103Mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip arındırmış olasın. Onlara dua da et. Senin duan şüphesiz onlara huzur ve güvendir. Allah hakkıyla işitendir, bilendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1. Hazret-i Peygamberin Almakla Emrolunduğu Sadaka ve Kur'ân'da Hitap Üslûpları: Yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al" âyetinde almakla emrolunduğu bu sadakanın mahiyeti hususunda farklı görüşler vardır. Bunun farz olan sadaka (zekât) olduğu söylenmiştir. Cuveybir bunu İbn Abbâs'dan nakletmektedir. Aynı zamanda bu el-Kuşeyrî'nin naklettiğine göre İkrime'nin de görüşüdür. Bu emrin, âyetin hakkında nâzil olduğu kimselere has olduğu da söylenmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların mallarının üçte birini almıştı. Bunun ise farz olan zekat ile hiçbir ilgisi yoktur. Bundan dolayı İmâm Mâlik şöyle demektedir: Bir kimse malının tümünü tasadduk edeceğini söylerse onun üçte birini vermesi yeterli olur. O bunu söylerken Ebû Lübâbe hadisini delil alır. Birinci görüşe göre bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e hitab olup âyetin zahiri gereğince yalnız ona yöneliktir ve ondan başka herhangi bir kimse de sadaka almaz. Buna göre Hazret-i Peygamber'in vefatı ile bu emrin sakıt olması ve zeval bulması gerekir. Nitekim Hazret-i Ebû Bekir'e zekât vermeyenler de buna delil olarak sanlmış ve: O verdiğimiz zekâta karşılık olarak bizim temizlenip arınmamızı diliyor, bize dua ediyordu. Başkasından ise böyle bir şey alamıyoruz, demişlerdi. Bu görüşte olanlardan bir şair de şöyle demiştir: "O aramızda bulunduğu sürece Allah Resulüne itaat ettik Hayret edilecek bir şeydir, Ebû Bekir'in mülkü (krallığı) ne oluyor ki Onların sizden isteyip de sizin vermediğiniz şey Şüphesiz ki hurmaya benzer, hatta ellerindeki hurmadan da tatlıdır. Bir gücümüz bulunduğu sürece vermeyeceğiz onlara Bizler zorlukta da kolaylıkta da sıkıntılara karşı (yardımlaşan) şereflileriz." İşte bunlar Hazret-i Ebû Bekir'e karşı çıkanlar arasında yolları en doğru (!) olan kesimdir. İşte bunlar hakkında Hazret-i Ebû Bekir şöyle demişti: Allah'a yemin ederim ki namaz ile zekat arasında ayırım gözetenler ile Savaşacağım. Buhârî, Zekât 1, İ'tisâm 2; Müslim, Îman 32; Ebû Dâvûd Zekât 1; Tirmizî, Îman 1; Nesâî, Zekat 3; Müsned, I, 19. İbnu'l-Arabî der ki: Onların, bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e yönelik bir hitaptır. Dolayısı ile ondan başkası onun gibi olamaz, sözlerine gelince, bu Kur'ân-ı Kerîm'i bilmeyen, şeriatın hangi kaynaktan, nasıl alınacağından gafil olan ve din ile oynayan kimselerin sözüdür. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'deki hitap tek bir şekilde varid olmuş değildir. Çeşitli şekillerde varid olmuştur. Onun varid oluşunun da çeşitli anlamlan vardır. Kimi hitap bütün ümmete yöneliktir. Yüce Allah'ın: "Ey îman edenler, namaza kalkacağınız zaman..." (el-Mâide, 5/6) âyeti ile: "Ey îman edenler! Oruç... sizin üzerinize de yazıldı." (el-Bakara, 2/183) âyeti gibi. Kimisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e has bir hitap olup ne lâfzan ne de manen bu hitaba ondan başka herhangi bir kimse ortak edilmemektedir. Yüce