107

(Münafıklar arasında) zarar vermek, inkâr etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve -daha evvel Allah'a ve Rasulüne Savaş açan kimselere- beklemek ve gözetlemek yeri olmak üzere bir mescid edinenler ve: "İyilikten başka birşey kastetmedik" diye yemin edenler (vardır). Halbuki Allah, onların muhakkak yalancı olduklarına şahidlik eder.

Bu âyete dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız

1. Dırar Mescidi ve Âyetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Bir mescid edinenler" âyeti, önceki âyete atfedilmiştir. Yani, onlardan bir mescid edinenler vardır, takdirindedir. Böylelikle cümle, cümleye atfedilmiş olmaktadır. Mübteda olarak merfu' kabul edilmesi de mümkündür. Haberi de hazfedilmiştir. Haber, "şüphesiz ki onlar azâb edileceklerdir" ve benzeri bir ifade ile takdir olunabilir.

"Vav'sız olarak; "ler" şeklinde okuyanlara gelince; -ki, Medinelilerin okuyuşudur- bunlara göre âyet mübtedâ olarak merfu'dur. Haberi ise (bir sonraki âyette gelen): "Durma" anlamındaki âyettir. İfadenin takdiri şöyle olur: Bir mescid edinenlerin o mescidinde ebediyyen (namaza) durma. Yani, onların mescidlerinde namaz kılma. Bu açıklamayı el-Kisâî yapmıştır. en-Nehhâs ise şöyle demiştir: O takdirde mübtedanın haberi:

"... kurdukları bina kalplerinde daimi bir kuşku kaynağı olmaya devam edecektir" (et-Tevbe, 9/110) âyetidir. Haberin -az önce geçtiği gibi-

"azâb olunurlar" ve benzeri bir ifade olabileceği de söylenmiştir.

Âyet-i kerîme, rivâyet edildiğine göre, Ebû Âmir er-Râhib hakkında inmiştir. Çünkü sözü geçen bu kişi, Bizans Kayser'inin yanına gitmiş, orada hristiyanlığı kabul etmiş, Kayser de, kendilerine pek yakında yanlarına geleceğine dair söz vermişti. Bunun üzerine onlar da orada Kayser'in gelişini gözetleyip beklemek üzere Mescid-i Dırar'ı inşa ettiler. Bu açıklamaları İbn Abbâs, Mücâhid, Katade ve başkaları yapmıştır. Daha önce el-A'raf Sûresi'nde (7/175. âyetin tefsirinde) onun kıssası geçmiş bulunmaktadır.

Tefsir âlimleri derler ki: Amr b. Avfoğulları Kubâ Mescidini inşa ettiler ve Hazret-i Peygamberden yanlarına gelmesi ricasında bulundular. O da onlara gelip Küba'da namaz kıldı. Kardeşleri öunm b. Avfoğulları onları kıskanarak: Biz de bir mescid yapacağız ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haber gönderip, kardeşlerimizin mescidinde namaz kıldığı gibi bizim de mescidimizde namaz kılmak üzere gelmesini rica edeceğiz. Daha sonra da Ebû Âmir, Şam'dan geldiği takdirde bu mescidde namaz kıldırır diyerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gittiler. O sırada Hazret-i Peygamber Tebûk'e çıkmak üzere hazırlık yapıyordu. Hazret-i Peygamber'e, Ey Allah'ın Rasûlü! dediler. Biz, ihtiyacı olan hastalar ve yağmurlu geceler için bir mescid inşa ettik. Bizim için gelip orada namaz kılmanı ve mübarek olması için dua etmeni arzuluyoruz. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şimdi ben yola çıkmak üzereyim ve meşgul bir haldeyim. Dönecek olursak, size gelir ve sizin için orada namaz kılarız."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebuk'ten döndüğünde yanına geldiler. Kendileri de mescidi bitirmiş bulunuyorlardı. Orada Cuma, Cumartesi ve Pazar günü de namaz kılmışlardı. Hazret-i Peygamber yanlarına gitmek maksadıyla giymek üzere gömleğinin getirilmesini istedi. Bu sefer Mescid-i Dırar'ın durumunu bildiren Kur'ânî âyetler nâzil oldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, Mâlik b. ed-Duhşum, Ma’n b. Adiy, Âmir b. es-Seken ile Hazret-i Hamza'yı Öldürmüş olan Vahşi'yi çağırarak şöyle dedi: "Halkı zalim olan şu mescide gidin; onu yıkın ve yakın." Onlar da hemen yola koyuldular. Mâlik b. ed-Duhşum evinden bir miktar alevli ateş aldı. Hep birlikte gidip mescidi yaktılar, yıktılar. Bu mescidi inşa edenler oniki kişi idiler: Amr b. Avfoğullarından birisi olan Ubeyd b. Zeydoğullarından Hizam b. Hâlid -ki, Dırar Mescidi onun evine ait arsada yapılmıştı-, Muattib b. Kuşeyr, Ebû Hubeybe b. el-Ezar, Amr b. Avfoğullarından Sehl b. Huneyfin kardeşi Abbâd b. Huneyf, Câriye b. Âmir, onun iki oğlu Mucemmi' ve Zeyd, Nebtel b. el-Hâris, Bahzec, Becâd b. Osman ve Vedia b. Sabit. Salebe b. Hatıb da aralarında zikrolunmaktadır.

