5

O haram aylar çıkınca, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın. Onları alıkoyun. Onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer, tevbe edip namaz kılar ve zekât verirlerse, yollarını serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafûrdur, Rahîmdir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

1. Bu Âyette Haram Aylar'dan Kasıt:

"O haram aylar çıkınca" anlamındaki âyette, kelimesi, çıktı anlamına gelir. Mesela, bir ayın son günlerine doğru geldiğini ifade etmek üzere kişi; Aydan çıktım, der. "Aydan çıkarsın," yani ayı bitiriyorsun, demek olur. Şair de der ki:

"Aydan çıktım mı, hemen onun gibi bir aya girerim

Kurtubide birinci mısra'tun sonunda yer alan: "kablehu: ondan önce" kelimesi, Lisânu'l Arab(II,25)’da; "Mislehû: Onun gibi" şeklindedir. Anlam itibariyle böyle olması daha uygun görüldüğünden tercüme de ona göre yapılmıştır.

Benim aylardan çıkışım ve aylara girişim katil olarak (bana) yeterlidir.

"Ay çıktı (bitti)," demektir, ifadesi ise, gündüz gelecek geceden sıyrıldı, çıktı anlamındadır. ise, kadın manto (ve benzeri üst giyeceğini) üzerinden çıkardı, demektir. Kur'ân-ı Kerîm’de de:

" Onlar için bir âyet de gecedir. Ondan gündüzü soyup çıkarım" (Yâsîn, 36/37) diye buyurulmaktadır. ise, meyvesi henüz daha yeşilken etrafa dağılan hurma ağacı, demektir.

(Bu âyet-i kerimede geçen)

"haram aylar" ile ilgili ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Bilinen ve üçü arka arkaya (Zülkade, Zilhicce ve Muharrem) biri de tek (Recep) olmak üzere dört haram aydır denildiği gibi, el-Asam da şöyle demiştir: Bununla, kendileriyle herhangi bir antlaşma akdi bulunmayan müşrikler kastedilmiştir. İşte, yüce Allah bu âyette bu haram aylar çıkıncaya kadar onlarla Savaşmaktan uzak durmayı emretmektedir ki, bu da İbn Abbâs'ın naklettiğine göre elli günlük bir süredir. Çünkü, Kurban bayramı birinci günü bu husus ilan edilmişti. Bu görüş daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

Bunların, antlaşmalara tanınan dört aylık süre olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü de Mücahid, İbn İshak, İbn Zeyd ve Amr b. Şuayb ileri sürmüşlerdir.

Haram aylardan kastın, hürmetleri bulunan aylar olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah bu aylarda mü’minlere, müşriklerin kanını dökmeyi ve hayırlı bir maksat ile olması müstesna, onlara herhangi bir şekilde taaruzda bulunmayı haram kılmış idi.

2. "Müşrikleri Öldürün" Emrinin Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Artık o müşrikleri... öldürün" âyeti, bütün müşrikler hakkında umumi olmakla birlikte sünnet, bunlar arasından daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/190. âyet 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere kadın, rahip, çocuk ve benzeri kimseleri tahsis etmiş (bu genel hükmün dışında bırakmış)tır. Nitekim yüce Allah kitap ehli hakkında da: "Cizye verinceye kadar..." (et-Tevbe, 9/29) diye buyurmaktadır. Ancak "müşrikler" lâfzının kitap ehlini kapsamına almaması da mümkündür. Bu da cizyenin puta tapanlardan ve diğerlerinden -ileride açıklanacağı üzere- alınmamasını gerektirir. Şunu bilmeli ki, yüce Allah'ın:

"Müşrikleri öldürün" âyetindeki mutlak ifade, herhangi surette olursa olsun onları öldürmenin câiz olmasını gerektirmektedir. Ancak, Hazret-i Peygamberden müsleyi yasaklayan haberler varid olmuştur.

