108

Onun içerisinde hiçbir vakit durma. İlk gününden temeli takva üzerine kurulan mescid, içinde durmana elbette daha lâyıktır. Orada tertemiz olmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

1. Dırar Mescidinde Namaz Kılmak Yasaktır:

Yüce Allah:

"Onun içerisinde hiçbir vakit durma" âyeti ile Dırar Mescidini kast etmektedir. Yani, orada namaz kılmak kastıyla durma. Çünkü namaz, bazan "kıyam: ayakta durmak" ile de ifade olunur. Mesela, filan kişi gece boyunca kalkar denilirken, namaz kılar denmek istenir. Nitekim; "Kim (ecrine) İnanarak ve "mükâfatını" alacağını ümid ederek Ramazanı kıyam ile geçirirse (teravih namazını kılarsa), geçmiş küçük günâhları ona bağışlanır" şeklindeki sahih hadiste de bu şekilde kullanılmıştır. Bunu da Buhârî, Ebû Hüreyre'den, o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den buyurdu ki... diye nakletmiştir." Buhârî, Îman 27, 28; Müslim, Salatu'l-Musâfirîn 173; Ebû Dâvûd, Şehru Ramadan 1; Tirmizî. Savm 83; Nesâî, Siyam 40.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, bu âyet-i kerîme nâzil olduktan sonra bu mescidin bulunduğu yoldan dahi geçmediği ve o mescidin yerinin leşlerin, pisliklerin ve çöplerin atıldığı bir çöplük olarak kullanılmasını emrettiği rivâyet edilmektedir.

2. Usul-ü Ftkık Açısından Zaman Zarfı ve "Ebediyyen" Kelimesi:

Yüce Allah'ın: "(........): Hiç bir vakit" ifadesi, bir zaman zarfıdır. Zaman zarfı da iki kısımdır. Biri "gün" gibi miktarı belli zarf, diğeri ise "hîn, vakt" gibi zamanı müphem olan zarf. "Ebediyyen" de bu kısımdandır, "Dehr (zaman)" da böyledir.

Burada fıkıh usulünün konusuna giren bir mesele sözkonusu olmaktadır. O da şudur: "Ebediyyen" kelimesi her ne kadar müphem (belirsiz) bir zarf ise de bunda umum ifade eden bir anlam yoktur. Ancak bu kelime nefiy için kullanılan "la" (olumsuzluk edatı) ile birlikte kullanılırsa, umum ifade eder. Mesela, "Durma!" denilecek olsa, mutlak olarak durmamak yeterli olurdu. Ama, "ebed: hiç bir vakit, ebediyyen" lâfzı kullanıldığından dolayı, hiçbir vakit ve hiçbir zaman durma denilmiş gibidir. Olumlu cümledeki belirtisiz ifade ise, eğer meydana gelmiş bir olayın haberi olarak kullanılırsa, bunun da umumi bir manası olmaz. İşte, dil bilginleri bunun farkına varmış, islâm fukahası da bu doğrultuda hükümlerini vererek şöyle demişlerdir: Bir kimse hanımına sen ebediyyen boşsun, diyecek olursa, bir talâk ile boş olur.

3. Mescid Kurmaktan Maksat:

"İlk gününden takva temeli üzerine kurulan" yani, takva üzere duvarları inşa edilmiş, temelleri yükseltilmiş "mescid" demektir.

"Temel," binanın esası demektir. "Esas" da böyledir. ise, aynı kelimenin ortada harfi medsiz şeklidir.'in çoğulu, şeklinde gelir. "Bekçi ve bekçiler" gibi. Buna karşılık; şeklinin çoğulu ise, şeklinde gelir. "Ense kökü, ense kökleri" gibi. Buna karşılık in çoğulu şeklinde gelir, Sebep ve sebepler" gibi. "Binanın temelini kurdum," ifadesinin mastarı da şeklinde gelir, Arapların "Bu çok eskiden beri böyle idi" cümlesindeki (eskilik manasını ifade eden ve temel manasına da gelen kelime) hemzesi hem ötreli, hem üstün, hem de esreli olarak üç ayrı şekilde söylenebilir ki, bu, işin başından beri çok eskiden beri böyleydi, anlamına gelir.