Ancak, Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr der ki: Bu tartışılır. Çünkü bu kişi Bedirde hazır bulunmuş bir kimsedir. İkrime der ki: Ömer b. el-Hattâb, bunlardan birisine: Sen bu mescidin yapımında nasıl bir yardımda bulundun diye sormuş, o da: O mescidin yapımında benim de bir direkle yardımım oldu, diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hazret-i Ömer kendisine: Sana ben de onu müjdeliyorum ki o, boynunda cehennem ateşinden bir direk olacaktır.

2. Zarar Kastı:

Yüce Allah'ın:

"Zarar vermek... için" âyeti mastar olup mefûlün leh'tir. "İnkâr etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve beklemek ve gözetlemek yeri olmak üzere" anlamındaki âyetler da hep ona atfedilmiştir.

Te'vil âlimleri derler ki: Maksat, mescidle zarar vermektir. Yoksa mescidin kendisinin zararı olmaz. Zarar, o mescidin sahipleri tarafından sözkonusu olur.

Dârakutnî, Ebû Said el-Hudrî"den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Zarar da yoktur, zarara zararla karşılık vermek de yoktur. Kim zarar vermek isterse, Allah onunla (o kimseye) zarar verir Her kim de zorluk çıkartırsa, Allah da ona zorluk çıkartır." Dârakutnî, III, 77, IV, 227-228.

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Zarar: Senin için faydalı olup, komşuna Zararlı olan şeydir. Zarara karşılık vermek (zirar) ise, senin için faydalı olmamakla birlikte komşuna zararlı olan şeydir. Her ikisinin aynı anlamda olduğu da söylenmiştir. Hazret-i Peygamber, te'kid olmak üzere her iki kelimeyi kullanmıştır, da denilmiştir.

3. Zararları Dokunan Mescidlerin Hükmü:

(Mezhebimize mensup) ilim adamlarımız derler ki: Bir mescidin yakınında bir başka mescidin yapılması câiz değildir. İlk mescidin cemaatinin o mescidi terkedip ilk yapılanın boş kalmaması için ikinci yapılan mescidin yıkılması ve yapılmasının engellenmesi gerekir. Ancak, mahalle büyük olup mahalle halkına tek bir mescid yeterli gelmiyor ise, o takdirde bir mescid daha yapılabilir. Aynı şekilde şöyle de derler: Tek bir şehirde iki, üç... caminin de yapılmaması gerekir. İkincisinin engellenmesi icabeder. Bu ikinci camide cuma namazı kılanın cuması olmaz. Zaten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Dırar Mescidini yakmış ve yıkmıştır.

Taberî, senedini kaydederek, Şakîk'den şunu nakleder: O, Ğadiraoğulları mescidinde namaz kılmak üzere gelmiş, namazın kılınmış olduğunu görünce ona, filan oğullarına ait mescidde henüz namaz kılınmadı denilince, hayır ben o mescidde namaz kılmak istemiyorum. Çünkü o mescid zarar vermek esâsı üzere bina edilmiştir diye cevap vermiştir.

İlim adamlarımız der ki: Zarar vermek, yahut riyakârlık ve desinler diye yapılan herbir mescid Dırar Mescidi hükmünde olup onda namaz kılmak câiz değildir. en-Nekkâş der ki: Buna göre, kilise ve benzeri bir yerde namaz kılmamak gerekir. Çünkü, kilise baştan beri kötü bir maksatla bina edilmiştir.

