41Eğer Allah'a, Furkan günü olan iki ordunun birbirleriyle karşılaştıkları günde kulumuza indirdiğimize İnanmışsaniz, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyhi beşte biri Allah'a, Rasûlüne, yalanlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Allah herşeye gücü yetendir. Yüce Allah'ın: "Eğer Allah'a... inanmışsanız bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin beşte biri Allah'a, Rasûlüne, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı yirmi altı başlık Görüleceği gibi başlıklar yirmialtı değil, yirmibeştir. halinde ele alacağız: Yüce Allah'ın: "Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin..." âyetinde geçen ganimet, sözlükte kişinin ya da topluluğun bir çaba göstererek elde ettiği şey demektir. Şairin şu beyiti bu kabildendir: "Uzak diyarlarda o kadar çok dolaşıp durdum ki sonunda Ganimet diye geri dönmeye razı oldum." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ganimet alınan günde ganimetten nasibi olan, nereye yönelirse yönelsin mutlaka onu alır, Mahrum kalan da her halükârda mahrumdur." "Mağnem" de "ganimet" ile aynı anlamdadır. "Kavim ganimet aldı, ganimet almak," denilir. Şunu bil ki, yüce Allah'ın; "Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey" âyetinde kast edilenin, müslümanların galip gelmek ve baskın suretiyle ele geçirdikleri, kâfirlerin malı olduğu üzerinde ittifak vardır. Ancak, sözlük anlamı, önceden de açıklamış olduğumuz üzere, böyle bir özel anlam ifade etmesini gerektirmemektedir. Ancak şer'i Örf, bu türden olan mal ile kayıtlamıştır. Şeriat, kâfirlerden bize ulaşan mallara iki isim vermektedir: Ganimet ve Fey’. Müslümanların çalışıp çabalayarak, at ve deve sürerek düşmanlarından elde ettikleri mala ganimet denilir. Bu isim, bu anlamdan ayrılmaz bir şekilde kullanılmaya devam etti ve nihayet bu bir örf oldu. Fey' ise, dönmek anlamında olup den alınmıştır. Bu da Savaşsız, at ve deve sürmeksizin müslümanların eline geçen her türlü maldır. Arazilerden alınan haraç, başlardan alınan cizye ve ganimetlerin beştebiri İşte Süfyan es Sevrî ve Atâ b. es-Saib de buna benzer bir görüş ifade etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre de ganimet ile fey' aynı şeylerdir. Her ikisinde de (beytül-malın payı olarak) beşte bir vardır. Bu görüş de Katade tarafından ifade edilmiştir. Bir diğer görüşe göre fey’, bir zorlama ve baskı olmaksızın müslümanların ellerine geçen her türlü mala denilir. Anlamlar birbirine yakındır. 2. Bu Âyeti Kerîme İle Sûrenin Başındaki Ganimet Âyeti: Cumhûrun görüşüne göre bu âyet-i kerîme birincisini nesh etmektedir. İbn Abdi’l-berr ise, bu âyet-i kerîmenin, yüce Allah'ın: "Sana enfâli soruyorlar" (el-Enfâl, 8/1) âyetinden sonra indiği, ganimetin beşte dördünü ileride açıklanacağı şekilde ganimet alanlar arasında paylaştırılacağı ve yüce Allah'ın: "Sana enfâli soruyorlar" (el-Enfâl, 8/1.) âyetinin, sûrenin baş taraflarında geçtiği üzere- Bedir'e katılanların Bedir'de alınan ganimetler hususunda anlaşmazlıkları üzerine indiği hususunda icma olduğunu iddia etmiştir. Derim ki: İbn Abdi’l-Berr’in bu söylediklerinin doğruluğuna delil teşkil eden hususlardan birisi de İsmail b. İshak'ın zikrettiğidir. İbn İshâk dedi ki: Bize Muhammed b. Kesir anlattı, dedi ki: Bize Süfyan anlattı, dedi ki: Bana Muhammed b. es-Saib anlattı, o, Ebû Salih'ten, o, İbn Abbâs'tan dedi ki; Bedir günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim bir kişi öldürürse ona şu vardır, her kim bir kimseyi ashâb alırsa ona da şu vardır..." O gün ashâb yetmiş kişi öldürmüş, yetmiş kişi de ashâb almışlardı. Ebû'l-Yesar b. Amr iki ashâb getirdi. Ey Allah'ın Rasulü dedi, sen bize kim birisini öldürürse ona şu vardır, dedin. Ben de iki kişiyi ashâb alıp getirdim, Sa'd ayağa kalkıp şöyle dedi: Bizi fazla ecir almaktan alıkoyan olmadığı gibi düşmandan da korkumuz olmadı. Ancak biz, müşriklerin bize dönüp saldırmaları korkusuyla bu şekilde davrandık, yerimizden ayrılmadık. Eğer sen bunlara (bu şekilde) verecek olursan, diğer ashâbına herhangi birşey kalmayacaktır. (İbn Abbâs devamla) dedi ki: Bunlar da birşeyler söylemeye, berikiler de birşeyler söylemeye koyuldular. Bunun üzerine: "Sana enfâli soruyorlar. De ki: Enfal Allah'ın ve Rasûlünündür. O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin..."(el-Enfâl, 8/1) âyeti nâzil oldu. Böylelikle ganimeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a teslim ettiler. Daha sonra da "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin beşte biri Allah'a...aittir" âyeti nâzil oldu. Ebû. Dâvûd, Cihad 144-145 (yakın ifadelerle). Bu âyetin mensuh olmayıp muhkem olduğu, ganimetin de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) 'a ait olup, ganimeti ele geçiren gaziler arasında paylaştırılmayacağı ve ondan sonra gelen İmâmların (islâm devlet başkanlarının) da aynı durumda oldukları da söylenmiştir. el-Mazeri, bunu mezhebimize mensub birçok ilim adamından böylece nakletmiş ve İmâmın ganimeti gazilere vermemek imkânına sahip olduklarını ifade etmişlerdir. Bunlar da Mekke'nin fethi ve Huneyn'de cereyan eden olayları delil gösterirler. Ebû Ubeyd de şöyle derdi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi kılıç zoruyla (anveten) fethetti, buna karşılık Mekke'lilere lütufta bulunup onları ashâb almadı, Mekke'yi sahiplerine geri iade ederek orayı paylaştırmadı. Ve Mekke'yi fatihlere rey' (ganimet) kılmadı. Bazı âlimler de Hazret-i Peygamber'den sonra gelen İmâmların (islâm devlet başkanları) için böyle bir uygulamada bulunmasının câiz olduğu görüşündedir. Derim ki: Buna göre yüce Allah'ın: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri..." âyeti, İmâma (beytülmale) ait beşte dördün,onun tasarrufunda bulunup dilerse bu beşte dördü alıkoyabileceği, dilerse de ganimet alanlar arasında paylaştırabileceği şeklinde anlaşılmalıdır. Ancak, sözünü ettiğimiz hususlar dolayısıyla bu görüşün ilmî hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü şanı yüce Allah, ganimeti ganimet alan (gazi)lere izafe ederek: "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşey..." diye buyurmakta, daha sonra da beşte birinin, Kitab-ı keriminde sözünü ettiği kimselere muayyen olarak dağıtılacağını zikretmekte, geri kafan beşte dördün paylaştırılması hususunu sözkonusu etmemektedir. Tıpkı yüce Allah'ın: "Anne-babası ona mirasçı olursa, üçte biri annesinindir" (en-Nisa, 4/11) âyetinde üçte ikiyi söz konusu etmeyip, ittifakla malın üçte ikisinin babasına ait olacağının kabul edilmesi gibidir. İşte, beşte dördün de ganimet alanlara verileceği icma ile kabul edilmiştir. İbn el-Münzir, İbn Abdi’l-Berr, ed-Davudî ve yine el-Mazeri, Kâdı Iyâd ve İbnü’l-Arabi'nin zikrettiklerine göre bu böyledir. Bu anlamda gelmiş haberler birbirini desteklemektedir. Bunların bir bölümü de ileride gelecektir. Bu durumda yüce Allah'ın: "Sana enfâli soruyorlar"(el-Enfâl, 8/1) âyeti, İmâmın, ganimetin paylaştırmasından önce uygun göreceği maslahata göre dilediği kimselere nafile olarak vereceği şeyler hakkında demek olur. Atâ ve el-Hasen derler ki: Bu âyet-i kerîme, müşriklerden müslümanların eline istisnai olarak geçen köle, cariye, binek gibi şeyler hakkında özel bir hüküm ihtiva etmektedir. Bu gibi şeyler hakkında İmâm istediği şekilde hüküm verebilir. Âyet-i kerîme ile kastedilenlerin seriyyeler, yani seriyyelerde alınan ganimetler olduğu da söylenmiştir. İmâm dilerse bu ganimetleri beşte bir ve beşte dört diye taksim eder, dilerse bunların hepsini (seriyye'ye katılanlara) nafile olarak dağıtır. İbrahim en-Nehaî de, bir seriyye gönderip de ganimet elde eden küçük birlikler hakkında şunları söylemektedir: İmâm dilerse alınan bütün ganimetleri nafile olarak (gazilere) dağıtır, dilerse de beşte dördünü beytülmale (alır), geri kalanını gaziler arasında paylaştırır. Ebû Ömer bu görüşü Mekhûl ve Atâ'dan da nakletmîştir. Ali b. Sabit dedi ki: Ben, Mekhul ve Atâ'ya ele geçirdikleri ganimetleri kendilerine nafile olarak (tamamiyle.) veren, İmâmın durumunu sordum, böyle bir yetkileri vardır, dedi(ler). Ebû Ömer der ki; Bu görüşü kabul eden, şanı yüce Allah'ın: "Sana enfali soruyorlar. De ki: Enfâl, Allah'ın ve Rasûlünündür" (el-Enfâl, 8/1) âyetini, bu peygambere ait olup, o bunu dilediği gibi dağıtır, tasarruf eder diye yorumlar ve bu âyet-i kerimenin yüce Allah'ın: "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri... aittir" âyeti ile nesh edilmemiş olduğu görüşündedirler. "el-Kabes, fi Şerhi Muvatta’'-i Mâlik İbn Enes" adlı eserimizde açıklamış olduğumuz bundan başka görüşler de ileri sürülmüştür. Bildiğim kadarıyla da yüce Allah'ın: "Sana enfâli soruyorlar" (el-Enfâl, 8/1) âyetini Onun: "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a... aittir" âyetini nesh ettiğini herhangi bir ilim adamı ileri sürmemiştir. Aksine Cumhûr, bizim belirttiğimiz gibi yüce Allah'ın: "...ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey..." âyetinin nesh edici olduğu görüşündedirler. Bunlar aleyhine, yüce Allah'ın Kitabını tahrif ve tebdil ettiklerini düşünmek mümkün değildir. Mekke'nin fethedilmesine gelince; ilim adamlarının Mekke'nin fethi hususundaki farklı görüşleri dolayısıyla bunun delil olabilecek bir taraff yoktur. Nitekim Ebû Ubeyd şöyle demiştir: Şu iki cihetten dolayı herhangi bir şehrin Mekke'ye benzediğini bilmiyoruz: Birincisi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, yüce Allah, kendisinden başka hiçbir kimseye vermediği bir şekilde enfâli ve ganimetleri özel olarak tahsis etmişti. Çünkü yüce Allah'ın: "Sana enfâli soruyorlar..." (el-Enfâl, 8/1) âyeti bunu gerektirmektedir. Burada bunun özel olarak ona verilmiş olduğunu görüyoruz. Diğer husus ise, şanı yüce Allah başka hiçbir şehre ait bulunmayan özel hükümler koymuştur. Huneyn vakasına gelince, Ensar'ın: Ganimetleri Kureyş'e dağıtıyor, bizi de kanlarının damladığı kılıçlarımızla başbaşa bırakıyor demeleri üzerine ganimetler yerine şu sözleriyle başka bir ihsana nail olduklarını ifade etmiştir: "İnsanların dünyalık ile dönerken, siz evlerinize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte dönmeye razı olmaz mısınız?" Bu hadisi Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensar 1, Meğazî 56; Müslim, Zekât 133-135; Tirmizî, Menâkıb 65; Müsned, III, 57, 76 77, 89, 169, 188, 246, 249, 275, 280, IV, 42. Böyle bir sözü ise ondan başka hiçbir kimse söylemek yetkisine sahip değildir. Bununla birlikte bizim İlim adamlarımızdan bazılarının da söyledikleri gibi bu gibi uygulamalar ona hastır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3. Ganimetlerin Genelinden İstisnâ Edilen Şeyler: Seleb ve Fethedilen Topraklar: Yüce Allah'ın: "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşey..." âyetinin umumî olmadığı ve bunu hususileştiren bir takım durumların sözkonusu olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. İcma ile tahsis ettikleri hususların bazısı şu sözlerle ifade edilmiştir: Eğer İmâm böyle bir şey ilan edecek olursa, öldürülenin selebi (üzerindeki silah ve teçhizat) onu öldürene aittir. Ashâb alınanların durumu da böyledir. Bu hususta -ileride açıklanacağı üzere- İmâmın istediği görüşü seçebileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Yine arazi de bu ganimeti tahsis eden hususlardandır. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Ganimet olarak ele geçirdiğiniz altın, gümüş, sair mal, eşya ve ashâb aldığınız kadın ve çocukların beşte biri... Toprak bu âyetin umumu kapsamına girmemektedir. Çünkü Ebû Dâvûd, Ömer b. el-Hattâb'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Eğer sonradan gelecek olan insanlar olmasaydı, hangi kasabayı feth edersem mutlaka onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hayber'i paylaştırdığı gibi paylaştmrdım." Buhârî, Fardu'l-Hıuns 9, Hars 14: Ebû Dâvûd, Hane 23-24. Bu görüşün doğruluğunu ortaya koyan hususlardan birisi de Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın söylediği rivâyet edilen ve Sahihte yer alan şu âyet da vardır: "Irak, Kafizini ve Dirhemini engelledi. Şam da Muddunu ve Dinarım engelledi... " Müslim, Fiten 33; Ebû Dâvûd, Hnrâc 29; Müsned, II, 262. Tahavi der ki: Buradaki "engelledi", engelliyecektir demektir. İşte bu da buranın ganimet alanlara ait olmayacağına delildir. Zira, ganimet sahiplerinin mülk edindikleri herhangi bir şeyde (devletin tahsil edeceği) ne bir kafîz, ne de dirhem sözkonusudur. Eğer toprak paylaştırılacak olsa, ganimet alanlardan sonra geleceklere herhangi birşey kalmazdı. Yüce Allah ise: "(Bu alınan fey') fakir muhacirler içindir" (el-Haşr, 59/7) âyetine atfederek: "Onlardan sonra gelenler de..." (el-Haşr, 59/10) diye buyurmaktadır. (Tahavı devamla) der ki: Ancak bir yerden bir başka yere taşınabilen şeyler pay edilir. Şâfiî de der ki: Daru’l-harp ahalisinden elde edilen ganimetlerden, az olsun çok olsun ev, toprak, eşya, ya da başka birşey olsun hep pay edilirler. Bundan tek istisna, baliğ olmuş erkeklerdir, tamam, bunlar hakkında onları karşılıksız serbest bırakmak, öldürmek, ya da ashâb almak yollarından birisini seçmekte muhayyerdir. Onlardan alınan mallar ile ashâb edilen kadın ve çocuklar (sebi') ise ganimet gibi uygulamaya tabı tutulur. Şâfiî bu görüşüne âyetin ifade ettiği umumî manayı delil göstermekte ve şöyle demektedir: Toprak da kaçınılmaz olarak ganimet alınan birşeydir, O halde toprağın da sair ganimetler gibi alınması gerekir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Hayber'den kılıç zoruyla (anveten) fethettiği yerleri paylaştırmıştır. (Bu görüşü benimseyenler) derler ki: Eğer toprağın özel bir hükme sahip olduğu iddiası mümkün kabul edilecek olursa, toprağın dışındaki şeyler hakkında da aynı iddiada bulunmak mümkün olur. Böylelikle âyetin hükmü de ortadan kalkar. Haşr Sûresi'ndeki âyet-i kerimenin bu konuda detîl olacak bir tarafı yoktur. Çünkü o âyet-i kerîme fey' hakkındadır, ganimet hakkında değildir. Yüce Allah'ın: "Onlardan sonra gelenler" âyeti ise, kendilerinden önce geçen mü’minlere duaya dair yeni bir ifadedir, başka bir manası yoktur. (Bu görüşün sahipleri) derler ki: Hazret-i Ömer'in toprağı vakfa dönüştürmesi şu iki ihtimalden birisine bağlıdır: Ya o toprak ganimet olarak ele alınanlarca gönül hoşluğu ile verilmiştir, böylelikle bu uygulama helal olmuş, o da buna binaen vakfetmiştir. Nitekim Cerîr de Hazret-i Ömer'in orayı ganimet alan sahiplerinin gönüllerini hoş ettiğini rivâyet etmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hevazinlilerden ashâb alınan kadın ve çocuklar hakkında da bu uygulamayı yapmıştır. Hevazinliler kendisine geldiklerinde, ashâbını elinde bulunanlar gönül hoşluğu ile serbest bırakmalan için razı etti. Yahut da Hazret-i Ömer'in vakfettiği topraklar fey' olabilir, dolayısıyla bu durumda herhangi bir kimseyi razı etmeye de ihtiyaç yoktur. Kûfeliler ise, İmâmı, fethedilen arazîyi paylaştırmak ile onu sahiplerinin elinde bırakıp araziden haraç alınmasını tesbit etmesi ve böylelikle de bu arazinin sahiplerinin sulh arazisi gibi mülk haline dönüşmesini seçmekte muhayyer olduğu görüşündedirler. Hocamız Ebû'l-Abbas -Allah ondan razı olsun- der ki: Bu görüş sanki iki delili bir arada telif eden ve iki görüş arasında orta yolu izleyen bir görüşe benzemektedir. İşte Ömer (radıyallahü anh)'ın kat'i olarak kavradığı, anladığı da budur. Bundan dolayı o: "Eğer sonradan gelecek insanlar olmasaydı..." diyerek, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu uygulamasının nesh edildiğini, yahut da bu âyetlerle onun uygulamasının tahsis edildiğini haber vermemiştir. Şu kadar var ki, Kûfeliler Hazret-i Ömer'in yaptıklarından fazla birşeyler ortaya koymuşlardır. Hazret-i Ömer sadece araziyi müslümanların menfaatlerine olacak şekilde vakfettiği halde, sulh ehline orayı mülk olarak vermemiştir. Ancak, İmâm dilerse o araziyi sulh ehline mülk olarak verebilir, diyenler onlardır. 