"Mescid"in başındaki "lâm", kasem "lâm"ıdır. İbtidâ "lâm"ı olduğu da söylenmiştir. Mesela, Elbetteki Zeyd insanlar arasında davranışı en güzel olanıdır" demeye benzer ki bu, anlamın te'kid edilmesini gerektirir.

"Temeli takva üzerine kurulan" ifadesi ise, "mescid"in sıfatıdır. "Daha lâyıktır" anlamındaki ifade mübteda olan "mescid"in haberidir.

Burada

"takvâ"nın anlamı, kendileri vasıtası ile cezalandırılmaktan korunulan hasletler, özelliklerdir. Takva kelimesi, vezninde olup, buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/2. âyet, "takva sahipleri için bir hidâyettir" bölümü ile İlgili açıklamaların 4. başlığında) geçmiş bulunmaktadır.

4. Takva Mescidinden Maksat Nedir ve O Mescid Sahiplerinin Özellikleri:

İlim adamları, temeli takva üzerine kurulan mescidin hangisi olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, Kubâ Mescididir demiştir ki, bu görüş İbn Abbâs, ed-Dahhâk ve el-Hasen'den rivâyet edilmiştir. Bu görüşün sahipleri: "Ük gününden" ifadesini delil alırlar. Kubâ Mescidinin ise Medine'deki ilk günde temeli atılmıştı. Kubâ mescidi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinden önce bina edilmişti. Bunu İbn Ömer, İbnül-Müseyyeb ve İbn Vehb, Eşheb ve İbnü'l-Kasım'ın kendisinden rivâyetlerine göre Mâlik demiştir.

Tirmizî de Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İlk gününden beri temeli takva üzerine kurulan mescid hususunda iki kişi tartıştılar. Birisi o, Kubâ mescididir derken, diğeri ise o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mescididir deyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "O, benim bu mescidimdir" diye buyurdu. (Tirmizî) dedi ki: Bu sahih bir hadistir. Tirmizî, Tefsir 9- sûre 14; Nesâî, Mesücid 8; Müsned, III, 8, 23, 89, 91.

Ancak, birinci görüş konuya daha uygun düşmektedir. Çünkü, yüce Allah'ın:

"Orada" âyeti bunu gerektirmektedir. Zarf ifade eden zamir ise, tertemiz olmayı arzu eden erkeklerin varlığı ile ilgilidir. Bu ise, Kubâ mescididir. Buna delil de Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğine dair hadistir: Şu: "Orada tertemiz olmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever âyeti, Küba Mescidi ehli hakkında inmiştir. Çünkü onlar su ile istinca ederlerdi. İşte bu âyet-i kerîme onlar hakkında inmiştir. Ebû Dâvûd, Tahâre 23; Tirmizî, Tefsir 9. stire 15; İbn Mâce, Tahâre 28; Müsned, VI, 6.

en-Nehaî der ki: Burada kastedilenler Kubâ Mescidi ehlidir. Allah onlar hakkında âyetini indirmiştir. Katade dedi ki: Bu âyet-i kerîme inince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kübalılara şöyle demişti: "Şanı yüce Allah temizlenmek hususunda sizden güzel bir şekilde ve övgüyle söz etti. Siz ne yapıyorsunuz?" Onlar, biz önden ve arkadan çıkan pisliğin izlerini su ile yıkıyoruz. Bunu da Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Müsned, III, 422.

Dârakutnî de Talha bin Nâfİ' den şöyle dediğini rivâyet eder: Bana Ensardan olan Ebû Eyyub, Cabir bin Abdullah ve Enes bin Mâlik, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)dan şu: "Orada tertemiz olmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" âyeti hakkında şöyle buyurduğunu naklettiler: "Ey Ensar topluluğu! Allah temizlenmek hususunda sizden övgü ve hayırla söz etti. Sizin bu temizlenmeniz nasıldır?" Onlar, Ey Allah'ın Rasûlü, biz namaz için abdest alır, cünüblükten dolayı da guslederiz. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bununla birlikte başka bir şey de yapıyor musunuz?" Onlar: Hayır, şu kadar var ki bizden herhangi bir kimse tuvaletten çıktıktan sonra yine de su ile istinca yapmayı hoş ve güzel görür. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "İşte bu övgüye sebeb odur. Siz buna devam ediniz" diye buyurdu. Dârakutnî, 1, 62, III, 60.