Derim ki: Böyle bir hükme varmak gerekmez. Çünkü, kilisenin yapılmasından kasıt başkasına zarar vermek değildir. Her ne kadar asıl itibariyle kötü bir maksat ile yapılmış ise de, hristiyanların kilise yapmaları, yahudilerin havra yapmaları, kendi kanaatlerince -bizim mescidimiz gibi- ibadet edecekleri bir yerleri olsun diyedir. O bakımdan, bu iki maksat arasında fark vardır. İlim adamları da bir kilise ya da bir havrada temiz bir yer üzerinde namaz kılan bir kimsenin kıldığı bu namazının geçerli ve câiz olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Buhârî'nin bildirdiğine göre, İbn Abbâs içinde heykel bulunmaması şartıyla havrada namaz kılardı. Buhârî, Sattı 54. Ebû Dâvûd da, Osman b. Ebi'l-Âs'dan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisine, Taif Mescidini putlarının bulunduğu yere bina etmesini emrettiğini Ebû Dâvûd, Salât 12; İbn Mâce, Mescid 3. nakletmektedir.

4. Zalime İmâmlık Yapanın Arkasında Namaz Kılmak;

İlim adamları derler ki: Zalimin İmâmlığını yapan kimsenin arkasında namaz kılınmaz. Ancak, mazeretinin açıkça ortaya çıkması yahut tevbe etme hali müstesnadır. Çünkü, Kubâ mescidini İnşa edenler olan Amr b. Avfoğulları, Ömer b. el-Hattâb'dan halifeliği döneminde Mücemmi' b. Cariye'nin, kendi mescidlerinde kendilerine namaz kıldırmak üzere İzin vermesini istediler. Hazret-i Ömer: Hayır, böyle bir şeyin en ufak bir faydası da olmaz. O, Mescid-i Dırar'ın İmâmı değil miydi? Mücemmi', şöyle dedi: Ey mü’minlerin emiri hakkımda hüküm vermekte acele etme. Allah'a yemin ederim ben onların içinde neler gizlediklerini bilmeksizin o mescidde namaz kıldım. Eğer ne gizlediklerini bilseydim, o mescidde onlara namaz kıldırmazdım. Ben, Kur'ân okuyabilen genç bir delikanlı idim. Onlar ise, cahiliyeleri üzere yaşamış yaşlı başlı insanlardı. Kur'ân-ı Kerîm’den hiçbir şey okuyamıyorlardı. O sebepten ben namaz kıldırdım, ancak yaptığımın günah olduğunu da zannetmiyorum. Zaten onların içlerinde ne olduğunu da bilmiyordum. Ömer (radıyallahü anh), onun mazeretini kabul edip söylediğinin doğruluğuna kanaat getirdi ve Kubâ mescidinde namaz kıldırmasını emretti.

5. Başkalarına Zararlı Olan Tasarrufların Hükmü:

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: İbadet için yapılan ve şeriatın yapımına teşvik ederek hakkında: "Bir kekliğin kalabileceği bir yer kadar dahi olsa, her kim Allah için bir mescid bina edecek olursa, Allah da o kimseye cennette bir ev yapar" İbn Mâce, Mesâcid 1; Müsned, I, 241. dediği mescid bile başkasına zarar verecek durumda ise, yıkılıp ortadan kaldırıldığına göre, ya onun dışındaki şeyler hakkındaki kanaat ne olabilir!

Böylelerinin İse, öncekine zarar verilmemesi için ortadan kaldırılması, yıkılması, öncelikle daha bir uygundur. Mesela, bir kimse başkasına zarar verecek türden bir fırın, yahut bir değirmen inşa edecek, yahut bir kuyu veya başka bir şey kazacak olursa, bu durumdadır. Bu konudaki çeşitli meselelerin ölçüsü, temel kaidesi şudur: Kardeşine zarar gelmesine sebep teşkil eden kişi, (o tasarrufundan) engellenilir. Eğer, malında hak sahibi olduğu bir tasarrufu sebebiyle kardeşine zarar verip böylelikle komşusuna, yahut komşusundan başkasına zarar verirse, yaptığı o işe bakılır. Eğer o işin terkedilmesinin zararı işi yapana verdiği zarardan daha büyük ise, bu sefer iki zarardan daha büyük olan ve aslî kaynaklarda haramlığı daha büyük olan zarar ortadan kaldırılır.

Mesela, bir kimse evinde kardeşinin evini görmesini sağlayacak bir pencere açacak olursa, o kardeşinin evinde de aile ve hanımlar da bulunuyorsa, -kadınlar da evlerinde kimi elbiselerini üzerlerinden atıp ihtiyaçlarını görmek için bazı yerlerini açtıklarına göre ve bilindiği gibi avretlere muttali olmak haram olup bu konuda nehiy varid olduğundan ötürü- avretlere muttali olmanın haramlığı sebebiyle, ilim adamları bu şekilde kendi evinden açmış olduğu ve kendisi için fayda ve rahatlık bulunan, kapatılması aleyhine zarar ihtiva eden o kapı ve pencereyi, kapatması gerektiği görüşündedirler. Çünkü onlar, bununla iki zarardan daha büyük olanı ortadan kaldırmak maksadındadırlar. Zira, bu iki zarardan birisini ortadan kaldırmak mutlaka gereklidir.