4. Maktulün Selebi Ne Zaman Onu Öldüren Gazinin Hakkı Olur: Mâlik, Ebû Hanîfe ve es-Sevrî, selebin katile ait olmadığı, onun ganimet hükmünde olduğu görüşündedirler. Ancak emir (kumandan): Kim birisini öldürürse selebi de ona ait olur diyecek olursa, o vakit katil, öldürdüğü kimse üzerindeki selebi (silah, binek ve sair teçhizatı) alabilir. el-Leys, el-Evzaî, Şâfiî, İshâk, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Taberî ve İbnü’l-Munzir derler ki: Durum ne olursa olsun, İmâm ister böyle birşey söylemiş olsun, ister söylememiş olsun, seleb öldürene aittir. Ancak Şâfiî -Allah ondan razı olsun- şöyle demektedir: Seleb, ancak öldürenin, üzerine gelen bir kimseyi öldürmesi halinde öldürene ait olur. Eğer öldürdüğü kişiyi kendisini bırakıp kaçarken öldürmüşse, selebi onun olmaz. Şâfiî mezhebi mensublarından Ebû'l-Abbas b. Sureye der ki: "Her kim birisini öldürürse setebi ona aittir" Buhârî, Fardu'l-Hums 18, Meğâzî 54; Müslim, Cihâd 41; Ebû Dâvûd, Cihad 136; Tirmizî, Siyer 13; İbn Mâce, Cihad 29; Muvatta’'', Cihâd 18; Müsned, V, 12, 295, 306. Ancak İbn Mâce ile Müsned, V, 12'deki rivâyetlerin dışındakilerde; "...ve bunu dair bir de delil ortaya koyarsa..." kaydı da yer almaktadır. hadisi lâfzından anlaşılan umum anlamı üzere değildir. Çünkü ilim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Kim bir ashâb yahut bir kadın yada yaşlı birisini Öldürecek olursa, bunlardan herhangi birisinin selebi kendisinin olmaz. Aynı şekilde yaralanmış birisinin işini bitirenin, yahut elleri ya da ayakları kesilmiş birisini öldürenin durumu da böyledir. Geri kaçarken kendisini koruyamayan ve meydandan kaçan kişinin durumu da böyledir. Böyle bir kimse, elleri kolları bağlanmış kişi durumundadır. İşte Hadîs-i şerîften, öldürülmesinin, farklı bir anlamı olan yada öldürülmesinde fazilet bulunan bir husus dolayısıyla birisinin öldürülmesi halinde (selebin öldürene ait olduğunun) sözkonusu olduğu anlaşılmaktadır. Bu da kişinin üzerine gelmekte olan birisini öldürmesi halidir. Zira böyle bir Öldürme önemli bir yardım ve destektir. Ağır bir şekilde yaralanmış olanın işini bitirmek ise böyle değildir. Taberî der ki; Seleb, katilin hakkıdır. Eğer meydan Savaşında olursa, ister onu üzerine gelirken, ister arkasını dönmüşken, isterse kaçarken, isterse teke tek çarpışırken öldürmüş olsun farketmez. Ancak, Abdurrezzak ile Muhammed b. Bekr'in İbn Cüreyc'den naklettikleri şu rivâyet bu görüşü reddetmektedir. İbn Cüreyc der ki: Ben, İbn Ömer'in azadlısı Nafi'i şöyle derken dinledim: Biz, müslümanlarla kâfirler birbirleriyle karşılaşacak olup da müslüman bir kimse kâfirlerden bir kişi öldürecek olursa, onun selebi müslümana aittir sözünü işitip duruyorduk. Ancak, Savaşın kızışma hali bundan müstesnadır. Çünkü böyle bir durumda kimin kimi öldürdüğü bilinemez. İşte bu rivâyetin zahiri Taberî’nin görüşünü reddetmektedir. Çünkü bu rivâyette selebin öldürene verilebilmesi için bunun özellikle meydandaki çarpışmada olmasını şart koşmaktadır. Ebû Sevr ve İbnü'l-Münzir derler ki: Seleb, ister karşılıklı meydan çarpışmasında olsun ister olmasın, ister üzerine gelirken olsun, ister geri dönerken, kaçarken, isterse de şiddetle üzerine giderken bütün hallerde öldürene aittir. Çünkü Hazret-i Peygamberin: "Kim birisini öldürürse selebi ona aittir" şeklindeki âyetinin umumî ifadesi bunu gerektirir. Derim ki: Müslim, Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Hevazinlilere gazvede bulunduk. Bizler kuşluk vakti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yemek yerken kırmızı bir deve üzerinde bir adam geldi, devesini çöktürdü. Sonra da eğerinin arka tarafındaki torbasından deriden bir ip çıkartarak onunla bağladı. Daha sonra yemek yiyenlerle birlikte oturup yemek yemeye koyuldu, etrafına bakmaya başladı. Bizim zayıf, develerimizin de çelimsiz olduğunu, kimimizin de piyade olduğunu gördü. Bir kişi yola çıktı mı çabucak giderdi. Bunun üzerine adam devesine gidip onun bağını çözdü, sonra devesini çöktürdü, üzerine kurulduktan sonra devesini harekete geçirdi. Deve hızlıca yürümeye koyuldu. Bu sefer bir başka adam siyaha yakın bir dişi deve üzerinde arkasından gitti. Seleme dedi ki: Ben de hızlıca dışarı çıktım. Nihayet dişi devenin baldırının yanına vardım, sonra yine ileri geçtim ve nihayet devenin baldırının yanına vardım. Bir daha ileri geçtim ve o kaçan devenin yularını yakalayarak onu çöktürdüm. Deve dizlerini yere koyunca kılıcımı çekip o adamın kafasını vurdum. Kafası da yere düştü. Sonra da devenin üzerinde yükü ve adamın silahı bulunduğu halde deveyi yularından çekip getirdim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve beraberindekiler beni karşılayarak: "Adamı kim öldürdü" diye sordu, onlar: İbnü'l-Ekva öldürdü dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "Bütün selebi de onundur" diye buyurdu. Müslim, Cihad 45; Ebû Dâvûd, Cihad 100. İşte görüldüğü gibi Seleme, adamı üzerine gelirken değil, kaçarken öldürdüğü halde Hazret-i Peygamber ona adamın selebini vermiş bulunmaktadır. Ayrıca bu Hadîs-i şerîfte Mâlik'in şu görüşünün lehine bir delil vardır: Selebe, öldüren ancak İmâmın İzniyle hak kazanır. Zira bizatihi öldürmesi sebebiyle bu selebin ona verilmesi vacib olsaydı, ayrıca bu sözünü tekrarlamasına gerek kalmazdı, Yine İmâm Mâlik'in delillerinden birisi de Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'nin zikrettiği şu rivâyettir: Dedi ki: Bize Ebû'l-Ahvas anlattı, o, el-Esved b. Kays'dan, o, Bişr b. Alkame'den dedi ki: Kadisiye günü bir kişi ile teke tek çarpıştım. Onu öldürdüm ve selebini aldım. Bunun üzerine (kumandan olan) Sa'd (b. Ebi Vakkas)ın yanına vardım. Sa'd arkadaşlarına bir konuşma yaptıktan sonra şöyle dedi: İşte bu Bişr b. Alkame'nin ele geçirdiği selebidir. Bu, onikibin dirhemden daha hayırlıdır. Ve biz bunu ona nafile olarak verdik. Eğer seleb, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vermiş olduğu hüküm gereği öldürenin hakkı olsaydı, ayrıca bu konuda meseleyi ictihİsimleriyla kendilerine izafe etmelerine gerek kalmazdı ve öldüren de onların emirlerine gerek olmaksızın o selebi alacaktı. Doğrusunu bilen Allah'tır. Sahih'te de Muâz b. Amr b. el-Cemûh ile Muâz b. Afra'nın, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıçlarıyla darbeler indirdikleri bildirilmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gittikleri vakit, O: "Onu hanginiz öldürdü?" diye sorunca, onların herbirisi: Onu ben öldürdüm, dedi. Hazret-i Peygamber her İki kılıca da baktı ve: "İkiniz de onu öldürdünüz" diye buyurdu ve selebinin Muâz b. Amr b. el-Cemûh'a verilmesine hükmetti. Buhârî, Fardu'l-Hums 18; Müslim, Cihad 42; Müsned, I, 193. İşte bu, selebin öldürenin hakkı olmadığının açık bir delilidir. Zira seleb öldürene ait olsaydı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o selebi iki Muâz arasında paylaştıracaktı. Yine Sahih'te Avf b. Mâlik'ten şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Mute gazvesinde Zeyd b. Harise ile Savaşa çıkanlarla çıktım. Yemen'den gelen yardımcı kuvvetler arasından bir yardımcı da benimle birlikte yola çıktı... diyerek hadisi zikretti. Bu hadiste şunlar da yer almaktadır: Avf dedi ki: Ey Halid, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın selebin öldürene ait olduğu hükmünü verdiğini bilmiyor musun? O, evet; fakat ben bunun çok olduğunu gördüm, dedi. Müslim, Cihâd 44. Bu hadisi Ebû Bekr el-Berkanî de Müslim'in rivâyet ettiği aynı sened ile rivâyet etmiş ve orada ayrıca şu açıklamayı da eklemiştir: Avf b. Mâlik dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) selebden beşte bir almıyordu. Gelen yardımcı kuvvetlerden birisi de Şam tarafındaki Mute gazvesinde onlarla birlikte idi. Karşı taraftan bir Bizanslı müslümanlar üzerine hızlıca gelmeye başladı. Kumral bir at ve altın yaldızlı bir eğer üzerinde kirlenmiş kuşaklı ve elinde altın işlemeli bir kılıç vardı. Müslümanların üzerine geliyordu. Yemen’den gelen yardımcı kuvvetlerden birisi onu güzel bir şekilde gözetlemeye koyuldu. Nihayet yanından geçince, atının bileğini kesti, o da yere düştü. Kılıcıyla tepesine dikilip onu öldürdü ve silahlarını aldı. Halid b. Velid, selebinin bir bölümünü ona verdi, bir bölümünü de alıkoydu. Avf dedi ki: Ben ona, hepsini ver, Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı: "Seleb öldürene aittir" derken duymadın mı? dedim, o, evet dedi. Fakat ben bunları çok gördüm diye cevap verdi. Avf dedi ki: Birbirimize ileri geri söz söyledik. Nihayet ona: Yemin olsun, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a durumu bildireceğim, dedim. Avf dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda bir araya gelince, Avf o durumu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a anlattı. Hazret-i Peygamber de: "Ne diye ona hepsini vermedin" diye sorunca, Halid, bana çok göründü dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "Hadi onları o adama ver" diye buyurdu. Ben de kendisine, nasıl (Ey Halid) sana verdiğim sözü yerine getirdin mi? diye sordum. Bu sefer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızdı ve şöyle buyurdu: "Ey Halid, onu o kişiye verme. Siz, kumandanlarımla beni başbaşa bırakmayacak mısınız?" Ebû Dâvûd, Cihad 137; Müsned, IV, 26, 27, 28. İşte bu, gayet açık bir şekilde öldüren kimsenin selebe, bizzat öldürmekle değil de İmâmın (devlet başkanı ya da kumandanın) görüş ve konuyu tetkiki sonucu hak kazandığına açık bir delildir. Ahmed b. Hanbel der ki: Selebin öldürene ait olması, özellikle mübâreze (teke tek çarpışma) halinde sözkonusudur. 