Allah'ın; "Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kuran ile) gece namazı kıl" (el-İsra, 17/79) âyeti ile "yalnız sana has olmak üzere" el-Ahzab, 33/501 âyetinde olduğu gibi. Kimi hitap da lâfzan Peygambere has olmakla birlikte, manen ve fiilen bütün ümmet ona ortak edilmiştir. Yüce Allah'ın: "Güneşin batmasından, gecenin karanlığına kadar namazı dosdoğru kıl." (el-İsra, 17/78) âyeti ile: "Kur'ân'ı okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın" (en-Nahl, 16/98) ile: "Sen de aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında..." (en-Nisa, 4/102) âyeti gibi. Buna göre üzerinden güneşin kaydığı her bir kimse namaz kılmak emrine muhataptır. Aynı şekilde Kur'ân okuyacak herkes de istiâze getirmek emrine muhataptır. Yine korku içerisinde bulunan herkes, belirtilen şekilde namaz kılar. Yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip arındırmış olasın" âyeti de işte bu kabildendir. Yine yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Allah'tan kork" ( el-Ahzab, 33/1.) âyeti İle: "Ey Peygamber! Kadınları boşattığınız zaman..."(et-Talâk, 65/1) âyeti da bu türdendir. 2. "Mal’ın Kapsamına Giren Şeyler: Yüce Allah'ın: "Mallarından" âyetinde geçen "mal" kelimesi ile ilgili olarak kimi Araplar - ki bunlar Derslilerdir - malın sadece elbise, eşya ve ticaret malları olduğu görüşündedirler. Bunlara göre altına mal ismi verilemez. Bu anlamdaki bir açıklama sabit sünnette İmâm Mâlikin Sevr bin Zeyd ed-Deyli'den, onun İbn Mutf'in azadlısı Ebû’l-Gays Salim'den, onun da Ebû Hüreyre'den şöyle dediğine dair rivâyetinde geçmektedir: "Hayber yılı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte çıktık. Biz ganimet olarak ne altın, ne gümüş ele geçirdik. Ancak mal olarak elbise ve eşya ganimet aldık" diye hadisi nakletmektedir. Buhârî, Megâzî 38, Eyman 33; Müslim, Îman 183; Nesâî, Eyman 38; Muvatta’', Cihad 25. Başkaları ise mal diye sadece altın ve gümüşe denildiği görüşündedir. Özel olarak deve türüne mal denildiği de söylenmiştir. Arapların: "Mal devedir," iradeleri de buradan gelmektedir. Bütün davarların mal kapsamına girdiği de söylenmiştir. İbnu’l-Enbârî, Ahmed bin Yahya Saleb en-Nahvi'den şöyle dediğini nakleder: Altın ve gümüş türünden zekatın verilmesini gerektirecek miktara ulaşmayan hiçbir şey mal değildir. Daha sonra şu beyiti nakleder: "Allah'a yemin ederim ki hiçbir davarım hiçbir zaman Zekât sınırına ulaşmadı; ne devem, ne de başka bir malım." Ebû Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Arap dilinden anlaşılan ve bilinen o ki; mal olarak ödenilen ve mülkiyete geçirilen her bir şeye "mal" denilir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdemoğlu, malım malım malım, der. Halbuki malından ona ait olan şey, yeyip tükettiği yahut giyinip eksilttiği yahut sadaka vererek (ecrinin âhirete) ulaştığı şeyden başkası yoktur." Müslim, Zühd 4; Müsned, II, 368, 412. Aynı anlamda, ancak gâib kipiyle değil de muhatab kipiyle: Müslim, Zühd 3; Tirmizî, Zühd 31, Tefsir 102. sûre 1; Nesâî, Vesâyâ 1; Müsned, IV, 24, 26. Ebû Katade de dedi ki: Bana zırhı verdi, ben de onunla Selemeoğulları arasında bulunan bir kaç hurma ağacı satın aldım. İşte benim müslüman olarak edindiğim ilk mal