İşte bu gibi konularda hüküm -ŞafiTye ve onun görüşünü kabul edenlerin aksine- bu şekildedir. Şâfiî mezhebine mensup ilim adamları derler ki; Bir kimse kendi mülkünde bir kuyu açsa, bir diğeri de kendi mülkünde, birinci kuyunun suyunu kendisine doğru çekecek bir başka kuyu kazacak olursa, ikinci kuyu da caizdir. Çünkü bunların her birisi kendi mülkünde kuyu kazmıştır ve bundan dolayı engellenilmez. Yine, onlara göre şu durum da bunun bir benzeridir: Bir kimse, komşusunun kuyusunun yakınında kuyusunun suyunu bozacak şekilde tuvalet açacak olursa, kuyu sahibi ona engel olamaz. Çünkü, tuvalet açan da kendi mülkünde tasarrufta bulunmuştur. Oysa, Kur'ân ve Sünnet bu görüşü reddetmektedir. Başarı Allah'tandır.

Yine bu kabilden ilim adamlarının yasakladığı bir başka zarar türü daha vardır. Fırın ve hamam dumanları, sallallahü aleyhi ve sellemrulan harman tozu, düzlüklerde yayılmış çöplerden oluşan kurtlar ve buna benzer şeylerin açıkça zararı görülen ve devam etmesinden korkulanların zararları kesilir.

Elbiselerin tozunun silkelenmesi, hasırların kapıların önünde silkelenmesi gibi kısa bir süre devam edecek şeylere gelince; bu gibi şeylerden insanların müstağni kalmalarına imkân yoktur. Ve ayrıca bundan dolayı herhangi bir şeye de hak kazanılmış olmaz. Bu gibi hususlarda zararı önlemeye kalkışmak, kısa bir süre buna sabretmekten, daha büyük ve daha fazla bir zarar gerektirir. Diğer taraftan, sünnetteki edebe göre kişi, komşusuna eziyet etmemekle, ona iyilikte bulunmakla yükümlü olduğu gibi, gücü yettiğince eziyetine de katlanıp sabretmesi gerekir.

6. Bu Kabilden Bir Mesele:

Bu türden meselelerin kapsamına girenlerden birisi de İsmail b. Ebî Uveys'in, Mâlik'ten naklen zikrettiği şu husustur: Mâlik'e, cin çarpmasına uğramış bir kadın hakkında soru sorulmuş. Bu kadına kocası yaklaşıp cünup oldu mu, yahut da kocası ona yaklaşacak olursa, bu cin çarpmasının etkisi daha çok artarmış. Mâlik şöyle demiş: Kocasının, bu kadına yaklaşabileceği görüşünde değilim. Ayrıca, hakimin kadın ile kocası arasına girmesini (kocasının ona yaklaşmamasını sağlaması) gerektiği görüşündeyim.

7. Dırâr Mescidi Sahiplerinin. İnkârı:

Dırâr mescidini yapanların, ne Kubâ mescidinin, ne de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidinin hürmetine (saygınlığına) itikadlan bulunmadığından ve bu saygınlığa olan inancı inkâr etmiş olduklarından dolayı yüce Allah:

"İnkar etmek..." diye buyurmuştur. Bu açıklamayı İbnü'l-Arabî yapmıştır. Bir diğer görüş de şöyledir: "İnkâr etmek" den kasıt, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ve onun getirdiklerini inkâr etmektir. Bu açıklamayı da el-Kuşeyrî ve başkaları yapmıştır.

8. Mü’minler Arasına Ayrılık Sokmak:

Yüce Allah'ın: "Mü’minler arasına ayrılık sokmak için..." Yani onlar, bu yolla mü’minlerin birliğini dağıtmak, parçalamak istiyorlardı. Böylelikle, bazı kimselerin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte cihada çıkmamalarını sağlamak istemişlerdi, İşte bu durum, cemaatin öngörülmesinin en büyük maksadı ve en belirgin gayesinin kalpleri birbirine kaynaştırıp ısındırmak ve itaat üzere sözbirliğini sağlayıp, dinin gerektirdiği uygulamaları yerine getirmek suretiyle, insanlar arasındaki hakların ve saygınlıkların korunmasını gerçekleştirmek olduğunu göstermektedir. Tâ ki, insanlar birbirleriyle içli dışlı olmak suretiyle birbiriyle kaynaşsınlar ve kalpler kinlerin pisliklerinden arınmış olsunlar.