5. Selebden (Beytülmal'e) Beşte Bir Alınır mı: İlim adamları, selebden beşte bir alınıp alınmayacağı hususunda farklı görüşlere sahiptir. Şâfiî der ki: Selebden beşte bir alınmaz. İshak da şöyle der: Eğer basit bir değeri varsa, öldürene aittir. Çok olursa beşte biri alınır. Nitekim Ömer b. el-Hattâb bunu el-Berâ b. Âzib'e, el-Merzuban ile teke tek çarpışıp öldürmesi üzerine uygulamıştır. Çünkü, onun kuşağının ve bileziklerinin değeri, otuz bin (dirhem) ederdi. O da bunun beşte birini aldı. Enes'in, el-Berâ b. Mâlik'ten naklettiğine göre o, müşriklerden bir kişiyi mübarezede (teke tek çarpışmada) öldürmesi dışında yüz müşrik öldürmüş idi. ez-Zare gazasına katılmaları sırasında da Zare Dihkanı (toprak ağası) çıkıp: Teke tek çarpışalım, dedi, Bunun üzerine el-Berâ karşısına çıktı. Karşılıklı olarak kılıç darbeleri oldu. Daha sonra birbirlerinin boyunlarına sarıldılar, el-Berâ onu çöktürdükten sonra göğsüne oturdu. Sonra da kılıcını alıp boğazını kesti. Onun silahını ve kuşağını alıp Hazret-i Ömer'e getirdi, Hazret-i Ömer silahı ona bağış olarak verdi. Kuşağına otuzbin (dirhem) değer biçti ve onun beşte birini alıp, bu büyükçe bir maldır, dedi. el-Evzaî ve Mekhul derler ki: Seleb de bir ganimettir, onda da beşte bir vardır. Buna benzer bir görüş Ömer b. El Hattab'dan da rivâyet edilmiştir. Şâfiî'nin delili ise, Ebû Dâvûd'un Eşcalı, Avf b. Mâlik ile Halid b. el-Velid'den rivâyet ettiği, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Seleb öldürenindir" diye hüküm vermesi ve selebden beşte bir Ebû Dâvûd, Cihâd 138; Müsned, IV, 90, VI, 26. alınmamasıdır. 6. Seleb Öldürene Hangi Hallerde Verilir: İlim adamlarının çoğunluğunun görüşüne göre seleb öldürene ancak onu öldürdüğüne dair delil getirmesi halinde verilir. Fukahânın çoğunluğu der ki: Ebû Katade hadisine göre tek bir şahid yeterlidir. Ya iki şahid, yahut da bir şahid ve bir yemin gerekir de denilmiştir. el-Evzaî der ki: Sadece onu öldürdüğünü iddia etmesi ile öldürdüğünün selebi ona verilir. Selebine hak kazanmak için delil getirmesi şartı yoktur. Bununla birlikte eğer delil de getirilebilirse, aradaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için daha uygundur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Katade'ye öldürdüğü kimsenin selebini herhangi bir şahid ve yemin olmaksızın vermiştir. Tek bir kişinin şahidliği yeterli olmaz ve yalnızca ona bağlı kalınarak herhangi bir hüküm de verilmez de denilmiştir. el-Leys b. Sa'd bu görüştedir. Derim ki: Hocamız Hafız el-Münzirî, eş-Şâfiî, Ebû Muhammed Abdu'l-A-zim'i şöyle derken dinledim: Hazret-i Peygamber ona (Ebû Katade'yi öldürdüğünün) selebini el-Esved b. Huzaî ile Abdullah b. Uneys'in şahidliğine dayanarak vermiştir. Buna göre bu husustaki anlaşmazlık ortadan kalkmakta, içinden çıkılamaz durum izale olunmakta ve hüküm de bu konuda diğerleriyle (şahadete dayalı meselelerle) uygun düşmektedir. Mâlikîlere gelince, onların görüşlerine göre İmâmın bu hususta herhangi bir delile gereği yoktur. Çünkü İmâm, böyle bir durumda kendiliğinden verecek olursa bu bir atiyye (bağış) dir. Eğer bunu vermek için şahidliği şart koşarsa bu hakka da sahiptir. Böyle bir şart koşmayacak olursa, şahidlik sözkonusu olmaksızın bu iddiada bulunana onu (maktulün selebini) vermesi câiz olur. İlim adamları selebin mahiyeti hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Silah ve Savaş için gerek duyulan herbir şeyin selebden sayıldığı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Üzerinde çarpışırken öldüğü atı da böyledir. Ahmed at hakkında, o selebden sayılmaz demiştir. Aynı şekilde para kesesinde yahut kuşağında dinarlar veya mücevherat, ya da buna benzer değerli eşya bulunacak olursa, bunların selebden sayılmadığı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Savaş için süs eşyası olarak kullanılan şeyler hususunda, görüş ayrılıkları vardır. el-Evzaî der ki: Bütün bunlar selebdendir. Bir kesim bunların selebden olmadığını söylemiştir. Bu husus Suhnûn'dan Allah'ın rahmeti üzerine olsun- rivâyet edilmiştir. Şu kadar var ki, Suhnûn'a göre kuşak, selebden sayılır. İbn Habib el-Vazıka'da; bilezikler de selebdendir, demiştir. 8. Âyet-i Kerîme Nesh Edici Hüküm Taşıyor mu? Yüce Allah'ın: "Beşte biri Allah'a... aittir" âyeti ile ilgili olarak Ebû Ubeyd şöyle demektedir: Bu, şanı yüce Allah'ın, sûrenin baş taraflarında yer alan: "De ki: Enfal, Allah'ın ve Rasulünündür" (el-Enfâl, 8/1) âyetini nesh etmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'den alınan ganimetlerin beşte birini almamıştı. İşte bu âyet ile Hazret-i Peygamberin ganimetlerin beşte birini almama hükmünü nesh etmektedir. Şu kadar var ki, Ali (radıyallahü anh)ın Sahihi Müslim'de yer alan şu İfadesinde Hazret-i Peygamberin ganimetin beşte birini aldığı açıkça anlaşılmaktadır: "Bedir günü alınan ganimetlerden benim payıma yaşlı bir dişi deve düşmüştü. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o günde bana beşte birden de bir yaşlı dişi deve daha vermişti..." Buhârî, Buyû’ 28, Fardu'l-Hums 1. Meğazî 12; Müslim, Eşribe 2. Eğer bu, böyle olmuş ise; Ebû Ubeyd'in görüşü reddolunur. İbn Atiyye der ki: Hazret-i Ali'nin sözünü ettiği beşte birden kendisine verilen yaşlı dişi devenin, Bedir ile Uhud arasında cereyan eden gazvelerden birisinden verilmiş olma ihtimali vardır. Çünkü, Süleymoğulları gazvesi, Mustalıkoğulları gazvesi ile Zu Emer gazvesi ve Buhran gazveleri bu arada cereyan etmiş, bunlarda herhangi bir çarpışma olduğu da bilinmemektedir. Bununla birlikte bunlardan birtakım ganimetler alınmış olması imkânı da vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Derim ki: Ancak İbn Atiyye'nin bu açıklamasını, Hazret-i Ali'nin kullandığı "o günde" lâfzı reddetmektedir. Ancak, eğer Bedir gazvesinde beşte bir alınmamış ise, Hazret-i Ali'nin aldığı bu yaşlı dişi devenin, Abdullah b. Cahş Seriyyesinde ele geçirilen ganimetlerin beşte birinden olması ihtimali bulunabilir. Çünkü, İslâm tarihinde alman ilk ganimet odur. Yine İslâm tarihinde İlk beşte bir de o ganimetlerden ayrılmıştır. Daha sonra Kuran-ı Kerîmin: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a... aittir" âyeti inmiştir. Böyle bir açıklama birinci açıklamadan daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yüce Allah'ın: "Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin" anlamındaki âyette yer alan ve "herhangi bir şey" anlamı verilen; ism-i mevsulu, anlamında olup, (İsm-i mevsule ait olan) "he" zamiri hazfedilmiştir. "Ganimet aldığınız şey (ler)" demektir. Birinci nin başına "fe" harfinin gelmesi ise, ifadede "mücazat" anlamının bulunması dolayısıyladır. İkinci birincisini tekid içindir. Bununla birlikte ikincisinin esreli okunuşu da caizdir. Ve bu, Ebû Amr'dan rivâyet edilmiştir. el-Hasen (İbnü'l-Hanefîyye diye bilinen Muhammed b. Ali'nin oğludur) der ki: İşte bu, (... Allah'a aittir, Allah'ındır) âyeti, Allah'ın sözünün anahtarıdır. Dünya da âhiret de esasen yalnız Allah'ındır. Bunu en-Nesâî zikretmiştir. Nesâî, Kasmu'l-Fey" 11. Yüce Allah, fey'de ve ganimetin beşte biri hakkında öncelikle kendi ismini zikretmesi, bunların en şerefli kazanç yollan oluşundan dolayıdır. Sadakayı (zekâtı) kendisine nisbet etmeyişi ise, insanların mallarının kiri oluşundan dolayıdır. 10. Beşte Birin Taksim Ediliş Şekli: İlim adamları, ganimetin beşte birinin ne şekilde taksim edileceği hususunda altı farklı görüş ortaya atmışlardır: 1- Bir kesimin görüşüne göre ganimetin beşte biri altıya bölünür. Bunun altıda biri Kâ'be'ye harcanır. İşte Allah'ın olan pay odur. İkincisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a aittir. Üçüncüsü akrabalara, dördüncüsü yetimlere, beşincisi yoksullara, altıncısı da yolculara aittir. Bu görüşü benimseyenlerden birisi de şöyle demiştir: Allah'a ait olan pay muhtaçlara verilir. 2- Ebû'l-Âl-iyye ile er-Rabi şöyle derler: Ganimet beşe bölünür. Bunun bir payı ayrılır, geri kalan beşte dördü ilgililere paylaştırılır. Bundan sonra elini bir kenara ayırdığı beşte bire atar. Eline ne geçirirse onu Kâ'be'ye ayırır. Daha sonra da ayırmış olduğu payın geri kalanını beşe böler. Birisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, birisi akrabalarının, birisi yetimlerin, birisi yoksulların, birisi de yolcuların olmak üzere paylaştırılır. 