Bununla birlikte Ebû Bekr es-Sıddik (radıyallahü anh)'ın irtidad edenleri ateşle yakması, taşla öldürmesi, dağların tepelerinden atması, başaşağı kuyulara atması şeklindeki öldürmelerine de âyetin umumi ifadesini kendisine delil almış olabilir. Aynı şekilde Ali (radıyallahü anh)'ın, irtidat eden birtakım kimseleri yakarak öldürmesini de bu görüşe meyletmesi ve lâfzın genel oluşuna dayanarak bunu yapmış olması ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3. Müşriklerin Bulundukları Yerde Öldürülmelerinden İstisnalar:

"O müşrikleri nerede bulursanız..." âyeti, her yer hakkında umumidir. Ebû Hanîfe -Allah ondan razı olsun- ise, daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/191-192. âyetler, 3. başlıkta) geçtiği üzere Mescid-i Haramı istisna etmiştir, Bununla birlikte (hükmün mensuh olup olmadığı hususunda) ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. el-Hüseyn b. el-Fadl der ki: Bu âyet-i kerîme, Kur'ân-ı Kerîm’de yüzçevirmekten ve düşmanların eziyetlerine sabredip katlanmaktan söz eden bütün âyetleri nesh etmiştir.

ed-Dahhâk, es-Süddî ve Atâ da şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın;

"Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) âyeti ile nesh edilmiştir ve hiçbir ashâb eli kolu bağlı öldürülmez demişlerdir. Ashâb ya karşılıksız serbest bırakılır, yahut fidye karşılığında bırakılır.

Mücahid ve Katade ise derler ki; Bilakis bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın:

"Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) âyetini neshetmekte ve müşrik olan esirler hakkında öldürülmelerinden başka bir uygulama câiz bulunmamakladır.

İbn Zeyd her iki âyet de muhkemdir demektedir ki, doğru olan da budur. Çünkü, karşılıksız serbest bırakmak, öldürmek ve fidye almak, müşriklerle yaptığı İlk Savaş olan -önceden de geçtiği üzere- Bedir gününden itibaren uyguladığı hükümler olagelmiştir. Yüce Allah'ın:

"Onları yakalayın" âyeti de buna delildir. Yakalamak ise ashâb almaktır. Ashâb almak da, İmâmın uygun göreceği tercihe göre ya öldürmek için, yahut fidye almak için veya karşılıksız bırakmak için olur.

"Onları alıkoyun" âyeti ise, sizin topraklarınızda tasarrufta bulunmalarını ve yanlarınıza girmelerini engelleyin; ancak, siz onlara izin verirseniz eman ile yanınıza girebilirler, demektir.

4. Müşriklerin Geçit Yerlerini Tutmak:

"...onların bütün geçit yerlerini tutun" âyetinde geçen ve

"geçit yeri" diye meali verilen; kelimesi, kendisinde düşmanın gözetlendiği yer, demektir. "Filanı gözetledim, gözetlemekteyim," denilir. Âyet, onların gözetlenebilecekleri ve gafil yakalanabilecekleri yerlerde onlar için oturun (pusu kurun) demektir. Âmir b. et-Tufeyl der ki:

"Ben kesin olarak biliyorum ve hiç de unuttuğumu sanmayın:

Genç delikanlıyı ölümün gözetleyip durduğunu,"

Şair Adiy de şöyle demektedir:

"Ey Âzile, (hanımının ismi) şüphesiz ki bilgisizlik genç olanın zevkin (e düşkünlüğün) den ötürüdür

Ve hiç şüphesiz nefisler için ölümler gözetlemededir."

Bu âyette davette bulunmadan önce müşrikleri gatîl avlamanın câiz olduğuna delil vardır, ": Bütün" kelimesi zarf olarak nasbedilmiştir. ez-Zeccâc'ın tercihi de budur. Mesela; "Bir yolda gittim denildiği" gibi, "Her yolda gittim" denilir (ve "bütün, her" anlamındaki kelime nasbedilir). Yahut da bu kelime cer eden kelimenin düşürülmesinden ötürü de mansub gelmiş olabilir, İfadenin takdiri şöyle olur: "Bütün geçit yerlerinde, üzerinde gözetlemede bulunun" demek olur. Böylelikle ": Geçit yerleri" kelimesi geçtikleri yolun ismi kabul edilir.