budur. Buhârî, Buyû' 37, Meazî 54, Ahkâm 21, Faidu'l-Hııımıs 18; Müslim, Cihad 41; Ebû Dâvûd, Cihad 136; Muvattâ. Cihad 18. Kim malının tümünün sadakasına dair yemin edecek olursa o, her tür malı hakkında kapsayıcı bir yemin olur. Bunda zekâtın vacib olduğu türden olması ile olmaması arasında fark yoktur. Ancak, muayyen bir şeye niyet edecek olursa, o takdirde yemini niyetine göredir. Böyle bir yemin yalnızca zekâta tabi olan mallar hakkında sözkonusudur, da denilmiştir. Mülk edinilen herşeye "mal" ismi verileceğine dair husus herkes tarafından bilinmekte, dil de buna tanıklık etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3. Malda Zekâtın Düşmesi için Aranan Şartlar: Yüce Allah'ın: "Mallarından bir sadaka al" âyetindeki emir mutlaktır. Ne alınanda, ne de kendisinden alınacak olanda belli bir şart ile kayıtlı değildir. Ayrıca, alınacak miktar ile kendisinden alınacak olanın kimliği de açıklanmamıştır. Bütün bunlara dair açıklamalar -belirteceğimiz üzere- sünnet ve icmâ'da vârid olmuştur. Zekât bütün mallardan alınır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) davarlarda, tahıllarda, altın ve gümüşte zekâtın farz olduğunu belirtmiştir ki, bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ancak, fukahâ bunların dışında kalan at vs. ticaret malları konusunda farklı görüşlere sahiptir. İleride -yüce Allah'ın izniyle- en-Nahl Sûresi'nin tefsirinde ata (16/7. âyet, 7. başlıkta) ve bala (16/70. âyet, 8. başlıkta) dair açıklamalar gelecektir. Hadis İmâmları, Ebû Said'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedirler: "Hurma olarak beş vesk'den daha aşağısında, gümüş olarak beş ukiye'den aşağısında, deve olarak da beş deveden aşağısında zekât yoktur." Daha önce el-Bakara, 2/267. âyet 4. başlıkla ve el-En'âm. 6/141. ayet 6. başlıkta geçmiş bulunan bu hadisin kıymıkları da orada gösterilmiştir. el-En'âm Sûresi'nde tahılların ve yerden biten ürünlerin zekâtına dair yeterli açıklamalar (6/141. âyet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Madenlerdeki zekâta dair açıklamalar ise, el-Bakara Sûresi'nde (2/267. âyet, 4-6. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır. Süs eşyalarının zekâtına dair açıklamalar da bu sûrede geçmiştir. İlim adamları, bir ukiyye'nin kırk dirhem olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Buna göre hür müslüman bir kimse, sikke halinde ikiyüz dirhem gümüşe malik olursa -ki, Hadîs-i şerîfte nass ile tesbit edilmiş beş ukiyye ile aynıdır- ve bunun üzerinden tam bir yıl süre geçecek olursa, müslüman kimsenin bunun sadakasını (zekâtını.) vermesi icabeder. Bu ise, onda birin çeyreği (kırkta bir) olmak üzere beş dirhemdir. Üzerinden bir sene geçme şartı İse Hazret-i Peygamberin: "Üzerinden bir sene geçmedikçe malda zekat yoktur" hadisi dolayısıyladır ki, bunu da Tirmizî rivâyet etmiştir. Bu hadis daha önce, et-Tevbe, 9/34. ayet, 4. başlıkta geçmiş ve kaynakları da orada gösterilmişti. İkiyüz dirhemden fazla miktardaki gümüşte ise, her bir miktarında bu hesaba göre verilir. Az yada çok olsun onda birinin çeyreği (kırkta bir) verilir. Mâlik, Ebi Leys, Şâfiî, Ebû Hanîfe'nin arkadaşlarının çoğunluğu, İbn Ebi Leyla, es-Sevrî, el-Evzaî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, İshak ve Ebû Ubeyd'in görüşü budur. Aynı zamanda bu Hazret-i Ali ve İbn Ömer'den de rivâyet edilen görüştür. Bir diğer kesim ise şöyle demektedir: İkiyüz dirhemden fazlasına kırk dirheme ulaşmadıkça zekât düşmez. Kırka ulaştı mı, o takdirde onun öşrünün çeyreği (kırkta biri) olan bir dirhem daha zekât verilir. Said b. el Müseyyeb'in, el-Hasen, Atâ, Tavus, Şâfiî, ez-Zührî, Mekhul, Amr b. Dinar ve Ebû Hanîfe'nin görüşü de budur. 