3- el-Minhal b. Amr der ki: Abdullah b. Muhammed b. Alî ile, Ali b. el-Huseyn'e hums'a dair soru sordum, o bizimdir dedi (ler). Ben Ali'ye dedim ki: Yüce Allah: "Yetimler, yoksullar ve yolcular" diye buyuruyor. O: Bunlar bizim yetimlerimiz ve bizim yoksullarımızda, dedi. 4- Şâfiî, beşte bir beşe bölünür, der. Onun görüşüne göre Allah'a ve Rasulüne ait olan pay birdir. Bu da mü’minlerin ihtiyaçlarına harcanır. Beşte birin geri kalan beşte dördü ise, âyet-i kerimede sözü geçen sınıflara harcanır. 5- Ebû Hanîfe der ki: Üçe bölünür. Yetimler, yoksullar ve yolcular. Ona göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatıyla kendi özpayının hükmü kalktığı gibi onun akrabalarının da payının hükmü kalkmıştır Hanefîlerin bu husustaki diğer görüşleri ile dayandıkları deliller için -meselâ- bk. el-ihtiyâr, IV, 131-132. Haneliler derler ki: Beşte birden, işe köprülerin tamir edilmesi, mescidlerin inşası, hakim ve askerlerin maaşları vermekle başlanır. Buna yakın bir görüş, Şâfiî'den de rivâyet edilmiştir. 6- Mâlik der ki: Bu, İmâmın görüş ve içtihadına havale edilmiştir. O, belli bir miktar ile tayini sözkonusu olmaksızın, beşte birden bir bölüm alır, yine İçtihadına göre o paydan yakın akrabaya birşeyler verir, geri kalanını da müslümanların maslahatına olan işlere harcar. Dört halife de böyle demiş ve böyle uygulamışlardır. Hazret-i Peygamber'in: "Allah'ın size vermiş olduğu ganimetlerden beşte birden başka bir payım yoktur. Zaten beşte bir de size geri dönmektedir" Ebû Dâvûd, Cihâd 121,149; Nesâî, Kasmu’l-Fey’ 5; Muvatta’'', Cihâd 22; Müsned, 7V, 128, V, 316, 319, 326. âyeti buna delildir. Hazret-i Peygamber bu beşte biri ne beşe, ne de üçe bölmüştür. Âyet-i kerimede sözü geçenler ise, onlara dikkat çekmek kastıyla anılmışlardır. Zira bunlar, kendilerine ödeme yapılanların en önemlileridir. ez-Zeccâc, Mâlik'in lehine delil getirerek şöyle demektedir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İnfak edeceğiniz hayır, anne ve babanın, akrabaların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır.,." (el-Bakara, 2/2150 Bir kimse eğer başkasını uygun görecek otursa, burada anılanların dışında kalanlara da infak etmesinin câiz olduğu icma ile kabul edilmiştir. Nesâî, Atâ'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Allah'ın beşte biri ile Rasulünün beşte biri aynı şeydir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu paydan yolda kalmışların ihtiyaçlarını karşılar, bu paydan bağışlarda bulunur, bunu dilediği yere harcar ve bunda dilediği gibi tasarrufta Nesâî, Kasmu’l-Fey' 10. bulunurdu. Yüce Allah'ın: "Yakınlara (akrabalara)" anlamındaki deki "lâm", hakkedişin ve mülk edinmenin açıklanması kastıyla getirilen "lâm" değildir. Bu "lâm" harcama yerini ve mahalli beyan etmek içindir. Buna delil de Müslim'in kaydettiği şu rivâyettir: el-Fadl b. Abbas ile Rabia b. Abdulmuttalib Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna geldi. Onlardan birisi dedi ki; Ey Allah'ın Rasûlü, sen insanların en iyisi ve akrabalık bağını en çok gözetenlerisin. Bizler, evlenme çağına geldik. Sana bizi zekâtların toplanması için görevlendiresin diye geldik. Diğer insanlar sana nasıl getirip tahsil ettikleri zekâtı ödüyorlarsa biz de ödeyeceğiz ve onlar nasıl bir pay alıyorlarsa biz de o payı elde edeceğiz. Peygamber uzunca sustu. Nihayet biz onunla konuşmak istedik. Bu arada Hazret-i Zeyneb bizlere perde arkasından onunla konuşmayın, diye işaret ediyordu. Sonra şöyle buyurdu: "Sadaka (zekât) Muhammed'in yakın akrabalarına helâl değildir. Çünkü zekât, ancak insanların (mallarının) kiridir. Bana Mahmiye'yi -ganimetlerin beşte biri üzerinde görevli idi- ve Nevfel b. el-Haris b. Abdulmuttalib'i çağırın." Her ikisi de yanına gelince, Hazret-i Peygamber Mahmiye'ye şöyle dedi: "-el-Fadl b. Abbas'ı kastederek- sen bu gence kızını nikâhla" dedi, o da kızını ona nikâhladı. Nevfel b. el-Haris'e de: "-Rabia b. Abdulmuttalib'i kastederek sen de bu gence kızını ver" diye buyurdu. Mahmiye'ye de: "Her ikisi adına beşte birden şu kadar şu kadar mehir ver." Müslim, Zekat 167; Ebû Dâvûd, Haraç 20; Müsned, IV, 166. Yine Hazret-i Peygamber: "Allah'ın size vermiş olduğu ganimetlerden bana düşen pay beşte birden başkası değildir. O beşte bir de size geri döndürülür" diye buyurmuştur. Hazret-i Peygamber de kimi zaman bunun tamamını, kimi zaman bir bölümünü verdiği gibi, müellefe-i kulübe (kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara) da ondan vermiştir. Halbuki, bunlar yüce Allah'ın kendilerine pay verilecekler arasında zikredilmiş değillerdi. İşte bu da bizim sözünü ettiğimiz görüşün lehine delildir. Başarıya ulaştıran Allah'tır. 12. Zevi'l-Kurbû (Hazret-i Peygamberin Akrabaları) ile İlgili Görüşler: İlim adamları, âyet-i kerimede geçen, yakın akrabaların kimlikleri hususunda üç ayrı görüşe sahiptirler: 1- Birinci görüşe göre bunlar, bütün Kureyş kabilesidir. Seleften birisi böyle demiştir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa tepesine çıktığında şöyle seslenmeye koyulmuştu. "Ey filanoğulları, Ey Abdimenafoğulları, Ey Abdulmuttaliboğulları, Ey Kâ'boğulları, Ey Murreoğulları, Ey Abdişemsoğulları, haydi kendinizi cehennem ateşinden kurtarın" demişti. Bu Hadîs-i şerîf ileride eş-Şuara Sûresi'nde (26/214. âyetin tefsirinde) gelecektir. Müslim, Îman 348; Tirmizî, Tefsir 26, sûre 2; Nesâî, Vesayâ 6; Müsned, II, 333, 360, 519. 2- Şâfiî, Ahmed, Ebû Sevr, Mücahid, Katade, İbn Cüreyc ve Müslim b. Halid derler ki: Bu akrabalardan kasıt, Haşimoğulları ile Abdulmuttaliboğullarıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) akrabaların payını Haşimoğulları ile Abdulmuttaliboğulları arasında paylaştırmış ve: 'Bunlar, ne cahiliye döneminde, ne İslâm döneminde benden ayrılmadılar. Haşimoğulları ile Muttaliboğulları aynı şeylerdir" deyip, parmaklarını birbirine geçirdi. Bunu da Nesâî ve Buhârî rivâyet etmiştir. Nesâî, Kasmu’l-Fey' 5, 6; Müsned, IV, 81; Buhârî, Faidu'l-Humus 17. Buhârî der ki: el-Leys dedi ki: Bana Yûnus anlattı ve şunu ilave etti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ne Abdişemsoğullarına, ne de Nevfeloğullarına herhangi bir pay ayırmadı. Buhârî, Meğâzî 38. İbn İshâk der ki: Abdişems, Haşim ve Muttalib anne bir kardeştirler. Anneleri ise Murre kızı Âtike'dir. Nevfel de baba bir kardeşleri idi. Nesâî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yakın akrabalarına pay ayırmıştır. Bunlar ise Haşimoğulları ile Muttaliboğullarıdır. Nesâî, Kasmu’l-Fey’ 5. Aralarında zengin de fakir de vardı. Aralarından yalnızca fakire verilir, zengine verilmez de denilmiştir. Yetimler ve yolcular gibi. Bana göre doğruya daha yakın olan görüş de budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine küçük, büyük, erkek, dişi arasında da fark gözetilmez. Çünkü yüce Allah bu payı onlara vermiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da bunu onlar arasında pay etmiştir. Hadîs-i şerîfte Hazret-i Peygamberin onların kimini kimine üstün tuttuğuna dair da bir işaret yoktur. 3- Akrabalar özel olarak Haşimoğullarıdır. Bu görüş de Mücahid ile Ali b. el-Hüseyn'in görüşüdür. Aynı zamanda Mâlik, es-Sevrî, el-Evzaî ve başkaları da bu görüştedirler. 13. Gazilerin Ganimetten Payları: Beşte Dört: Yüce Allah, ganimetlerin beşte birinin paylaştırılmasını açıklayıp geri kalan beşte dördünü sözkonusu etmemesi, bu beşte dördün, ganimeti alanların mülkü olduğuna delildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da bunu şu hadisiyle açıklamış bulunmaktadır: "Herhangi bir kasaba (halkı) Allah'a ve Rasûlüne isyan edecek olursa, şüphesiz onun beşte biri Allah'a ve Rasûlüne aittir. Ondan sonra o, sizindir." Müslim, Cihad 47; Ebû Dâvûd, Harâc 29; Müsned, II, 317. Bu ise, ümmet arasında da, İmâmlar arasında da -İbnü'l-Arabî'nin Ahkâm (u'l-Kur'ân) adlı eserinde de başkalarının da naklettiklerine göre- görüş ayrılığı bulunmayan bir husustur. Şu kadar var ki, eğer İmâm (İslâm devlet başkanı), esirleri karşılıksız serbest bırakma görüşünü benimserse bunu yapabilir ve esirler üzerinde ganimet alanların hakları ortadan kalkar. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sümame b. Usal'e ve başkalarına böyle bir uygulamada bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer el-Mut'im b. Adiy hayatta olup da sonra bu Bedir esirlerini kastederek- pisler hakkında benimle konuşacak (onları serbest bırakmamı isteyecek) olsaydı, ben de onları ona bırakırdım" diye buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Fardu'l-Hums 16; Ebû Dâvûd, Cihâd 120: Müsned, IV 80. Çünkü Hazret-i Peygamber (Kureyşlilerin müslümanlara Mekke'de iken boykot ilan ettiklerini belirten ve bunu) boykotu kaldırması hususunda onun yaptıklarını mükâfatlandırmak istemişti. İmâm, bütün esirleri öldürmek hakkına da sahiptir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) esirler arasından Ukbe b. Ebi Muayt'ı öldürmüştür. en-Nadr b. el-Haris'i de aynı şekilde es-Safra (Bedir'e yakın bir yer) de öldürmüştür. Bu hususta görüş ayrılığı da yoktur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın da diğer ganimet alanlar gibi ganimetten bir payı vardı. Savaşta bulunsun yahut bulunmasın o bu payım alırdı. Ayrıca safîy diye bilinen ganimetten kendisi için seçtiği bir payı da vardı. Bir kılıç, bir ok, bir hizmetçi veya bir binek seçerdi. Nitekim Huyey'in kızı Hazret-i Safiyye de Hayber ganimetleri arasından seçtiği idi. Zülfükâr diye bilinen kılıcı da ganimetler arasından seçtiklerindendi. Bu; onun vefatı ile sona ermiş bir paydır. Ancak, Ebû Sevr'in görüşüne göre bu pay, İmâmın payı olarak kalmaya devam etmektedir. O bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın payını harcadığı yere harcar. Böyle bir payın Hazret-i Peygamber'e verilişindeki hikmet ise şudur: Cahiliye dönemi insanları ganimetin dörtte birinin kumandana ait olduğu görüşünde idiler. Öyle ki, şairlerinden birisi şöyle demektedir: "Ondan (ganimetten) dörtte bir de senindir, seçtiklerin (safiy)de senindir. Sen nasıl istersen öyle hüküm verebilirsin. Yolda orduların karşılaşmasından önce ele geçirdiklerin de senindir, Paylaştırma sonucu geriye kalıp da paylaştırılması mümkün olmayan (deve ve at gibi şeyler) da senindir." Bir başkası da: "Kabileler arasında hatırı sayılır ve güçlü kişi olup, Orduların (ganimetlerinin) dörtte birini alan o kişi bizdendir." Ordunun dörtte biri (el-mirbâ") ise, ganimetin dörtte birini almak demektir. el-Esmaî der ki: Cahiliyye döneminde kumandana ganimetlerin dörtte bîri verilirken, İslâm'da beşte bir ayrılmıştır. Cahiliye döneminde kumandan herhangi bir şeriat ve dinî Uükme dayanmaksızın ganimetin dörtte birini alır, yine ganimetten istediğini seçer, istediğini seçtikten sonra da dilediği şeyde istediği gibi hüküm verirdi. Artık bunlardan istisna olarak kalan ve geriye artan ev eşyası ve diğer mallar da ona ait olurdu. Şanı yüce Allah ise: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a... aittir" âyeti ile dininin sağlam hükmünü ortaya koymuş, safiy (ganimetten belli birşeyi seçme) payını Peygambere tanımış, ancak cahilivye'nin (ganimetlere dair) diğer hükümlerini kaldırmıştır. Âmir es-Şa'bî der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, safiy diye bilinen bir payı vardı. Dilerse bir köle, bir cariye, yahut da bir at alabilirdi. Ve o bunu, beşte bir ayrılmadan önce seçerdi. Bunu Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Harâc 21. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadiste de şöyle dediği nakledilmektedir: "Ey filan, ben sana ikramda bulunmadım mı, ben seni önder kılmadım mı, seni evlendirmedim mi, atları, develeri sana müsahhar kılmadım mı, ben senin başkanlık yapmana, ganimetlerin dörtte birini almana imkân vermedim mi..." şeklindeki ifadelerin geçtiği hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Zühd 16. Buradaki "dörtte birini almak"dan kasıt, kavminin eline geçirdiği ganimet ve kazançların dörtte birini almaktır. Şâfiî mezhebine mensub bazı ilim adamı, beşte birin beşte birinin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğu ve Hazret-i Peygamberin bunu çocuklarının ve hanımlarının ihtiyaçlarını karşılamak için harcadığı, yine bir yıllık İhtiyacını da bundan ayırıp sakladığı, geri kalanları ise, Savaş için at ve silahlara harcadığı görüşündedir. Ancak, Hazret-i Ömer'in rivâyet ettiği şu husus bu kanaati reddetmektedir: Nadiroğullarından alınan mallar, yüce Allah'ın, müslümanlar tarafından onların üzerine herhangi bir at ve deve sürülmeksizin Rasûlüne vermiş olduğu feylerden (ganimetlerden) idi. Bu ganimetler, özel olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait idi. Bu feyden bir yıllık harcamalarını ayırırdı. Geri kalanı ise, Savaş için ata ve silaha, Allah yolunda Savaş hazırlığı olmak üzere harcardı. Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Cihâd 30; Müslim, Cihâd 48; Nesâî, Kasmu’l-Fey’ 8; Müsned, I, 25, 48. Ayrıca Hazret-i Peygamber: "Beşte bir ise size geri döner" diye buyurmuştur. 14. Piyade İle Süvarinin Ganimetten Payları: Yüce Allah'ın Kitab'ında süvarinin piyadeden daha fazla pay alacağına delâlet eden bir âyet yoktur. Aksine paylarının eşit olduğu hükmünü ihtiva eder. Çünkü yüce Allah, ganimetlerin beşte dördünü Savaşçılara ayırmış ve özel olarak ne piyadeyi, ne de süvariyi sözkonusu etmiştir. Şayet Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan varid haberler olmasaydı, süvarinin payı da piyadeninki gibi, köleninki de hürünki gibi, çocuğun da baliğ olan gibi olurdu. Gerçek şu ki, ilim adamları beşte dördün paylaştırılması hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbnü'l-Münzir'in ifade ettiğine göre, genel olarak ilim ehlinin kabul ettiği görüş, süvariye iki pay, piyadeye de bir pay verileceği şeklindedir. Bu görüşü kabul edenler arasında Mâlik b. Enes ile Medine ehlinden ona tabi olanlar da vardır. El Evzaî ve ona muvafakat eden Şamlı ilim adamları da bu görüştedirler. es-Sevrî ile İrak âlimlerinden ona muvafakat edenlerin görüşü de budur. Bu, el-Leys b. Sa'd'ın ve ona uyan Mısırlı ilim adamlarının da görüşüdür. Şâfiî ve arkadaşları da bu görüştedirler. Ahmed b. Hanbel, İshâk, Ebû Sevr, Yakub (Ebû Yûsuf) ve Muhammed de bu görüştedirler. İbnü'l-Münzir der ki: Biz, bu hususta en-Nu'man (b. Sabit, Ebû Hanîfe)'den başka muhalefet eden bir kimse olduğunu bilmiyoruz. O, bu hususta hem sünnete göre izlenen yola, hem de geçmişte de sonrasında da ilim ehlinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği kanaate muhalefet ederek süvariye de ancak tek pay verilir, demiştir. Bk. el-İhtiyar, IV, 129-130. Derim ki: Onu (İbnü’l-Münzir'i), Ahmed b. Hanbel'in kanaati hakkında yanılgıya düşüren husus, İbn Ömer'in Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın atlıya iki, piyadeye de bir pay verdiği şeklindeki hadisidir. Bunu Dârakutnî rivâyet ettikten sonra şöyle der: er-Remâdî dedi ki: İbn Numeyr böyle diyor. en-Neysaburî bize dedi ki: Bu, bana göre İbn Ebi Şeybe'nin, yahut da er-Remâdî'nin bir yanılmasıdır. Çünkü, Ahmed b. Hanbel ile Abdurrahman b. Bişr ve başkaları bu hadisi İbn Ömer'den (Dârakutnî'de İbn Numeyr'den) bundan farklı bir şekilde rivâyet etmişlerdir. O da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın, birisi süvarinin kendisine, ikisi de atına ait olmak üzere süvariye toplam üç pay verdiği şeklindedir. Dârakutnî, IV, 106. Abdurrahman b. Bişr, Abdullah b. Numeyr'den, o, Ubeydullah b. Umeyr'den, o, Nafi den, o da İbn Ömer'den böylece rivâyet etmiştir (diyerek) hadisi zikreder. Buhârî'nin Sahih'inde İbn Ömer'den rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ata iki pay ve atın sahibine de bir pay vermiştir. Buhârî, Cihad 51, Meğazî 38: Müslim, Cihâd 57; Ebû Dâvûd, Cihad 143; Tirmizî, Siyer 6; İbn Mâce, Cihâd 36; Dârimî, Siyer 33; Muvatta’', Cihâd 21; Müsned, II, 2, 62, 72. 80. Bu ise açık bir nastır. Dârakutnî, ez-Zübeyr'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir günü bana dört pay verdi. İkisini atıma, bircini bana, birisini de akrabaların payından olmak üzere anneme bir pay verdi. Bir rivâyette de: Annesine de akrabalar payından olmak üzere bir pay verdi, denilmektedir. Dârakutnî, IV, 109-111. Yine Dârakutnî, Beşir b. Amr b. Muhsan'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki atıma dört pay, bana da bir pay verdi, böylelikle ben beş pay almış oldum. Dârakutnî, IV, 104. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 143. Bu paylaştırma şeklinin kararının, İmâmın yetkisinde olduğu ve onun uygun gördüğünü uygulamaya koyacağı da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. 