6Yeryüzünde yürüyüp de rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. Onların durdukları yerlerini de, emanet edildikleri yerlerini de O bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır. "Yeryüzünde yürüyüp de rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur" anlamındaki âyette yer alan; nefy edatıdır. ise zâid'tir. " Canlı" kelimesi ise ref mahallindedir. İfadenin takdiri; "Hiçbir canlı yoktur" şeklindedir. "Rızkı Allah'a ait olmayan" ifadesindeki "...a ait"; "...dan" demektir. Rızkı Allah tarafından verilmeyen... anlamına gelir. Mücahîd'in şu açıklaması buna delil teşkil etmektedir: Bu canlıya rszık türünden gelen herbir şey Allah'tan gelir. "Allah'a ait" tabiri rızkın lütfü ile Allah'a ait olduğunu, yoksa böyle bir şeyin O'nun hakkında vücub ifade etmediğini gösterir. Bir diğer açıklamaya göre bu, O'nun tarafından verilmiş hak bir va'd (söz)dir. Bu hususa dair açıklamalar en-Nisâ Sûresi'nde (4/70. âyet, 3. başlıkta) geçmiş ve yüce Allah'ın hakkında herhangi bir vücubun söz konusu olmadığı belirtilmiştir. "Rızkı" kelimesi mübtedâ olarak merfu'dur. Kûfelilere göre ise sıfat olduğu için ref' edilmiştir. Âyet-i kerîme, zahirî itibariyle umum ifade etmekle birlikte, manası hususîdir, çünkü canlılardan pek çoğu rızıklanmadan önce helâk olup giderler. Bütün canlılar hakkında umumî olduğu da söylenmiştir. Çünkü kendisi ile yaşayıp geçinebileceği bir rızık verilmeyen her canlıya aslında ruhu rızık olarak verilmiştir. Âyet-i kerîmenin bundan önceki âyetler ile ilgisi şöyledir Şanı yüce Allah, herkesin rızkını kendisinin verdiğini ve o kişinin beslenip gelişmesinden gafil olmadığını haber vermektedir. Peki ey kâfirler! Sizi rızıklandıran O iken, sizin halleriniz O'na nasıl gizli kalabilir? Dâbbe (canlı): Debelenen, hareket eden herbir canlı, hayvan demektir. Rızık; Gerçek anlamı ile canlının kendisiyle gıdalandığı şey demektir. Bu suretle canlı ruhunu (canını) muhafaza edebilir ve bedeni gelişir. "Rızk"ın mâlik olmak anlamına gelmesi mümkün değildir, çünkü hayvanlara rızık verilmekle birlikte hayvanların kendi yiyeceklerinin maliki olmakla nitelendirilmesi doğru olamaz. Aynı şekilde bebeklere de rızık olarak süt verilir ve memedeki sütün bebeğin mülkiyelinde olduğu söylenemez. Nitekim yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Rızkınız... da semâdadır." (ez-Zâriyât, 51/22) Ancak bizim semâda mülkiyetimiz altında olan herhangi bir şey bulunmamaktadır. Çünkü rızık, eğer mülk olan bir şey olsaydi, insanın başkasının mülkü oları bir şeyden yemesi halinde başkasının rızkından yemiş olması gerekirdi. Buna ise imkan yoktur, çünkü kul ancak kendi rızkını yiyebilir. Zaten el-Bakara Sûresi'nde de (2/3. âyet, 22. başlıkta) bu hususa dair açıklamalar geçmiş bulunmakladır. Yüce Allah'a hamdolsun. Birisine: Sen nerden yersin? diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiş: Değirmeni yaratan, orada öğütülen unu da getirir. Ağızları halkeden kimse, azıkları yaratan da O'dur, Ebû Useyd'e sorulmuş: Nereden yersin? O: Subhanallah, Allah-u Hkber diye hayretini bildirmiş (ve şöyle demiş): Şüphesiz Allah köpeğe dahi rızık verir. Ebû Useyd'e mi rızık vermeyecek? Hatim el-Asamm'e: Nerden yersin? diye sorulmuş. O, Allah'tan (gelenden) diye cevap vermiş. Kendisine: Allah sema'dan üzerine dinar ve dirhem mi indiriyor? diye sorulmuş. Bu sefer: Sema'dan başka mahlukat O'nun değil midir? Ey adam! Şu yerde O'nundur, sema da O'nundur. Eğer O, benim rızkımı sema'dan vermeyecek olursa, şüphesiz rızkımı bana yerden gönderir. Daha sonra da (şu anlamdaki) beyitleri okur: "Zorlukta da, kolaylıkta da bütün bu mahrukatı da beni de rızıklandıran Allah olduğuna göre, nasıl olur da fakir düşmekten korkarım? O ki bütün mahlukatın rızkını vermeyi tekeffül etmiştir. Çöldeki kertenkelenin de, denizdeki balığın da." Tirmizî el-Hakîm, "Nevadiru'l-Usul”de senedini kaydederek Zeyd b. Eslemden şöyle dediğini nakleder: Eş 'atîlerden olan Ebû Mûsa, Ebû Malik ve Ebû Âmir kendi kabilelerinden bir grup ile birlikte hicret edip, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın huzuruna geldiklerinde azıkları da bitip tükenmişti. Aralarından birisini azık istemek üzere Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a gönderdiler. Bu kişi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in kapısına ulaştığında şu: "Yeryüzünde yürüyüp de rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. Onların durdukları yerlerini de, emanet edildikleri yerlerini de O bilir" âyetini okuduğunu işitti. Bu sefer adam şöyle dedi: Şüphesiz ki Eş'arîler, Allah için diğer canlı varlıklardan daha değersiz değildirler Bu düşünce ile geri döndü ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın huzuruna girmedi. Arkadaşlarına şöyle dedi. Müjdeler olsun sizlere ki, sizin imdadınıza yetişildi. Onlar da bu adamın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuştuğunu ve Hazret-i Peygamber'in ona söz verdiğini zannediyorlardı. Bu halde bulundukları sırada içi ekmek ve et dolu bir kabı iki kişinin taşıyarak getirdiğini gördüler. Diledikleri kadar o kaptan yediler, daha sonra biri diğerine: Keşke biz bu yiyeceği, o da ihtiyacını gidersin diye Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a geri göndersek, dedi ve bu iki adama şöyle dediler: Haydi bu yemeği Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a geri götürün, çünkü bizler bundan ihtiyacımızı karşıladık. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a varıp, şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasûlü! Bize göndermiş olduğun o yiyecekten daha bol ve daha lezzetlisini görmedik. Hazret-i Peygamber: "Ben size yiyecek bir şey göndermedim ki" dedi. Ona kendi arkadaşlarını gönderdiklerini bildirince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona durumu sordu, bu kişi de yaptığını ve arkadaşlarına söylediklerini bildirince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu Allah'ın size rızık olarak verdiği bir şeydir" diye buyurdu. el-Hakîm Nevâdiru'l-Usul II, 176-177. "Onların durdukları yerlerini" yani yeryüzünde barındıkları yerlerini "de emanet edildikleri yerlerini de O bilir." Ölüp de defnedildikleri yerlerini de bilir, anlamındadır. Bu açıklamayı Miksem, İbn Abbâs (radıyallahü anh)dan nakletmiştir. er-Rabi' b. Enes de şöyle demektedir: "Durdukları yerleri" nden kasıt hayatta kaldıkları günleri, "emanet edildikleri yerler" den kasıt ise öldükleri yerler ve öldükten sonra diriltil ecekleri yerler demektir. Saîd b. Cübeyr İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "Durdukları yerler" den kasıt rahimdeki kalışları "emanet edildikleri yerler" den kasıt sulblerdeki kalışlarıdır. "Onların durdukları yerler" den kasıt cennet veya cehennemde durdukları yerler "emanet edildikleri yerler" den kasıt ise kabirdeki yerleridir, diye de açıklanmıştır. Buna da yüce Allah'ın cennet ve cehennemliklerin haline dair şu âyeti delil teşkil etmektedir: "O ne güzel karargâh ve ikamet yeridir." (el-Furkan, 25/76); "Gerçekten o, ne kötü bir durak ve ne kötü bir yerdir." (el-Furkan, 25/66) "Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır." Levh-i Mahruz'dadır. |
﴾ 6 ﴿