ENFÂL SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile (Medine'de İnmiştir, Yetmişbeş Âyettir). el-Hasen, İkrime, Câbir ve Atâ'nın görüşüne göre Medine'de, Bedir'de nâzil olmuştur. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Bu sûre, yüce Allah'ın: "Hani bir zamanlar o kâfirler... senin için tuzak kuruyorlardı" (el-Enfal, 8/30) âyetinden itibaren yedi âyetin sonuna kadar devam eden yedi âyet müstesna Medine'de inmiştir. 1Sana "enfâl"i soruyorlar. De ki: "Enfâl Allah'ın ve Rasûlünündür. O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlüne itaat edin." Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: Ubâde b. es-Sâmit, rivâyetle der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'e çıktı. Orada düşmanla karşılaştılar. Allah düşmanı hezimete uğratınca, müslümanlardan bir gurup peşlerine takılıp onları(n arasından yakaladıklarını) öldürdüler. Bir kesim de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in etrafını çevirmişlerdi. Bir başka kesim ise karargâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuştu. Allah, düşmanı uzaklaştırıp onları takip edenler döndüklerinde şöyle dediler: Nefel (ganimet) bizimdir. Çünkü düşmanı takip edenler bizler olduk. Allah bizim vasıtamızla onları uzaklaştırdı ve bozguna uğrattı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın etrafını çevirenler de şöyle dedi: Bu ganimetteki hakkınız bizden fazla değildir. Bilakis bu ganimet bizimdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a düşman ansızın herhangi bir zarar veremesin diye onun etrafını kuşatanlar bizler olduk. Bu sefer askerlerin karargâhını arkadan dolananlar ve talanda bulunanlar da şöyle dediler: Siz ona bizden daha bir hak sahibi değilsiniz. O bizimdir. Çünkü onun etrafını kuşatan ve onu ele geçirenler bizler olduk. Bunun üzerine yüce Allah: "Sana enfali soruyorlar de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlünündür. O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlüne itaat edin" âyetini indirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da aradan bir devenin iki sağımlığı arasındaki süre kadar bir zaman geçmeden ganimetleri aralarında paylaştırdı. Müsned, V, 324; el-Hâkim, el-Müstedrek, II, 326. Ebû Ömer der ki: "Bir devenin iki sağımlığı arası kadar bir süre geçmeden ganimetleri paylaştırdı" ifadesi çabucak bu ganimetleri paylaştırdığını anlatmaktadır. Dil bilginleri derler ki: "(Bu rivâyette de geçen): el-Fuvâk" kelimesi, dişi devenin iki sağımlığı arasındaki süre demektir. Mesela, onu bir dişi devenin iki sağımlığı arası kadar bir süre (fuvâk.) bekledi, denilir. Yani, onu bu kadar bir süre bekledi anlamındadır. Araplar bu kelimeyi "fuvak ve favak" şeklinde "fe" harfini ötreli ve üstün olarak kullanırlar. Bu durum yüce Allah'ın: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasulüne..." (el-Enfal, 8/41.) âyeti inmeden önce idi. İlim adamlarına göre âyetin anlamı şöyle gibidir; Yani, bunlar hakkında hüküm vermek ve ganimet hususunda yüce Allah'a yakınlaştırıcı uygulamayı hükme bağlamak Allah'a ve Rasulüne aittir, Muhammed b. İshâk der ki: Bana Abdurrahman b. el-Hâris ile arkadaşlarımızdan ondan başkaları Süleyman b. Mûsa el-Eşdak'dan anlattılar. Süleyman Mekhul'den, o, Ebû Umame el-Bahilî'den dedi ki: Ben Ubade b. es-Samk'e el-Enfal'e dair soru sordum, bana şöyle dedi: Biz, Bedir ashâbı hakkında enfal hakkında anlaşmazlığa düşüp de bu hususta kötü davranınca nâzil oldu. Allah onu elimizden aldı ve Rasulünün eline teslim etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu eşit bir şekilde paylaştırdi. İşte Allah'tan korkmak (takva) ve Onun Rasulüne itaat etmek ile "aramızı düzeltmek" bu idi. Sahih'de Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbı büyük bir ganimet ele geçirdi. Ganimetler arasında bir kılıç vardı. Onu alıp Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a götürerek şöyle dedim: Bu kılıcı bana nefel olarak (paylaştırılacak ganimetler arasına sokmadan) ver. Ben, durumunu bildiğin kimseyim, dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu aldığın yere geri götür" dedi. Onu aldığım yere alınan ganimetler arasına bırakmak üzere geri gittim, fakat bu sefer nefsim beni kınadı. Tekrar ona dönüp şöyle dedim. Onu bana ver. Bana karşı sesini yükselterek: "Onu aldığın yere geri götür" dedi. Ben de onu alınan ganimetler arasına geri bırakmak isteği ile döndüm. Tekrar nefsim beni kınadı, yine ona dönüp bunu bana ver, dedim: Yine bana yüksek bir sesle: "Onu aldığın yere geri götür" dedi. Bunun üzerine yüce Allah: "Sana enfali soruyorlar." Bu sebebe göre: Ganimetler arasında paylaştırılınoyâ sokulmadan senden nefel istiyorlar anlamına gelir." âyetini indirdi, Müslim'in lâfzı ile hadis bu şekildedir. Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 43; aynı muhtevada değişik lâfızlarla: Müslim, Cihâd 34; Ebû Dâvûd, Cihad 145; Tirmizî, Tefsir 8. sûre 1; Müsned, I, 178, 181, 186. Bu husustaki rivâyetler pek çoktur. Ancak bu zikrettiklerimiz yeterlidir. Hidayete erme başarısı Allah'tandır. "Enfâl"in tekili "fe" harfi harekeli olarak " nefel "dir. Şair der ki: "Şüphesiz Rabbimizden korkmamız (takva), en hayırlı bir bağıştır (nefel) Benim ağır hareket etmem de, acelem de Allah'ın izniyledir." Burada şairin "nefel (bağış)"den kastı ganimettir, Nefl ise, yemin demektir. Nitekim; Yahudiler aralarından elli kişinin nefli (yemini) ile size karşı beri olsunlar (sorumluluktan kurtulsunlar)..." Buhârî, Diyât 22. hadisindeki "nefl" ifadesi de bu anlamdadır. Nefl, nefyetmek, reddetmek manasına da gelir. Onun çocuğunu reddetti" anlamındaki hadiste geçen ifade de buradan gelmektedir. İbnu’l-Ashâb, en-Nihâye, V, 100. Nefel (san yonca) ise bilinen bir bitkidir. Nefl ise farz olandan fazla yapılan nafile tatavvu demektir. Oğlun oğlu da "nafile" diye adlandırılır. Çünkü o da oğuldan ayrı bir ziyadedir. Ganimete de "nafile" denilir. Çünkü ganimet, şanı yüce Allah'ın daha önceki ümmetlere haram kılındığı halde bu ümmete fazladan helal kıldığı şeyler arasındadır. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Benden önceki peygamberlere altı husus ile üstün kılındım..." (Bunlar arasından birisi de): "Ve ganimetler bana helal kılındı." Müslim, Mesâcid 5; Tirmizî, Siyer 5; Müsned, II, 412. el-Enfâl ise ganimetlerin kendileridir. Antere der ki: "Şüphesiz bizler Savaş kızıştı mı taşırız mızrakları Ama enfâl'in paylaştırılması sırasında da iffetli davranırız." Burada "enfâl"den kastı ganimetlerdir. 3. Enfâl (Ganimetten Ayrı Olarak Yapılacak Bağışlar) Nereden Verilir? İlim adamları enfâlin nereden verileceği hususunda dört ayrı görüş ortaya atmışlardır: 1- Birinci görüşe göre enfâl, kâfirlerden müslümanlara istisnaî olarak gelen yahut da Savaşsız olarak ele geçirilen şeylerde sözkonusu olur. 2- Enfâl, ganimetin beşte birinden verilir. 3- Enfâl. beşte birin beşte birinden verilebilir. 