15. Birden Fazla Atı Bulunan Süvarinin Ganimetteki Payı: Süvariye piyadeden tek bir at payından fazla pay verilmez. Şâfiî bu görüştedir. Ebû Hanîfe ise der ki: Birden çok ata da pay verilir. Çünkü böylesi daha çok yorucudur ve daha fazla fayda sağlayıcıdır. Ancak bu, Ebû Yûsufun görüşüdür. Ebû Hanîfe ile Muhammedin görüşüne göre ancak tek ata pay verilir. (Bk el-İhtiyâr. IV, 130; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, 1, 463). Mezhebimiz ilim adamlarından İbnü’l-Cehm de bu görüştedir. Sulınûn da bunu İbn Vehb'den rivâyet etmiştir. Ancak bizim delilimiz şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan, bir attan fazlasına pay verileceğine dair bir rivâyet gelmemiştir. Ondan sonraki İmâmlar (radıyallahü anhşid halifeler )'den de böyle bir rivâyet gelmiş değildir. Zira, düşman ile ancak tek bir at sırtında Savaşılır. Bundan fazla olursa, bu bir refahtır ve fazladan bir araç hazırlamaktır. Bunun da payların artışına bir etkisi olmaz. Bir kimsenin beraberinde fazladan kılıçların yahut mızrakların olması gibi ayrıca, üçüncü ve dördüncü at için de pay verilmeyeceği nazarı itibara alınmalıdır. Süleyman b. Mûsa'dan ise, birden çok atı bulunan kimsenin her bir atma bir pay verileceği şeklinde bir rivâyet nakledilmiştir. 16. Ganimetten Pay Verilecek Atın Niteliği: İleri atılması ve geri çekilmesi özellikleri dolayısıyla ancak asil atlara pay verilir. Onun gibi olabilen beygir ve melez atların durumu da böyledir. Ancak bu şekilde olmayan atlara herhangi bir pay verilmez. Şöyle de denilmiştir: Eğer bu atların kullanılmasını İmâm uygun görürse, onlara da pay verilir. Çünkü, bunlardan yararlanmak yerine göre değişir. Melez atlarla beygirler dağ yollan ve dağlar gibi sarp yerlere uygundur. Asil atlar ise hücum ve geri çekilmenin sözkonusu olduğu yerlere elverişlidir. O bakımdan bu, İmâmın görüşüne bağlıdır. Asil atlar Arap atı, melez ve beygirler ise Bizans atlarıdır. İlim adamlarımız, zayıf atın hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Eşheb ile İbn Nâfi' böyle bir ata pay verilmez, derler. Çünkü, böyle bir atın sırtında Savaşmaya imkân yoktur. O bakımdan, böyle bir at, hasta düşmüş, güçsüz kalmış ata benzer. Bir görüşe göre de iyileşmesi umulduğundan dolayı ona pay verilir, denilmiştir. Eğer, kendisinden yararlanilamıyacak şekilde zayıf ve çelimsiz ise, hasta ata pay verilmediği gibi ona da pay verilmez. Atın toynağındaki hafif rahatsızlık ile buna benzer attan maksat olarak gözetilen faydanın elde edilmesini engellemeyen rahatsızlıkları bulunan atlara ise pay verilir. Ariyet olarak ve ücretle tutulan ata da pay ayrılır. Gasbedilen atın durumu da böyledir. Böyle bir atın payı sahibine ait olur. Atlar, gemilerde bulunsa ve ganimet, denizdeki çarpışma sonucu alınacak olsa dahi atlar paya hak kazanırlar. Çünkü bu şekildeki atlar karaya inmek için hazırlanmıştır. 18. Orduya Ücretli İş Yapmak Üzere Katılıp Savaş Kastı İle Bulunmayanların Hükmü: Geçim kastıyla ücret almak için ordu ile birlikte bulunan ücretle çalışanlar ve çeşitli sanat erbabı gibi kimselerin ganimetlerde bir hakkı yoktur. Çünkü bunlar, Savaşmak kastı gütmedikleri gibi, mücahid olarak da çıkmamışlardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ganimet vak'ada hazır bulunanların hakkıdır" şeklinde Buhârî tarafından rivâyet edilen âyeti Buhârî, Fardu’l-Hums 9- babın başlığı olarak. dolayısıyla bunlara pay verileceği de söylenmiştir. Ancak, bu âyette bu görüşe delil olacak bir taraf yoktur, Çünkü, Hadîs-i şerîf fiilen çarpışan ve çarpışmak kastıyla Savaşa çıkan kimselerin durumunu açıklamak üzere varid olmuştur. Esasen yüce Allah'ın müslümanları Savaşanlar ile geçim için Savaşanlar diye ayırıp birbirini ayrı ve her birisinin kendi durumuna uygun hükmü bulunan iki kesim diye sözkonusu ederek şöyle buyurmuş olması bu hususta delil olarak yeter: "Sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arıyarak yeryüzünde yol tepeceklerini, bir başka kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını Allah bilmiştir," (el-Müzemmil, 73/20) Şu kadar var ki, bu gibi kimseler eğer Savaşa katılacak olurlarsa onların geçim için ücretli olarak çıkmış olmalarının kendilerine bir zaran yoktur. Çünkü, ganimetten pay hakediş sebepleri ortaya çıkmış olur. Eşheb şöyle den Çarpışacak olsa dahi böylelerinden herhangi bir kimse ganimetten pay almaya hak kazanmaz. İbnü'l-Kassar da ücretle çalışmak üzere gelen hakkında böyle demiştir. Çarpışacak olsa dahi ona pay verilmez. Ancak, Seleme b. el-Ekva' yoluyla rivâyet edilen hadis bu görüşü reddetmektedir. Seleme şöyle demektedir: Talha b. Ubeydullah'ın ücretlisi olarak çalışıyordum. Atını suluyor, onu kaşağılıyor, Talha'ya hizmet ediyor ve onun yemeğinden yiyordum... Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana İki pay verdi. Hem süvari payını, hem de piyade payını. Her iki payı bir arada bana vermiş oldu, Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Cihâd 32. İbnü'l-Kassar ve onunla aynı görüşü paylaşanlar Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği ve Abdurrezzak'ın zikrettiği hadisi delil gösterirler. O hadiste şöyle denmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdurrahman'a dedi ki: "Bu üç dinar onun dünya işinde de ahiret işinde de bu Savaşından elde edeceği kısmeti ve payıdır." 19. Köle ve Kadınların Ganimetten Payları: Köle ve kadınların paylarına gelince; "el-Kitab"dakİ görüşe göre bunlara ne pay verilir, ne de az dahi olsa herhangi bir şey (radıyallahü anhdh). Bunlara az miktarda birşeyler (radıyallahü anhdh) verileceği de söylenmiştir. İlim adamlarının çoğunluğu (Cumhûr) bu görüştedir. el-Evzaî ise der ki: Kadın çarpışacak olursa ona pay verilir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hayber günü kadınlara pay verdiğini de iddia eder ve der ki: Müslümanlar bizde (bizim bölgemizde) bu görüşü kabul etmişlerdir. Bizim mezhebimiz âlimlerinden (Mâliki mezhebinden) İbn Habib de bu görüşe meyletmiştir. Müslim, İbn Abbâs'dan rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs’ın (Haricilerin başı olan) Necde (b. Amir el-Hanefî)'ye yazdığı mektubunda şu ifadeler de yer almaktadır: Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kadınları da beraberinde gazaya götürdüğünü soruyorsun. O, kadınları da beraberinde gazaya götürüyor, kadınlar yaralıları tedavi ediyor, bununla birlikte ganimetten onlara birşeyler de veriliyordu. Onlara tam bir pay ayrılmazdı. Müslim, Cihâd 137; Ebû Dâvûd, Cihâd 141; Tirmizî, Siyer 8. Çocuklara gelince, eğer çocuk Savaşabilecek güçte ise, bize göre bu hususta üç görüş vardır; Bir görüşe göre pay verilir, diğer bir görüşe göre ise baliğ oluncaya kadar ona pay verilmez. Buna gerekçe ise İbn Ömer yoluyla rivâyet edilen hadistir. Ebû Hanîfe ve Şâfiî de bu görüştedir. Üçüncü görüş ise, Savaşması halinde ona pay verilmesi, Savaşmaması halinde pay verilmemesi şeklinde ayırım gözeten görüştür. Doğrusu, birinci görüştür. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kurayzaoğulları (esirleri) hakkında eteğinde tüy bitmiş kimselerin öldürülmesini, tüy bitmemiş kimselerin ise serbest bırakılmasını emretmiş idi. Bu ise, Savaşa güç yetirebilme hususunu nazarı itibara almaktır. Yoksa baliğ olmayı değil. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr), "elîsti'ab" adlı eserinde Semura b. Cündub'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Ensar'dan çocuklar arz olunur, o da onlardan yetişmiş olanlarını Savaşa katardı. Bir yıl ben de ona arz edildim de bir başka çocuğu Savaşa kattı, beni de geri çevirdi. Bu sefer ben, Ey Allah'ın Rasûlü, onu Savaşçılar arasına kattın, beni ise geri çevirdin. Eğer benimle güreşecek olursa ben onu yere yıkarım, dedim. Bunun üzerine o çocuk benimle güreşti, ben de onu yere yıktım. Bunun üzerine beni de Savaşçılar arasına kattı. İbn Hacer, el-lsâbe, III, 150. Kölelere gelince, onlara da pay verilmez, ancak onlara az bir şeyler (radıyallahü anhdh) verilir. 20. "İmâmın İzni ile Savaşa Katılan Kâfirin Ganimetten Pay Alması: Kâfir, İmâmın izni ile Savaşta bulunup çarpışacak olursa, bizim mezhebimize göre ona pay verilmesi hususunda üç farklı görüş vardır: Bir görüşe göre ona pay verilir, bir diğer görüşe göre pay verilmez. Mâlik ve İbnü'l-Kasım bu görüştedir. İbn Habib de ayrıca, kâfirlerin hiçbir payı yoktur, ilavesinde bulunur. Üçüncü görüş olan Suhnûn'un görüşüne gelince, duruma göre hükümler arasında fark gözetir. Eğer müslümanlar kâfirin yardımına muhtaç değilseler kâfire pay verilmez. Şayet onun yardımına ihtiyaç duyacak olurlarsa, ona pay verilir. Çarpışmayacak olursa herhangi bir şey de haketmez. Hürlerle birlikte kölelerin durumu da böyledir. es-Sevrî ile el-Evzaî derler ki: Zimmet ehlinin yardımı alınacak olursa onlara da pay verilir. Ebû Hanîfe ve arkadaşları ise, onlara pay verilmez, onlara az birşeyler (radıyallahü anhdh) verilir, derler. Şâfiî -Allah ondan razı olsun- da şöyle demektedir: İmâm (İslâm devlet başkanı) muayyen olarak sahibi bulunmayan bir maldan ödenmek üzere onları ücretle tutar. Eğer bunu yapmayacak olursa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in payından onlara verir. Bir başka yerde ise şöyle demektedir: Müşrikler, müslümanlarla birlikte Savaşacak olurlarsa, onlara az birşey (radıyallahü anhdh) verilir, Ebû Ömer der ki: Herkes kölenin -ki, emanı câiz olan kimselerdendir- eğer Savaşacak olursa, ona pay verilmeyeceğini, buna karşılık ona az birşey verileceğini ittifakla kabul etmiştir. Kâfire hiçbir şekilde pay verilmemesi ise buna göre öncelikle sözkonusudur. 