İşte bu hadis âyet-i kerimede sözü geçen mescidin Kubâ Mescidi olmasını gerektirmektedir. Şu kadar var ki Ebû Said el-Hudrî'nin hadisinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu mescidin kendi mescidi olduğunu açıkça ifade etmiştir. O halde buna rağmen herhangi bir akıl yürütmeye gerek, yoktur. Yine Ebû Kaf1 rivâyetle dedi ki: Bize Ebû Usame anlattı dedi ki, bize Salih bin Hayyana dedi ki, bize

"Allah'ın yücelmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde..." (en-Nûr, 24/36) âyeti hakkında dedi ki: Bunlar dört mesciddir ki dördünü de Peygamberden başka kimse bina etmiş değildir: Kabe, onu İbrahim ve İsmail -ikisine de selam olsun- diğeri Eriha'daki ev yani Beytul Makdis, bunu da Dâvûd ve Süleyman -ikisine de selam olsun- bina ettiler. Diğerleri ise Medine Mescidi ile Kubâ Mescididir ki, bunların ikisini de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bina etmiş olup takva üzere tesis olunmuşlardır.

5. " ...den, dan" ile İlgili bir Açıklama:

Yüce Allah'ın:

"İlk gününden" âyetindeki: "den," nahivcilere göre; "... den beri"nin karşılığıdır. İkincisi zaman için tıpkı birincisinin mekan için,kullanılışı gibi kullanılır. Bu âyette bunun; "... den beri" anlamında kullanıldığı da söylenmiştir ki takdiri şöyle olur: Bina edilmesine başlandığı ilk gününden beri... Anlamın; "Tesis edildiği ilk gününden beri" şeklinde olduğu ve; "Tesis etti" şeklindeki fiilinin başına geldiği de söylenmiştir.

Şairin şu beyîtinde olduğu gibi:

"(Semud kavminin evleri) Hicran üst taraflarındaki nice yurtlar vardır ki,

Bunlar uzun yıllardan ve uzun zamandan beri bomboş, ıpıssız kalmışlardır."

Yani, "Uzun zaman geçtiğinden, uzun yıllar geçtiğinden beri" takdirindedir. Böyle bir takdire gitmeyi gerektiren nahivcilerin kabul ettikleri şu esas kaidedir: ...den, dan edatı, zaman isimlerinin başına gelmez. Zaman isimlerinin başına; getirilir. O bakımdan; "Ben onu bir aydan yahut bir yıldan veya bir günden beri görmedim;" denilir, fakat bunun yerine; " ...den" denilmez. Eğer bu harf-i cer zaman bildiren ismin başına kullanılacak olursa o vakit ona uygun düşecek bir takdire gidilir. Bu beytin takdirinde zikrettiğimiz gibi. Bu açıklamaları İbn Atiyye yapmaktadır. Ancak bana göre bu âyet-i kerimede takdire gitmeye ihtiyaç duymamak da uygundur. Burada; "...den" kelimesinin; "İlk" kelimesini cer etmesi uygundur. Çünkü bu da bir başlangıç anlamını ihtiva etmektedir. Çünkü burada; "İlk gününün başlangıcından beri..." denilmiş gibidir.

6. İçinde Namaza Durulmaya Layık Olan Mescid;

"İçinde durmana elbette daha lâyıktır" âyeti nasb mahallindedir. "Daha lâyıktır" âyeti "Layık" kelimesinden "ePatu" vezninde ism-i tafdilidir. Bu kip, ancak aralarında ortak bir özellik bulunmakla birlikte, birinin diğerinden ortak oldukları o noktada manen daha üstün bir meziyeti bulunan iki şey için kullanılır.

Dırâr Mescidi her ne kadar hakkı ve liyakati bulunmayan batıl bir mescid ise de onu bina edenlerin inançları açısından liyakat noktasında diğer mescidlerle ortaklığı vardır. Yahut da o mescidde mescid olmasından ötürü namaz kılmanın câiz olduğuna inanan kimseler açısından böyle bir liyakati söz korlusu idi. Fakat bu iki inanıştan birisi Allah nezdinde batınen batıl idi. Diğeri ise batınen de zahiren de hak idi.