4- Enfâl, İmâmın görüşüne uygun olarak ganimetin tümünden verilir. Mâlik'in -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- görüşüne göre enfâl, İmâmın kendi içtihadına uygun olarak beşte birden yapacağı bağışlardır. Yoksa, ganimetin (gazilerin payı olan) beşte dördünden enfâl olarak kimseye birşey dağıtılamaz. Mâlik'in, ganimetin genelinden enfâlin verilmesini uygun görmeyişi, ganimete hak kazanan kimselerin muayyen kimseler oluşundan dolayıdır. Bunlar ise, at ve binek üzerinde Savaşanlardır. Beşte bir ise, İmâmın içtihadına uygun olarak paylaştırılır. Ve bu beşte birin hak sahipleri muayyen kimseler değildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Allah'ın size feyy' olarak (ganimet olarak) verdiğinden benim hakkım ancak beşte birdir. Beşte bir ise size geri döndürülür,"' Ebû Dâvûd, Cihâd 121, 149; Nesâî, Kasmu’l-Fey' 6-8; Muvatta’', Cihâd 22; Müsned, IV, 128, V, 316, 319. Buna göre nafile olarak dağıtılacak şeylerin herhangi bir kimsenin hakkından olmasına imkân yoktur. Bu, ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkı olan beşte birden verilebilir. Mâliki mezhebinin bilinen görüşü budur. Yine ondan, enfâl olarak dağıtılacak şeylerin beşte birin beşte birinden olacağı görüşü de rivâyet edilmiştir. Bu aynı zamanda İbnü'l-Müseyyeb, Şâfiî ve Ebû Hanîfe'nin de görüşüdür. Bu husustaki görüş ayrılığının sebebi, Mâlik tarafından rivâyet edilen İbn Ömer hadisidir. İbn Ömer dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Necid taraflarına bir seriyye gönderdi. Onlar da çok sayıda deve ganimet aldılar. (Seriyye'ye katılanların) payları, ya onikişer deve, yahut onbirer deve idi. Ayrıca onlara nafile olarak birer deve de verildi, Bunu Mâlik bu şekilde Yahya'nın ondan yaptığı rivâyette (onbir mi, oniki mi hususunda) şüphe ederek rivâyet etmiştir. Buhârî, Fnrdu'l-Htımus 15, MeğSzi 57; Müslim, Cihâd 35, 36; Ebû Ddvâd, Cihâd 145; Dârimî, Siyer 41; Muvatta’', Cihâd 15; Müsned, II, 10, 55, 62, 80, 151, 156. Ayrıca bu hususta Muvatta’''ın ravilerinden bir topluluk da Yahya'ya mütabaat etmişlerdir. Ancak el-Velid b. Müslim bu hadisi Mâlik'den, o, Nafi'den, o da İbn Ömer'den yoluyla rivâyet etmiş ve bu rivâyetinde şöyle demiştir: Onların herbirisine düşen pay oniki deve idi, ayrıca onlara nafile olarak birer deve de verildi. el-Velid b. Müslim rivâyetinde, (dağıtılan develerin sayısında) şüphe etmemektedir. Muvatta’', Cihâd 15. Yine el-Velid b. Müslim ile el-Hakem b. Nafi’, Şuayb b. Ebi Hamza'dan, o, Nafi'den, o da İbn Ömer'den şöyle dediğini zikretmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizleri Necid taraflarına bir ordu ile birlikte gönderdi. -el-Velid'in rivâyetinde dörtbin kişilik bir ordu denilmektedir- Bu ordudan bir seriyye (askeri birlik ayrıca gönderildi. -el-Velid'in rWay=tinsl=, Ijeu tle t.vı scrlyyc acasmJa yıkanlardan idim, denilmektedir- Ordunun (herbirisine) düşen pay onikişer deve idi. Ayrıca seriyyeye katılanlara da birer deve verildi. Böylelikle onların payı onüç deveye çıkmış oldu. Bunu da Ebû Dâvûd zikretmektedir. Ebû Dâvûd, Cihâd 145. Yukarıda bu olayın yer aldığı kaynaklar arasında tereddütsüz olarak isabet eden payın onbir deve ile bir deve olduğunu, tereddüt ile onbir mi oniki mi olduğunu ve tereddütsüz olarak isabet eden payların oniki deve ve ek olarak birer deve verildiğini belirtenler vardır. Tereddüt edenler de genelde tabiin ve sonraki dönemlerdeki nıvilerdir. Ancak bütün rivâyetlerin ittifak ettikleri nokta; her birisine en az onbir deve ganimet payı, birer deve de nefl olarak verildiğidir. İşte, nafile olarak verilecekler beşte birin genelinden verilir, diyenler bunu delil göstermişlerdir. Bunun açıklaması da şöyledir: Bu seriyyeye ayrılanlar eğer mesela on kişi olmuş olsalardı