75

İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti: "Eğer bize lütfündan ihsan ederse yemin olsun ki sadaka vereceğiz ve muhakkak ki, salihlerden olacağız."

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1. Âyetlerin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti..." ile ilgili olarak Katade şöyle demektedir: Burada sözü edilen kişi Ensardan birisidir. O şöyle demişti: Allah bana rızık olarak birşeyler verecek olursa, hiç şüphesiz ondaki Allah hakkını ödeyeceğim ve tasaddukta bulunacağım. Allah ona bu dediği şeyi verince, bu sefer Kitab-ı Kerîminde size okunan bu âyetlerde belirtilen işleri yaptı. O bakımdan yalan söylemekten kaçınınız. Çünkü yalan günahkârlığa götürür. Ali b. Yezid, el-Kasım'dan, o, Ebû Umame el-Bâhilîden rivâyet ettiğine göre Sa'lebe b. Hatıb el-Ensarî Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e dedi ki: Allah'a dua et de bana mal rızık versin, ihsan etsin. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Yapma ey Sa'lebe! Şükrünü edâ edebileceğin az bir mal, (şükrünün) altından kalkamayacağın çok (mal) dan hayırlıdır." İkinci bir defa gelerek yine Peygambere isteğini tekrarlayınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ın Peygamberi gibi olmaya razı değil misin? Ben, dağların benimle birlikte altın olup yol almasını isteyecek olsam, hiç şüphesiz öylece yol alırlardı." Sa'lebe şöyle dedi: Seni hak ile gönderen adına yemin ederim ki, eğer sen Allah'a dua edip de O da rızık olarak bana mal ihsan edecek olursa, hiç şüphesiz her hak sahibine hakkını vereceğim. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona dua etti. O da koyun satın aldı. Solucan ve kurtların çoğalması gibi çoğaldılar. Medine ona dar geldi. Bu sefer Medine'nin dışına çıktı, Medine vadilerinden birisine yerleşti. Artık sadece öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini ise terk etti. Zamanla koyunları daha bir artıp çoğaldı, bu sefer Peygamber ve cemaati -Cuma namazı müstesna- büsbütün terketti. Koyunları artmaya devam etti, nihayet Cuma'yı da terketti. Bu sefer, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa: "Yazıklar sana ey Sa'lebe" diye buyurdu. Daha sonra yüce Allah'ın:

"Mallarından bir sadaka al ki..." (et-Tevbe, 9/103) ayeti nâzil oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da zekât toplamak üzere iki kişiyi gönderdi. Onlara: "Sa'lebe'ye ve -Süleymoğullarından bir adamın ismini vererek- filana uğrayın ve onların sadakalarını (zekâtlarını) alın" dedi. Bu iki görevli Sa'lebe'ye gittiler. Ona, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gönderdiği mektubu okuttular. Bu sefer O: Bu ancak cizyenin bir benzeridir. İşinizi gidin görün, bitirdikten sonra bana uğrayın dedi... ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu ise bilinen ünlü bir olaydır. el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 31-32; hadisin sonunda: "Ravileri arasında Ali b. Yezid el-Elhânî vardır ve metruk bir râvidir" kaydıyla.

Sa'lebe'nin zenginlik sebebinin bir amcası oğluna mirasçı olması olduğu da söylenmiştir.

İbn Abdi’l-Berr der ki: Denildiğine göre, yüce Allah'ın:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti" âyeti, Sa'lebe b. Hatıb hakkında -zekat vermemesi üzerine- İnmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ancak, Bedir'de hazır bulunanlar hakkında söylediği nakledilen hadis ile âyet-i kerimede yer alan:

"O da huzuruna çıkacakları güne kadar kalplerine bir nifak sokarak onları cezalandırdı" âyetinin birlikte anlaşılması zordur.

Derim ki: İbn Abbâs'tan âyetin nüzul sebebine dair şu da nakledilmektedir: Hatıb b. Ebi Beltea'nın, Şam'da bulunan (ticaret) malının ulaşması gecikince, Ensar'ın bulunduğu toplantılardan birisinde: Eğer o malım kurtulursa ben onun bir bölümünü sadaka olarak dağıtacağım, ve akrabalık bağını gözeteceğim, dedi. Ancak, malı kurtulunca bu konuda cimrilik göstermesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Derim ki: Sa'lebe (b. Hâtıb) Bedir'e katılmış ve Ensar'a mensup bir kimsedir. Allah'ın da Rasûlünün de -el-Mümtehine Sûresi'nin baş taraflarında açıklanacağı üzere Orada ve sözü edilen olayda adıgeçen kişi Sa'lebe değil, Hatıb b. Ebî Beltea'dır. Salebe b. Hâtıb’ın Bedir'e katılmış ve Ensârdan olduğu bildirilmektedir. İbn Hacer, Bedir'e katılıp Uhud'da şehid olan Sa'lebe ile; bu üyelin kendisi hakkında nâzil olduğu belirtilen Sa'lebe'nin ayrı şahsiyetler olduğunu açıkça ifade etmektedir, (İbn Hacer, el-leâbe, I, 516-517). mü’min olduklarına dair lehlerine şahidlik ettiği kimselerdendir. O halde, ona dair gelen bu rivâyet sahih değildir. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Hakkında âyetin indirildiği ve zekât vermeyen Sa'lebe ile ilgili olarak açıklamalarda bulunanların bu açıklamalarının sahih olmama ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

ed-Dahhak der ki: Âyet-i kerîme münafıklardan Nebtel b. el-Hâris, el-Ced b. Kays ve Muattib b. Kuşeyr gibi bir takım kimseler hakkında inmiştir.