Yüce Allah'ın şu âyeti de bu kabildendir:

"O günde cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı ve dinlenecekleri yer daha güzeldir," (el-Furkan, 25/24) Bilindiği gibi hayırlı oluş cehennemden uzaktır. Ancak her bir kesim inanışına göre hayır üzere olduğunu kabul eder ve her bir kesim sonunda varacağı yerin de hayırlı olduğuna inanır. Çünkü her bir kesim elinde bulunandan dolayı sevinç içerisindedir. Bu tür ifadeler hiçbir zaman "bal sirkeden tatlıdır" türünden olamaz. Çünkü bal her ne kadar tatlı ise de insan yapısına uygun düşen her şey de bir bakıma tatlıdır. Nitekim insanlardan kimisinin ayrı ayrı olmaları halinde de sirkeyi baldan önde tuttuğu, bunların başkaları ile karışık bulunmaları halinde de (sirkenin karıştığı şeyi) öncelediği görülebilmektedir.

7. Liyakatli Mescid:

Burada mescid'den kasıt Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in mescididir, diyenlere göre "içinde durmana elbette daha lâyıktır" âyetinde yer alan: "İçinde" zamir Mescid-i Nebeviye ait olur. 'Orada... erkekler vardır" ifadesindeki zamir de aynı şekilde ona ait olur. Buradaki mescidden kasıt Kubâ Mescididir, diyenlerin görüşüne göre ise -az önce geçen, görüş ayrılıklarına uygun olarak- her ikisinde de zamir Kubâ Mescidine ait olur.

8. Tahâret ve Temizliğin Önemi:

Şanı yüce Allah, bu âyet-i kerimede tahareti seven ve temizliği üstün tutan kimselerden Övgü ile söz etmektedir. Temizlik insanî bir özellik, taharet şer'î bir görevdir. Tirmizî'de Âişe - yüce Allah ondan razı olsun - den şöyle dediği nakledilmektedir. Kocalarınıza su ile temizlenmelerini emrediniz. Ben onlardan utanıyorum. (Tirmizî) dedi ki: Bu sahih bir hadistir. Tirmizî, Tahüre 15.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın istinca maksİsmi ile beraberine su alıp götürdüğü sabittir. O istinca için taşlan necaseti azaltmak maksİsmi ile, suyu da iyice temizlenmek maksİsmi ile kullanırdı.

İbn Arabî der ki: Kayrevân âlimleri abdest aldıkları yerlerde toprak içerisinde taşlar bulundurur ve önce bu taşlar ile temizlenir, daha sonra da su ile istinca ederlerdi.

9. Necasetten Temizlenmek:

Necasetin çıkış yerinden necasetin temizlenmesi için öngörülen, onu hafifletmektir. Vücudun sair yerlerindeki necaset ile elbisedeki necasetin ise temizlenmesi gerekir. Bu, yüce Allah'ın suyun bulunup bulunmaması halinde kullarına bağışladığı bir ruhsattır. Ancak istisna olarak İbn Habib şöyle demektedir: Def-i hacette ancak su bulunmaması halinde taşla temizlenir. Şu kadar var ki suyun bulunması ile birlikte taşlarla temizlenmeye dair sabit haberler, onun bu görüşünü red etmektedir.

10. Beden ve Elbiseden Necasetin Temizlenmesi:

Bu hususlarda ilim adamları -aşırı olmadığı sürece pirelerin bıraktıkları kan izlerinin affedilip nazar-ı itibara alınmayacağı hususu üzerinde tema etmiş olmalarına rağmen- beden ve elbiselerden necasetin izalesi hususunda üç farklı görüş ileri sürmüşlerdir:

Birinci görüşe göre, necasetin İzale edilmesi, yerine getirilmesi farz gibi bir vâcibtir. İster bilsin, ister bilmesin necis bir elbise ile namaz kılanın namazı câiz olmaz. Bu görüş, İbn Abbâs, el-Hasen ve İbn Sîrîn'den rivâyet edilmiştir, Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr'in görüşü de budur. İbn Vehb de bu görüşü Mâlik'den rivâyet etmiştir. Mâliki mezhebine mensup Ebû'l-Ferec'in ve Taberî'nin de görüşü budur. Şu kadar var ki Taberî şöyle der: Eğer necaset bir dirhem kadarını bulursa namazı tekrar iade eder. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'un da dirhem miktarını göz önünde bulundurmak bakımından -ki, bu da dübür halkasına kıyasen ifade edilmiştir- bu görüştedirler.