ve yüzelli deve ganimet alınmış olsaydı, bu ganimetin beşte biri olan otuz deve bir kenara ayrılır, geriye onlara yüzyirmi deve kalırdı. Bu yüzyirmi deve on kişiye pay edilecek olursa, onların herbirisine oniki deve isabet ederdi. Sonra da bunlara beşte birden ayrıca birer deve verilmiş oldu. Çünkü beşte bir olan otuz devenin bir daha beşte birini alacak olursak, sonuçta elimizde on deve kalmaz. Şimdi on kişiye isabet eden deve (ganimet + nafile olarak verilen deve) sayısını bilmiş olduğumuza göre, artık bunların yüz, bin veya daha fazla kişi olmaları halinde bunlara kaçar deve isabet etmesi gerektiğini de bilmiş oluruz. Nafile olarak verilen develer, beşte birin beşte birindendir, diyenler de şunu delil gösterir: Alınan ganimetler arasında develerin dışında satılması mümkün elbiseler ve başka eşyalar da bulunabilir. Buna göre kendisine yetişmediği için deve verilemeyenlere devenin değeri bu diğer eşyalardan verilir, Bu görüşü destekleyen hususlardan birisi de Müslim'in bu hadisin bazı rivâyet yollarında kaydettiği şu ifadelerdir: Ganimet olarak develer ve koyunlar aldık... Müslim, Cihâd 37. Muhammed b. İshâk da bu hadiste şunu zikretmektedir: Kumandan, ganimet paylaştırılmadan önce onlara nafileler verdi. Bu ise, nafile olarak verilen payların ganimetin tümünden verilmiş olmasını gerektirmektedir. Ancak bu Mâlik’in görüşüne muhaliftir. Bunun, (İbn İshâk rivâyetinin) aksini rivâyet edenlerin görüşü ise daha uygundur, çünkü onlar, hafız kimselerdir. Bu açıklamaları Ebû Ömer -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- yapmıştır. İbn Abdi'l-Berr, el-îsciîkar, XIV, 101 vd. Mekhul ve Evzaî der ki: Üçte birden fazla nafile olarak dağıtılamaz. İlim adamlarının Cumhûrunun görüşü de budur. Evzaî der ki: Eğer onlara üçte birden fazla nafile vereceğini vadetmiş ise, onlara verdiği sözde dursun ve bunu beşte birden versin. Şâfiî ise der ki: Nefel için İmâmın aşması sözkonusu olmayan bir sınır bulunmamaktadır. 4. Ordudan Ayrılan Askeri Birliğin Durumu: el-Velid ile el-Hakem'in Şuayb'dan, onun Nafi'den, onun da İbn Ömer'den yoluyla rivâyet ettiği Hadîs-i şerîf şunu göstermektedir: Seriyye ordudan ayrılıp ganimet ele geçirecek olursa, diğer askerler de onların ganimetlerine ortaktır. Bu, Hadîs-i şerîfte Şuayb'ın Nafi'den gelen rivâyet yolundan başka bir yolda rivâyet edilmemiş bir mesele ve bir hükümdür. Bununla birlikte bu hususta ilim adamlarının görüş ayrılığı da yoktur. Cenab-ı Allah'a hamd olsun. 5. Savaştan Önce İmâmın Nefel Vaadi: Savaştan Önce; "Kim kalenin şu kadar bir bölümünü yıksa onun için şu vardır. Kim filan yere ulaşırsa ona şu vardır. Kim filanın kafasını getirirse ona şu vardır. Kim bir ashâb getirirse ona şu vardır" diyerek mücahidleri Savaşa teşşu vardır. Kim bir ashâb getirirse ona şu vardır" diyerek mücahidleri Savaşa teşvik etmek kastıyla Savaştan önce İmâmın bu tür vaadlerde bulunmasının hükmü hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Mâlik'den, bunu mekruh gördüğüne ve bu, dünya için Savaşmaktır, dediğine ve bunu câiz görmediğine dair rivâyet gelmiştir. es-Sevrî ise der ki: Böyle bir şey caizdir ve bunda bir mahzur yoktur. Derim ki: Bu anlamda merfu' olarak İbn Abbâs yoluyla rivâyet ulaşmış bulunmaktadır. İbn Abbâs der ki: Bedir günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim birisini öldürürse ona şu vardır. Kim bir ashâb alırsa ona da şu vardır..." diyerek hadisi uzun uzadiya nakletmiştir. Ebû Dâvûd, Cihâd 144. İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivâyetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim şunu şunu yapar ve kim filan yere ulaşırsa ona şu vardır," Bunun üzerine gençler çabucak ileri atıldılar, yaşlılar ise sancaklarla beraber kaldılar. Onlara zafer müyesser olunca gençler gelip kendileri için verileceği vadolunan şeyleri istediler. Yaşlıların onlara: Onları siz kendi başınıza alıp gidemezsiniz. Çünkü biz arkadan sizi destekliyorduk demeleri üzerine yüce Allah: "Ve aranızı düzeltin" âyetini indirdi. Ebû Dâvûd, Cihâd 144. Bunu, İsmail b. İshâk da zikretmiştir. Ömer b. el-Hattâb'dan da Şam'a gitmek istediği sırada kavmi arasından yanına gelen Cerir b. Abdullah el-Becelî'ye şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kûfe'ye gidip zaptedilecek her bir araziden ve alınacak her bir ashâb kafilesinden (kumandanın hakkı olan) beşte birden ayrı olarak üçte bir almaya ne dersin? İbn Abdi’l-Berr, el-htUkâr, XIV, 107. el-Evzaî, Mekhul, İbn Hayve ve onlardan başka Şam'ın fukaha topluluğu da bu görüştedirler. Onların görüşüne göre beşte bir ganimetin genelinden verilir, nefel ise beşte birden sonra ayrılır, ondan sonra da Savaşa katılanlar arasında ganimet paylaştırılır. İshâk, Ahmed ve Ebû Ubeyd de bu görüştedirler. Ebû Ubeyd der ki: İnsanlar bugün beşte biri ayrılmadıkça ganimetten nefel alınmayacağı görüşünü kabul etmişlerdir. Mâlik ise şöyle der: İmâm'ın herhangi bir seriyyeye: Ne alırsanız üçte biri sizindir demesi câiz olmaz. Sulınûn der ki: Bununla baştan beri böyle bir şey yapması câiz olmaz demek istemektedir. Ama böyle birşey olursa geçerli olur ve geri kalanda da onların payları verilir. Yine Suhnûn der ki: İmâm (kumandan), bir seriyyeye: Sizin aldıklarınızdan beşte bir pay alınmayacaktır, diyecek olursa bu câiz olmaz. Böyle birşey olsa, onun bu dediği uygulamaya konulmaz. Çünkü bu şaz bir hükümdür ve buna geçerlilik kazandırılması câiz değildir. 6. Gazilere Nefel Olarak Neler Verilebilir: Mâlik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun), İmâmın ancak, sarık, at, kılıç gibi görünür şeyleri nefel olarak vermesini müstehab görmüş, bununla birlikte birtakım ilim adamları da İmâmın altın, gümüş, inci ve benzeri şeyleri nefel olarak vermesini kabul etmemişlerdir. Kimisi de nefel her şeyde caizdir demiştir. Hazret-i Ömer'in sözü ve âyet-i kerimenin muktezası dolayısı ile sahih olan da budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 7. Mü’min Olanlar Takvâlı Hareket Eder, Aralarını Düzeltir, Allah'a ve Rasûlüne İtaat Ederler; Yüce Allah: "O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin" âyeti ile takvayı ve ıslâhı (arayı düzeltmeyi) emretmektedir. Yani, Allah'ım aramızı düzelt! diye dua etmek hususunda Allah'ın emri üzere birlik olun. Bir arada bulunacağınız halde olun (ayrılmayın). İşte bu âyet, aralarında bir anlaşmazlığın yahut da nefislerde bir bencillik eğiliminin ortaya çıktığını açıkça göstermektedir. Nitekim Hadîs-i şerîfte de bu husus ifade edilmiştir. Takvanın anlamına dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/2. âyetin son bölümü, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yani, söz ve davranışlarınızda Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin, ganimetler ve benzeri hususlarda "eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlüne İtaat edin." Yani, mü’minin izleyeceği yol, sözünü ettiğimiz hususlara gereği gibi riayet etmesidir. Buradaki İn sebeplilik belirten; anlamında olduğu da söylenmiştir, O takdirde âyetin anlamı şöyle olur: "Mü’minler olduğunuz için Allah'a ve Rasûlüne İtaat edin...". |
﴾ 1 ﴿