Ebû Ali ise, ez-Zeccâc'ı , "yol" kelimesini zarf kabul etmekte hatalı bulur ve şöyle den Yol, ev ve mescid gibi özel bir yerin adıdır. Dolayısı ile semaî olarak hazfın varid olduğu haller müstesna, bundan cer harfinin hazfedilmesi câiz olamaz. Nitekim Sîbeveyh "Şam'a girdim, eve girdim" şeklindeki kullanışları nakletmektedir. Şu mısra da buna benzemektedir:

"Tilkinin yolda sallanarak koşması gibi..."

5. Müşriklerle Savaşmanın Hedefi:

"Eğer tevbe edip" yani, şirkten vazgeçip

"namaz kılar ve zekât verirlerse, yollarını serbest bırakın" âyet-i kerimesi üzerinde dikkatle durup düşünmek gerekir. Çünkü yüce Allah önce öldürülme sebeplerini şirke bağlamakta, daha sonra da:

"Eğer tevbe edip..." diye buyurmaktadır. Asıl kaide de şudur: Öldürme, eğer şirk dolayısıyla sözkonusu ise, şirkin zevali ile bu emir de zail olur. Bu da namazın kılınmasını, zekâtın verilmesini gözönünde bulundurmaksızın mücerred tevbe etmekle öldürme emrinin ortadan kalkmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, namaz vaktinden ve zekât verme zamanından önce mücerred tevbe etmek dolayısıyla öldürme hükmü de ortadan kalkmıştır. Bu ise, bu yönüyle gayet açıkça anlaşılan bir konudur. Şu kadar var ki: Şanı yüce Allah, tevbe etmekle birlikte iki şart daha sözkonusu etmiştir ki, bunları boşa çıkarmanın imkânı yoktur. Hazret-i Peygamberin şu âyeti de buna benzemektedir; "Ben insanlarla lâ ilahe illallah deyinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar Savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden kanlarını da mallarını da korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması hali müstesna hesapları ise Allah'a aittir." Buhârî, îman 17, Salat 28, Zekât 1, İ'tisâan 2, 28; Müslim, Îman 32-36; Ebû Dâvûd, Cihâd 95; Tirmizî, Tefsir 88. sûre; Nesâî, Zekât 3; İbn Mâce, Fiten 1; Dârimî, Siyer 10; Müsned, IV, 8.

Ebû Bekr es-Sıddik (radıyallahü anh) da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim, namaz ile zekât arasında ayırım gözetenlerle mutlaka Savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır." İbn Abbâs da: Allah Ebû Bekir'e rahmet eylesin. O, ne kadar da fakih bir kimse idi demiştir.