4. Altının Zekâtı: Altının zekâtına gelince; ilim adamlarının Cumhûruna göre altın ikiyüz dirhem değerinde olan yirmi dinara ulaşıp ve onu aştı mı Hazret-i Ali yoluyla gelen hadise göre zekâtının ödenmesi vacib olur. Bu hadisi Tirmizî, Damra ve el'Haris'ten, onlar da Hazret-i Ali'den, diye rivâyet etmişlerdir. Tirmizî dedi ki: Ben, Muhammed b. İsmail'e bu hadis hakkında sordum, şöyle dedi: Her ikisi de bana göre Ebû İshak yoluyla sahihtir. Bu hadisin her ikisinden de gelmiş olması ihtimali vardır. Tirmizî, Zekât 3; Ebû Dâvûd, Zekat 5; İbn Mâce, Zekât 4; Nesâî, Zekât 18. el-Bacî "el-Münteka" adlı eserinde şöyle demektedir: Bu hadisin isnadı pek o kadar güçlü değildir. Şu kadar var ki, İlim adamlarının ittifakla kabul etmesi, ifade ettiği hükmün sıhhatine delildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. el-Hasen ve es-Sevrîden -ki, Davud b. Ali mezhebine mensub bazılan da bu görüşü benimsemişlerdir- rivâyet edildiğine göre, kırk dinara ulaşmadıkça altında zekat yoktur. Ancak, Hazret-i Ali yoluyla gelen hadis ile İbn Ömer ve Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettikleri hadis bu görüşü reddetmektedir. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her yirmi dinar (altın) dan, yarım dinar ve her kırk dinardan da birer dinar zekat alırdı. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Tirmizî, Zekât 3; İbn Mâce, Zekât 4, Dârimî, Zekât 11. İşte -sözü edilenler müstesna- ilim ehlinin cemaat halinde kabul ettiği görüş budur. 5. Davarların Zekâtı: Ümmet, beş deveden aşağısı için zekât sözkonusu olmadığını ittifakla kabul etmiştir. Beş deveye ulaştı mı, bir koyun zekat düşer. Koyun tabiri ise, keçi türünü de kapsar. İlim adamları, aynı şekilde beş devede yalnızca bir koyun zekat düştüğünü ittifakla kabul etmiş ve develerin verilmesi farz olan zekat miktarının o kadar olduğunu belirtmişlerdir. Davarların zekatı, Ebû Bekir es-Sıddîk'ın, Enes b. Mâlik'i Bahreyn'e gönderdiği zaman yazdığı mektubunda açıklanmıştır. Bunu Buhârî, Ebû Dâvûd, Dârakutnî, Nesâî, İbn Mâce ve başkaları da rivâyet etmiştir ki, bu mektuptaki bütün açıklamalarda İttifak vardır. Buhârî, Zekât 38; Ebû Dâvûd, Zekât 5; Nesâî, Zekât 5; İbn Mâce, Zekât 6; Dârakutnî, II, 113-114. Bu mektuptaki görüş ayrılığı iki yerdedir. Birisi, develerin zekatı ile ilgilidir, develerin sayısı yüzyirmi biri buldu mu, Mâlik der ki: Zekât toplayan muhayyerdir. İsterse üç tane iki yaşını bitirmiş, üç yaşına basmış dişi deve, isterse de üç yaşını bitirmiş, dört yaşına basmış iki dişi deve alır. İbnü'l-Kasım der ki: İbn Şihab dedi ki: Develerin sayısı yüzyirmi biri buldu mu, iki yaşını bitirip üç yaşına basmış üç dişi deve zekat düşer. Yüzotuza kadar zekat budur. Yüzotuzu buldu mu, o takdirde