Derim ki: Âyetin onlar hakkında indiğine dair bu açıklama daha uygun görünmektedir. Şu kadar var ki: Yüce Allah'ın:

“Bir nifak sokarak onları cezalandırdı" âyeti, Allah'a ahid verenin, bundan önce münafık olmadığını göstermektedir. Ancak bunun anlamının: Allah, onların münafıklıklarını daha bir artırdı ve ölene kadar münafıklık üzere kalmaya devam ettiler, şeklinde olması hali müstesnadır. İşte ileride geleceği üzere yüce Allah'ın:

"Huzuruna çıkacakları güne kadar" âyeti ile anlatılan da budur.

2. Allah 'a Söz Verenler:

(Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah:

"İçlerinden kimi de Allah'a şöyle söz vermişti..." âyeti, bu söz veren kimselerin diliyle söz verip, kalbiyle ona inanmadığı ihtimali olduğu gibi, hem diliyle, hem kalbiyle Allah'a söz vermiş olup daha sonra sonunun kötü gelmiş olma ihtimali de vardır. Çünkü ameller sonları ile değerlendirilir, günler de âkibetleriyle.

(Âyetin başındakı): " ...den" lâfzı mübtedâ olarak ref mahallindedir, haberi ise mecrûr ifade içindedir.

"Yemin" lâfzı, Hadîs-i şerîfte de varid olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'in zahirinde ise, ancak bağlanmak ve hükmünü yerine getirmek kastıyla yemin lâfzı kullanılmıştır. Manayı te'kid için yemine gelince, buna "lâm" harfi delâlet etmektedir. Burada, birinci kasem, ikincisi de cevabın başına gelen "lâm" olmak üzere iki "lâm" vardır. Her ikisi de te'kid içindir. Nahivcilerden kimisi bu iki "lâm" da kasem "lâm'ı dır demekte ise de, birinci görüş daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3. Yalnız Kişi için Bağlayıcı Olan Hükümler Neye Göre Verilir:

Ahdetmek, boşamak ve kişinin tek başına kendisini ilgilendiren ve bu hususta başkasına İhtiyacı bulunmayan her bir hükümde, kişinin maksadı onun için bağlayıcı kabul edilir. İsterse bunu diliyle telaffuz etmesin. Bunu İlim adamlarımız ifade etmiştir.

Şâfiî ve Ebû Hanîfe ise derler ki: Bir kimse bir şeyi söylemedikçe onun ile ilgili hiçbir hüküm hiçbir kimse için bağlayıcı olmaz. İlim adamlarımızın diğer görüşü de budur.

İbnü'l-Arabî der ki: Bizim benimsediğimiz görüşün sıhhatinin delili, Eşheb'in, Mâlik'ten yaptığı şu rivâyettir: Mâlik'e: Bir kimse kalbiyle hanımını boşamayı niyet edip diliyle bunu telafuz etmeyecek olursa ne olur, diye sorulmuş, O da: Bu talakı gerçekleşir, onun için bağlayıcıdır. Tıpkı kişinin kalbiyle mü’min ve kalbiyle kâfir olması gibi bağlayıcıdır, demiştir. (Devamla) İbnü’l-Arabî der ki: İşte bu harikulade bir aslî delildir ve bu delile göre şöyle demek gerekir: Kişiyi bağlayıcı olması için kişinin başka bir kimseye ihtiyaç duymadığı herbir akid, aleyhine mücerred niyetiyle gerçekleşir. Bunun aslî dayanağı da îman ve küfürdür.

Derim ki: İkinci görüşün delili ise, Müslim'in Ebû Hüreyre'den şöyle dediğine dair rivâyet edilen hadistir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhakkak Allah İçlerinden geçirdiklerini -işlemedikçe, yahut da onu sözlü olarak ifade etmedikçe ümmetime bağışlamıştır." Buhârî, Uk 6, Talük 11, Eymân 15; Müslim, İınnn 201, 202; Ebû Dâvûd. Talâk 15; Tirmizî, Talâk 8; Nesâî, Talâk 22; İbn Mâce, Talük 14. 16; Müsned, II, 425, 474... Bu hadisi Tirmizî de rivâyet etmiş ve: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. İlim ehlince amel de buna göredir. Bir kimse kendi içinden hanımını boşamayı geçirecek olsa, onu sözlü olarak söylemediği sürece bu hiçbir şey ifade etmez, Tirmizî, Talâk 8. demektedir.