Bir diğer kesim ise şöyle demektedir: Necasetin elbise ve bedenden izale edilmesi sünnet ile vaciptir. Buradaki vücup, sünnetin bir vücubudur, farz manasına bir vücup değildir. Bunlar derler ki: Bir kimse (bilmeden) necis bir elbise ile namaz kılacak olursa, vakit içerisinde namazını iade eder. Eğer vakit çıkacak olursa ona birşey düşmez. Bu, Mâlik'in ve mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının görüşüdür. Ancak, Ebû'l-Ferec ile İbn Vehb'in Mâlik'ten yaptığı rivâyet bundan müstesnadır.

Az miktardaki kan ile ilgili olarak da Mâlik şöyle demektedir: Az miktardaki kan dolayısıyla namaz ne vakit içinde, ne de vakit çıktıktan sonra iade olunmaz. Ancak, az miktardaki sidik ve kaba pislikten dolayı iade olunur. Bütün bu hususlarda Leys'in görüşü de Mâlik'in görüşü gibidir.

İbnü'l-Kasım ise Mâlik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Unutma halinde değil de, hatırlama halinde necasetin izale edilmesi icabeder. Bu ise İbnü'l-Kasım'in fert (Mâlik'ten tek başına) olarak yaptığı rivâyetlerindendir.

Birinci görüş ise -inşaallah- daha bir sahihtir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kabrin yanından geçmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bunların ikisi de azap görmektedirler. Fakat bunlar büyük bir günahdan dolayı azap görmüyorlar. Onlardan birisi laf götürüp getirirdi, diğeri ise sidiğinden korunmuyordu." Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmîştir. Buhârî, Vudû' 55, 56, Cenâiz 81, 88, Edeb 46, 49; Müslim, Tahâre 111; Ebû Dâvûd, Tahâre 53, 88; Nesâî, Cenâiz 116; İbn Mâce, Tahâre 26. Delil olarak da bu kadarı yeter. Bu hadis ileride el-İsra Sûresi'nde (17/44. âyetin tefsirinde)de gelecektir.

İlim adamları derler ki: Bir insan ancak vacibi terkettiğinden dolayı azâb görür: Bu da açıkça bilinen bir husustur.

Ebû Bekr b. Ebi Şeybe, Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle buyurmuştur: "Kabir azabının büyük çoğunluğu sidikten dolayıdır." İbn Mâce, Tahâre 26; Nesâî, Sehv 88; Müsned, il, 326, 388, 389, VI, 61. Diğer görüşün sahipleri ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Cebrâîl (aleyhisselâm) kendisine, ayakkabılarında bir pislik olduğunu haber verince, ayakkabılarını çıkartmasını delil göstermişlerdir ki, bu hadisi Ebû Dâvûd ve başkaları Ebû Dâvûd, Salât 88; Dârimî, Salâc 103; Müsned, III, 20, 92. Ebû Said el-Hudrî'den rivâyet etmişlerdir. Yüce Allah'ın İzniyle bu da ileride Tâhâ Sûresi'nde (20/12. âyet, 2. başlıkta) gelecektir.

Derler ki: Hazret-i Peygamber'in daha önce kıldığı rekâtleri iade etmeyişi, necasetin izale edilmesinin sünnet olduğuna ve bu haldeki namazının da sahih olduğuna delildir. Daha kâmil bir namaz maksİsmi ile de vakit içerisinde bulunduğu sürece iade eder (uygundur). Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

11. Necasetin İzale Edilmesinde Azhk-Çokluk Ölçüsü:

Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî der ki: Çok ile az arasındaki farkın bir dirhem miktarı ile tesbit edilmesine -ki, bununla dinar gibi yuvarlak ve onun miktarındaki büyük dirhemleri kastetmektedir- ve bunu kaba necasetin çıkış yerine kıyasen tesbit etmeye gelince, bu iki açıdan tutarsızdır. Evvelâ bu gibi miktarlar kıyas ile tesbit edilemez. O bakımdan böyle bir takdir kabul olunmaz. İkinci olarak, kaba pisliğin çıkış yerinde öngörülen bu hafifletme ve müsamaha zaruret dolayısıyla bir ruhsattır. İhtiyaçlar ve ruhsatlar ise kıyas için ölçü alınamaz. Çünkü bunlar, esasen kıyas dışıdırlar. Dolayısıyla bunlar kıyasa konu edilemezler.

108 ﴿