İbnü'l Arabî der ki: Böylelikle Kur'ân ve Sünnet aynı gerçekleri dile getirmiş olmaktadır. Namazı ve sair farzları helal kabul ederek terkedenin kâfir olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Sünnetleri önemsemeyerek terkeden de fasık olur. Nafileleri terkeden için ise bir vebal yoktur. Ancak, nafilenin faziletini inkâr ederse kâfir olur. Çünkü o, bu tutumu ile Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın getirip haber verdiği bir hususu reddetmiş olmaktadır. Ancak farz olduğunu inkâr etmeksizin ve terkini de helal kabul etmeksizin namazı terkeden kimsenin hükmü hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Yûnus b. Abdulalâ dedi ki: Ben, İbn Vehb'i şöyle derken dinledim: Mâlik dedi ki: Allah'a îman edip, rasûlleri tasdik eden, fakat namaz kılmayı kabul etmeyen kimse öldürülür. Ebû Sevr de; Şâfiî mezhebinin bütün âlimleri bu görüştedir, der. Hammâd b. Zeyd, Mekhul ve Veki'in görüşü de budur. Ebû Hanîfe der ki: Böyle bir kimse hapse atılır, dövülür ama öldürülmez. Bu, İbn Şihab'ın da görüşüdür. Davud b. Ali de bu görüştedir. Bunların delilleri arasında Hazret-i Peygamberin şu âyeti de vardır: "Ben insanlarla lâ ilâhe illâlah deyinceye kadar Savaşmakla emrolundum. Bunu diyecek olurlarsa, -onun hakkı ile olması müstesna- benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar." Buhârî, îman 17, İ'tisâm 28; Müslim, îman 34-36; Tirmizî, îman 1, Tefsir 88. sûre; Nesâî, Cihâd 1, Tahrîmu'd-Dem 1; İbn Mâce, Fiten 1... Bu görüşü kabul edenler derler ki: Onun hakkı ise, Hazret-i Peygamberin bir başka hadisinde şöylece dile getirilmiştir: "Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal olur: Îmandan sonra kâfir olmak, yahut muhsan olduktan sonra zina etmek, ya da bir başka nefse karşılık olmaksızın birisini öldürmek." Buhârî, Diyat 6; Müslim, Kasâme 25, 26; Ebû Dâvûd, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 1.5, Diyât 10; Nesâî, Kasâme 6,14, Tahrîmu'd-Dem 5, 11, 14; İbn Mâce, Hudûd 1; Dârimî, Sîyer U; Müsned, 1, 61, 63...

Ashâb-ı kiram ve tabiinden bir topluluğun görüşüne göre kasti olarak ve özrü bulunmaksızın vakti çıkıncaya kadar tek bir namazı terkeden ve onu eda etmeyi de kaza etmeyi de kabul etmeyip namaz kılmam, diyen bir kimsenin kâfir olduğu, kanının da malının da helal olduğu, müslüman mirasçılarının ondan miras alamayacağı ve tevbe etmesinin de istenmeyeceği görüşündedirler. Eğer (kendiliğinden) tevbe ederse mesele yok. Aksi takdirde öldürülür. Ve malının hükmü de mürtedin malı ile aynıdır. Bu, aynı zamanda İshak'ın da görüşüdür. İshak der ki: İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şu günümüze kadar ilim ehlinin görüşü böyledir.

İbn Huveyzimendad der ki: Bizim mezhep âlimlerimiz, namazı terkeden kişinin ne vakit öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, namazın kılınması için uygun görülen vaktinin sonunda öldürülür derken, kimisi de zaruret vaktinin sonuna kadar bırakılır demişlerdir. Bu konuda sahih olan görüş budur. Bu zaruret vakti de şöyledir: İkindi namazı vaktinden güneşin batacağı zamana kadar dört rekat kılabilecek bir süre, yatsı namazının çıkış vakti olan gecenin bitimine dört rekat kala, sabah namazı vaktinin bitimi olan güneşin doğuşundan önce iki rekat kılacak kadar bir zamandır. İshak der ki: Vaktin gitmesinden maksat ise, öğle namazını güneşin batışına, akşam namazını da tan yerinin ağarması vaktine kadar ertelemesi demektir.

6. Gerçek Tevbe Ne İle Anlaşılır:

Bu âyet-i kerîme "tevbe ettim" diyen kimsenin, fiilleri arasına tevbenin muhakkak olduğunu ortaya koyan hususlar da eklenmedikçe, bu sözüyle yetinilmeyeceğine delildir. Çünkü yüce Allah burada tevbe etmekle birlikte namaz kılmayı ve zekât vermeyi de şart koşmaktadır ki, bunların yerine getirilmesiyle tevbenin gerçekten yapıldığı ortaya çıksın. Faizi yasaklayan âyet-i kerimede de:

"Şayet tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir" (el-Bakara, 2/279) diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de:

"Tevbe edenler, ıslah edenler ve açıklayanlar müstesna..." (el-Bakara, 2/160) diye buyurmaktadır, el-Bakara Sûresi'nde bu anlamdaki açıklamalar (2/160. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

5 ﴿