bir tane üç yaşını bitirip dördüne basmış dişi deve, iki tane de iki yaşını bitirip üç yaşına basmış dişi deve zekat verilir. İbnü'l-Kasım der ki: Benim de görüşüm İbn Şihab'ın görüşüne uygundur. İbn Habib ise, Abdulaziz b. Seleme ile, Abdulaziz b. Ebi Hazım'ın ve İbn Dinar'ın, Mâlik'in görüşünde olduklarını zikretmektedir. Görüş ayrılığı bulunan ikinci yer ise, koyunların zekalı ile ilgilidir. Şöyle ki: Koyunların sayısı üçyüz biri aştı mı, el-Hasen b. Salih b. Hay'e göre dört koyun zekat düşer. Dörtyüz bir koyunu buldu mu, beş koyun zekat düşer ve bu şekilde her yüz koyun arttıkça bir koyun daha zekat verilir. İbrahim en-Nehaî'den de buna benzer bir görüş nakledilmiştir. Cumhûr ise şöyle demektedir: İkiyüzbir koyunda üç koyun zekat düşer. Bundan sonra dörtyüzü buluncaya kadar başka bir şey düşmez. Dörtyüz oldu mu, dört koyun zekat verilir. Bundan sonra da herbir yüz koyun için bir zekat verilir. Bu konuda icma ve ittifak vardır. İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu, İbnü’l-Münzir'in yanıldığı ve bu hususta ilim adamlarının görüşlerini yanlış olarak naklettiği ve pek çok karıştırıp çokça hata ettiği bir meseledir. 6. Sığır Türünün Zekatı: Buhârî ve Müslim Sahihlerinde, ineklerin zekatına dair etraflı açıklamalardan söz etmezler. Ancak, buna dair hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Dârakutnî ve Muvatta’''ında Mâlik rivâyet etmiştir ki, bu hadislerin kimisi mürsel, maktu' ve mevkuftur. Bir önceki notta gösterilen yerlerden bnşkn: Muvatta’', Zekât 23T Tirmizî, Zekât 5. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Bu hadisi bazıları Tavus ve Muaz'dan rivâyet etmişlerdir. Şu kadar var ki, hadisi mürsel olarak rivâyet edenler, onu müsned olarak rivâyet edenlerden daha sağlam ravilerdir. Hadisi müsned olarak rivâyet edenler arasında Bakiyye, el-Mes'ûdi'den, o, el-Hakem'den, o da Tavus yoluyla rivâyet edenler vardır. Ancak, hadis âlimleri Bakiyye'nin sika ravilerden tek başına yaptığı rivâyetlerin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Yine bu hadisi, el-Hasen b. Umare, el-Hakem'den, tıpkı Bakiye'nin, el-Mes'ûdi'den, onun el-Hakem'den rivâyet ettiği gibi rivâyet etmiştir. Ancak, el-Hasen b. Umare'nin zayıf olduğu hadis âlimlerince ittifakla kabul edilmiştir. Yine bu haber muttasıl, sahih ve sabit bir isnad ile Tavus yolundan başka bir yolla da rivâyet edilmiştir. Bunu da Abdurrezzak zikrederek şöyle der: Bize, Ma'mer ve es-Sevrî, el-A'meş'den haber verdi. el-A'meş, Ebû Vâil'den, o, Mesrûk'tan, o, Muaz b. Cebel'den dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Yemen'e gönderdi... "Hazret-i Peygamber ona: Her otuz sığır için bir yaşında (erkek ya da dişi) bir sığır almasını ve kırk sığır için ise, iki yaşını bitirmiş, üçe basmış bir inek almasını emretti, (cizye olarak da) ergenlik yaşına gelmiş herbir erkek için bir dinar yahut da ona eş değerde meâfır diye bilinen Yemen kumaşı almasını emretmiştir." Bu hadisi Dârakutnî ve Ebû Îsa et-Tirmizî zikretmiş olup, Tirmizî sahih olduğunu belirtmiştir. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Tirmizî, Zekât 5; Nesâî, Zekât 8; İbn Mâce, Zekât 12. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: İneklerin zekatı hususunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashâbından nakledilenin Muaz b. Cebel'in dediği şekilde olduğu noktasında ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur: Otuz inek için bir yaşında bir inek, kırk inek için ise iki yaşını bitirip üç yaşına basmış bir inek zekat olarak alınır. Ancak, Said b. el-Müseyyeb ile Ebû Kilâbe, ez-Zührî ve Katade'den gelen bir rivâyet böyle değildir. Onların görüşüne göre, otuzu buluncaya kadar her bir beş inek için bir koyun zekatın verilmesi icabeder. İşte ana meseleleriyle zekat ile İlgili açıklamaların özeti bundan ibarettir. Etraflı açıklamalar ise fıkıh kitaplarındadır. İleride yüce Allah'ın izniyle Sâd Sûresi'nde (38/24. âyet, 13. başlıkta) karışık türden davarlara dair açıklamalar gelecektir. 7. Îmanın Alâmeti Olan Sadaka: "Sadaka" kelimesi (doğruluk, samimiyet anlamına gelen) "Sıdk"dan alınmadır. Çünkü sadaka, kişinin imanının sıhhatine ve batınının da zahirini doğruladığına, sadaka veren kimsenin ise mü’minlerden nafile tasadduklarda bulunan kimseleri kaş-göz ile işaret edip alay eden münafıklardan olmadığına delildir. "Bununla kendilerini temizleyip arındırmış olasın" âyeti muhatabın durumunu belirten iki haldir. İfadenin takdiri şöyle olur. O sadakayı onlardan, onunla kendileri için temizleyici ve arındırıcı olman üzere al. Bununla birlikte bunun "sadaka"ya ait iki sıfat kabul edilmesi de mümkündür. Yani, onları temizleyen ve arındıran bir sadaka al. Bu durumda "onları arındırmış olasın"ın faili muhatap olur. "Onunla'daki zamir de nekire olarak mevsuf gelmiş bulunan (sadaka kelimesin)e ait olur. en-Nehhâs ve Mekkî ise "Kendilerini temizleyip" ifadesinin "sadaka "nın sıfatı olduğunu, buna karşılık " Bununla kendilerini... arındırmış olasın" ifadesinin de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olan "al" emrindeki zamirden hal olduğunu nakletmektedirler. Bu açıklamaya göre âyetin bu bölümünün meali şöyle olur- Onlardan kendilerini temizleyecek ve senin, onunla kendilerini arındıracağın bir sadaka al. Bununla birlikte bunun, "sadakamdan hal olma ihtimali de vardır. Ancak, bu zayıftır; çünkü nekire (olan) bir kelimeden (sadaka) hal alır. Hale göre anlamı da şöyle olur: Onlardan kendilerini temizleyecek ve onunla kendilerini arındırın olmak üzere bir sadaka al. ez-Zeccâc da der ki: En güzeli, hitabın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e olmasıdır. Yani, sen bununla kendilerini arındırıp temizleyeceğin bir sadaka al; demek olur. Yani, (sadaka kelimesi üzerinde durularak) vakıf yapılır ve ondan sonraki kelime ile istinaf yapılır (başlanır). Bununla birlikte "kendilerini temizleyip..." anlamındaki âyetin, emrin cevabı olarak cezm okunması da caizdir. Yani: Eğer onların mallarından bir sadaka alırsan, bununla kendilerini arındırmış ve temizlemiş olursun. İmruu'l-Kays'ın şu mısraı da bu türdendir: "Durun ki, sevgiliyi ve onun yurdunu anıp ağlayalım." el-Hasen ise, "Kendilerini temizleyip" âyetini, "ti" harfini sakin olarak okumuştur. Bu ise, "Temiz oldu ve onu ben temizledim," şeklinde hemzeli kullanıştan menkul olur. "Göründü, ortaya çıktı, ben onu ortaya çıkardım," fiilleri gibi. 8. Sadaka Verenlere Dua Gereği: Yüce Allah'ın: "Onlara dua da et" âyeti, sadakaları alan her bir İmâmın, (İslâm Devlet Başkanının) sadaka verene malının bereketlenmesi için dua etmesi gereğini belirten aslî bir dayanaktır. Müslim'in rivâyetine göre, Abdullah b. Ebi Evfa şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kavim sadakalarını getirdiler mi: "Allah'ım onlara salât eyle (radıyallahü anhhmet buyur)" derdi. İbn Ebi Evla da zekatını ona getirince, Hazret-i Peygamber; "Allah'ım, Ebû Evfa'nın âline salât getir (radıyallahü anhhmet buyur)" dedi. Buhârî, Zekât 64, Deavât 19, 33; Müslim, Zekât 176: Ebû Dâvûd, Zekât 7; Nesâî, Zekât 13; İbn Mâce, Zekât 8: Müsned, IV, 353. 354, 355, 381, 383. Bir kesim bu görüşte olduğu gibi, bir başka kesim ise, bunun yüce Allah'ın: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma (onlara salât getirme, dua etme)" (et-Tevbe, 9/84) âyeti ile nesh edildiği görüşündedir. Bunlar derler ki: Özel olarak yalnızca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e salât getirilir, ondan başkasına salât getirmek câiz değildir. Çünkü bu özellik yalnız ona verilmiştir. Bunlar, ayrıca yüce Allah'ın şu âyetini da delil gösterirler: "Peygamberin duasını aranızda birbirinize yaptığınız dua gibi bellemeyin" (en-Nûr, 24/63) Ayrıca Abdullah b. Abbas'ın söylediği şu sözlerini de delil gösterirler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den başka hiçbir kimseye salavat getirilmez. Ancak, birinci görüş daha bir sahihtir. Çünkü hitap -önceden de geçtiği gibi- yalnızca Hazret-i Peygambere münhasır değildir. Bundan sonraki âyette de bu husus gelecektir. O halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uymak, onu örnek almak gerekir. Çünkü bir kimse bu şekilde dua edince, yüce Allah'ın: "Onlara dua da et. Senin duan şüphesiz onlara huzur ve güvendir" âyetine uymaktadır. Yani, onlar sadakalarını getirip sana verdiklerinde onlara dua edecek olursan, bu onların kalplerine huzur ve sükûn verir ve bundan dolayı da sevinirler. Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana geldi, ben de hanımıma şöyle dedim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den bir şey istemeyesin. Hanımım: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımızdan çıkıp gidecek ve biz ondan birşey istemeyeceğiz ha! dedi ve: Ey Allah'ın Rasûlü, kocama dua et, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurdu: "Allah sana da kocana da salât etsin (radıyallahü anhhmet buyursun)." Ebû Dâvûd, Vitr 28. Ebû Dâvûd, Vitr 28. Buradaki "salât", rahmet etmek ve rahmet dilemek demektir. en-Nehhâs der ki: Bildiğimiz kadarıyla bütün dil bilginleri "şatafın Arapça'da dua anlamına geldiğini nakletmişlerdir. Cenazelere salât da buradan gelmektedir. Hafs, Hamza ve el-Kisâî, tekil olarak; "Şüphesiz senin duan" diye okumuşlardır, diğerleri ise çoğul okumuşlardır. Şanı yüce Allah'ın: "Namazın mı sana emrediyor?" (Hud, 11/87) âyetinde de aynı kıraat farklılığı vardır. "Huzur ve güven” anlamındaki kelime "kef" harfi sakin olarak da okunmuştur. Katade der ki: Bu "onlar için bir vakardır" anlamına gelir. "KeP harfinin üstün okunuşu ise, ruhların kendisiyle sükûn bulduğu kalplerin de huzur ve güvene erdiği şey demektir. |
﴾ 103 ﴿