Ebû Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Kalbiyle boşama kararını verip de diliyle bunu söylemeyenin bu durumu hiçbir şey ifade etmez. Mâlik'ten daha meşhur olan görüş budur. Bununla birlikte ondan, kalbiyle boşamayı niyet etmesi halinde bağlayıcı olduğunu söylediği de rivâyet edilmiştir. Nitekim bir kimsenin diliyle söylemeyecek olsa dahi kalbiyle kâfir olması gibi. Ancak, gerek kıyas bakımından, gerekse rivâyet yolu bakımından birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, ümmetime içlerinden geçirdikleri vesveseleri, onu dille söylemedikleri yahut elle işlemedikleri sürece affetmiştir."

4. Geleceğe Dair Temenniler:

Bir kimse geleceğe dair bir adakta bulunacak olursa, adağı yerine getirmenin vücubu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bunu yerine getirmemek bir masiyettir. Eğer yemin ise yeminin gereğini yerine getirmek, ittifakla vacib değildir. Şu kadar var ki, şu hususa dikkat edilmelidir. Eğer kişi farz-ı ayn olarak zekât vermesi gerekmeyen bir fakir ise, Allah'tan zekât düşecek kadar bir mal isterse ve kendisine farz olanı eda edeceğini ahd ederse, Allah ona bu isteğini verince de söylediği ahd ile üstlenmeksizin dahi Ödemesi gereken asıl yükümlülüğü yerine getirmeyi terk etmesi halinde (vebal sözkonusudur). Şu kadar var ki: Onu asıl aldatan şey, hakları eda etmek kastıyla mal talebinde bulunması oldu. Çünkü, onun Allah'tan bu talebi halis bir niyet ile değildi. Yahut da belli bir niyetle bu taleple bulunmakla birlikte, hakkında bedbahtlığın yazılmış ve takdir edilmiş olduğu bir istekti bu. Böyle bir halden Allah'a sığınırız.

Derim ki: Hazret-i Peygamberin: "Sizden herhangi bir kimse temennide bulunacak olursa, temennisine dikkatle baksın. Çünkü o, yüce Allah'ın gaybında temenni ettiği şeyden kendisi hakkında neler yazıldığını bilemez" Müsned, II, 357, 387; el-Heysemî, Mecmau'z-Zeoâid, X, 151'de diyor ki: İmâm Ahmed'in Müsned’inde yer alan rivâyetin ravileri sahih ricalidir' âyetinde kasıt, temennisinin akıbetidir. Çünkü nice temenni vardır ki, ona aldanılır, fitneye düşürülür, yahut da kişi bundan dolayı azgınlaşır ve dünyada da ahirette de helâk olmaya sebep teşkil eder. Çünkü dünya işlerinin akıbetleri müphemdir, gaileleri tehlikelidir. Dinî ve uhrevî temennilere gelince, bunların temennisi akibeti itibariyle övülmeye değerdir, bunlar teşvik edilmiştir ve bunlar mendup görülmüştür.

5. Temenni Yoluyla Adakta Bulunmanın Hükmü:

Yüce Allah'ın:

"Eğer bize lütfundan ihsan ederse, yemin olsun ki sadaka vereceğiz" âyeti: Şuna şuna malik olursam o sadaka olsun, diyen bir kimsenin bu sözünü yerine getirmekle yükümlü olduğuna delildir. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Şâfiî böyle diyenin bu sözü o kimse için bağlayıcı değildir, der. Boşamadaki görüş ayrılığı da bu şekildedir, köle azad etmekte de böyledir.

Ahmed b. Hanbel der ki: Böyle bir temennide bulunmak, köle azad etmekte bağlayıcıdır, talakda bağlayıcı değildir. Çünkü köle azad etmek Allah'a yakınlaştırıcı bir ibadettir ve Allah'a yakınlaştırıcı ibadetler adakta bulunmak suretiyle kişinin zimmetinde sabit olur (kişiye borç olur). Talâk ise böyle değildir, o, belli bir husustaki bir tasarruftur, böyle bir şey zimmette sabit olmaz (borç olmaz).

Şâfiî, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve diğerlerinin rivâyet ettikleri şu hadisi delil göstermektedir: Amr b. Şuayb'dan, o, babasından, o, dedesinden dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Âdemoğlunun malik olmadığı bir şey hakkında adakta bulunması da sözkonusu değildir, malik olmadığı şeyi azad etmesi de sözkonusu değildir, malik olmadığı bir şeyde boşama hakkı da yoktur." Lâfız Tirmizînin olup şöyle demektedir: Bu hususta Ali, Muaz, Cabir, İbn Abbâs ve Âişe'den de gelen rivâyetler vardır. Abdullah b. Amr'ın hadisi ise hasen bir hadistir ve bu, bu hususta rivâyet edilen en güzel rivâyettir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbından ve diğerlerinden ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü de budur.

İbnü'l-Arabî der ki: Bu hususta Şâfiî mezhebine mensup İlim adamları, sahih olmayan ve delil olmaya elverişli bulunmayan pek çok hadisler kaydederler. Geriye bu ayetin zahirinden başka birşey (delil olarak) kalmamaktadır.

75 ﴿