86İsmail'e, Elyesa'a, Yûnus'a ve Lût'a da. Her birini âlemlere üstün kıldık. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1. Hazret-i İbrahim'in Soyundan Gelen Peygamberler: Yüce Allah'ın: "Biz ona İshâk ile Yakub'u bağışladık." âyeti, din hususunda getirdiği deliller ve tartışmaları, bu uğurda canını feda etmesine bir mükâfat olmak üzere bağış olarak bunları ona vermiştik, demektir. "Her birine hidâyet verdik." Onların her birisi hidâyeti bulmuştu. ": Her birine" âyeti, ": Hidâyet verdik" ile nasb edilmiştir. ": Nûh'a da" âyeti ise, ikinci olarak gelen-, ": Hidâyet vermiştik"1 dolayısıyla nasb edilmiştir. "Onun," yani İbrahim'in "zürriyetinden." Nûh'un zürriyetinden diye de açıklanmıştır ki, bu açıklamayı el-Ferrâ' yapmış, Taberî ile Kuşeyrî, İbn Atiyye ve onlardan başka bir takım müfessirler de bunu tercih etmişlerdir. ez-Zeccâc da birinci görüşü kabul etmiştir. Ancak bu görüşe Yûnus ve Lût'un da onun zürriyetinden gelenler arasında sayıldığı belirtilerek itiraz edilmiştir. Çünkü her ikisi de Hazret-i İbrahim'in zürriyetinden değildi. Lut onun kardeşinin oğluydu. Kızkardeşinin oğlu olduğu da söylenmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Bütün bu peygamberler Hazret-i İbrahim'in zürriyeti arasında sayılırlar. Bunlar arasında onun cihetinden bir baba veya bir anne yoluyla akrabalığı olmayan kimseler bulunsa dahi bu böyledir. Çünkü Lut, Hazret-i İbrahim'in kardeşinin oğludur. Araplar ise, -yüce Allah'ın Hazret-i Yakub'un çocuklarından söylediklerini haber verdiği şekilde bildirdiği gibi- amcaya da baba derler: "Senin ilahına ve babaların İbrahim, İsmail ve İshâk'ın bir tek olan ilahına ibadet edeceğiz" (el-Bakara, 2/133) İsmail ise Hazret-i Yakub'un amcastdır. Hazret-i Îsa da ancak onun soyundan gelen kızının oğlu olduğu halde Hazret-i İbrahim'in zürriyeti arasında sayılmıştır. Buna göre Hazret-i Fatıma'nın çocukları da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zürriyetidirler. İşte, kızların çocuklarının "çocuklar"ın kapsamına girdiği görüşünde olanlar da bunu delil kabul etmişlerdir ki, bu husus bir sonraki başlığımızın konusunu teşkil etmektedir. 2. Çocuklar Tabirinin Kapsamına Kız Çocukları Da Girer Mi? Ebû Hanîfe ve Şâfiî derler ki: Bir kimse "çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına" bir vakıf yapacak olur ise, o vakfın kapsamına hem oğullarının çocukları, hem de kız çocuklarının çocukları soyları devam ettiği sürece dahildir. Aynı şekilde akrabalarına diye vasiyette bulunacak olursa, kız çocukların çocukları da bu vasiyetin kapsamına dahildir. Ebû Hanîfe'ye göre "akraba" mahremliği bulunan her zu-Rahîm akrabadır. Ona göre amca ve hala, dayı ve teyzelerin çocukları sakıt olur. Çünkü bunlar mahrem değildirler. Şâfiî de der ki: Akraba, mahrem olsun olmasın bütün zû-Rahîm akrabadır. Ona göre, ne amca çocuğu, ne de başkası sakıt olmaz. Mâlik ise der ki: Böyle bir vakfın kapsamına kız çocuklarının çocukları girmezler. Vakfedecek