21. Köle ve Zımmilerin Daru'l-Harp Ehlinden Aldıkları: Köle ve zımmİ kimseler, hırsız olarak daru’l-harp ahalisinin malından birşeyler alacak olurlarsa, bu aldıkları kendilerinindir, bundan beşte bir alınmaz. Zira yüce Allah'ın: "...bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin beşte biri Allah'a... aittir" âyetinin genel kapsamı içerisine ne erkeklerinden, ne de kadınlardan herhangi bir kimse girmemektedir. Kâfirlere ge-Hnce, onların bu hususta herhangi bir ilgilerinin bulunmadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Sulınûn der ki: Kölenin ele geçirdiklerinin beşte biri alınmaz. İbnü'l-Kasım ise beşte biri alınır, der. Zira, efendisinin kendisine Savaşmak üzere izin vermesi ve din için çarpışması mümkündür. Kâfir ise böyle değildir, Eşheb ise "Kitabı Muhammed"Ğe şöyle demektedir: Köle ve zımmi ordudan ayrılıp ganimet ele geçirecek olurlarsa, ele geçirdikleri bu ganimet prduya ait olur, onların bunda bir payları olmaz. 22. Ganimetten Pay Haketmenin Sebebi: Ganimetten pay haketmenin sebebi, önceden de geçtiği gibi, müslümanlara yardımcı olmak maksadıyla Savaşta hazır bulunmaktır. Eğer Savaşın sonlarında bulunacak olursa, yine ganimete hak kazanır. Çarpışmanın sona ermesinden sonra gelirse haketmez. Geri çekilmek suretiyle Savaşta bulunmayacak olursa, yine ganimete hak kazanmaz. Eğer geri çekilmekle bir başka birliğe katılma maksadını güderse, ganimetteki hakkı düşmez. Buhârî ve Ebû Dâvûd'un rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Eban b. Said'i Medine'den Necid taraflarına bir seriyye başında kumandan olarak göndermişti. Eban b. Said ve arkadaşları Hayber'in rethedilişinden sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna geldiler. Atlarının yularları hurma lifindendi. Eban, Ey Allah'ın Rasûlü, bize de pay ver dedi. Ebû Hüreyre dedi ki: Ben; onlara pay verme Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Bunun üzerine Eban şöyle dedi: Ey Sibr (Arabistan kirazı) ağacının başından yuvarlanıp gelen dağ kedisi, sen mi bunu söylüyorsun? Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Otur ey Eban" diye buyurdu ve onlara ganimetten bir pay Buhârî, Meğâzî 38; Ebû Dâvûd, Cihad 140. vermedi. 23. Mazereti Dolayısıyla Savaşta Bulunmayanın Hükmü: Savaşta bulunmak maksadıyla çıkmakla birlikte hastalık gibi bir mazereti kendisini engellediğinden dolayı Savaşa çıkamayan kimse hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır, Böyle birisine ganimetten pay verilip verilmeyeceği hususunda üç görüş vardır: Üçüncü görüşe göre -ki meşhur olan görüş odur- ayırım gözetilir. Bu üçüncü görüşe göre eğer Savaşta hazır bulunmamak Savaştan önce ve düşmanların arazisine girişten sonra olmuşsa, buna pay verilir. Daha sahih olan görüş budur. Bunu İbnu'l-Arabî ifade etmiştir. Eğer düşman arazisine girişten önce mazereti dolayısıyla ayrılırsa da ganimet verilir. Mesela kumandan ordu menfeatine bir iş için ordudan alıp gönderir de bu işini görmesi, fiili Savaşta hazır bulunmaktan kendisini alıkoyarsa böyle birisine pay verilir. Bu açıklamayı İbnu’l-Mevvaz yapmıştır. İbn Vehb ile İbn Nâfi de bunu Mâlik'ten rivâyet etmişlerdir. Böyle birisine pay verilmeyip, aksine ona basit bir miktar (radıyallahü anhdh) verileceği de rivâyet edilmiştir. Çünkü, kendisi sebebiyle ganimet payını hakettiği sebep ortada yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Eşheb ise der ki: (Müslüman ordu ile birlikte bulunup) demirden zincirlere bağlı bulunsa dahi esire pay verilir. Ancak, sahih olan ona pay verilmeyeceğidir. Çünkü o (ashâb), Savaş ile mülkiyeti hak edilmiş bir mülktür. Savaşta bulunmayan, yahut da hasta olarak bulunan kimse İse, Savaşa katılmamış gibidir. 24. Hangi Hallerde Fiilen Savaşa Katılmayanlara Ganimetten Pay Verilir: Mutlak olarak Savaşta hazır bulunmayanlara ganimetten pay verilmez. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Hayber günü müstesna, Savaşa katılmayan kimseye ganimetten pay vermiş değildir. Yalnız Hayber günü alman ganimetlerden Hudeybiye'de bulunan sahabilere Hayber'de bulunsun bulunmasın paylarını vermiştir, Buna sebep ise yüce Allah'ın: "Allah size alacağınız çok ganimetler vadetti" (el-Feth, 48/20) âyetidir. Bu açıklamayı Mûsa b. Ukbe yapmıştır. Ayrıca seleften bir topluluktan da bu görüş rivâyet edilmiştir. Bedir günü ise Bedir'e katılmayan Hazret-i Osman ile Said b. Zeyd ve Talha (radıyallahü anhüm)'a da ganimetten pay ayırmıştı. Bu sebepten onlar da Bedir'de hazır bulunanlar gibidir. Hazret-i Osman'ın Bedir'den geri kalış sebebi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emri üzere kızı Hazret-i Rukiyye'nin hastalığı dolayısıyla yanında kalması idi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Osman'a hem ganimetten payını vermiştir, hem de mükâiaatını alacağını ifade etmiştir. O bakımdan, Hazret-i Osman da Bedirde fiilen hazır bulunanlar gibi idi. Talha b. Ubeydullah ise, ticaret maksadıyla Şam'da (Suriye taraflarında) bulunuyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona ganimetten payını verdiği gibi, mükâfaatı hakettiğini de belirtmiştir. Bundan dolayı o da Bedir'e katılanlardan sayılır. Said b. Zeyd de yine Şam taraflarında olduğu için Bedir’e katılmamıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da ganimetten payını verdiği gibi, mükâfaatı hakettiğini de belirtmiştir. Bundan dolayı o da Bedir'e katılanlar arasında sayılır, İbnü'l-Arabî der ki: Hudeybiye'de bulunanlara Hayber (ganimetlerinden) pay verilmesine gelince; bu, şanı yüce Allah'ın verdiği bir söz gereği idi. Allah onlara özel olarak bu sözü vermişti. O bakımdan başkaları bu hususta onlara ortak olamaz. Osman, Said ve Talha (radıyallahü anhüm)’a gelince, Hazret-i Peygamber'in bunlara beşte birden pay vermiş olması ihtimali de vardır. Çünkü ümmet, herhangi bir mazeret dolayısıyla Savaştan geri kalan kimseye pay verilmeyeceği hususu üzerinde icma etmiştir. Derim ki: Zahiren görülen o ki, bu, Hazret-i Osman, Talha ve Said'e has bir özelliktir. Başkaları bu konuda onlara kıyas edilemez. Onların payları da beşte birden değil de, Bedir'e fiilen katılanlar gibi ganimetin kendisinden idi. Hadislerden zahir olarak anlaşılan budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Buhârî İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet eder: Osman (radıyallahü anh)'ın Bedir'de hazır bulunmayışının sebebi şudur. O, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı ile evli idi ve hasta idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Senin için Bedir'de hazır bulunan bir kimsenin hem ecri, hem de ganimetten payı vardır" diye Buhârî, Fardu’l-Hums 14, Fedailu Ashâbi'n-Nebiyy 7, Meğâzî 19; Tirmizî, Menâkıb 18. buyurmuştu. 25. Allah'ın Hükmünü Kabul Etmek ve Îman: Yüce Allah'ın: "Eğer Allah'a... inanmışsanız" âyeti ile ilgili olarak ez-Zeccâc bir kesimden naklederek şöyle demektedir: Bunun anlamı şudur: Eğer siz inanmış iseniz, bilin ki muhakkak Allah sizin mevlânızdır. Buna göre, buradaki şart, yüce Allah'ın bu va'di ile ilgilidir. Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Şart, yüce Allah'ın: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin..." âyeti ile alakalıdır. İbn Atiyye der ki: Sahih olan da budur. Çünkü yüce Allah'ın: "Bilin ki" âyeti, ganimetlere dair emrine teslimiyet göstermek ve kayıtsız şartsız bağlanmak emrini ihtiva etmektedir. Bu anlama göre şart, "bilin ki..." âyetine taalluk eder. Yani, eğer sizler Allah'a îman eden kimseler iseniz, ganimetin paylaştırılması ile ilgili Allah'ın size bildirmiş olduğu hususlarda onun emrine uyunuz ve teslimiyet gösteriniz. Yüce Allah'ın: "Furkan günü olan İki ordunun" âyetindeki Allah'ın hizbi (taraftarları) ile şeytan hizbinin "karşılaştıkları günde kulumuza indirdiğimize İnanmışsanız..." âyetinde yer alan "indirdiğimize" kelimesi "Allah'a" lâfzına atfedilmiş ve cer mahallindedir. "Furkan günü" ise, hak ile batılı birbirinden ayırdığım gün demektir ki, bu da Bedir günüdür. "Allah herşeye gücü yetendir." |
﴾ 41 ﴿