeniz gereken keffâreti ifa etmekte çabuk hareket etmek suretiyle koruyun, demektir, Bu yemini terk etmek suretiyle koruyun. Çünkü sizler, yemin etmeyecek olursanız (keffâretin) bu yükümlülükleri de hakkınızda sözkonusu olmaz, diye de açıklanmıştır.

"Şükredesiniz diye." âyetinde geçen şükre dair açıklamalar, (el-Bakara, 2/52. ayet, 3-başlıkta) ve Diye edalına dair açıklamalar da el-Bakara Sûresi'nde (2/22. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.

89 ﴿