olanın "akrabalarıma ve soyumdan gelecek olanlara şeklindeki sözü," erkek çocuklarıma ve çocuklarımın çocuklarına, sözü gibidir. Bunun kapsamına oğullarının çocukları ve babanın asabesi ile sulbüne raci olanlar girdiği halde, kız çocuklarının çocukları bunun kapsamına girmez. Daha önce Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/61. âyet, 3. başlıkta) Safirden buna yakın bir görüşe de işaret etmiş bulunuyoruz. Her ikisinin lehine delil, şanı yüce Allah'ın: "Allah, çocuklarınız hakkında size şöyle vasiyet ediyor" (en-Nisa, 4/11) âyetidir. Müslümanlar, bu âyetin zahirinden ancak sulben evlat ile özel olarak da oğlun çocuklarını anlamışlardır. Yüce Allah'ın: "Peygambere ve yakın akrabalara" (el-Enfal, 8/41) âyeti dolayısıyla Hazret-i Peygamber dayı çocuklarını dışarda tutarak amcalarının çocuklarını akrabaları arasında kabul ederek onlara pay vermiştir. Kızların çocukları da aynı şekilde babaya neseb yoluyla intisab etmezler. Ve her hangi bir babada onunla birleşmezler. İbnü’l-Kassar der ki: Kız çocukları da akrabaların kapsamına girer diyenlerin delilleri, Hazret-i Peygamberin el-Hasan b. Ali'ye: "Şüphesiz benim bu oğlum bir seyyiddir" Buhârî, Sulh 9, Fedâilu Ashâbı'n- Nebiyy 22, Fiten 20; Ebû Dâvûd, Sünne 12; Tirmizî, Menâkıb 30; Nesâî, Cumua 27; Müsned, V, 38, 44, 49, 51. diye buyurmuş olmasıdır. Kız çocuklarının çocukları hakkında bunlar, annelerinin babalarının çocuklarıdır, demeyi kabul etmeyen bir kimse olduğunu bilmiyoruz. Anlam da bunu gerektirmektedir. Çünkü çocuk (anlamına gelen el-veled) tevellüdden türemiştir. Kızın çocukları ise kaçınılmaz olarak annelerinin babalarından tevellüd edip doğarlar. Anne cihetinden tevellüd ise baba cihetinden tevellüd gibidir. Kur'ân-ı Kerîm de buna delalet etmektedir: Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onun zürriyetinden Davud'a, Süleyman'a... hepsi salihlerdendi" diye buyurmakta ve Hazret-i Îsa'yı aslında soyundan gelen bir kızın oğlu olduğu halde onun (yani Hazret-i İbrahim'in) zürriyetinden olmakla nitelendirmiştir. 3. Arapça Grameri Açısından Bu İsimler Ve Bu İsimlerin Kıraati: en-Nisa Sûresi'nde (4/163. âyetin tefsirinde) bu isimlerden hangilerinin munsarıf olmadığına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Dâvud" ismi ise Arapça olmayan bir isim olduğundan dolayı munsarıf değildir. Ayrıca "fâ'ûl vezninde olduğu için de başında "elif lâm"ın getirilmesi güzel kaçmaz ve munsarıf da olmaz. İlyas da Arapça olmayan bir isimdir. ed-Dahhâk der ki: İlyas, Hazret-i İsmail'in,soyundan idi, el-Kutebî'nin de naklettiğine göre İlyas, Yuşâ b. Nûn'un torunlarındandı. el-A'rec, el-Hasen ve Katade; şeklinde, "elifi vasî ile okumuşlardır. Haremeyn ehli ile Ebû Amr ve Âsım ise, tahfif edilmiş bir "lâm" ile; diye okumuşlardır. Âsım dışında kalan Kûfeli kıraat âlimleri ise bunu; şeklinde okumuşlardır. el-Kisâî de böyle okumuş ve; diye okuyanların kıraatini reddetmiş ve şöyle demiştir: Çünkü vezninde bir isim kullanılmaz; gibi. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: Ancak böyle bir cevap bağlayıcı olmaktan uzaktır. Çünkü Araplar derler. Eğer nekire kabul edilir ise, o takdirde; şeklinde (marife olarak) getirilir. Ebû Hatim ise; şeklinde okuyanların kıraatini reddeder ve şöyle der: (Arap dilinde ) şeklinde bir isim olmaz. en-Nehhâs yine şöyle der: Yine böyle bir cevap bağlayıcı değildir. Çünkü Arapça'da Haydar ve Zeyneb şeklinde isimler kullanılmıştır. Bunda ise gerçek şu ki, bu Arapça olmayan bir isimdir. Arapça olmayan (ucme) isimler ise, kıyas ile kabul veya reddedilmez. Bunlar ancak sem'a yoluyla öğrenilir. Araplar da bu şekilde aldıkları kelimeleri çokça değişikliğe uğratırlar. Dolayısıyla bir ismin iki ayrı lügatte (farklı söyleyişte) kullanılması garip karşılanacak bir durum değildir. Mekkî der ki: "Elyasa" isimîni iki "lâm" ile okuyanların kıraatine göre ismin asli; şeklindedir, Daha sonra da bunun başına tarif için "elif" ve "lâm" gelmiştir. Eğer bunun aslı ( en ) şeklinde olsaydı, başına "elif ile "lâm" gelmezdi. Zira "elif ile "lâm," birer erkek ismi olan Yezid ve Yeşkur'un başına gelmezler. Çünkü bunlar marife ve özel isimdirler, ise, nekire olduğundan dolayı tarif için başına "elif" ile "lâm" gelir. Bununla birlikte tek bir "lâm" ile kıraati daha güzel görmekteyim. Zira, kıraat âlimlerinin çoğunluğu bu şekilde okumuşlardır. el-Mehdevî der ki: Tek bir "lâm" ile; şeklinde okuyanların kıraatine göre isim şeklindedir. "Elif" ile "lâm" zaid olarak girmiştir. Nitekim bunların: Onbeş'in başına fazladan getirilmeleri de böyledir. Şairin şu beyitinde de aynı şey sözkonusudur. "Biz1, el-Yezid b. el-Velid'i mübarek ve omuzlarına Halifeliğin ağır yükleri binmiş gördük." Şu beyitte olduğu gibi Araplar, muzari fiilin başında da fazladan "elif-lâm" getirmişlerdir: "Cerboayi kazdığı tünelin çıkış yerinden ve eş-Şiha'da bulunup girişini açtığı yuvasından çıkartır." Şair burada demek istemektedir. el-Kuşeyrî der ki: Bu isim "lâm" harfi şeddeli ve şeddesiz olarak da okunmuştur. Bilinen bir peygamberin ismi olması hususunda anlamı birdin îsmail ve İbrahim gibi. Fakat, başına "elif-lâm" getirilmesi suretiyle Arapça olmayan isimlerin taşımadığı bir özelliğe sahip olmuştur. Bazılan, "Elyasa"nın İlyas olduğunu zannetmiştir. Ancak, durum böyle değildir. Çünkü şanı yüce Allah her birisini ayrıca zikretmiştir. Vehb (b. Münebbih) der ki: Elyasa, İlyas'ın arkadaşıdır. Her ikisi de Zekeriya, Yahya ve Îsa'dan önce idiler. İlyas, İdris'in kendisidir, de denilmiştir. Ancak bu da doğru değildir. Çünkü İdris, Nûh'un dedesidir. İlyas ise Nûh'un zürriyetindendir. İlyas'ın, Hızır olduğu söylenmiş ise de, hayır Elyasa Hızır'ın kendisidir de denilmiştir. "Lût" de Arapça olmayan bir isim olmakla birlikte, hafif oluşu dolayısıyla munsarıf olmuştur. Bunun iştikakı (türeyişi) ile ilgili açıklamalar ileride el-A'raf Sûresi’nde (7/80. âyet, 1. başlıkta) gelecektir. |
﴾ 86 ﴿