9. Aynı Mescidde iki Ayrı İmâmla Cemaat Yapmak:

Mâlik, -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu âyet-i kerimeden çok ince anlayış ile bir meselenin farkına vararak, -diğer ilim adamlarından farklı bir şekilde- şöyle demiştir: Bir mescidde iki ayrı İmâmla iki ayrı cemaat, namaz kılamazlar. Şâfiî'den de bunun olamayacağına dair bir görüş rivâyet edilmiştir. Çünkü böyle bir uygulama, sözbirîiğini dağıtır ve birlik hikmetini ortadan kaldırıp şöyle söylemeye kadar bizi götürür: Herhangi bir kimse cemaatten ayrılıp tek başına kalmak istiyor ise, bu mazurdur. O da tek başına cemaatini teşkil eder ve kendisini İmâm olarak öne geçirir. Bunun sonucunda ise ayrılıklar ortaya çıkar ve düzenlilik hali ortadan kalkar. İşte bu görüşü benimsemeyenler, bu inceliği farkedememişlerdir. İbnü'l-Arabî der ki: İşte Mâlik'in diğer ilim adamlarına karşı durumu hep bu idi. Hikmeti bilmekte, onun ayağı daha bir sağlam basardı. Şeriatin kafi noktalarını tesbit etmekte daha ileri derecede bilgi sahibi idi.

10. Allah'a ve Rasûlüne Karşı Savaş Açanlara Yardımcı Olanlar:

Yüce Allah'ın:

"Daha evvel Allah'a ve Rasûlüne Savaş açan kimselere, beklemek ve gözetlemek yeri olmak üzere..." âyetinde kastedilen kişi Rahip Ebû Amir'dir. Ona Rahip adının veriliş sebebi, kendisini ibadete vermiş olması ve ilim araştıran bir kimse olmasından dolayıydı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu konudaki duası sebebiyle, Kennesrîn denilen yerde kâfir olarak ölmüştü. Çünkü o, Peygmaber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle demişti: Seninle çarpışan ne kadar kavim görürsem, mutlaka ben de onlarla birlikte sana karşı Savaşacağım. Hazret-i Peygamberle bu şekilde Savaşmasını Huneyn gününe kadar sürdürmeye devam etti. Hevazinliler Huneyn günü bozguna uğrayınca yardım istemek üzere Bizanslılara gitti. Münafıklara da gönderdiği haberde şunları söyledi: Gücünüz yettiği kadar güç ve silah hazırlığı yapın ve bir mescid inşa edin. Ben şimdi Kayser'in yanına gidiyorum, Bizanstan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i Medine'den çıkarmak üzere bir ordu ile geleceğim. Bunun üzerine onlar da Dırar Mescidini inşa etmişlerdi.

Sözü geçen Ebû Âmir, melekler tarafından (Uhud günü) yıkanılan Hanzala'nın babasıdır.

"Beklemek ve gözetlemek (irsâd)": Beklemek demektir. "Şunu rasat ettim, tabiri, o şey ile onu bekleyip gözetlemek üzere hazırladım," anlamına gelir. Ebû Zeyd der ki: "Onu bekleyip gözetledim" ifadesi, hayırlı işler hakkında kullanılır. Ancak, "Onu gözetledim, ifadesi ise kötü şeyler için kullanılır. İbnü'l-Arâbı der ki: Hayır, sadece denilir ve bunun anlamı da gözetledim, bekledim şeklindedir.

Yüce Allah'ın:

"Daha evvel.." ifadesi ile Dırâr Mescidinin inşa edilmesinden evvelki vakti kastedilmektedir.

"Ve: İyilikten başka birşey kastetmedik diye yemin edenler (vardır)." Yani biz, bu mescidi inşa etmekle ancak güzel bir iş yapmak istedik. Yani bunun sebebi, kendilerinin söyledikleri gibi hasta ve gidemeyecek kadar başka işler görme ihtiyacı bulunan müslüman kimselere şefkatleri idi. Bu ise, fiillerin maksat ve İradelere göre farklılık göstereceğini göstermektedir. Bundan dolayı yüce Allah:

"Ve: İyilikten başka bir şey kastetmedik, diye yemin edenler (vardır)" diye buyurmaktadır.

"Halbuki Allah, onların muhakkak yalancı olduklarına şahidlik eder." Yani O, hakkında yemin ettikleri şey hususunda kalplerinin ne kötü şeyler gizlediklerini ve yalan söylemekte olduklarını çok iyi bilir.

107 ﴿